Mansplaining, man (erkek) ve explain (açıklamak) sözcüklerinin birleşimden oluşmuştur. Türkçeye “erbilmişlik" veya "erkekleme" olarak çevrilmiştir. Bir erkeğin, genellikle bir kadına, patronluk taslayan, küçümseyici bir tavırla, çoğu zaman kadının talebi olmaksızın, sözünü keserek bir şeyler açıklaması anlamına gelir. Ayrıca, kadının o konuda daha fazla bilgisi olduğu gerçeğine aldırış etmeden erkeklerin açıklama yapmasını da kapsamaktadır.
2008 yılında, yazar ve aktivist Rebecca Solnit’in, kadınları sessizliğe iten sosyal örüntüleri incelediği Men Explain Things to Me (Erkekler Bana Bir Şeyler Açıklıyor) adlı denemesi, "mansplaining" teriminin oluşturulmasına ilham vermiştir. Solnit, yazısında bu kelimeyi kullanmamış olmasına rağmen, artık sözlüklerin bir parçası olan bu kavramı doğurmakla anılmaktadır.
Solnit yazısında, katıldığı bir partide yaşadığı bir olaydan bahseder. O akşam tanıştığı bir erkek, Solnit’e neyle ilgili kitaplar yazdığını soruyor. Bu soru üzerine Solnit o dönem son çıkan River of Shadows: Eadweard Muybridge and the Technological Wild West adlı kitabından bahsetmek istiyor. Ancak karşısındaki erkek kitabının İngiliz fotoğrafçı Eadweard Muybridge hakkında olduğunu duyar duymaz, kadının sözünü keserek, o yıl bu konuda çıkan çok önemli bir kitaptan bahsetmeye başlıyor. İlk başta Solnit, karşısındaki adamın, aynı konuda yazılan bir kitaptan nasıl haberinin olamayacağını düşünmesine şaşırırken, adamın kendi kitabı hakkında konuştuğunu fark ediyor. Arkadaşlarından birinin “bu anlattığın zaten onun kitabı” diyerek adamı ikaz etmesine rağmen, adam o kadını da dikkate almayarak konuşmasına devam ediyor. Adamın durumu fark etmesi için üç dört kez uyarılması gerekiyor.
Solnit yazısında her ne kadar mansplaining kelimesini kullanmamış olsa da, anlattığı bu deneyimden sonra, kadınlar birçok alanda rutin olarak deneyimledikleri bu fenomeni ifade etmenin bir yolunu bulmuş oldular.
Erkeklerin bitmez tükenmez “önemli” açıklamaları
Mansplaining, yakın zamanda adlandırılmış olmasına karşın, erkeklerin iktidar kurmak istedikleri bir ilişki biçimine işaret eden oldukça eski bir fenomendir. Mansplaining durumu yalnızca söz kesme ve izah etme eylemleriyle sınırlı değildir. Erkeklerin bu davranışları, kadınların bilgi veya fikir üretiminin öznesi olamayacağı varsayımlarından kaynaklanmaktadır. Kadınların bu muameleye, devamlı ve her alanda maruz kalmaları, onları sessizlik haline itmekte, kendinden şüphe ettirmekte ve kendi kendini sınırlandırmaya yöneltmektedir. Bu nedenle mansplaining, kadınları sessizliğe iten, kadınlara bulundukları ortama ait olmadıkları mesajı veren, sistematik ve kurumsallaşmış bir baskı biçimidir.
Kadınlar evde, işte, okulda, sosyal medyada veya Solnit gibi bir partide yani kısaca hayatın her alanında, kendilerini bilgi otoritesi sanan erkeklerin “yol gösterici, öğretici “ açıklamalarına maruz kalmaktadırlar. Erkeklerin kadınlara, neyi nasıl yapmaları veya düşünmeleri gerektiğini açıklamadıkları tek bir konu bile yok. Politika, ekonomi, evrim, iklim krizi, cinsiyetçilik, erkek şiddeti, kürtaj, regl yoksulluğu, mansplaining…
Kadınlar, kendi uzmanlık alanları veya kendilerini direkt olarak ilgilendiren konularda dahi, her şeyi daha iyi bildiğini düşünen erkekler tarafından “aydınlatılmaya” çalışılıyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, kadın cinayetlerinin konuşulduğu toplantılar, televizyon programları dâhil olmak üzere, kamusal alandaki çoğu etkinlikte, kadın temsilinin nasıl yok sayıldığına şahit oluyoruz. Kadınların her gün mücadele ettiği sorunlar hakkında bile konuşmasına olanak verilmezken, her alanda erkeklerin sözlerini duymak zorunda bırakılıyoruz.
Mansplaining ve kadın beyanı
Kadınlar ve erkekler arasındaki güç dengesizliğinin önemli bir göstergesi olan ve kadınların sözünü değersizleştiren bu sosyal örüntüler, kadınları sessizliğe itmenin yanı sıra toplumda kadınların dikkate alınmamasıyla da yakından ilişkilidir. Kadınların sözlerini dikkate almamaya alışmış olan toplum ve hukuk sistemi, erkek şiddeti karşısında kadının beyanının güvenilirliğini sürekli sorgulamaktadır. Kadının sözünün değersiz kılındığı bu sosyal atmosfer, beyanları esasıyla soruşturma açılması için veya çoğu zaman işe yaramayan koruma, uzaklaştırma kararları alınması için bile, kadınların sürekli olarak birilerini ikna etmesini gerektirir. Ayrıca, şiddetin faili olan erkeklerin sözlerine değer veren bir toplum, kabahati mağduriyeti yaşayan kadına atfederek, faili aklayan bir yaklaşımın geliştirilmesine de olanak sağlar.
Kadınlar, mansplaining gibi kavramlar aracılığıyla, hayatın her alanında, sözlerini değersizleştiren erkekleri ve eril sistemi tanımlamakta ve eleştirmektedir. Bu olayların hiç yaşanmadığı zamanlar gelene dek, mansplaining gibi kavramlar, kadınlara, kendilerini küçümseyen erkekleri eleştirmeleri ve siyaset, akademi, medya gibi alanlardaki güç dengesizliğini sarsmaları için bir araç sunmaya devam edecektir. Erkek şiddetiyle mücadele etmeyi bırakmayan kadınlar, kendilerini susturmaya çalışan, her konuda kendilerini kanıtlamalarını dayatan bu sisteme alternatifler yaratmak için de mücadele etmeye devam edecektir.
Nursen Güçkan