Neden devrimci partiye ihtiyacımız var?

MARKSİST.ORG
Tipografi
  • Daha Küçük Küçük Orta Büyük Daha Büyük
  • Varsayılan Helvetica Segoe Georgia Times

Tony Cliff

İşçi sınıfının bi­linç düzeyleri farklı

“İşçi sınıfının kurtulu­şu kendi eseri olacak­tır” diyen Marks “top­lumdaki egemen fikirle­rin egemen sınıfın fikir­leri olduğunu” da söy­ler. Neden bir devrimci partiye ihtiyaç duydu­ğumuz sorusunun ceva­bı Marks’ın yaptığı bu iki tespit arasındaki çe­lişkide yatar.

Bu çelişki Marks’ın düşünce sistemindeki bir bozukluktan değil hayatın kendisinden kaynaklanmaktadır. Bu tespitlerden sadece bi­rincisi doğru olsaydı, devrimci partiye gerek kalmazdı. İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseriy­se, devrimcilerin her­hangi bir şey yapması­na gerek yok, evimize gidip huzur içinde o anı bekleyebiliriz. Toplum­daki egemen fikirler her zaman egemen sınıfın fikirleriyse, işçiler her- zaman kendilerini yö­neten sınıfın görüşlerini kabul edeceklerdir. Bu durumda da kollarımızı bağlayıp evimizde so­murtabiliriz, çünkü ya­pabileceğimiz hiçbir şey yoktur.

Aslında iki tespit de doğrudur. Sınıf müca­delesi her zaman sade­ce işçiler ve kapitalist­ler arasında değil aynı zamanda işçi sınıfının içinde de kendisini ifa­de eder. İşçiler grev gözcülüğünü kapitalist­ler işyerine gelip çalış­masını engellemek için yapmıyorlar. Kapitalist­ler hayatları boyunca zaten bir gün bile çalış­madıkları için grev sıra­sında da çalışmayacak­lardır. Grev gözcüleri asıl olarak başka işçile­rin işbaşı yapmasını ön­lemeye çalışmak için oradadırlar.

Militan işçiler grev gözcülüğü yaparken, da­ha geri unsular işbaşı yapmak isteyecektir. Toplumdaki egemen fi­kirler egemen sınıfın fi­kirleri olduğu için işçi­ler farklı düzeydeki sı­nıf bilincine sahip ol­maları temelinde bölü­nürler. Sadece bu kadar da değil. Aynı işçi bö­lünmüş bir bilince de sahip olabilir. Bir işçi ücret mücadelesi sıra­sında çok militan olabi­lir. Ancak azınlık halklarına gelince milliyetçi kesilebilir. Ya da 20’ci yüzyılda yaşamasına karşın binlerce yıl önce­sinin batıl inançlarına sahip olabilir.

Oportünizme ve sekterliğe karşı

Grev gözcülüğü yaptı­ğın sırada yanındaki iş­çi ırkçı laflar ederse, bu­na üç farklı şekilde ya­nıt verebilirsin.

Dehşete kapılıp grev gözcülüğü yapmaktan vazgeçerek çekip gide­bilirsin. Ancak bu sekterliktir çünkü işçi sını­fının kurtuluşu kendi eseriyse grev gözcülü­ğü yapman gerekir.

Diğer seçenek de ırkçı lafları duymazlıktan gelmek, sorunun üze­rinden atlamaktır. Bu da oportünizm, yani fır­satçılıktır.

Üçüncü ve doğru tavır ise o işçiyle ırkçılığa karşı kıran kırana tartış­maktır. Çünkü ırkçılık egemen sınıfın fikirleri­ni temsil eder. İkna edebilirsen ne alâ, ama edemezsen de grev gözcülüğüne devam eder, grev kırıcıları fab­rika kapısına dayandığı zaman o işçiyle omuz omuza durursun; çünkü işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır.

İşçi sınıfının üniversitesidir

Burjuva devriminden yirmi yıl önce burjuvazi­nin devrimci partisi yok­tu. Burjuva devriminin mimarları olan Jakobenler 1789 Fransız Devrimi sırasında ortaya çıktı­lar. Peki biz neden şim­diden başlamak zorun­dayız? Kapitalistler devrimden önce de zen­gindiler. Soylulara “Ta­mam sen topraklara sa­hipsin ama ben de para­ya, bankalara sahibim. İflas ettiğinde kendini nasıl koruyacaksın” diyebildiler. Bizim duru­mumuz bundan çok farklı. Biz burjuvaziye dönüp “senin LASSA’n Arçelik’in varsa bizim de bir çift ayakkabımız var” mı diyeceğiz.

Burjuvazi fikirsel dü­zeyde de soylu sınıftan bağımsızdı. Kapitalist­ler soylulara dönüp “si­zin rahipleriniz varsa bizim profesörlerimiz var; sizin İncil’iniz var­sa bizim de Ansiklopedi’miz var. Çekilin yolu­muzdan” diyebildiler. Hatta burjuvazi soylu­luktan etkilenmek bir yana fikirsel olarak soy­luluğu etkisi altına al­mıştı. Oysa sosyalist gazetelerden etkilenen kapitalist olduğunu pek sanmıyorum. Ancak milyonlarca işçi boyalı basınla yayılan egemen fikirlerden etkileniyor­lar.

Burjuvazinin devrimci partisi devrim sırasında ortaya çıkabildi, çünkü onların hazırlık yapma­larına gerek yoktu; ken­dilerine güveniyorlardı. Burjuvazi bağımsız ve güçlüydü. Biz ise ezilen, toplumu yönetme dene­yimi olmayan bir sınıfın üyeleriyiz. Kapitalistler sadece maddi üretim araçlarına değil aynı za­manda zihinsel üretim araçlarına da sahipler. Bu nedenlerle devrimci partiye ihtiyacımız var. Devrimci parti işçi sını­fının üniversitesidir.

Marks komünistlerin işçi sınıfının uluslarara­sı ve tarihsel deneyim­lerinin genelleştirmesi gerektiğini anlatır. Biz sadece birey olarak el­de ettiğimiz deneyim­lerden öğrenmiyoruz. Kendi deneyimlerimiz çok küçük. İşçi sınıfının bütün deneyimini ge­nelleştirmek için de devrimci partiye ihtiya­cımız var. Paris Komünü sırasında ben orada de­ğildim. Devrimci parti olmaksızın ben Paris Komünü ve onun ders­lerini öğrenemezdim. Troçki bu nedenle, “devrimci parti işçi sını­fının hafızadır” der.

Üç tür işçi partisi

İşçi partileri devrimci, reformist ve merkezi­yetçi olarak üç grupta toplanır. Komünist Ma­nifesto devrimci parti­nin doğasını şöyle tarif eder:

Komünistler diğer işçi partilerinden iki önemli özelliği ile ayrılır:

Proletaryanın deği­şik ülkelerdeki mücade­lesi sırasında komünist­ler her zaman dünya proletaryasının ortak çı­karlarını ulusal çıkar­lardan bağımsız olarak savunur, ön plana çıka­rırlar. İşçi sınıfı mücade­lesinin burjuvaziye kar­şı savaşının her aşama­sında komünistler sınıf hareketinin bütününü temsil ederler. Bu ne­denle komünistler ülke­deki işçi sınıfı partileri­nin en ileri en kararlı parçasını oluştururlar. Bu parça diğer bütün parçaları ileri iter. Bu parça, mücadele hattı, işçi sınıfının içinde bu­lunduğu koşullar ve mücadelenin niha­i sonuçları konularında­ki net anlayışıyla proletaryanın geri kalanının ilerisindedir.

İkinci tür işçi partileri de reformist partidir. Lenin 1920’de Komünist Enternasyonalin ikinci kongresinde İngiliz İşçi Partisi’ni “kapitalist iş­çi partisi” olarak tanım­ladı. Çünkü reformist partiler kapitalizmden kopamazlar ama aynı zamanda işçi sınıfının kapitalizme direnme güdüsünü ifade ederler.

Üçüncü tür işçi partile­ri devrimci ve reformist partiler arasında kalan merkezci partidir. En önemli özelliği sorunla­rın üstünü örtmesi, yal­pa yapmasıdır. Ne refor­misttir ne de devrimci. İkisi arasında zigzag yapar. Devrimci partinin de reformistlerin de ta­rihsel bir devamlılığı vardır. Merkezci parti­lerde ise bir devamlılık yoktur. 1936’da İspanya’da POUM’un 40 bin üyesi vardı. Bugün ise sadece tarih sayfaların­da yer alıyorlar. Alman şemsiye partisi SAP’ın hikayesi de aynı. Oluşu­munda komünist KPD’den, sosyal de­mokrat SPD’nin pasifist kanadından, sağdan ve birçok diğer oluşumdan gelen unsurlar vardı. 1930’ların başında hayli büyük bir partiydi. Bu­gün ise SAP’tan bir eser yok.

Hem öğretmen hem öğrenci

Devrimci parti geçmi­şin bütün deneyimleri­ne dayanarak işçi sınıfı­na öncülük etmelidir. Yani işçi sınıfına öğret­melidir. Peki ama öğret­mene kim öğretir? İşçi sınıfının da bize öğretebileceğim anlamak son derece önemlidir. Tarih­teki en güçlü fikirler iş­çilerden gelmiştir.

Marks 1848’de yazdı­ğı Komünist Manifesto’da işçi devletine yani proletarya diktatörlü­ğüne olan ihtiyaçtan bahseder. 1871’de de iş­çi sınıfının kapitalist devleti devralamayacağını, kapitalist devletin bütün hiyerarşik yapı­lanmalarının yıkılıp ye­rine düzenli ordu ve bü­rokrasisi olmayan, bü­tün görevlilerin seçildi­ği ve ortalama işçi ücre­ti aldığı yepyeni bir devlet kurmak gerekti­ğini anlatır. Marks bu sonuçlara İngiltere kü­tüphanelerinde yaptığı çalışmalarla ulaşmadı. Bunları işçilerin Paris Komünü sırasında ne yaptıklarına bakarak öğrendi.

Stalinistler işçi sovyetleri teorisini Lenin’in ortaya attığını iddia ederler. Stalinist külli­yata göre Lenin zaten he şeyin kaşifidir. Bu tarz dinsel bir ibadeti andırır. Oysa Lenin 1905’de, Petrograt işçileri ilk sovyeti kur­duktan dört gün sonra “bu da neyin nesi” diye yazmıştır.

Mücadele sırasında işçiler yeni örgütlere ih­tiyaç duydular. İşçiler acı dersler sonucunda tek bir fabrikada kuru­lan grev komitesinin devrim sırasında işe ya­ramadığını öğrendiler. Bütün fabrikalara yayıl­mış grev komitelerine gerek vardı. Bütün fab­rikalardan gelen dele­geler toplanmaya baş­ladılar ve ilk sovyet doğdu. Yani işçiler yap­tı, Lenin onlardan öğ­rendi. Devrimci parti her zaman sınıftan öğ­renmek zorundadır.

Parti sınıftan ileri mi?

Genel olarak evet, öy­le değilse devrimci par­ti olamaz. 1914’te Birin­ci Dünya Savaşı başla­dığında Bolşevikler sa­vaşa karşı tutum aldık­larında işçi sınıfının ço­ğunluğu savaşı destek­liyordu. Parti sınıftan daha ileriydi.

1917 Ağustos ve Eylü­lüne gelindiğinde, Le­nin partinin sınıfın geri­sinde kaldığını gördü. Sınıf koşarken parti nal topluyordu. Sınıfın dev­rimci sıçrayışına yetiş­mek için parti çok hızlı davranmak zorundaydı.

Devrimci parti varlığı­nı sürdürmek için belirli rutinlere ihtiyacı duyar. Ancak bu rutinler parti­nin içine işler. Partinin sürekli sınıftan ileri ol­duğu kanısı yerleşir. Ancak işçi sınıfı hareke­te geçtiği zaman parti geriye düşebilir. Parti sınıfa yetişmek zorunda kalır.

Devrimciler öncü ka­labilmek için sürekli sı­nıftan öğrenmek, sürek­li öne atılmak zorunda­lar. Partiye yeni katıl­mış bir üyenin 20 yıllık üyeden daha mücadele­ci davrandığı, daha iyi li­derlik yaptığını sıkça görülür. 20 yıl önce ne yaptığın değil, geçen hafta ve bu hafta ne yaptığın, gelecek hafta ne yapacağın önemlidir. İşçi sınıfının mücadele tarihini çok iyi bilebilir­sin ancak önemli olan bugünkü mücadele için­deki durumundur. Li­derlik bankadaki para gibi değildir. Bankadaki para durduğu yerde faiz kazandırır. Liderlik, her gün yeniden kaza­nılmak zorundadır.

Reformistler par­ti üyeleri pasif ve teslimiyetçidir

Reformist parti müm­kün olduğu kadar çok oy almaya çalıştığı için en düşük ortak paydaya gözünü diker. Egemen fikirlere uyum sağlar. Reformist liderler top­lumdaki azınlıkların ezildiğini bilmelerine rağmen ırkçılık ve ay­rımcılığa paye verirler. Devrimciler ise her türlü baskı ve ayrımcılığa karşı seslerini yükseltir ezilenlerin haklarını sa­vunurlar. Toplumdaki geri görüşlere teslim ol­maz onlarla mücadele ederler.

Bunun dışında refor­mist partiler son derece pasiftir. Örneğin İngil­tere İşçi Partisi üyeleri­nin yarısı hiçbir parti fa­aliyetinde bulunmazlar. Sadece yüzde 10’u haf­tada beş ya da on saat faaliyet yürütürler. Bu pasifliğin ortasında ta­bi- i ki bürokratlar partiye hakim olurlar.

Demokratik Merkeziyetçilik

Devrimci partinin mü­cadelesinde neden de­mokratik merkeziyetçi­liğe ihtiyacı var? İlk ön­ce neden demokrasiye ihtiyacımız olduğuna bakalım. Bir kentten di­ğerine gitmek için bir otobüs ve sürücüye ihti­yaç vardır. Burada de­mokrasiye gerek yok, yol ve yöntem belirlidir. Ancak kapitalizmden sosyalizme giden süreci daha önce yaşamadık.

Süreçten emin değil­sek işçi sınıfından öğ­renmemiz gerekiyor. Çünkü işçi sınıfının kur­tuluşu kendi eseri ola­caktır ve sınıf kendi mü­cadele deneyimleri ara­cılıyla bize öğretecek­tir. Bunun tek yolu da sınıf içinde köklere sa­hip olmaktır. Mücadele ile ilişkili her şey teste tabi tutulmalı, çünkü biz müneccim değiliz.

Demokrasi de tek ba­şına her türlü derde de­va değildir. Kâr oranla­rında bir düşme olup ol­madığını bilmek istiyor­san oylamaya gitmek anlamsız. Marks ya haklıdır ya da haksız.

Düşün, oku, karar ver.

İşçi devrimi köklü bir demokrasi olmadan gerçekleşemez. Devrim sonuç olarak işçi sınıfı­nın egemen sınıf haline yükselmesi ve tarihteki en demokratik düzeni kurmasıdır. Kapitalist düzende her beş yılda bir sadece milletvekil­lerini seçeriz. İşverenle­ri seçme hakkımız yok, bir fabrikanın kapatılıp kapatılmayacağı konu­sunda oy verme hakkı­mız yok. Aynı şekilde ordu komutanlarını, ha­kimleri seçemiyoruz. İş­çi devletinde ise her şey işçilerin kontrolünde olacak. Bu nedenle sos­yalizm en demokratik sistemdir.

Öyleyse neden mer­keziyetçiliğe ihtiyacı­mız var? İşçilerin dene­yimleri eşitsiz ve farklı­dır. Bu deneyimlerin birleştirilmesi gereki­yor. Devrimci parti için­de de üyelerin deneyim­leri birbirinden farklı­dır. Üyeler hem işçi sı­nıfının içinde bulundu­ğu genel havadan hem de içinde bulundukları alanın sorunlarından etkilenirler. Bu farklı­laşmayı aşmak için merkeziyetçilik gerekli­dir. Egemen sınıf merkezileşmiştir, onun kar­şısına simetrik yapılan­malarla çıkamazsak as­la zafere ulaşamayız.

Ben hiçbir zaman bir pasifist olmadım. Birisi bana sopa gösterirse ben daha büyük bir so­paya sahip olmalıyım. Marks’ın Kapital’inden bir alıntının saldırgan bir köpeği durduracağı­na da inanmıyorum. Biz sınıf düşmanımızın üs­tüne aynı saldırganlıkla gitmeliyiz.

Kitlesel bir devrimci parti

Devrimci partinin işçi sınıfına önderlik yapa­bilmesi için deneyim, bilgi ve sınıf içindeki köklerimiz yeterli değil­dir. Liderliğin işçi sınıfı­nın dilini konuşarak sı­nıfla ilişki kurabilmesi gerekiyor. Sadece ko­nuşan değil, hem dinle­yen hem de konuşan bir liderlik gerekiyor.

Ancak bu da yeterli değil, büyük bir devrim­ci partiye ihtiyacımız var. Başka türlü sınıfa önderlik etmek müm­kün değil. 1914’de Bol­şevik Partisi’nin dört bin üyesi vardı. Şubat 1917 devriminden sonra bu sayı 23 bine, Ağus­tos 1917’de ise 250 bine çıktı. Bu üye sayısıyla üç milyonluk bir işçi sı­nıfına önderlik etmek mümkündü.

Alman Komünist Partisi’nin 1918’de dört bin üyesi vardı. Her birinin son derece savaşkan devrimciler olduğunu kabul etsek dahi bu ka­dar az insanın bir devri­me öncülük etmeleri mümkün değildi. Her iş­yerinde bir tabanımız olması gerekiyor. Bun­lara öncülük etmek için de büyük bir devrimci partiye gerek var.

Lenin Temmuz 1917’de Alman ajanı ol­makla suçlandığında 30 bin işçinin çalıştığı Putilov fabrikasının 10 bin işçisi “Lenin’e güveni­yoruz” diyerek greve çıktılar. Neden? Çünkü Putilov fabrikasında böyle bir grevi örgütle­yebilecek 500 Bolşevik vardı.

Milyonlarca işçiye öncülük etmek istiyor­san sayısı yüz binlerle ölçülen bir devrimci partiye ihtiyacın var. Bu partiyi inşa etmek için de önce yüzlerce, bin­lerce üyeye gerek var. Yüzleri, binleri örgütleyemezsek yüz binleri hiç örgütleyemeyiz.

Bu nedenle Marksizmi entelektüel bir beyin jimnastiği gibi algıla­yanlardan nefret ede­rim. Marksizm sınıf mü­cadelesi içindir. Bu mü­cadeleyi yürütmek için kitlesel devrimci partiyi bugünden inşa etmek her marksistin görevi­dir.

marksist.org 20.05.2017

SON SAYI