Son haftalarda artık kelimenin tam anlamıyla gemi azıya alan bir göçmen düşmanlığı, giderek yabancı düşmanlığıyla ama esas olarak bir Arap düşmanlığıyla karşı karşıyayız. Ümit Özdağ, tek işlevi göçmen düşmanlığı yapmak olan bir parti kurdu. Bu ırkçı bir parti. Arapları aşağılamak, dışlamak, göçmenler hakkında bir nefret dalgası yaratmak dışında hiçbir siyasal motivasyonu olmayan bir parti bu. Fransa’da Le Pen neyse, Almanya’da AfD ve neo Nazi ağları neyse, Türkiye’de göçmen düşmanlığını iktidar karşıtı bir politik enstrüman olarak kullananlar da odur.
Açık açık yalan söylüyorlar
Açık açık ırkçı bir film çekip, bir gazeteye “Türk milliyetçiliği ırkçılık değildir” manşetleri attırabiliyorlar. Oysa hem milliyetçi hem ırkçılar! Çektikleri film, yalana dayalı bir propaganda aracı. Bir linç örgütleme filmi. Sosyal medyada estirdikleri yalan rüzgarıyla, Türkiye’deki her olumsuz gelişmeyi Suriyelilere bağlayan göçmen düşmanları, bir örgütlenme çabası içindeler.
Suriyelilerin Türkiye’de sosyal dokuya negatif bir etkileri olduğunu iddia ediyorlar. En önemli yalanları bu! Bir hak grubunun, bir kimlik grubunun bir ülkenin toplumsal dokusuna negatif bir etkisi olabileceğini düşünmek için elimizde ırkçıların yanlışlığı kanıtlanmış gerçek dışı iddialarının dışında hiçbir veri yok. Suriyeliler, göçmenler, göç etmek zorunda kalan insanlar. Hayatta kalmaya çalışıyorlar, temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar, bunu yaparken de kendilerini şimdi insan haline getiren tüm sosyal, tarihsel ve kültürel niteliklerini ve yeteneklerini devreye sokuyorlar. Bu, bir halkın kolektif yeteneklerinin ve varoluşunun bir parçasıdır ve halkların bu zorunluluktan kaynaklanan buluşması, sadece ve sadece pozitif sonuçlar doğurur. İki halk, kendilerine özgü olan yanlarını birbiriyle paylaşmaya başlar, farklı alışkanlıklardan ortak davranış tarzlarına doğru bir evrilme yaşanır. Bunun bütünüyle pozitif bir gelişme olmasını engelleyen tek şey milliyetçilerdir, ırkçılardır ve nefret söylemini şişirenlerdir.
İktidar göçmenleri araç olarak kullanıyor
Suriyelilerin Türkiyelilerle uyumu başlangıçta oldukça olumlu bir seyir izliyordu. Fakat en başından beri iktidarın göçmenleri pazarlık unsuru olarak gören yaklaşımı, bir arada yaşamın karşılıklı olumlu etkileşimi üzerinde yükselen öğelere karşı olan göçmen düşmanlarının işini kolaylaştırdı. İktidar mülteci haklarını amasız fakatsız tanımadığı için, mültecilerin buharlaşıp yok olmasını isteyenler, göçmenleri bir toplumsal huzursuzluk nedeniymiş gibi ele almaya başladı.
Dış politikada, özellikle Suriye politikasında militarist söylemlerin hâkim hale gelmesi ve siyasal alanda kutuplaştırıcı bir işlev görmeye başlaması, göçmenlere bakışı da sert bir şekilde etkiledi. İktidarın dış politikasına karşı olmakla göçmen düşmanlığı aynı madalyonun iki yüzü gibi oldu. Toplumun geniş kesimleri, sistematik ırkçılık ve yanlış iktidar politikaları olmasaydı, göçmenlerin kabul ve uyumunda bir süreklilik sağlanmış olurdu. Hiç umulmadık ilçelerde göçmen kafileleri kardeşçe karşılandı, ortak bir yaşam değilse de yan yana bir yaşam sürdürülmek becerildi. Ama siyasal rejimdeki dönemeçler, iktidarın göçmenler hakkındaki yalanlara net bir şekilde yanıt vermemesi, göçmenlerin AB ile bir pazarlık konusu olarak kodlanması ve iktidar karşıtı muhalefeti göçmen karşıtlığı üzerinden örgütleyen muhalefet anlayışı, göçmenler açısından riskli durumlar yaratmaya başladı.
Irkçı bir reaksiyon
Irkçılık mevcut hayali cemaatlere, krizlerini anlaşılır kılmaya yarayacak gerçek düşmanlar bulmak için reaksiyoner bir hale bürünüyor sıklıkla. Sadece ekonomik kriz bağlamında değil, kültürel allak bullak oluşların da, sosyolojik değişikliklerin de günahı, bu değişikliklerle en az ilgisi olan göçmenlere yüklenmeye çalışılıyor. Günah keçisi yaratmak, gerçeği altüst etmenin ilk adımı. Sorunu, sorunu yaratanları, gerçek failleri görünmez kılıyor. Irkçı günah keçisi yaratma girişimi, yalansız yapamaz. Fakirliğin sorumlusu, şehirlerin dokusunun bozulmasının sorumlusu, Suriyeliler, iktidarın dış politikasının sorumlusu, Suriyeliler, plaj kirliliğinin sorumlusu, kadın cinayetlerinin sorumlusu, şiddetin kaynağı hep Suriyeliler! Bunun çok tehlikeli bir doğrudan sonucu oluyor: Şiddet ve şiddetin sessizlikle karşılanması. Şiddet çeşitli örgütlü güçlerin pratik bir göçmen düşmanlığından kendi örgütlenme zeminlerini genişletme işlevi görürken, bu günah keçisi olarak Suriyelileri göstermenin toplumsal dramatik sonucu da toplumun çeşitli kesimlerinin algısında şiddeti sıradanlaştırmak oluyor.
Sahte bir AKP karşıtlığı
Siyasi kutuplaşmanın ana akım politik enstrüman olarak kullanıldığı ve bu nedenle, yapay nedenlerle sahici öfke birikimi yaşayan kalabalıkların birbirine karşı bileylendiği bir siyasal iklimde, Suriyelilerin varlığını sorunların kaynağı olarak göstermek kolaylaşıyor. IŞİD saldırganlığının en çok yaşandığı dönemde her Suriyelide potansiyel bir IŞİD üyesi görmek, sadece AKP göçmenlere kapıyı açtığı için tüm Suriyelilerin AKP’li olduğunu iddia etmek, her seçim öncesi Suriyelilerin sahte seçmenler olarak oy vereceğini ve oylarını da AKP’ye vereceğini iddia etmek, iktidarı göçmenlere düşmanlık yaparak, göçmenlere yönelik bir nefret dalgası örgütleyerek köşeye sıkıştırmaya çalışmak da sıradan politika yapma şekli oluyor.
Göçmenleri düşmanlaştıran her unsur, ister Suriyelilerin varlığını kutuplaştırmak için kullanmak, ele almak olsun, isterse Suriyelileri uluslararası ilişkilerin pazarlık konusu haline getirmek olsun, daima çok tehlikeli toplumsal sonuçlara yol açabilecek yaklaşımlar olarak ele alınmalıdır.
Bu türden bir iktidar karşıtlığı, toplumun en korunaksız kesimlerinin kanı üzerinde yükselmeye çalışan sahte bir iktidar karşıtlığıdır.
Bir arada yaşayacağız!
Bir ülkeye göç etmek zorunda olan insanlar, o ülkeye uyum göstermezler sadece, o ülkedeki toplumsal ilişkiler de göç edene uyum göstermek zorundadır. Bu yüzden göç ve göçmen olgusunu, dışsal bir süreçmiş gibi kavramaktan uzak durmak gerekir. Her insanın geçmişinde bir göç olgusu yatabilir, kuvvetle muhtemeldir ki geleceğinin de bir parçasıdır. Göç, hiç beklenmedik gelişmeler nedeniyle gerçekleşebilir. Son 10 yılda sadece milyonlarca insan Türkiye’ye göç etmedi, yüzbinlerce insan da Türkiye’den göç etti. Toplumsal gelişmenin ve ilişkilerin temeline, hiçbir yerin ev sahibi olmadığımızı koyu harflerle yazmak zorundayız. Bir evimiz var, adı dünya, sınırların nasıl bölündüğü o sınırların içinde yaşayanlar açısından hızla anlamsızlaşabiliyor.
İnsanların, barınma, beslenme, ekmeğini kazanma, sosyal yeteneklerini geliştirme, kültürel ihtiyaçlarını giderme ve kendi kaderinin belirlenmesinde söz sahibi olmak için politik kararlar alabilme gibi temel ihtiyaçları var. Bu ihtiyaçların özgürce karşılanabileceği bir siyasal zeminin yaratılması göçmenlerin özgürlüğünün ilk adımı olarak görülmelidir.
Sosyal, siyasal ya da ekonomik alandaki hiçbir sorunun sorumluluğu hayatta kalmak için yaşadığı yerleri terk eden insanlar olamaz. Bu sürecin sorumluluğu, kendisini ev sahibi olarak görenlerdedir. Bu konuda bir kamu bilinci oluşturmanın ön şartı şeffaflık ve demokrasidir. Diğer bir deyişle, göçmenlerin göç ettikleri ülkede “muhtaç” insanlar değil, tüm yaşamın eşit, onurlu ve aktif bir parçası olan özneler olduğunun altını çizen yasal düzenlemelerin yapılması, bu alanda kazanılmış uluslararası hakların hızla tanınması, bu hakların açık açık ilan edilmesi gerekiyor. Ümit Özdağ gibiler, bu adımlar atılmadığı için karanlıktan besleniyorlar. Göç sorununu bir göçmen krizine dönüştüren ırkçı ve milliyetçi çevreler, böyle bir siyasal kural karşısında başarılı olma şansına sahip olamazlar. Kamu bilincinde göçmenlerin eşit haklara sahip yurttaşlar olarak görülmesi için, mülteci haklarının en temel insan hakları arasında olduğunu en başından itibaren anlatan bir politik alışkanlık devrede olmak zorundadır. Bu seçme seçilme hakkı gibi, istediğin partiye üye olma hakkı gibi, seyahat özgürlüğü, çalışma hakkı, evlenme, aile kurma hakkı gibi temel bir hak olarak, insanların bebekliğinden başlayarak savunulduğu, anlatıldığı bir hak olarak ele alınmalıdır.
Bir arada yaşamı savunmak için bir araya gelmeliyiz!
Bir kez daha altını çizmek istiyoruz ki sorun göçmenler değildir. Göçmen sayısının artışı bir gerilim yaratmadı, göçmen sayısını ırkçı muhalif bir politik hat olarak kullananlar gerilimi artırıyor. Aşırı sağın yükselmesinin nedeni göçmenler değildir, göçmen karşıtlığını krizin çözümüymüş gibi kullananlara solun cevap üretememiş olmasıdır sorun.
On sene önce Hatay'da Hatay elden gidiyor diye miting yapan göçmen karşıtları bugünkü kadar etki yaratamamıştı. Hatay elden gitmedi ama Erdoğan'a karşı muhalefet etmenin en bereketli yolu göçmenleri sorun olarak ele almak oldu. Göçmenler milliyetçiliğe oynamanın, Erdoğan karşıtlığı yapmanın, iktidara yüklenmenin, IŞİD karşıtı olmanın, "sekülerlik karşıtlarını" eleştirmenin, Kemalistlerle kaynaşmanın, gerçek kriz başlıklarını görünmez kılmanın, şiddet uygulayarak kadrolaşmanın, lümpen genç öğeleri örgütlemenin, linç girişimleriyle sokak hareketliliği inşa edip üye kazanmanın bir aracı haline getirildi. Bu, muhalefetin geniş kesimlerinde alıcı buldu. Şu noktanın altını ısrarla çizmeliyiz: Sorun göçmenlerin sayısı değildir. Sorun göçmen sayısını kriz nedeniymiş gibi öne çıkartmaktır, iktidarın göçmenleri korunaksız bırakmasıdır.
Dünyanın en mücadeleci insanları, ölümden kaçmış, buraya gelmiş ve buradaki ağır ırkçı grupların zulmüne rağmen çalışan, ayakta durmaya çabalayan göçmenlerdir.
Göçmenler aynı zamanda Türkiye işçi sınıfının kopmaz bir parçasıdır. Irkçılığa karşı küresel mücadelenin sloganlarında söylendiği gibi bizi soyanlar başka ülkelerden gelenler değil, başka ülkelerden gelenlerle beraber bizi soyanlar bu ülkenin patronlarıdır.
Göçmenleri işçi sınıfının zayıf olduğu alan olarak gören, göçmen düşmanlığı yaparak örgütlenenler, işçi sınıfının hem dikkatinin gerçek sorunlardan, sorunların gerçek sorumlularından kaçmasına neden oluyor, hem de işçi sınıfını bölüyorlar. Birlikte sermaye sınıfına karşı mücadele edeceği göçmenleri düşmanmış gibi gösteriyorlar.
Tek bir göçmene verilecek zarar bu yüzden tüm emekçilere, yoksullara verilmiş zarar demektir.
Tüm emek örgütlerini, tüm demokratik güçleri, tüm insan hakları platformlarını, göçmenlere karşı yalanlar üzerinden örgütlenen ırkçı linç kampanyasına karşı harekete geçmeye çağırıyoruz.
Acil olarak harekete geçmeliyiz!
Göçmenlerin sahipsiz olmadığını göstermeliyiz!
Bir arada yaşamı savunduğumuzu pratik olarak kanıtlamalıyız.
Irkçılara karşı göçmenlere kalkan olmalıyız.
Hepimiz göçmeniz!
DSİP
7.05.2022