Volkan Akyıldırım - Farklı görüş ve kimliklerden işçilerin ortak talepler etrafında birleşik mücadele yürütmesi, devrimci sosyalist geleneğin egemen sınıfı yenmek için önerdiği en önemli taktiktir.
Karl Marx ve Friedrich Engels, Komünist Manifesto’da, devrimci sosyalistlerin mevcut işçi partilerine karşı ya da bir rakip bir parti kurmak gibi bir amacı olmadığını, işçi sınıfının en geniş kesimlerinin (ezici çoğunluğun) dünya çapındaki çıkarları için mücadele ettiklerini açıkladılar.
Bu örgütlenme taktiği, 1848’de işçi sınıfının ilk kez bir sınıf olarak Avrupa’da devrimci mücadeleye atılışının derslerinden doğmuştu.
İşçilerin uluslararası birliği
19. yüzyılın ortasında burjuvaziye karşı mücadele eden işçi hareketlerinde yer alan farklı görüşlere sahip işçiler, Birinci Enternasyonal adı verilen uluslararası bir örgütlenmede birleşmişti.
İş günü saatlerinin düşürülmesinden parasız eğitime, birleşik işçi gösterilerinin (1 Mayıs gibi) örgütlenmesinden, üretim araçlarının kamulaştırılmasına uzanan talepler etrafında örgütlenen Enternasyonal’in, farklı görüşteki işçi örgütlenmelerini barındırması Karl Marx’ın birleşik mücadele anlayışının ifadesiydi. Birleşik mücadele içinde devrimci fikirler sınanacak ve işçiler yeni bir toplum kurmak için harekete geçmeye ikna edilebilecekti.
Ne zamanki Birinci Enternasyonal’in içindeki bir hizip (Bakuninciler) kendi hakimiyet ve yönetimlerini ilan ederek ortak talepler yerine kendi özel taleplerini merkeze koydu, Karl Marx o zaman artık sekter bir azınlığın örgütlenmesine dönüşmüş Enternasyonal’in merkezini Amerika’ya taşıyarak sönümlenmesini sağladı.
Birleşik işçi cephesi
20. yüzyılın başında ise egemen sınıfın partileri kendilerini tahkim etmiş durumdaydı, işçi sınıfının partileri arasında büyük bir bölünme yaşanıyordu.
Dönemin dünya örgütlenmesi İkinci Enternasyonal’in çoğunluğu Birinci Dünya Savaşı’nda kendi egemen sınıflarını destekledi. Sosyalist Enternasyonal’in liderliği, sosyal devrim fikrinden vazgeçerek kapitalizmi reformlarla iyileştirmeyi vaat eden parlamenter mücadeleyi savundu.
Sosyal demokratlar karşısında bir azınlık olan devrimci sosyalistler, savaşa karşı mücadeleden yanaydılar. Milyonlarca insanın öldüğü Birinci Dünya Savaşı’nı durdurmak için her ülkede kendi egemen sınıflarının yenilmesi gerektiğini düşünüyorlardı.
Devrimci azınlığın içinde yer alan kişilerden biri de Rus sosyalisti Vladimir Lenin’dir. Rusya’da küçük yerel işçi gruplarının ülke çapında merkezi bir partiye dönüşmesini savunan Lenin, sosyal demokratları, sol popülistleri destekleyen, farklı siyasi-dini görüşlerden işçilerin birleşik mücadelesinin önemini 1905 devriminin derslerinde kavramıştı. 1905 yılında Çarlık rejimine karşı kendiliğinden patlak veren devrim Sovyet (konseyin Rusçası) adı verilen yepyeni bir örgütlenme doğurmuştu. Fabrikalarda kendi temsilcilerini doğrudan seçen işçiler, ekmek dağıtımından güvenliğin sağlanmasına kendi kendilerini doğrudan yönetiyordu. Aralarında çok azı devrimci sosyalistti. 1907 yılında yenilecek olsalar da 1917 yılında yaşanan zafere ulaşan ilk işçi devriminin provasını yapmışlardı.
Lenin, devrimci sosyalistlerin her mücadele içinde yer almasını, bu mücadelenin ortak taleplerinin kazanılması için savaşmasını, egemen sınıfa karşı ortak talepler etrafında birleşik mücadeleyi inşa etmesini savunuyordu. Devrimci parti mücadele içinde test edilerek aktivist işçileri kazanmalıydı.
1917 yılı boyunca savaşa ve ekonomik krize karşı birleşik mücadele kampanyası yürüten Bolşevikler, kendiliğinden başlayan devrimi bastırmak için darbeye girişen orduyu ortak savunma ile püskürtmelerinin ardından işçi sınıfının öz yönetim organı sovyetlerde çoğunluğun desteğini kazandı. Çarlık rejimine nihai olarak son verecek ayaklanmanın kısa ve kansız şekilde zafere ulaşmasını sağlayarak ilk işçi hükümeti kurma yetkisini aldılar.
Ekim Devrimi’nin en büyük dersi, egemen sınıfı yenmek için işçilerin iknasının yolunun birleşik işçi cephesi taktiğinden geçtiğidir.
Ekim Devrimi’nin kapitalizmin küresel zincirlerini sarsmasıyla birlikte birçok ülkede büyüyen komünist partiler Üçüncü Enternasyonal’de birleştiler. Lenin’in formüle ettiği birleşik işçi cephesi taktiği Üçüncü Enternasyonal’in ilk dört kongresine hâkim olan devrimci görüşünü yansıtır. Ancak 1920’lerin ortasında Bolşevik Parti, dolayısıyla Enternasyonal’i kontrol altına alan Stalin yegâne devrimci taktiği rafa kaldıracaktı.
Faşizme karşı mücadele
1930’lara gelindiğinde birleşik işçi cephesi taktiği çok daha önemli hale geldi ve özel bir anlam kazandı.
1919-1923 yıllarında Almanya’da iki işçi devrimi de başarısız olmuştu. 1. Dünya Savaşı’nda yenilen ülke olan Almanya’da faşist örgütlenmelerin doğuşu, Clara Zetkin’in belirttiği gibi işçi devriminin yenilmesine kesilen bir cezaydı. Kitlesel işsizlik ve hoşnutsuzluk içinde örgütlenen Naziler, 1929 ekonomik krizi sırasında güçlü bir partiye dönüştü. Fakat oyları hala Alman Sosyal Demokrat Partisi ve Alman Komünist Partisi’nin oylarının çok altındaydı. Hem sosyal demokratlar hem de komünist parti işçi sınıfı içinde güçlü örgütlenmelere sahipti. Her iki partinin seçmen kitlesi işçi sınıfının neredeyse tamamıydı.
Buna rağmen iki parti Nazileri yenmek için bir araya gelmedi ve hepsinin yöneticileri toplama kamplarında katledildi. Bunun sebebi Stalin’in uluslararası komünist harekete dikte ettiği “sosyal faşizm teorisidir.” Bu görüşe göre 1930’ların başında en büyük tehdit sosyal demokratlardır. Stalinist komünist partiler, birleşik işçi cephesi anlayışını terk ederek baş düşman olarak “sosyal faşistleri” görmüştü. Almanya’da sosyal devrimi bastıran iktidar blokunun bir parçası olan SPD’ye karşı haklı öfke nefrete dönüşmüş, bu partiye oy veren sosyal-demokrat işçiler “sosyal-faşist” olarak suçlanmaya başlamıştı.
1905 Rus devriminde işçi konseyinin başkanı olarak görevlendirilen, 1917 Ekim Devrimi’nin liderlerinden biri olan Leon Troçki, Stalinist bürokrasi tarafından sürgüne gönderildiği 1929’dan itibaren Alman komünistlerini uyarmaya başladı. Troçki’ye göre Nazilerin yükselişi önlenebilirdi. Komünist işçilerin Nazilere ve ekonomik krize karşı ortak talepler etrafında birleşik cephe kurmasını öneriyordu. Eğer iki parti birleşik mücadele için yan yana gelirse, Hitler önlenebilecekti. Troçki, komünist partisi liderliğinin sekter tutumunu gün be gün eleştirirken tabandaki devrimci işçileri ikna etmeye çalışıyordu.
1930 seçimlerinde Nazi Partisi 1 milyon oy kaybetmişti. Sosyal demokrat ve komünist partilerin oyu faşistleri boğmaya yeterdi. Buna rağmen Stalinizmin sekterliği yüzünden işçiler bölündü ve Naziler kolayca iktidara geldi.
Sansüre uğrayan Troçki’nin görüşleri sadece bir azınlığa ulaşmıştı. SSCB, Troçki’yi “devlet düşmanı” ilan ettiği için komünist partilerde örgütlü işçilerin kulakları kapalıydı.
Troçki’nin faşizme karşı mücadele yazılarında savunulan birleşik işçi cephesi taktiği hayata geçirilemediği için dünya çok ağır bir bedel ödedi. Fakat Marx, Lenin ve Troçki’nin siyaset anlayışı, bugün egemen sınıfı yenmek için uygun olan aracı bize gösteriyor.
Bugün birleşik mücadele
1989-1991’de Stalinizmin çöküşü ve dünyada hâkim sınıfların başlattığı neo-liberal saldırı sonrası bugün ne sosyal demokrat ne de komünist güçlü işçi partileri var. Solda birçok küçük fraksiyonla parçalanmışlık kendini gösterirken geniş işçi kitleleri kötünün iyisi olan egemen sınıf partilerine oy veriyor. Türkiye’de işçi sınıfının çoğunluğunun sendikalı olmaması da parçalanmışlığı, bölünmüşlüğü artırıyor. Bu durum emekçi sınıflar içinde sağ fikirlerin hâkim olmasına yol açıyor.
Günümüzde birleşik işçi cephesi taktiği, Sosyalist İşçi sayfalarında sık sık yazıldığı gibi birleşik mücadeledir. Bölünmüş ve rekabet halinde olan sendikaların ortak talepler için birleşik mücadele yürütmesini savunmaktır. Birleşik işçi mücadelesi, kadın, öğrenci, LGBTİ+ ve doğanın yıkımına karşı süren mücadelelerin taleplerini kapsamalı ve kazanması için savaşmalıdır. Her bir mücadelenin aktivistleri birleşik ve demokratik bir örgütlenmede bir araya gelirse egemen sınıfı yenebiliriz.
(Sosyalist İşçi, görsel Paris 1848)