Can Irmak Özinanır - Post-hakikat kavramı son bir yıldır akademik yazından popüler yayınlara, internet sitelerinden televizyon programlarına kadar her yerde karşımıza çıkıyor. Özellikle Amerika’da ırkçılığını, cinsiyetçiliğini, göçmen düşmanlığını gizlemeyen, çizgi romanlardaki abartılı kötü karakterlerden biri gibi görünen bir milyarder olan Donald Trump’ın başkan seçilmesi ve İngiltere’de, ırkçı argümanların çokça öne çıktığı, Avrupa Birliği’nden çıkış referandumu (Brexit) sonrası post-hakikat kavramı Batı medyasında tüm dünyadaki karmaşık gelişmeleri açıklamak için kullanılır oldu.

Şenol Karakaş - Seçenlerle seçilenler arasında nasıl bir ilişkinin kurgulandığı, seçimlerin ardından seçilenlerin hangi mekanizmalarla denetleneceği tartışması siyasal demokrasinin temel sorunlarından biridir. Seçtikleri delege üzerinde seçenlerin denetim düzeyi, demokrasinin düzeyini belirleyen tek değil ama ilk etkendir diyebiliriz.

Esme Choonara - Sokaklarda binlerce işçi, isyan eden askerler, yanan karakollar, kapıları açılan hapishaneler… Bunlar, Rus Devrimi’nin kıvılcımını çakan Şubat 1917’nin olağanüstü olaylarından sahnelerdi. Yazar ve gazeteci Arthur Ransome bu olaylar hakkında “Devrim, siyasal gelişimin durgun nehrini, en ufak bir eylemin bile doğrudan sonuçlarının olduğu bir taşkına çevirir” diye yazıyordu.

Volkan Akyıldırım - Rusya’da Çarlık İmparatorluğu, 1917 yılının Şubat ayında kendiliğinden bir devrimle çöktü. Ekim ayında gerçekleşecek ayaklanma ve sosyalist devrime kadar olan yedi aylık dönemde neler yaşandı? Lenin’in “ikili iktidar” diye adlandırdığı bu dönem, bugün, protestoların ve ayaklanmaların dünyasında, kapitalizme son vermek isteyenler için derslerle dolu.

“Devrimler ezilenlerin ve sömürülenlerin festivalidir. Başka hiçbir zaman, halk kitleleri, devrim anlarında olduğu kadar yeni bir toplumsal düzenin yaratıcıları olarak etkin bir biçimde öne atılacak durumda olmazlar.” - Lenin

Bu ülkenin tarihinin bize bıraktığı en kötü miras insanların ölülerinin yasını hakkıyla tutma hakkını elinden almak oldu. Ne Ermeniler ölülerini hakkıyla gömebildi, ne de Kürtler. Ve şimdi de Roboski halkı… Kara kışın ortasında Irak sınırında bombalanan çocuklarının cesetlerini bile bulamadan boş tabutları taşıdılar mezarlığa, boş tabutları gömdüler. Acıları bitmek, dinmek bilmiyor. Yarım kalan yaslarıyla yaşıyorlar ve bunu onlara yaşatan devlete çok büyük öfke duyuyorlar. Her Perşembe 34 kişiyi gömdükleri mezarlığa gidip, hemen karşısındaki askerî taburun gözüne soka soka ölüleri için dua ediyorlar. Bunu bilerek, askere bu olayı asla unutmayacaklarını göstermek için yaptıklarını ve yapmaya devam edeceklerini söylüyorlar.

Gündemde bir sessizlik var. Öne çıkan sorunlar ancak birkaç gün üzerinde çok konuşulan konu olabiliyor, sonra geriye gidiyor ve çok zaman unutuluyor. Birçok konu aslında konunun kendi içeriğinden dolayı değil, o konuyu oluşturan olay iktidarı veya muhalefeti yıpratacağı için öne çıkıyor. Daha çok iktidarı yıpratacak olan konular doğal olarak öne çıkıyor.

Sessizliğin temel nedeni, Kürt sorununda yeni ve önemli bir gelişmenin olmaması. Hükümet son zamanlarda süreklilik kazanan KCK operasyonlarına devam ediyor, zaman zaman Başbakan ağır milliyetçi sözler ediyor, arada bir küçük çaplı çatışmalar oluyor. Yüzlerce Kürt genci ya da Kürt halkının mücadelesini destekleyen Türk genci hapiste, BDP’li Kürt milletvekilleri aleyhinde yüzden fazla fezleke hazırlanmış durumda.

Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) düzenlediği bir toplantıda Suriye’deki gelişmeler tartışılmış. Toplantı hakkındaki bilgileri BirGün gazetesinden Ahmet Meriç Şenyüz’ün yazısından öğrendim. İlginç bir toplantı olmuş doğrusu.

Konuşmacıların bir kısmı “Suriye’de devrim oluyor” derken, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, BirGün Dış Politika Editörü İbrahim Varlı, Faik Bulut ve Cumhuriyet ve Sol Portal yazarı Mustafa Kemal Erdemol buna karşı çıkmış. Toplantıyı ve konuşmaları aktaran Şenyüz de Suriye’de devrim olduğu fikrine karşı çıkıyor.

İlk konuşmayı ÖDP Genel Başkanı Alper Taş yapmış ve “Emperyalizmin bölgedeki planlarını da, muhalefetin bazı haklı taleplerini de göz ardı etmemeli” demiş. Doğru, çeşitli emperyalist güçlerin ve alt emperyalistlerin bölgede ve tek tek Ortadoğu ülkeleri üzerinde elbette planları vardır. Ama diğer konuşmacıların yaptığı gibi gelişmeleri ‘emperyalizmin planlarına’ bağlamak yanlış. Onlara göre “her şey emperyalizmin tertibi”.

Bu satırlar yazılırken, mahkeme Hrant Dink’in katilleri hakkında kararını açıklamış, bizler de 19 Ocak’ta İstanbul’da Taksim’den Agos’a yapılacak yürüyüşe hazırlanıyoruz.

Tıpkı Ermeni soykırımının devlet eliyle işlenmesi gibi, Hrant Dink cinayeti de devlet eliyle işlendi. Beş yıldır süren adalet komedisinin sonucu, işte, tam da bu cinayetin içindeki devlet elini kanıtlıyor.

Mahkeme, başlangıçta çizilen sınır ne ise, orada durdu. Birkaç tetikçiye, sıradan bir cinayet suçu ne kadarsa o kadar ceza verildi. Cinayetin işlenmesinde dahli olan bir örgüt bağlantısını bu mahkeme tespit edemedi. Cinayette MİT yok, silahlı kuvvetler yok, emniyet yok, ırkçı-faşist güruhlar yok, Ergenekon’un medya ayağı yok. Cinayet işlendiğinde İstanbul Emniyet Müdürü olan Celalettin Cerrah ne dediyse o: “Milliyetçi hassasiyete sahip birkaç genç tarafından gerçekleştirilen bir eylem.”

12 Eylül’ün 30. yıldönümünde yapılan anayasa değişikliği referandumuna katılanların yüzde 58′nin oylarıyla:

1) 1982 Anayasası’nın geçici 15. maddesi kaldırıldı, böylece 12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerin hukukî dokunulmazlığı son buldu;

2) Askerlerin askerî mahkemede yargılanıp aklanmasına son veren değişiklikle darbecilerin sivil mahkemelerde yargılanması mümkün hale geldi;

3) Suç işleyen Genelkurmay başkanlarının, tıpkı seçilmiş bakanlar, başbakanlar ve sivil devlet görevlileri gibi Yüce Divan’da yargılanması yasalaştı.

Evet, oylanan 26 maddelik anayasa değişikliği paketi yetersizdi. “Yetmez ama Evet” kampanyasının iddiası, paketin yetersiz ama olumlu olduğu, bir kapı açtığı idi.

SON SAYI