Ferhat Kentel: Bir milyon kişi

MARKSİST.ORG
Tipografi
  • Daha Küçük Küçük Orta Büyük Daha Büyük
  • Varsayılan Helvetica Segoe Georgia Times

Bir gün birileri bir çağrı yapsa ve bir milyon insan sokaklara çıkıp "barış" için yürüse... Ivır zıvır, ama mama demeden, şu haklıydı bu haklıydı demeden; sadece "barış" için yürüyecek ve savaşı durdurmaya mecbur edecek bir milyon insan... Var mıdır?

Bence vardır. Açlık grevine yatmış 683 tane insanın bedenleri azar azar solarken, "bana ne" demeyecek; çatışmalarda ölen insanların Türk mü, Kürt mü olduğuna bakmayacak bir milyon insan vardır.

Biliyorum; "anadilde savunma hakkı" istedikleri ve "Öcalan'a uygulanan tecridin kaldırılmasını" talep ettikleri için ve bu talepleri Kürt kimliklerinden bağımsız olmadığı için kolaylıkla "düşmanlaş(tırıl)mış" bir kategoriden olan açlık grevcilerinin hayatlarıyla zerre kadar ilgilenmeyen, vicdanı sızlamayan bol miktarda insan var bu memlekette. Ama işin içinde, adeta her türlü günahımızı içine boşaltabildiğimiz sembolik bir nefret nesnesine dönüşmüş olan "Öcalan faktörü" bulunmasına rağmen, gene biliyorum; 683 tane insanın ölüyor olması aynı memlekette çok fazla sayıda insanın canını yakıyor.

Çünkü, her türlü "erkek", "kabadayı", "kibir" ya da "kahramanlık" ve "kurtuluş" dilleriyle donanmış bir ulus-devlet ve onun çömezleri ve de muhaliflerinin tozu dumana kattığı, giderek korkunç bir anafor içinde insanları iki ayrı uca savuran bir ortama rağmen, bu savaş hâlinin hepimizi kendimize yabancılaştırdığının farkına varmak çok da zor değil.

Dün Ermenilerdi... Tabii ki, bittiğini falan söylemiyorum ama dün Hrant'ı günah keçisi olarak inşa edip, sonra öldüren, korkuyu ve paranoyayı araçsallaştıran ulus-devlet ve onun milliyetçiliği için bugün benzer bir rolü "Kürt sorunu" oynuyor. "Terör sorunu"ndan sonra, giderek "Kürtler" bugün günah keçisi oldu. "Korkan", içine kapanan, nefretle sosyalleşen bir "Türk" toplumunun günah keçisi...

Eksiltile eksiltile, geride kalanların her birinin de sırasıyla "günah keçisi" hâline dönüştüğü bir mekanizma işlemeye devam ediyor yani...

Bu topraklarda "günah keçisi" inşa etme operasyonlarını 90-100 yıldır, istisnasız her dönemde yaşıyoruz. Ve bu topraklarda nefret alabildiğine sıradan bir mesele. Kimin kimden nefret ettiği çok önemli değil; "nefret"in kendisi havada asılı; elimizi uzatıp, hemen meyvelerini toplayabileceğimiz bir mesafede...

Biraz geçmişe dönüp baktığımızda, biraz kafamızı çevirip sağımıza solumuza baktığımızda bizden, bizim gibilerden ne kadar çok nefret edildiğini, ve bizim de başkalarından hatta bize en çok benzeyenlerden ne kadar çok nefret ettiğimizi görmemiz hiç zor değil.

683 tane insanın yavaş yavaş, gözlerimizin önünde ölecek olması ve bu toplumun görünen ana damarlarının, siyaset sınıfının, medyasının gözlerini kapatıyor olması ya da yer yerinden oynamaması korkunç, utanç verici. Ama mesele, eğer bir şey yapmazsak ölecek olan 683 insan değil sadece. Mesele sadece şu sıralarda dağlarda ölmekte olan gencecik insanlar da değil. Mesele sadece o ölenlerle kalmadı hiçbir zaman ve kalmayacak.

Mesela bir dakikalığına durup, "eski rejim" bekçiliğiyle ve nostaljisiyle yanıp tutuşan, kendilerini bir zamandır "ulusalcı" olarak tanımlayan insanlar ile "yeni rejim"in kolluk kuvvetleri arasındaki meydan muharebesine bakalım. Ulus'ta "Türk bayraklılarla", "tek millet tek bayrak" diyenler çatışıyor. Sadece "AKP'nin polisi" ve "ulusalcı cenah" arasında cereyan ediyormuş gibi görünen bu muharebenin aslında çok daha korkunç bir genel nefretin tezahürü olduğunu; ve aslında çok daha korkunç günlerin sadece "bugünkü" tezahürlerinden biri olduğunu görmek hiç de zor değil.

Yani AKP'liler, CHP'liler, BDP'liler ya da sosyalistler, Kürtler, Kemalistler, muhafazakârlar, milliyetçiler bir an düşünüp sormalılar, "neden bu kadar nefret ediyoruz?" diye...

29 Ekim mitingine katılıp, cop yiyen, gaz yiyen insanlar arasında birileri vardır bu soruyu soracak. Bu sahneyi televizyonlarının başında seyreden AKP seçmenleri arasında da vardır. CHP'liler ve AKP'liler ya da başkaları yıllardır cop, gaz, kurşun yiye yiye, köylerden sürüle sürüle, en sonunda yolu dağla buluşanlardan "neden bu kadar nefret ediyoruz" diye sorabilirler.

"Devlet düşmanı" olarak yaftalanan insanlardan nefret etmeyi öğrendik. Artık "devlet düşmanı" yaftasının bizzat devletin düşmanlık üretme stratejisinin en önemli araçlarından biri olduğunu çok daha fazla insan görüyor.

Çünkü, bu toprakların kültürlerine, inançlarına, adalet anlayışına, tevazuuna yabancı ve kibirli bir tahakküm aracı olan bir devletin altında "toplum" olmak hiç kolay değildi. Böylesine bir toplum içinde bütün bu yaşadığımız gerilimleri tam da şimdiye kadar "devletin toplumu" olmak gibi bir cendereye sıkıştığımız için yaşadık.

Dolayısıyla, anafor gibi içine alan savaşkan ve nefret dolu bir ruh hâline rağmen, bugün, vicdanın sesini duymak, kibirden sıyrılmak ve barışı dillendirmek hiç de zor değil.

Bu devlet Hz. İbrahim'i ateşe atan Nemrut gibi davrandı hep... Çok İbrahim'i ateşe attı. İbrahimleri yakan ateşi söndürmek için damla damla da olsa, su getirmekten, milyonlarca damla su olmaktan başka çaremiz yok...

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

(Taraf)

SON SAYI