Dem Parti adına Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşmesi sonrası yapılan açıklamalar diyalog sürecinin dinamik bir şekilde ilerlediğini ve yeni bir çözüm süreci için adımların atılmaya başlandığını gösteriyor.
Öcalan’ın heyet aracılığıyla ilettiği görüşler Kürt meselesinin çözümü için atılacak adımların demokratik bir zeminde ele alınması konusunda ısrarın bir göstergesidir.
1 Ekim’de TBMM’nin açılışında başlayan yeni süreçten umutlu olmamız için birden fazla neden vardı. Bu nedenlerin en başında sürecin özellikle israil’in Filistin’e yönelik soykırımcı işgalinin yarattığı dinamikler geliyordu. Buna bir de Suriye’de Esad diktatörlüğünün devrilmesi eklendi. Filistin konusunda işgal devletinin saldırganlığının çapının İran’dan Lübnan’a, Yemen’den Suriye’ye kadar yayılması hem bölge ülkelerinin bütününü hem de tüm dünyayı sarmalama ihtimali olan başka bir savaşın İsrail’in Gazze soykırımının üzerine oturması ihtimali tüm ülkeleri bu ihtimale göre hazırlanmaya zorluyor. Türkiye’de devlet de AKP-MHP koalisyonuyla aktif bir işbirliği içinde Gazze’de yaşanan ve yaşanabilecek olan sarsıcı gelişmelerin etkisini ölçmeye ve egemen sınıf için buna uygun bir planlamaya girişmiş durumda. Kürt sorununda son günlerde yaşanan gelişmelerin bir nedeni bu dinamik.
Çok açık ki Ortadoğu’da gelişmekte olan kasırganın etkisini azaltmak ve enerjisinden faydalanarak bölgesel düzeyde, Türkiye dışında güçlenmek, yeni fırsatları değerlendirmek için iç politikada en gergin fay hattı olan Kürt meselesini halletme arzusu önemli bir başka neden olarak öne çıkıyor.
Ama asıl etkeni gözden kaçırmak Dem Parti-İmralı görüşmesinin taşıdığı kritik gelişmeyi göz ardı etmektir. Kürt hareketinin tüm baskılar karşısında milim geri adım atmadığı kavranmadan yeni dönem kavranamaz. Hareketin liderleri, üyeleri, vekilleri, belediye başkanları binlerce üyesi tutuklandı, gözaltına alındı geri adım atmadı. 31 Mart seçimlerinde kimsenin beklemediği bir taktikle AKP-MHP’nin kilit büyük şehirlerde ağır bir yenilgi almasında etkili oldu.
1 Ekim’den sonra başlayan süreç sırasında bile kayyım politikaları devreye girdi. Ama demokratik Kürt siyaseti geri adım atmadı. Teslim olmadı.
Yıllardır kendisinden hemen hiçbir haber alınamayan Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrılar bu açıdan çok kritik bir öneme sahip. Öcalan bölgede, özellikle Gazze ve Suriye’de yaşanan gelişmelerin kritik önemine dikkat çekiyor. Ardından hiç kimseyi rencide etmeden ve çözüme odaklanarak halkların kardeşliğinin öneminin altını “Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek tarihi bir sorumluluk olduğu kadar tüm halklar için de kader belirleyici bir önem ve aciliyet kazanmıştır.” diyerek çiziyor.
Fakat çağrının içerisinde iki önemli başlık daha var. Bu başlıklardan birisi “Bütün bu çabalarımız, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz olacaktır.” vurgusudur. Kürt halkının barış ve demokrasi mücadelesi konusundaki ısrarını görmezden gelenler, “Demokrasi olmadan barış olmaz” derken bu çağrı demokrasi ve çözüm/barış süreçleri arasındaki karşılıklı etkileşimi çok net bir şekilde ifade etmektedir.
Çağrının bir diğer önemli yanı ise “Sürecin başarısı için Türkiye’deki tüm siyasi çevrelerin dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması, yapıcı davranması ve pozitif katkı sunması elzemdir.” vurgusunda gizlidir. Bu, demokrasiden, çözümden, diyalogdan yana olan tüm toplumsal kesimlere, muhalif çevrelere yönelik bir davet olarak ele alınmalıdır. Tarihi bir mesele olan Kürt meselesini dar ve dönemsel hesaplara bırakmamak yönünde uzatılan bir barış elidir bu.
Bizler, görüşmeyi yapan Dem Parti heyetinin her zamankinden daha umutlu oldukları yönündeki açıklamayı çok kıymetli buluyoruz. Diyalog sürecinden çözüm ve müzakere sürecine geçişin bir işareti olan bu adımın kıymetini herkesin fark etmesi gerektiğini savunuyoruz.
1 Ekim’den hemen sonra “Diyalog-müzakere-çözüm-barış ya da mücadele: Kürt halkının kararının yanındayız” demiştik. Gördükleri baskının derecesinde hiçbir azalma olmasa da Kürtler bir kez daha çözüm ve barış konusunda ısrar ediyor. Uzatılan bu barış elini tutmak, batıda barışı savunacak bir hareketi inşa etmek daha büyük bir önem kazanmıştır.
Barış için müzakere başka konularla ne karıştırılmalı ne de başka mücadele alanlarında bir ertelemeye neden olmalı. Bir yandan asgari ücretin insanca yaşam düzeyine gelmesi için mücadele ederken aynı zamanda Kürt halkının haklarının tanınmasının önüne dikilen kapıların aralanması anlamına gelen çözüm sürecine aktif bir destek vermek birbiriyle çelişkili tutumlar değildir.
Sürecin daha net bir çözüm süreci halini alması için İmralı’nın görüşlerini net bir şekilde ifade edebileceği tüm kanallar açılmalı ve tüm olanaklar yaratılmalıdır.
Türkiye Suriye’den askeri varlığını çekmeli ve halkların eşit koşullarda kardeşliği açısından Suriye’de yaşayan Kürtlerin haklarına ve Suriye halklarının kendi kaderlerini belirleme süreçlerine müdahale etmemelidir. Suriye’ye tek müdahale insani yardım desteği ve göçmenlere tanınacak sınırsız seyahat özgürlüğü olmalıdır.
Bir başka önemli adım da çözüm sürecinin dinamiğine yakışmayan yaklaşımlardan, politik söylemlerden, kibirli tutumlardan, özellikle iktidar sözcülerinin kaçınması ve içeride Kürt meselesine baskıcı politikalarla yaklaşmaya bir son verilmesi sürecin selameti açısından belirleyici olacaktır.
Kürt halkının kiminle barışacağına karışmayan ama diyalog sürecinden ezilenlerin şölenine dönüşecek bir halk dinamizminin açığa çıkması için batıdan Kürtlerin daima uzattığı barış eline sımsıkı sarılacak bir iradenin inşası için harekete geçeceğiz.
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi