John Rees: Ekim'in Savunusu

BROŞÜRLER
Tipografi
  • Daha Küçük Küçük Orta Büyük Daha Büyük
  • Varsayılan Helvetica Segoe Georgia Times

Çeviri: Özden Arıkan

Rus Devriminin Savunusu

Sta­li­niz­min so­na er­me­si­ni ha­ra­ret­le is­te­yen sos­ya­list­ler ay­nı za­man­da onun son kur­ban­la­rı mı ola­cak? 1989’da­ki Do­ğu Av­ru­pa Dev­rim­le­ri ço­ğu sos­ya­list ta­ra­fın­dan, özel­lik­le de sta­li­niz­min, Ekim 1917’nin ger­çek mi­ras­çı­sı ol­ma­dı­ğı­nı, onu çar­pı­tıp yok et­ti­ği­ni sa­vu­nan­lar ta­ra­fın­dan olum­lu kar­şı­lan­dı. Yi­ne de 1989’un so­nu­cu, ge­nel sos­ya­list ge­le­ne­ği güç­len­dir­mek ol­ma­dı. Tam ter­si söz ko­nu­suy­du. Sta­li­nist re­jim­le­rin çök­me­si, es­ki bir te­ze, ta­ze bir güç ka­zan­dır­dı: Çö­kü­şün to­hum­la­rı­nın, da­ha bol­şe­vik dev­ri­mi­nin ilk gün­le­rin­de ekil­miş ol­du­ğuy­du bu. Tah­min edi­le­bi­le­ce­ği gi­bi sağ ka­nat tem­sil­ci­le­ri, ‘sos­ya­liz­min çö­kü­şü’nü, dev­rim­ci ge­le­ne­ği vu­ra­bi­le­cek­le­ri bir si­lah ola­rak gör­müş­tü. Es­ki Ti­mes edi­tö­rü Wil­li­am Re­es-Mogg’un, 1903’te Le­nin’in Isk­ra’nın de­ne­ti­mi­ni ele ge­çir­me ça­ba­sı­nın doğ­ru­dan Gu­lag’ın yo­lu­nu aç­tı­ğı­nı gös­ter­mek için ka­os ku­ra­mı­nı tu­haf bir bi­çim­de gün­de­me ge­ti­ri­şin­den, ABD’nin es­ki Ulu­sal Gü­ven­lik Kon­se­yi üye­si Ric­hard Pi­pes’in ge­niş öv­gü top­la­yan ve yo­ğun bir ide­o­lo­jik bo­yut içe­ren ki­ta­bı The Rus­si­an Re­vo­lu­ti­on’a (Rus Dev­ri­mi) ka­dar her yer­de me­saj ay­nıy­dı: Le­nin, Sta­lin’in yo­lu­nu ha­zır­la­dı.1

Rus­ya’da da ben­zer, ama da­ha da de­rin bir ide­o­lo­jik de­ği­şik­lik sür­mek­te. Bir za­man­lar sta­li­nist bü­rok­ra­si ile Ba­tı­lı ha­kim sı­nıf­lar, sta­li­niz­min sos­ya­lizm ol­du­ğu ko­nu­sun­da ıs­rar­la hem­fi­kir­di. Sta­li­nist­ler, bar­bar­lık­la­rı­nı hak­lı gös­ter­mek için dev­rim kis­ve­si­ne, Ba­tı­lı ka­pi­ta­list­ler de dev­ri­min an­cak bar­bar­lık ge­ti­re­bi­le­ce­ği­ni is­pa­ta ge­rek du­yu­yor­du. Bu­gün ise dev­ri­min fe­la­ke­te yol aç­tı­ğı ko­nu­sun­da ay­nı dü­şün­ce­de­ler. Sta­li­nist bü­rok­ra­si­nin dün­ya pa­za­rı­na ih­ti­ya­cı var ve Ba­tı’nın ha­kim sı­nıf­la­rı da dün­ya pa­za­rı­na açık bir Rus­ya is­ti­yor. Bu iki bü­yük top­lum­sal güç, ger­çek sos­ya­list ge­le­ne­ğin se­si­ni, hem sta­li­niz­mi, hem de Ba­tı ka­pi­ta­liz­mi­ni red­de­den se­si boğ­mak için her ko­şul­da ve her za­man bir­leş­miş­tir.

Do­la­yı­sıy­la bu­gün, na­sıl Pi­pes Ba­tı’da Rus Be­yaz­la­rı­nın dev­rim yo­ru­mu­na öv­gü­ler dü­zü­yor­sa, Mos­cow News da 1917’nin bur­ju­va par­ti­si Ka­det­ler­den Jo­sif Ges­sen’in der­le­di­ği ar­şiv­ler­den alın­mış dev­rim ve iç sa­vaş hi­ka­ye­le­ri­ne or­ta say­fa­la­rı­nı aç­mak­ta; bu hi­ka­ye­ler ara­sın­da Be­yaz Ge­ne­ral Ba­ron Vran­gel’in an­ne­si ile çar­lık su­bay­la­rı­nın yaz­dık­la­rı da var.2 Bu ara­da Mos­ko­va’da­ki Mer­kez Ko­mi­te­si mat­ba­a­sın­da da Marks ile Le­nin’in ki­tap­la­rı­nın ye­ri­ni, Vran­gel’in, yol­da­şı Be­yaz Li­der Ami­ral Kol­çak’ın bi­yog­ra­fi­le­ri ve Sol­je­nit­sin’in Gu­lag Ta­kı­ma­da­la­rı al­mış du­rum­da.3 Bu du­rum­da Rus­ya’da­ki sos­ya­list­le­rin, ilk kez 1920’le­rin Be­yaz ya­yın­la­rın­da, ör­ne­ğin S. P. Mel­go­u­nov’un The Red Ter­ror in Rus­si­a’sın­da (Rus­ya’da Kı­zıl Te­rör) di­le ge­ti­ri­len id­di­a­lar­la tek­rar tek­rar kar­şı­la­şı­yor ol­ma­sı pek şa­şır­tı­cı de­ğil.4

Do­ğu Av­ru­pa Dev­rim­le­ri’nin ar­dın­dan ge­len ye­ni­lik ise, za­ten epey­ce ka­la­ba­lık­laş­mış olan bu ko­ro­ya sol­dan ses­le­rin de ka­tıl­ma­sı ol­du. Do­ğu Av­ru­pa Dev­rim­le­ri’nin he­men ar­dın­dan Mark­sizm To­day edi­tö­rü Mar­tin Jac­qu­es şöy­le de­miş­ti: “Sta­li­nizm ve bü­yük öl­çü­de de le­ni­nizm için yo­lun so­nu bu. Halk oto­ri­ter­li­ği red­det­miş­tir.” Ko­mü­nist Par­ti Ge­nel Sek­re­te­ri Ni­na Temp­le da şöy­le di­yor­du: “Dev­rim­den bu ya­na Rus­ya’ya ba­kar­sa­nız, iş­ler ba­şın­dan be­ri bo­zuk git­miş­tir.”5 Ta­rih­çi Eric Hobs­bawm’ın inan­cı­na gö­re, “yak­la­şık ya­rım yüz­yıl bo­yun­ca, 1914’ten ikin­ci Dün­ya Sa­va­şı er­te­si­ne ka­dar, dün­ya, bir afet­ler dö­ne­mi ya­şa­dı ve her tür­den ga­ra­bet çık­tı or­ta­ya; ga­li­ba bun­la­rın en uzun ömür­lü ola­nı da Rus Dev­ri­mi’ydi.” Hobs­bawm, Le­nin’in Ekim Dev­ri­mi’ni yap­ma­mış ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni sa­vu­nu­yor:

“As­lın­da Rus­ya’da da böy­le dü­şü­nen mark­sist­ler - men­şe­vik­ler, Ple­ha­nov, baş­ka­la­rı - var­dı. Rus­ya mark­siz­mi­nin ba­ba­sı olan yaş­lı Ple­ha­nov, bu yo­la ya­ra­ta­bi­le­ce­ği tek şe­yin, Çin İm­pa­ra­tor­lu­ğu’nun sos­ya­list bir ver­si­yo­nu ola­bi­le­ce­ği­ni söy­le­miş­ti Le­nin’e.”6

Gü­ney Af­ri­ka Ko­mü­nist Par­ti­si Ge­nel Sek­ret­ri Jo­e Slo­vo, Has So­ci­a­lism Fa­i­led? (Sos­ya­lizm Bba­şa­rı­sız mı Ol­du?) gi­bi ye­ni ya­zı­la­rın­da Ekim Dev­ri­mi’ne yö­ne­lik eleş­ti­ri­le­riy­le ko­ro­ya ka­tı­lı­yor; bu eleş­ti­ri­le­ri, Gü­ney Af­ri­ka Ko­mü­nist Par­ti­si’ni Av­ru­pa­lı kar­deş ör­güt­le­ri­nin uzun za­man ön­ce kat et­ti­ği re­for­mist yo­la sok­mak için bir araç ola­rak kul­lan­mak­ta. The Af­ri­can Com­mu­nist’in son sa­yı­la­rın­dan bi­rin­de şöy­le di­yor Slo­vo: “Sta­li­niz­min mu­ha­lif­le­ri du­ru­mu­na ge­len bir kaç önem­li bol­şe­vik dev­rim li­de­ri (iç­le­rin­de Troç­ki, Bu­ha­rin, Ka­me­nev ve Ra­dek de var­dır), onun te­o­rik ya­pı­sı­na kat­kı­da bu­lun­mak­la çok bü­yük bir rol oy­na­dık­la­rı gi­bi, Sta­lin’in ba­şa geç­me­sin­den ön­ce ve eko­no­mik ba­kım­dan im­ti­yaz­lı ta­ba­ka­la­rın or­ta­ya çık­ma­sın­dan çok ön­ce ba­zı uy­gu­la­ma­la­rı­nı özen­dir­miş­ler­dir de.”7 Ya­ni si­ya­sal ya­şa­mı­nın her anı­nı sta­li­niz­mi sa­vun­mak­la ge­çi­ren Slo­vo, Troç­ki’yi... sta­li­niz­min so­rum­lu­su ol­mak­la suç­lu­yor. Di­bi ka­rar­mış ten­ce­re da­ha te­miz çay­dan­lı­ğa laf edi­yor. Böy­le­si az gö­rü­lür!

Sta­li­nist­ler, sos­ya­list­ler ile iş­çi sı­nı­fı mü­ca­de­le­si ara­sın­da­ki gö­bek ba­ğı­nı ke­se­li öy­le çok za­man geç­ti ki, bir ço­ğu­nun ye­ni­den kla­sik mark­sist ge­le­ne­ğe yö­nel­me­si pek müm­kün gö­rün­mü­yor. Dev­le­te ta­pın­ma, ken­di­ne sos­ya­list di­yen güç­lü dev­le­tin kar­şı­sın­da uy­sal­lık­la bo­yun eğ­me, her za­man sta­li­niz­min önem­li bir par­ça­sı ol­muş­tur. O hal­de bu dev­let­ler çö­kün­ce sta­li­nist­le­rin sos­ya­liz­me inan­cı­nın da çök­me­si­ne şaş­ma­mak ge­rek.

Dü­nün sta­li­nist­le­ri­nin tep­ki­sin­den da­ha da şa­şır­tı­cı olan, Ekim Dev­ri­mi hak­kın­da ben­zer tarz­da ya­zı­lar ya­zan an­ti-sta­li­nist sos­ya­list­ler­dir. New Left Re­vi­ew edi­tö­rü Ro­bin Black­burn şöy­le ya­zı­yor: “‘Mark­sizm, Rus Dev­ri­mi’nin ka­de­ri­ne or­tak ol­mak­tan kur­tu­la­maz.’ Le­nin, Sta­lin’e ze­min ha­zır­la­mış ol­mak ‘suç­la­ma­sın­dan kur­tu­la­maz’, bu­nun ne­de­ni kıs­men, Le­nin’in ‘sis­tem­li dü­şü­nen’ bi­ri ol­ma­ma­sı­dır.”8 Bir za­man­la­rın mark­sis­ti Pa­ul Hirst de, Le­nin’in da­ha iyi bir top­lum kur­ma ka­ra­rı­nın üto­pik bir ha­yal ol­du­ğu­nu, bu­nun ka­çı­nıl­maz bi­çim­de “Bol­şe­vik Par­ti­si’nin ik­ti­dar te­ke­li­ne, giz­li po­lis de­ne­ti­mi­ne da­ya­lı sis­te­me ve özü ge­re­ği oto­ri­ter olan de­mok­ra­tik mer­ke­zi­yet­çi­lik uy­gu­la­ma­sı­na” yol aç­tı­ğı­nı yaz­mış­tır.9

Ame­ri­ka­lı sos­ya­list Sam Far­ber, Be­fo­re Sta­li­nism’de (Sta­li­nizm­den ön­ce) Le­nin’in dü­şün­ce ve ey­lem­le­ri­nin “ka­çı­nıl­maz ola­rak ve is­ter is­te­mez eli­tist bir yö­ne­tim şek­li­ne yol aç­tı­ğı”nı be­lir­te­rek şöy­le de­vam et­mek­te­dir: “Bol­şe­vik­le­rin ke­sin bir bi­çim­de be­nim­se­di­ği po­li­ti­ka­lar, son­ra­dan sta­li­nist to­ta­li­ter mo­del ha­li­ne ge­len şe­ye doğ­ru önem­li bir me­sa­fe al­ma­la­rı­nı sağ­la­dı.10 Far­ber, ABD’de­ki sos­ya­list ör­güt­ler­den Solidarity’nin (Da­ya­nış­ma) üye­si ve ör­gü­tün der­gi­si Aga­inst the Cur­rent’in edi­tö­rü­dür. Der­gi­de bu ve ben­ze­ri ko­nu­lar­da ateş­li bir tar­tış­ma baş­lat­mış­tır. Ya­zı­la­rın en azın­dan bi­ri, Ekim Dev­ri­mi’ne yö­ne­lik sağ­cı ta­vır­lar­dan ayırt edi­le­mez ni­te­lik­te­dir.11

Do­ğu Av­ru­pa’da­ki mu­ha­lif­ler ara­sın­da da ben­zer tez­ler or­ta­ya çık­mış­tır. Adam Mich­nik, Po­lon­ya’da­ki Da­ya­nış­ma için­de “ha­re­ke­tin... ik­ti­dar için mü­ca­de­le et­me­si­ni is­te­yen ey­lem­ci­ler­de­ki ‘to­ta­li­ter sap­ma’yı eleş­tir­miş­tir.”12 Mos­ko­va­lı sos­ya­list Bo­ris Ka­gar­lits­ki de ge­nel­de Ba­tı­da­ki­le­rin pek ço­ğun­dan da­ha sem­pa­tik ba­kan bir ya­zı­sın­da ha­la şu id­di­a­da­dır: “Le­nin’in par­ti­si, Karl Marks’ın­ kin­den çok 1. Pet­ro’nun par­ti­si­ne ya­kın­dı, çün­kü ilk ola­rak ve en baş­ta Rus­ya’nın çağ­daş ba­tı­lı ör­güt­len­me bi­çim­le­ri­ni tak­lit et­me­si­ni sağ­la­ma­ya uğ­ra­şı­yor­du”. Bol­şe­vik­le­rin “dik­ta­tör­ce yön­tem­le­ri­ni ba­tı­lı pro­le­tar­ya­yı dev­rim­den ür­küt­tü” gi­bi id­di­a­lar­la de­vam edi­yor Ka­gar­lits­ki. “Bol­şe­vik­le­rin, de­mok­ra­tik il­ke­le­rin bö­lün­mez­li­ği­ni dik­ka­te al­ma­yı­şı”, Sta­lin’in “bi­raz da­ha man­tık­lı” bir so­nuç ola­rak öne çık­ma­sın­da rol oy­na­yan un­sur­lar­dan­dı.13

Açık­ça­sı dev­rim­ci­le­rin ya­nıt ver­me­si ge­re­ken bir du­rum var­dır. Bu ya­nıt, “Le­nin, Sta­lin’in yo­lu­nu ha­zır­la­dı” bi­çi­min­de­ki ge­nel suç­la­ma­nın öte­si­ne geç­me­li ve bol­şe­vik­le­ri eleş­ti­ren­le­rin ar­gü­man­la­rı­nı ay­rın­tı­lı in­ce­le­me­ye da­yan­ma­lı­dır. Bu da Rus Dev­ri­mi’ne iliş­kin ba­zı ki­lit so­ru­la­rı göz­den ge­çir­me­yi ge­rek­ti­rir: ‘Pre­ma­tü­re’ dev­rim ne­dir? Ekim Dev­ri­mi bir dar­be miy­di? Bol­şe­vik­ler mo­no­li­tik bir par­ti miy­di? Bol­şe­vik­ler, Ku­ru­cu Mec­lis’i da­ğıt­mak­la doğ­ru mu yap­tı­lar? Kı­zıl Te­rör, Çe­ka ve Krons­tadt’a ne de­me­li?

Böy­le­si so­ru­lar, ta­rih­sel bir il­gi oda­ğı ol­ma­nın öte­sin­de­dir. Ekim Dev­ri­mi, 20. yüz­yıl si­ya­se­ti­nin mi­henk ta­şı­dır. Bir kim­se­nin Ekim Dev­ri­mi’ne kar­şı tav­rı­nı bil­mek, onun ka­pi­ta­liz­mi, sta­li­niz­mi ya da kla­sik mark­sist ge­le­nek doğ­rul­tu­sun­da ger­çek sos­ya­liz­mi des­tek­le­yip, des­tek­le­me­di­ği­ni bil­mek­tir. Sta­li­nizm çö­ker­ken şu so­ru doğ­ru­dan so­rul­mak­ta­dır: ‘Re­form ge­çir­miş’ ka­pi­ta­lizm, ar­tık iş­çi sı­nı­fı­nın iler­le­ye­bi­le­ce­ği tek yol mu­dur? Mar­tin Jac­qu­es gi­bi­le­ri­ne, ya­ni Ekim Dev­ri­mi’ni yal­nız­ca sta­li­niz­min ha­ber­ci­si ola­rak gö­re­bi­len­le­re ya­nıt; coş­ku­lu bir evet­tir. Ba­tı dün­ya­sın­da aşev­le­ri­nin önün­de­ki kuy­ruk­lar­da çü­rü­yen­ler, yok­sul­luk ve sa­va­şın, ırk­çı­lık ve bas­kı­nın teh­di­di al­tın­da bu­lu­nan­lar, bu­nu ka­bul et­mek­de o ka­dar ace­le­ci dav­ran­ma­ya­bi­lir­ler. Gü­nü­müz­de ne­den bu ka­dar çok sos­ya­lis­tin, Le­nin’in Sta­lin’in yo­lu­nu ha­zır­la­dı­ğı­nı be­yan et­mek için na­sıl olup da baş­ka her ko­nu­da can düş­man­la­rı olan­lar­la böy­le te­laş için­de bir­le­şe­bil­di­ği­ni öğ­ren­mek is­te­ye­bi­lir­ler.

Rus Dev­ri­mi’nin ‘pre­ma­tü­re’ ol­du­ğu­nu, ge­ri bir ül­ke olan Rus­ya’da­ki eko­no­mik ko­şul­la­rın sos­ya­list bir top­lum kur­ma ça­ba­sı­nı des­tek­le­ye­me­di­ği­ni gös­ter­mek için men­şe­vik­le­re ve Ka­uts­ki ile Ple­ha­nov’a baş­vur­mak bir kez da­ha mo­da ol­du. Hobs­bawm ile Ka­gar­lits­ki’nin yu­ka­rı­da alın­tı­la­nan gö­rüş­le­ri­nin özü bu­dur. Bu dü­şün­ce, Ro­bin Black­burn’ün gö­rüş­le­ri­nin de önem­li bir par­ça­sı­nı oluş­tu­rur:

“Ko­mü­nist Ma­ni­fes­to’da ve baş­ka ya­zı­lar­da Marks ile En­gels, ger­çek sos­ya­liz­min an­cak ka­pi­ta­liz­min at­tı­ğı te­mel üze­ri­ne in­şa edi­le­bi­le­ce­ği­ni mü­kem­mel bi­çim­de vur­gu­la­dı­lar; Al­man de­o­lo­ji­si’nde sos­ya­liz­min, en ge­liş­miş ül­ke­le­rin en azın­dan bir kaç ta­ne­sin­de top­lum­sal çal­kan­tı­lar ge­rek­ti­re­ce­ği­ni be­lirt­ti­ler. Bu kla­sik mark­sist ka­nı­dan yo­la çı­ka­rak gö­rül­dü ki, bü­yük ve ge­ri bir ül­ke­de ‘sos­ya­liz­mi in­şa­ya’ ça­lış­mak tam bir de­li­lik­ti.”14

Kuş­ku­suz bu ar­gü­man, mark­siz­min ABC’si­dir. Man­tı­ğı, tek bir ül­ke­nin sı­nır­la­rı için­de kal­dı­ğı müd­det­çe ya­nıl­maz­dır. Ama da­ha 1906’da Troç­ki, Sü­rek­li Dev­rim, So­nuç­lar ve Ola­sı­lık­lar’da bu iti­ra­zı ay­rın­tı­sıy­la ele al­mış­tı. ‘Sos­ya­liz­min ön ko­şul­la­rı’ bö­lü­mün­de Ba­tı’da­ki sa­na­yi­nin ve Ba­tı­lı iş­çi sı­nı­fı­nın ol­gun­luk dü­ze­yi­ni ir­de­le­yen Troç­ki, Ro­bin Black­burn’ün, Ka­uts­ki’yi oto­ri­te ala­rak or­ta­ya at­tı­ğı so­ru­ya de­ği­ni­yor­du. Troç­ki şu so­nu­ca var­mış­tı:

“Av­ru­pa pro­le­tar­ya­sı­nın doğ­ru­da des­te­ği ol­mak­sı­zın Rus iş­çi sı­nı­fı ik­ti­dar­da ka­la­maz ve ge­çi­ci ege­men­li­ği­ni ka­lı­cı bir sos­ya­list dik­ta­tör­lü­ğe dö­nüş­tü­re­mez. Bu ko­nu­da bir an bi­le kuş­ku duy­ma­mak ge­re­kir. Öte yan­dan, Ba­tı’da sos­ya­list bir dev­ri­min, iş­çi sı­nı­fı­nın ge­çi­ci ege­men­li­ği­ni doğ­ru­dan sos­ya­list dik­ta­tör­lü­ğe dö­nüş­tür­me­mi­zi sağ­la­ya­ca­ğı­na da kuş­ku yok­tur.”15

1917 bo­yun­ca Le­nin ve bol­şe­vik­ler, bu yak­la­şı­mı iç­ten­lik­le be­nim­se­miş­ti. Hat­ta Sta­lin, Ekim Dev­ri­mi’ni ya­pıp yap­ma­ma ko­nu­sun­da Le­nin ile Zi­nov­yev ve Ka­me­nev ara­sın­da­ki fark­la­rı şu te­rim­ler­le özet­le­ye­bi­li­yor­du: “İki çiz­gi var: Bi­ri dev­ri­min za­fe­ri­ne gi­den yo­lu aç­mak­ta ve Av­ru­pa’ya gü­ven­mek­te, öbü­rü dev­ri­me inan­ma­yıp yal­nız­ca mu­ha­le­fet ol­ma­ya sır­tı­nı da­ya­mak­ta­dır”16 Dev­ri­min tam or­ta­sın­da, ar­tık bol­şe­vik hü­kü­met adı­na ko­nu­şan Troç­ki, 1906’da­ki tah­mi­ni­ni tek­rar­lı­yor­du:

“Av­ru­pa halk­la­rı baş­kal­dı­rıp em­per­ya­liz­mi ez­mez­se, bi­zim ezi­le­ce­ği­mi­ze hiç kuş­ku yok. Ya Rus Dev­ri­mi Ba­tı’da bir mü­ca­de­le ka­sır­ga­sı baş­la­ta­cak, ya da bü­tün ül­ke­le­rin ka­pi­ta­list­le­ri mü­ca­de­le­mi­zi bo­ğa­cak.”17

Le­nin de çok yi­ne­le­nen bir te­zin­de şöy­le di­yor­du:

“Dev­ri­mi­mi­zin ke­sin za­fe­ri, eğer bu dev­rim tek ba­şı­na ka­la­cak­sa, eğer baş­ka ül­ke­ler­de hiç­bir dev­rim ha­re­ke­ti ol­ma­ya­cak­sa, hiç kuş­ku yok­ki umut­suz­dur... Bü­tün bu güç­lük­ler­den kur­tul­ma­mız, bir kez da­ha söy­lü­yo­rum, tüm Av­ru­pa’yı kap­sa­yan bir dev­ri­me bağ­lı.”18

Ro­bin Black­burn’ün öne sür­dü­ğü gi­bi bun­lar, Le­nin ile Troç­ki’nin “baş­lan­gıç­ta­ki bol­şe­vik­le­rin ik­ti­da­rı ele ge­çir­miş ol­ma­la­rı­nı son­ra­dan hak­lı gös­ter­mek için söy­le­nen” söz­ler de­ğil­di.19 Bol­şe­vik­le­rin, Ekim Dev­ri­mi ön­ce­sin­de, sı­ra­sın­da ve son­ra­sın­da açık­ça be­yan et­ti­ği yak­la­şım­la­rıy­dı. E. H. Carr’ın var­dı­ğı so­nu­ca gö­re, “yal­nız­ca bir­kaç iyim­se­rin de­ğil, her saf­tan her bol­şe­vi­ğin gü­ven­le üze­ri­ne he­sap­lar yap­tı­ğı şey, Av­ru­pa dev­ri­miy­di.”20

Bir Av­ru­pa Dev­ri­mi bek­ler­ken bol­şe­vik­ler yal­nız de­ğil­di üs­te­lik. Ka­uts­ki bi­le 1904’te yaz­dı­ğı ve gü­nü­müz­de­ki hay­ran­la­rı­nın gö­zün­den kaç­tı­ğı an­la­şı­lan pa­rag­raf­ta Al­man­ya’da dev­rim ola­sı­lı­ğı­nı ka­bul edi­yor­du. Bu dev­rim:

“Ba­tı Av­ru­pa’da pro­le­tar­ya­nın si­ya­sal ege­men­li­ği­ni sağ­la­ma­lı ve Do­ğu Av­ru­pa pro­le­tar­ya­sı­na ge­li­şim aşa­ma­la­rı­nı kı­sa tut­ma ve Al­man­lar’ı ör­nek ala­rak ya­pay yol­la sos­ya­list ku­rum­lar oluş­tur­ma fır­sa­tı ya­rat­ma­lı­dır. Bir bü­tün ola­rak top­lum, ge­li­şi­min­de­ki her­han­gi bir aşa­ma­yı at­la­ya­maz, ama top­lu­mu oluş­tu­ran par­ça­lar­dan bi­ri­nin, da­ha ile­ri ül­ke­le­ri tak­lit ede­rek ge­cik­miş ge­liş­me­si­ni hız­lan­dır­ma­sı ve hat­ta bu sa­ye­de ge­li­şi­min ön saf­la­rın­da yer al­ma­sı müm­kün­dür...”21

Ka­uts­ki’nin 1917 son­ra­sın­da bol­şe­vik­le­re yö­nelt­ti­ği eleş­ti­ri, ka­lı­cı dev­ri­me iliş­kin bu te­mel­siz uya­rı­nın red­di­ne da­ya­nı­yor­du. O sı­ra­lar­da Ka­uts­ki, Av­ru­pa ka­pi­ta­list top­lu­mu­na ‘bir bü­tün ola­rak’ bak­mak­tan ka­çın­ma ve top­lu­mu ‘oluş­tu­ran par­ça­lar’dan bi­rin­de­ki bir dev­ri­mi mah­kum et­me ko­nu­sun­da çok ka­rar­lıy­dı. Yi­ne de Ekim Dev­ri­mi’nden son­ra, bol­şe­vik­le­re yö­ne­lik bu ti­ra­dın tam or­ta­sın­da bi­le Ka­uts­ki, bol­şe­vik­le­rin ana­li­zi­nin gü­cü­nü hep­ten si­lip ata­mı­yor­du:

“Av­ru­pa’da bir dev­rim bek­le­dik­le­ri için bol­şe­vik­le­ri faz­la suç­la­ma­mak ge­rek. Baş­ka sos­ya­list­ler de yap­tı bu­nu ve şu an­da, sı­nıf mü­ca­de­le­si­ni kes­kin bir bi­çim­de öne çı­kar­ta­cak ve bel­ki de da­ha pek çok sürp­riz ge­ti­re­cek ko­şul­la­ra yak­laş­mak­ta ol­du­ğu­mu­za kuş­ku yok. Hem eğer bol­şe­vik­ler şim­di­ye ka­dar bir dev­ri­mi bek­le­mek­le ha­ya­ta düş­müş­se, Be­bel, Marks ve En­gels de ben­zer bir ha­ya­le sı­ğın­mış ol­mu­yor mu? Bu­nu da in­kar et­me­mek la­zım.”22

Bu pers­pek­tif son­ra­ki dö­nem­ler­de onu eleş­ti­ren­le­rin öne sü­re­ce­ği gi­bi te­mel­siz bir iyim­ser­lik de­ğil­di. Dün­ya pa­za­rı­nın ve onun­la bir­lik­te em­per­ya­liz­min, ka­pi­ta­list dün­ya­yı na­sıl kay­naş­tı­rıp tek bir or­ga­niz­ma ha­li­ne ge­tir­di­ği­ne iliş­kin ay­rın­tı­lı bir göz­le­me da­ya­nı­yor­du. Par­ça­la­rı eko­no­mik bu­na­lım­lar yü­zün­den ay­nı an­da za­rar gö­ren bir or­ga­niz­may­dı bu; Bi­rin­ci Dün­ya Sa­va­şı ön­ce­si dö­nem­de­ki bü­yük iş­çi ha­re­ket­le­ri, bu or­ga­niz­ma için­de­ki bir di­zi bü­yük ül­ke­de ben­zer yo­ğun­lu­ğa ulaş­mış­tı. Le­nin ve bol­şe­vik­ler, mo­dern ka­pi­ta­liz­min ya­pı­sı­nı ve onun ya­rat­tı­ğı sı­nıf mü­ca­de­le­si­nin ulus­la­ra­ra­sı kap­sa­mı­nı açık­la­yan bir em­per­ya­lizm te­o­ri­si­ni ken­di baş­la­rı­na ge­liş­tir­di­ler. Mar­tov gi­bi sol men­şe­vik­ler de da­hil baş­ka hiç­bir sos­ya­list, böy­le bir ana­li­ze gi­riş­me­di bi­le.

Sa­vaş­tan son­ra­ki yıl­lar­da bol­şe­vik­le­rin ta­him­ni­nin ­ke­sin­lik­le doğ­ru ol­du­ğu or­ta­ya çık­tı. Av­ru­pa öl­çe­ğin­de bir dev­rim­ci ayak­lan­ma gün­dem­dey­di. İr­lan­da’da­ki Pas­kal­ya ayak­lan­ma­sı, Ekim Dev­ri­mi’nden ön­cey­di. Al­man Kay­zer’in dev­ril­me­si­ni, Ka­sım 1918’de dev­ri­mi iz­le­di. Baş­ka dev­rim­ci bu­na­lım­lar da or­ta­ya çık­tı. Vic­tor Ser­ge bun­la­rı şöy­le anı­yor:

“Dev­rim, Vi­ya­na ve Bu­da­peş­te so­kak­la­rı­na in­di...Sc­helt’ten Vol­ga’ya ka­dar iş­çi kon­sey­le­ri ve as­ker tem­sil­ci­le­ri -sov­yet­ler- şu anın ger­çek ha­kim­le­ri. Al­man­ya’nın ya­sal hü­kü­me­ti, al­tı sos­ya­list­ten olu­şan bir Halk Ko­mi­ser­le­ri Kon­se­yi­dir.”23

Mart 1919’da Ma­ca­ris­tan’da bir sov­yet hü­kü­me­ti ik­ti­da­ra ge­li­yor ve ay­nı yıl kit­le­sel iş­çi ha­re­ket­le­ri İn­gi­liz dev­le­ti­ni te­mel­le­rin­den sar­sı­yor­du. ‘İki kı­zıl yıl’ bo­yun­ca İtal­ya, kit­le­sel sı­nıf mü­ca­de­le­le­riy­le sar­sıl­dı; bun­lar an­cak, Ser­ge ta­ra­fın­dan ‘ön­le­yi­ci bir kar­şı dev­rim’ di­ye ni­te­le­nen ve Mus­so­li­ni’yi ik­ti­da­ra ge­ti­ren ha­re­ket­le son bul­du.24 Di­ğer yer­ler­de­ki olay­la­rı da şöy­le ha­tır­lı­yor Ser­ge:

“Dö­ne­min ga­ze­te­le­ri şaş­kın­lık ya­ra­tı­cı... Pa­ris’te so­kak gös­te­ri­le­ri, İs­tan­bul’da dev­rim, Bul­ga­ris­tan’da sov­yet­le­rin za­fe­ri, Ko­pen­hag’da so­kak gös­te­ri­le­ri. As­lın­da Av­ru­pa’nın ta­ma­mı ha­re­ket ha­lin­de, her yer­de giz­li ya da açık sov­yet­ler or­ta­ya çı­kı­yor, İt­ti­fak Dev­let­le­ri’nin or­du­la­rın­da bi­le; her şey ola­bi­lir, her şey.”25

Si­ya­sal yel­pa­ze­nin öte­ki ucun­da da Ll­yoyd Ge­or­ge şöy­le ya­zı­yor­du:

“Av­ru­pa’nın tü­mü dev­rim ru­huy­la do­lu. İş­çi­ler ara­sın­da sa­vaş ön­ce­sin­de­ki ko­şul­la­ra kar­şı yal­nız­ca de­rin bir hoş­nut­suz­luk duy­gu­su de­ğil, de­rin bir öf­ke ve baş­kal­dı­rı var. Si­ya­sal, top­lum­sal ve eko­no­mik yön­le­riy­le mev­cut dü­ze­nin tü­mü, Av­ru­pa’nın bir ucun­dan di­ğe­ri­ne halk kit­le­le­ri ta­ra­fın­dan sor­gu­la­nı­yor.”26

İş­te I­I­I. En­ter­nas­yo­nal’in ço­ğu Av­ru­pa ül­ke­sin­de üye sa­yı­sı yüz­bin­le­ri bu­lan kit­le­sel ko­mü­nist par­ti­le­rin bay­ra­ğı al­tın­da top­lan­ma­sı­nı sağ­la­yan da, kap­sam ve yo­ğun­luk ola­rak da­ha ön­ce ben­ze­ri gö­rül­me­miş bu sı­nıf mü­ca­de­le­le­riy­di. 1920’de ge­lin­di­ğin­de I­I­I. En­ter­nas­yo­nal, şu ör­güt­le­re sır­tı­nı da­ya­ya­bi­li­yor­du: 300.000 üye­li İtal­yan Sos­ya­list Par­ti­si, 400.000 üye­li Çe­kos­lo­vak Komünist Partisi, 140.000 üye­li Fran­sız Sos­ya­list Par­ti­si, Bul­gar Sos­ya­list­le­ri­nin 35.478 yol­da­şı, İs­veç Sos­ya­list Par­ti­si’nin 170.000 üye­si, Kit­le­sel bir Al­man Ko­mü­nist Par­ti­si, Nor­veç İş­çi Par­ti­si ve Yu­gos­lav­ya Sos­ya­list Par­ti­si.27

Bu dev­rim­ci ayak­lan­ma­lar­da ek­sik olan, ger­çek an­lam­da bir Av­ru­pa öl­çek­li bu­na­lım de­ğil­di. İş­çi­le­rin ik­ti­dar mü­ca­de­le­si­ne gir­me ko­nu­sun­da­ki is­tek­siz­li­ği de de­ğil­di. Ek­sik olan bu ha­re­ket­le­ri ik­ti­da­ra yön­len­dir­mek için ye­ter­li ni­te­lik­te bir li­der­lik ile ye­te­rin­ce de­ne­yim­li üye­ler­den oluş­muş çe­kir­de­ği olan bir ör­güt­tü. Al­man ve Rus Dev­rim­le­ri ara­sın­da­ki be­lir­le­yi­ci fark buy­du iş­te. I­I­I. En­ter­nas­yo­nal’de bol­şe­vik­le­rin, üs­te­sin­den gel­mek için kah­ra­man­ca di­din­di­ği bir za­af­tı bu. Da­ha ba­şın­dan ye­nil­gi­ye mah­kum bir mü­ca­de­le de­ğil­di kuş­ku­suz.

Bol­şe­vik­ler, Av­ru­pa dev­ri­mi­ni doğ­ru ön­gör­dü­ler ve bu dev­ri­mi ba­şa­rıy­la so­nuç­lan­dı­ra­bi­le­cek bir li­der­lik oluş­tur­mak için var güç­le­riy­le ça­lış­tı­lar. Bu­na ça­lış­mak­la iyi et­miş­ler­di. Marks’ın bir za­man­lar de­di­ği gi­bi, “an­cak şaş­maz bi­çim­de olum­lu fır­sat­lar bu­lun­ma­sı ko­şu­luy­la mü­ca­de­le­ye gi­ri­le­cek ol­sa, dün­ya ta­ri­hi­ni yap­mak ger­çek­ten çok ko­lay olur­du.”28

Ka­uts­ki’nin Al­man Dev­ri­mi’ne kar­şı tu­tu­mu ney­di? Ta­bi bu­ra­da, gü­nü­mü­zün ikin­ci en ile­ri sa­na­yi ül­ke­sin­de, ge­ri ül­ke­ler­de sos­ya­liz­min ola­ma­ya­ca­ğı­na da­ir ar­gü­man­la­rın hiç­bi­ri ge­çer­li ol­ma­sa ge­rek. Ya­ni Ka­uts­ki, ge­ri kal­mış Rus­ya’da sos­ya­list dev­ri­me kar­şı çı­kar­ken, ile­ri Al­man­ya’da des­tek­le­ye­cek miy­di? Ta­bi­i ki öy­le bir şey yok. Ka­pi­ta­list de­mok­ra­si adı­na Ka­uts­ki, Al­man­ya’da da Rus­ya’da ol­du­ğu gi­bi her tür­lü sos­ya­list dev­ri­me şid­det­le kar­şıy­dı. Ro­sa Luk­sem­burg’u en az Le­nin ka­dar teh­li­ke­li ilan et­miş­ti. Ka­uts­ki’nin par­ti­sin­den bir li­der olan ve bu çe­liş­ki­den ha­ber­siz gö­rü­nen Hu­go Ha­a­se, Luk­sem­burg’la gir­di­ği bir tar­tış­ma­da şöy­le di­yor­du:

“Bol­şe­vik dev­ri­mi­ni bu­ra­da har­fi har­fi­ne tak­lit ede­me­yiz, çün­kü nes­nel ko­şul­lar tü­müy­le fark­lı. Rus­ya köy­lü bir ül­ke... Nü­fu­su­nun an­cak yüz­de 10’u sa­na­yi iş­çi­si. Öte yan­dan Al­man­ya, gı­da kay­nak­la­rı­na ih­ti­yaç du­yan ge­liş­miş, sa­na­yi­leş­miş bir dev­let. Nü­fu­su­nun ço­ğu pro­le­ter.”29

Ro­bin Black­burn de ta­bi­i ki ay­nı ka­na­at­te. Rus Dev­ri­mi ge­ri bir ül­ke­de ger­çek­leş­ti­ği için ha­ta­lıy­sa, gü­nü­müz­de, İn­gil­te­re için ay­nı uya­rı ge­çer­li ola­maz. Yi­ne de Ro­bin Black­burn, bu­gün İn­gil­te­re’de­ki dev­rim­ci bir st­ra­te­ji­ye tıp­kı bol­şe­vik­le­rin 1917’de­ki st­ra­te­ji­si­ne ol­du­ğu ka­dar şid­det­le kar­şı. Ka­çı­nıl­maz ola­rak bun­dan çı­ka­rı­la­cak so­nuç, hem Ro­bin Black­burn’ün hem de Ka­uts­ki’nin id­di­a­la­rın­da ‘pre­ma­tü­re’ dev­ri­me iliş­kin bü­tün söz­le­rin, dev­rim­ci sos­ya­liz­me kar­şı cid­di bir ar­gü­man de­ğil, ama­ca eriş­mek için uy­du­rul­muş bir ba­ha­ne ol­du­ğu­dur.

Şu­bat 1917’de ken­di­li­ğin­den ge­li­şen kit­le­sel ayak­lan­ma ile Ekim 1917’de­ki ‘bol­şe­vik dar­be­si’ ara­sın­da­ki kar­şıt­lık, dev­ri­me iliş­kin sağ ka­nat yo­rum­la­rın tü­ken­mez gı­da­la­rın­dan bi­ri­dir. Do­ğu Av­ru­pa’da­ki olay­lar­dan ötü­rü ta­ze güç ka­zan­mak­ta olan bir gö­rüş­tür bu. Ya­kın za­man­da bir ta­rih­çi­nin be­lirt­ti­ği gi­bi:

“Bol­şe­vik za­fe­ri­nin, acı­ma­sız, komp­lo­cu bir azın­lı­ğın ör­güt­len­me ye­te­nek­le­ri­nin ürü­nü ola­rak gös­te­ril­me­si, Ba­tı’da bey­lik dü­şün­ce­yi öy­le uzun za­man­dır bi­çim­len­dir­mek­te­dir ki, ge­niş kit­le­le­rin dev­ri­me yö­ne­lik ta­vır­la­rı üze­rin­de de­ğiş­mez bir et­ki­si var­dır. Ya­kın za­man­da uz­man­la­rın yap­tı­ğı ça­lış­ma­lar bu­nun ge­tir­di­ği öner­me­le­rin pek ço­ğu üze­rin­de kuş­ku dü­şür­müş­se de, bu gö­rü­şü be­nim­se­yen ça­lış­ma­lar ha­la ya­pıl­mak­ta ve bu gö­rüş, Ba­tı­lı med­ya yo­rum­cu­la­rı­nın or­tak di­li ol­ma­yı sür­dür­mek­te­dir. Üs­te­lik pe­rest­roy­ka­nın, töv­be­kar ko­mü­niz­min göz­lü­ğü de bu­na ta­ze kan va­at et­mek­te­dir. Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin sı­kın­tı­la­rı ne ka­dar ar­tar­sa, bu gö­rü­şün sa­vu­nu­cu­la­rı da o ka­dar cü­ret­kar ola­ca­ğa ben­zer.”30

Ya­ni Pi­pes için dev­rim, ‘mo­dern bir dar­be mo­de­li’ydi.31 Anar­şist­ler bir ya­na, az sa­yı­da sos­ya­list, sağ­cı­la­rın bu hi­ka­ye­si­ni yut­ma­ya is­tek­li ol­muş­tur. Ama Ekim’in ger­çek bir kit­le ayak­lan­ma­sı ol­du­ğu­nu ka­bul eder­ken, ilk baş­ta dev­ri­mi müm­kün kı­la­bil­mek için bol­şe­vik­le­rin bü­tün di­ğer sos­ya­list par­ti­ler­le na­sıl sa­vaş­mak zo­run­da kal­dı­ğı­nı da vur­gu­la­ma eği­li­min­de­dir­ler. Ay­rı­ca kar­şı dev­rim teh­di­di­ni önem­se­me­ye­rek, dev­rim sı­ra­sın­da­ki yo­ğun ku­tup­laş­ma­yı ol­du­ğun­dan az gör­mek­te­ler. O za­man bü­tün bu ar­gü­man­lar, bol­şe­vik­le­rin Ekim son­ra­sı ey­lem­le­ri­ne yö­ne­lik eleş­ti­ri­le­ri­ne des­tek sağ­la­mak için kul­la­nıl­mış­tır: Bu ey­lem­ler Ku­ru­cu Mec­lis’in da­ğı­tıl­ma­sı ve iç sa­vaş­ta ya­pı­lan­lar­dır.

Pe­ki bol­şe­vik­le­ri ik­ti­da­ra ge­ti­ren ney­di? Prog­ram­la­rı­nın ve tak­tik ba­kı­mın­dan gös­ter­dik­le­ri es­nek­li­ğin çok önem­li ol­du­ğu açık­tır. Ama bu ola­yın an­cak bir bö­lü­mü­dür. Ge­ri ka­la­nı da di­ğer par­ti­le­rin bü­yü­yen bu­na­lı­ma gös­ter­di­ği tep­kiy­le açık­lan­mak­ta­dır. Şu­bat’tan Ekim’e uza­nan yol yal­nız­ca bol­şe­vik­le­rin ik­ti­da­ra gi­den şan­lı yo­lu de­ğil, ay­nı za­man­da dev­ri­min ge­tir­di­ği en önem­li so­ru­la­ra do­yu­ru­cu ya­nıt­lar ver­me­yi ba­şa­ra­ma­yan di­ğer par­ti­le­rin iş­çi­ler­le köy­lü­lü­le­rin gö­zün­de ya­şa­dı­ğı ke­sin dö­nü­şün öy­kü­sü­dür.

Şu­bat Dev­ri­mi üç anah­tar ko­nu ge­tir­di gün­de­me: Sa­vaş, top­rak ve fab­ri­ka­lar. Üç ta­ne de ki­lit si­ya­sal güç var­dı. İl­ki, bur­ju­va par­ti­si ana­ya­sa­cı de­mok­rat­la­rın (Ka­det­ler) - ba­zen çe­kin­ce­ler ko­ya­rak - des­tek­le­di­ği Çar­lık or­du­su su­bay­la­rı en güç­lü ka­lın­tı­sı olan es­ki dü­zen. İkin­ci ola­rak iş­çi sı­nı­fı­nın par­ti­le­ri -men­şe­vik­ler ve bol­şe­vik­ler var­dı. Son ola­rak da, ön­der­le­ri ço­ğun­luk­la ay­dın­lar, hukuk­çu­lar ve kent­li or­ta sı­nı­fın baş­ka ke­sim­le­rin­den gel­se de köy­lü­le­re yö­ne­lik olan ve ken­di­le­ri­ni köy­lü­le­rin tem­sil­ci­si sa­yan sos­ya­list dev­rim­ci­ler.

Şu­bat Dev­ri­mi’nin ürü­nü olan ve ba­şın­da Ge­çi­ci Hü­kü­met bu­lu­nan re­ji­me Ka­det­ler ege­men­di. Bu re­jim köy­lü­le­re top­rak da­ğıt­ma­yı red­de­di­yor, sa­va­şa de­vam ye­mi­ni edi­yor ve iş­çi­le­re çok az şey su­nu­yor­du. Ge­çi­ci Hü­kü­met, Şu­bat Dev­ri­mi sı­ra­sın­da ve son­ra­sın­da man­tar gi­bi ço­ğa­lan sov­yet­ler­de ço­ğun­lu­ğa sa­hip men­şe­vik­le­rin ve sos­ya­list dev­rim­ci­le­rin des­te­ği­ni al­mış­tı.

Re­ji­min uğ­ra­dı­ğı eko­no­mik ve si­ya­sal felç, Ge­çi­ci Hü­kü­met ile iş­çi, köy­lü ve as­ker kit­le­le­ri­ni bir­bi­rin­den ko­par­mış­tı. Ge­çi­ci hü­kü­met­te­ki ilk bu­na­lım, Ni­san’da ya­şan­dı. Ko­nu, sa­vaş­tı. Ka­det li­de­ri Mi­li­u­kov, “Rus­ya ka­nı­nın son dam­la­sı­na ka­dar sa­va­şa­cak­tır”, di­ye­rek bu­na­lı­ma ne­den ol­muş­tu. Ge­ne­ral Sir Alf­red Knox’a gö­re Rus as­ker­le­ri­nin “ateş al­tın­da ölen­ler sa­ye­sin­de el­le­ri­ne tü­fek ge­çe­ne ka­dar hal­laç pa­mu­ğu gi­bi sav­rul­du­ğu sa­vaş alan­la­rın­dan acı bir kar­şı­lık gör­dü bu du­yu­ru.”32

Mi­ting­ler, pro­tes­to­lar, sa­vaş yan­lı­sı ve sa­vaş kar­şı­tı gös­te­ri­ci­ler ara­sın­da­ki so­kak ça­tış­ma­la­rı ve so­nun­da da kit­le­sel gös­te­ri­ler, Mi­li­u­kov’un hü­kü­met­ten uzak­laş­tı­rıl­ma­sı­na yol aç­tı. As­lın­da tü­müy­le bur­ju­va ni­te­lik­te olan hü­kü­me­te son ver­miş­ti bun­lar. Ilım­lı sos­ya­list­le­rin li­de­ri ye­ni bir ko­a­lis­yon hü­kü­me­ti­ne ka­tıl­dı. Ka­det­ler­den Prens Tru­bets­koy’un yaz­dı­ğı gi­bi, “bi­zim­le sol ara­sın­da ke­sin bir du­var var­dı, ama yı­kıl­dı.”33 Ge­çi­ci Hü­kü­met hal­kın des­te­ği­ni git­gi­de yi­tir­dik­çe, inan­dı­rı­cı­lık ka­zan­mak için sos­ya­list dev­rim­ci­le­re ve ılım­lı sos­ya­list­le­re da­ha çok da­ya­nır ol­du ve so­nun­da Ke­rens­ki gi­bi bir li­der bul­du.

Men­şe­vik­ler­le sos­ya­list dev­rim­ci­ler, bu­lun­duk­la­rı ye­re gö­nül­lü ola­rak atan­mış­lar­dı. Dev­ri­min bur­ju­va ufuk­la­rıy­la sı­nır­lı kal­ma­sı ge­rek­ti­ği­ne inan­dık­la­rı için Ge­çi­ci Hü­kü­met’te yer al­mak­tan mem­nun­du­lar. Troç­ki’nin be­lirt­ti­ği gi­bi, “İlk dev­rim ol­du­ğun­dan be­ri men­şe­vik­ler, dev­ri­min bur­ju­va ka­rak­te­rin­den li­be­ral­ler­le bir­lik kur­ma­nın ge­rek­ti­ği so­nu­cu­nu çı­kar­mış­lar­dı.”34 Ka­det­le­rin li­de­ri de ay­nı gö­rüş­tey­di.

“Şu an­da­ki sos­ya­list par­ti­le­rin çok da­ha akıl­lı­ca bir ba­kı­şı var... şu an­da dev­rim, bur­ju­va­zi­nin si­ya­si za­fe­rin­den öte­ye gi­de­mez... Sos­ya­list­ler ken­di ge­le­nek ve öğ­re­ti­le­riy­le bağ­la­rı­nı ko­par­ma­yı bi­le ba­şa­rıp hü­kü­me­te gir­di­ler. Bu ile­ri doğ­ru, bü­yük bir adım de­mek­tir...”35

Ro­bin Black­burn ile Hobs­bawm gi­bi ‘sis­tem­li dü­şü­nür­ler’in şim­di Ekim Dev­ri­mi’ni ‘pre­ma­tü­re’ ol­du­ğu­nu gös­ter­di­ği için yü­celt­tik­le­ri bu ‘akıl­lı­ca ba­kış’, o za­man­lar ya­ra­tı­cı­la­rı­na iş­çi­ler­le köy­lü­le­rin bü­yük ço­ğun­lu­ğu­nun nef­re­ti­ni ka­zan­dı­ran te­o­ri­nin ta ken­di­siy­di.

Ilım­lı sos­ya­list­ler, yal­nız­ca Ka­det­ler­den olu­şan hü­kü­me­tin po­li­ti­ka­la­rı­nı yan­sı­tan po­li­ti­ka­lar­la ka­zan­mış­tı bu nef­re­ti. Ke­rens­ki, bir­lik­le­re “Rus as­ker­le­ri­nin yü­re­ği­ne, ken­di­ni fe­da et­me­nin ka­çı­nıl­maz­lı­ğı ve ge­rek­li­li­ği ha­kim ol­ma­lı­dır” di­ye­rek ve “si­zi bir şö­le­ne de­ğil, ölü­me ça­ğı­rı­yo­rum” söz­le­riy­le sa­vaş ça­ba­sı­nın çıl­gın­lı­ğı­nı sür­dür­dü. Köy­lü­ler­den bi­ri şöy­le kar­şı­lık ver­miş­ti bu söz­le­re: “Ben ölür de top­rak fa­lan ala­maz­sam, köy­lü­le­re top­rak ver­me­nin ne ya­ra­rı var”. Bu id­di­a­nın te­me­lin­de­ki güç, yüz­bin­ler­ce as­ke­rin uzun bir yol ka­te­de­rek kö­yü­ne ge­ri dön­me­si­ni sağ­la­dı. 1917 ya­zın­da yü­rü­ye­rek ter­ket­ti­ler cep­he­le­ri.

Or­du ka­rar­ga­hın­da ise ‘üni­for­ma için­de­ki köy­lü­ler’ sa­yı­lan­lar, kış­la­lar­la si­per­ler­de bu­lu­nan­lar­dan çok fark­lı bir ya­şan­tı sü­rü­yor­du. Vic­tor Ser­ge an­la­tı­yor:

“En yük­sek dev­rim­ci oto­ri­te... Sos­ya­list Dev­rim­ci Par­ti de­ne­ti­min­de­ki or­du ko­mi­te­siy­di. Bu ko­mi­te­nin Ge­nel Kur­may’la ara­sın­dan su sız­mı­yor­du. Bol­şe­vik­le­rin komp­lo­la­rı­nı la­net­li­yor, or­du­nun ana­va­ta­na ve it­ti­fak dev­let­le­ri­ne kar­şı şaş­maz sa­da­ka­ti­ni be­yan edi­yor­lar­dı...”36

Yurt için­de de du­rum fark­lı de­ğil­di. Men­şe­vik­ler­le sos­ya­list dev­rim­ci­ler, köy­lü­ler çok­tan ken­di baş­la­rı­na ha­re­ke­te geç­miş ol­ma­la­rı­na rağ­men, top­ra­ğın köy­lü­le­re ve­ril­me­si ge­rek­ti­ği­ni dur­ma­dan tek­rar­la­ya­rak za­ma­na ayak uy­dur­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar­dı. Mar­tov’un da ara­la­rın­da bu­lun­du­ğu men­şe­vik­ler ise fab­ri­ka­la­rın iş­çi de­ne­ti­mi­ne gir­me­si­ne şid­det­le kar­şı çı­kı­yor­lar­dı, oy­sa yi­ne bu, da­ha bol­şe­vik­le­rin slo­ga­nı ha­li­ne bi­le gel­me­den ön­ce bir ger­çek­lik ol­muş­tu. Ama iş­çi­le­ri fab­ri­ka iş­ga­li­ne, köy­lü­le­ri de top­ra­ğa el koy­ma­ya yö­nel­ten bu­na­lı­mı dur­dur­mak için hiç­bir şey yap­mı­yor­lar­dı: Şu­bat ile Ekim ara­sın­da fi­yat­lar yüz­de 2.300 art­mış, re­el üc­ret­ler ne­re­dey­se ya­rı ya­rı­ya azal­mış­tı.37 İf­las­lar ve iş­yer­le­ri­nin ka­pan­ma­sı ina­nıl­maz bir hız­la sü­rü­yor­du. Bu dü­zey­de bir top­lum­sal par­ça­la­nış­la mü­ca­de­le et­me­de grev­ler tek ba­şı­na ye­ter­li de­ğil­di.

Tem­muz’da Ke­rens­ki’nin as­ke­ri sal­dı­rı­sı ba­şa­rı­sız­lı­ğa uğ­ra­yıp Ge­çi­ci Hü­kü­met sa­va­şı bı­ra­kan­la­rı cep­he­ye dön­dür­mek için Çek pa­ra­lı as­ker­le­ri kul­la­nın­ca ikin­ci bir bu­na­lım pat­lak ver­di. ş­çi­ler­le as­ker­le­rin öf­ke­si ken­di­li­ğin­den ne­re­dey­se bir ayak­lan­ma­ya dö­nüş­tü. “Gös­te­ri­den faz­la, dev­rim­den az” bir­şey­di bu Le­nin’in söz­le­riy­le.38 Bir ke­re­sin­de öf­ke­li bir ka­la­ba­lık sov­ye­te dal­mış ve yü­zü öf­ke­den bem­be­yaz ol­muş bir iş­çi kür­sü­ye fır­la­yıp, yum­ru­ğu­nu sos­ya­list dev­rim­ci­le­rin li­de­ri Çer­nov’a sal­la­ya­rak şöy­le de­miş­ti: “Sa­na ve­ril­di­ğin­de al ik­ti­da­rı, oros­pu ço­cu­ğu.”

Oy­sa sos­ya­list dev­rim­ci­ler­le men­şe­vik­le­rin “Bü­tün ik­ti­dar sov­yet­le­re” de­me­ye hiç ni­ye­ti yok­tu. Ge­nel­lik­le bol­şe­vik­le­re sı­cak bak­ma­yan bir ta­rih­çi­nin yaz­dı­ğı gi­bi:

“Pet­rog­rad Sov­ye­ti’nin ba­şı­na geç­mek için ön saf­la­ra çı­kan­lar, dev­rim­ci pra­tik ko­nu­sun­da bil­gi­siz ol­ma­la­rı­na rağ­men, dev­rim te­o­ri­si­nin kar­ma­şık­lı­ğı üze­ri­ne tar­tış­mak­ta çok faz­la za­man ge­çir­miş­ti... Rus­ya pro­le­ter­le­ri­ni tem­sil et­me­de ür­kek kal­dık­la­rı­nı or­ta­ya koy­du­lar... bu te­red­düt do­lu te­o­ris­yen­ler, dev­ri­min “ne Rus­ya’da hız­lı bir sos­ya­list dö­nü­şüm ger­çek­leş­ti­re­cek pra­tik gü­ce sa­hip ol­du­ğu, ne de ko­şul­la­rın ol­gun­laş­tı­ğı” ko­nu­sun­da söy­lev ve­rip du­ru­yor­du. Si­ya­sal ik­ti­da­rın, ön­ce­lik­le Rus­ya’nın mülk sa­hi­bi in­san­la­rı­nı tem­sil eden ağır­baş­lı po­li­ti­ka­cı­la­ra ve­ril­me­si ge­rek­ti­ği ko­nu­sun­da ıs­rar­lıy­dı­lar... Pet­rog­rad’ın iş­çi­le­riy­le as­ker­le­ri ise ye­ni ka­zan­dık­la­rı dev­rim­ci za­fe­ri el­den çı­kar­ma­ya pek gö­nül­lü ol­ma­dık­la­rı­nı gös­ter­di­ler.”39

Tem­muz gün­le­ri­nin ilk el­de­ki so­nu­cu, bol­şe­vik­le­rin ka­zan­dı­ğı des­te­ğin azal­ma­sı de­ğil­di. Dev­rim dal­ga­sı, he­nüz Ge­çi­ci Hü­kü­me­ti çev­re­le­yen du­var­la­rı yı­ka­cak güç­te de­ğil­di, an­cak ge­dik­ler aç­ma­yı ba­şar­mış­tı. Ha­re­ket ge­çi­ci ola­rak ge­ri­le­di­ğin­de, ılım­lı sos­ya­list­le­rin de kit­le­ler­den ken­di­si ka­dar kork­tu­ğun­dan emin olan kar­şı dal­ga, şan­sı­nı de­ne­me­ye ça­lış­tı.40

Na­sıl ki sov­yet saf­la­rın­da ku­tup­laş­ma olu­yor­sa, bur­ju­va­zi saf­la­rın­da da eşit, ama kar­şıt bir ku­tup­laş­ma söz ko­nu­suy­du. na­sıl as­ker­ler, iş­çi­ler ve köy­lü­ler, Ge­çi­ci Hü­kü­met ile sov­yet­ler­de­ki ılım­lı ço­ğun­lu­ğun du­ru­ma ken­di­le­ri le­hi­ne ke­sin bir çö­züm ge­tir­me­si için sa­bır­sız­la­nı­yor­sa, ge­ne­ral­le­rin, fab­ri­ka­tör­le­rin ve top­rak sa­hip­le­ri­nin de Ge­çi­ci Hü­kü­met’in du­ru­ma ken­di­le­ri le­hi­ne ke­sin ve top­tan bir çö­züm ge­tir­me­de­ki be­ce­rik­siz­li­ği kar­şı­sın­da sab­rı tü­ken­mek­tey­di.

Bur­ju­va saf­la­rın­da as­ke­ri dik­ta­tör­lük­ten ya­na bi­le ha­va ege­men ol­ma­ya baş­la­mış­tı. Ke­rens­ki, Le­nin’i ya­ka­la­yıp gör­dü­ğü yer­de vu­ra­cak olan özel bir man­ga ku­rul­ma­sı­nı em­ret­ti.41 Troç­ki ile öte­ki ön­de ge­len li­der­ler hap­se atıl­dı, bol­şe­vik sem­pa­ti­zan­la­rı öl­dü­rül­dü ve ör­gü­tün mat­ba­a­sı ya­kı­lıp yı­kıl­dı. “ş­çi sı­nı­fı­nın ak­lı­nı ba­şı­na ge­ti­re­cek ‘ör­nek’ bir Al­man za­fe­ri, gün­lük soh­bet­le­rin or­tak ko­nu­su ol­muş­tu”42 Marc Fer­ro, “kü­çük çap­lı te­rör” di­ye ad­lan­dır­dı­ğı bu du­ru­mu şöy­le an­la­tır:

“Bir an­ti bol­şe­vizm mo­de­li oluş­tu­rul­muş­tu ve iç sa­vaş sı­ra­sın­da bu ye­ni­den ku­rul­du. Şu­bat ile Ekim ara­sın­da bi­çim­len­di­ril­miş­ti ve son­ra­dan İtal­ya ve Al­man­ya’da or­ta­ya çı­kan fa­şist mo­del­le ara­sın­da ba­zı ben­zer­lik­ler var­dı: Ön­de ge­len ban­ker­ler­le sa­na­yi­ci­le­rin te­mel ro­lü ola­rak top­lum­sal dev­ri­me di­ren­me or­du ve ki­li­se­nin ha­re­ke­te geç­me­siy­le, sı­nıf mü­ca­de­le­si­nin red­diy­le ve as­ker­ler ara­sın­da­ki er­kek­çe da­ya­nış­ma­nın yü­cel­til­me­siy­le baş­la­dı; “Özel ey­lem grup­la­rı­nın” ku­rul­ma­sı, hü­kü­me­tin za­af­la­rı­nın teş­hir edil­me­si, ye­ni adam­la­rın (ge­nel­lik­le sa­va­şı des­tek­le­miş olan es­ki dev­rim­ci­ler) or­ta­ya çık­ma­sı, li­der­lik kül­tü, Ya­hu­di düş­man­lı­ğı, de­mok­ra­tik ör­güt­le­re yö­ne­lik sal­dı­rı­lar ve son ola­rak da müt­te­fik hü­kü­met­le­rin sem­pa­ti­si ve si­lah­lı mü­ca­de­le­siy­le de­vam et­ti­ril­di.”43

Ge­ne­ral Kor­ni­lov’un Ağus­tos 1917’de dev­let kon­fe­ran­sı için tren­den su­bay­la­rın omuz­la­rın­dan ine­rek Mos­ko­va’ya gel­me­si, dö­nüm nok­ta­sı ol­du. O an­dan iti­ba­ren Ge­çi­ci Hü­kü­met ta­ri­he ka­rış­tı. 0 gö­rün­tü ar­dın­da bol­şe­vik­ler, iki­li ik­ti­da­ra sov­yet­ler le­hi­ne son ve­re­rek dev­ri­mi sa­vun­ma­ya ha­zır­la­nı­yor­du. Sağ ise dev­ri­mi, sov­yet­le­ri ve Ge­çi­ci Hü­kü­me­ti as­ker çiz­me­le­ri al­tın­da ez­me­ye. Se­çim ya dev­rim ya da kar­şı dev­rim­di. Troç­ki şö­ye di­yor­du:

“Na­sıl Pet­rog­rad kit­le­le­ri­nin he­ye­ca­nıy­la Tem­muz’da­ki ya­rı ayak­lan­ma baş­la­dıy­sa, mülk sa­hip­le­ri­nin sa­bır­sız­lı­ğın­dan da Ağus­tos’da­ki Kor­ni­lov ayak­lan­ma­sı çık­tı. Tıp­kı bol­şe­vik­le­rin, müm­kün­se ba­şa­rı­la­rı­nı ga­ran­ti­ye al­mak ve her du­rum­da yok ol­ma­yı ön­le­mek için ken­di­le­ri­ni si­lah­lı ayak­lan­ma­dan ya­na ol­ma­ya zo­run­lu hisst­ti­ği gi­bi, Ka­det­ler de ben­zer ne­den­ler­le ken­di­le­ri­ni Kor­ni­lov ayak­lan­ma­sı­nı des­tek­le­me­ye zo­run­lu his­set­miş­tir. Bu sı­nır­lar için­de ba­kın­ca iki du­rum ara­sın­da şa­şır­tı­cı bir si­met­ri var. Ama bu si­met­rik çer­çe­ve­nin için­de he­def­ler, yön­tem­ler ve so­nuç­lar açı­sın­dan tam bir kar­şıt­lık söz ko­nu­su.”44

Kor­ni­lov, ken­di­si­nin ve yol­da­şı su­bay­la­rın “ge­rek­ti­ğin­de bü­tün sov­yet üye­le­ri­ni as­mak­ta te­red­düt et­me­ye­ce­ği”ni açık­ça be­lirt­ti, ama Ke­rens­ki hü­kü­me­ti­nin ka­nat­la­rı al­tın­da ça­lış­ma­yı umu­yor­du. Son­ra bir Ku­ru­cu Mec­lis top­la­na­bi­lir, ça­bu­cak da­ğı­tı­lır ve “Ke­rens­ki ve or­tak­la­rı be­nim yo­lu­mu açar”dı.45 “Renş­çi­na kis­ve­si al­tın­da Kor­ni­lovş­çi­na” baş­la­ya­cak­tı.46 Ke­rens­ki, Kor­ni­lov’un plan­la­rı­nın so­nun­da ken­di mah­vı­nı ge­ti­re­ce­ği­ni geç de ol­sa fark et­ti ve Kor­ni­lov dar­be­si­ni ye­nil­gi­ye uğ­rat­mak için sov­yet­le­re ya­naş­tı. Sov­yet­ler­se ar­tık Ke­rens­ki’ye gü­ve­ni­ni yi­tir­miş­ti ve li­der­lik için bol­şe­vik­le­re git­tik­çe da­ha çok yak­la­şı­yor­lar­dı.

Böy­le­ce, halk des­te­ği­nin, Ge­çi­ci Hü­kü­met’ten sov­yet­le­re kay­ma­sı­na yol açan sü­re­cin ay­nı­sı­nı, bu kez sov­yet­ler için­de iş­le­ye­rek des­te­ğin ılım­lı sos­ya­list­ler­den bol­şe­vik­le­re kay­ma­sı­na ne­den olu­yor­du. Ağus­tos 1917’de men­şe­vik­le­rin li­de­ri, ör­gü­tün tam bir ka­rı­şık­lık” için­de ol­du­ğu­nu be­lirt­ti: “Kim­se ne ya­pa­ca­ğı­nı, na­sıl ya­pa­ca­ğı­nı bil­mi­yor­du... Men­şe­vik­ler­le sos­ya­list dev­rim­ci­ler halk­tan ve as­ker­ler­den ay­nı öl­çü­de so­yut­lan­mış­tı.” Ple­ha­nov’un ça­lış­ma­sı, dev­ri­min “pre­ma­tü­re” ol­du­ğu te­o­ri­siy­le bi­çim­le­nen ya­pı­tı­nı göz­den ge­çi­ri­yor ve şu so­nu­ca va­rı­yor­du: “Men­şe­vik Par­ti ard ar­da ye­nil­gi alı­yor, hız­la çö­küp gi­de­ce­ği­ni söy­le­mek için mü­nec­cim ol­ma­ya ge­rek yok.”47

Bu ko­şul­lar­da ılım­lı sos­ya­list­ler, si­ya­sal ger­çek­lik üze­rin­de­ki ha­ki­mi­yet­le­ri­ni tü­müy­le kay­bet­ti. Gi­de­rek et­ki­le­ri aza­lı­yor ve ikin­ci bir dev­rim ön­le­me is­te­ği ile ile­ri git­mez­ler­se kar­şı dev­ri­min ku­ca­ğı­na dü­şe­cek­le­ri kay­gı­sı ara­sın­da gi­dip ge­li­yor­lar­dı. Ke­rens­ki’nin gi­de­rek his­te­rik bir ni­te­lik ka­za­nan ka­rar­sız­lık­la­rı, bu tu­tu­mun onun ki­şi­li­ğin­de­ki yan­sı­ma­sıy­dı.

Bol­şe­vik­le­rin, Kor­ni­lov dar­be­si­ni ye­nil­gi­ye uğ­rat­ma­da oy­na­dı­ğı ha­ya­ti rol, sov­yet­ler­de ço­ğun­lu­ğun des­te­ği­ni ka­zan­dır­dı on­la­ra. Kor­ni­lov Dar­be­si, Ağus­tos so­nun­da ye­nil­gi­ye uğ­ra­tıl­mış ve 9 Ey­lül’de bol­şe­vik­ler Pet­rog­rad Sov­ye­ti’nde ço­ğun­lu­ğu ka­zan­mış, Troç­ki sov­ye­tin ba­şı­na geç­miş­ti. Kor­ni­lov’un ye­nil­gi­si ile Ekim ayak­lan­ma­sı ara­sın­da par­ti­nin işi, des­tek­çi­le­ri­ni sov­yet­ler için­de ör­güt­le­mek ve Ge­çi­ci Hü­kü­met’in, da­ğıl­mış hur­da­sı­nın son ka­lın­tı­la­rın­dan da ayık­la­na­bil­me­si için par­ti­nin ken­di li­der­le­rin­den bir bö­lü­mü­nü ik­na et­mek­ti.

Le­nin, ayak­lan­ma­nın bir par­ti dar­be­si de­ğil, an­cak kit­le dev­ri­mi­ni taç­lan­dı­ran bir ey­lem ola­bi­le­ce­ği ko­nu­sun­da ıs­rar­lıy­dı. Pet­rog­rad Sov­ye­ti’nde­ki As­ke­ri Dev­rim­ci Ko­mi­te’nin bol­şe­vik baş­ka­nı Ni­ko­lay Pod­vo­is­ki,

Ekim Dev­ri­mi ari­fe­sin­de Le­nin’le yap­tı­ğı şu ko­nuş­ma­yı ha­tır­lı­yor­du:

   “Yol­daş Le­nin, As­ke­ri Dev­rim­ci Ko­mi­te’nin ça­lış­ma­la­rı hak­kın­da ne dü­şün­dü­ğü­mü sor­du.
   “‘As­ke­ri Dev­rim­ci Ko­mi­te’ de­dim, ‘as­lın­da par­ti­mi­zin Mer­kez Ko­mi­te­si As­ke­ri Ör­güt­le­ri’nin uzan­tı­sı olan bir bü­ro­dur.’
   “‘Doğ­ru de­ğil!’ de­di Vla­di­mir İl­yiç, ‘tam yet­ki­si ve iş­çi­ler­le as­ker­le­rin her ke­si­miy­le bağ­lan­tı­sı olan par­ti dı­şı bir ayak­lan­ma or­ga­nı ol­ma­lı o. Ko­mi­te sı­nır­sız sa­yı­da iş­çiy­le as­ke­rin si­lah­la­nıp ayak­lan­ma­ya ka­tıl­ma­sı­nı sağ­la­ma­lı. As­ke­ri Dev­rim­ci Ko­mi­te’de­ki her üye­nin in­si­ya­ti­fi ve et­kin­li­ği ne ka­dar ge­niş olur­sa, bir bü­tün ola­rak ko­mi­te­nin kit­le­ler üze­rin­de­ki et­ki­si de o ka­dar güç­lü ve so­nuç ge­ti­ri­ci olur. As­ke­ri Dev­rim­ci Ko­mi­te üze­rin­de as­ke­ri ör­güt dik­ta­tör­lü­ğü­ne iliş­kin en ufak bir ima ol­ma­ma­lı.’”48

Bu, Le­nin’in dev­rim ile dar­be ara­sın­da­ki far­kı açık­la­mak zo­run­da kal­dı­ğı ilk du­rum de­ğil­di kuş­ku­suz. Dev­rim için as­ke­ri ha­zır­lık­la­ra gi­ri­şil­me­si­ni is­te­di­ğin­de hem men­şe­vik­ler, hem de baş­ta Zi­nov­yev ve Ka­me­nev ol­mak üze­re ken­di des­tek­çi­le­ri, Le­nin’in dar­be ha­zır­la­dı­ğı­nı söy­le­ye­rek kar­şı çık­mış­tı. De­ği­şik bi­çim­ler­de Le­nin, ja­ko­ben­lik­le, anar­şist Ba­ku­nin’in ya da komp­lo­cu Blan­qu­i’nin izin­den git­mek­le suç­lan­dı. Le­nin’in ce­va­bı, bu­ra­da uzun bir alın­tıy­la ve­ril­me­ye de­ğer, çün­kü hem onun dar­be yap­ma­ya hiç ni­ye­ti ol­ma­dı­ğı­nı, hem de Ekim’de ger­çek­leş­ti­ri­len dev­ri­min ön­ko­şul­la­rı­nı ke­sin bir bi­çim­de gös­ter­mek­te­dir. Bu ar­gü­man­la­rı, Ekim Dev­ri­mi ön­ce­sin­de bin­ler­ce bas­kı­sı ya­pı­lan Mark­sizm ve ayak­lan­ma ad­lı bro­şü­rün­de de yer alır:

“Eğer be­lir­li bir sı­nı­fın par­ti­si ta­ra­fın­dan dü­zen­len­miş­se, eğer onu ör­güt­le­yen­ler ge­nel­de po­li­tik anı, özel­de de ulus­la­ra­ra­sı du­ru­mu ana­liz et­miş­se, eğer par­ti, nes­nel ol­gu­la­rın gös­ter­di­ği bi­çim­de halk ço­ğun­lu­ğu­nun des­te­ği­ni top­la­ma­mış­sa, eğer dev­rim­ci olay­la­rın ge­li­şi­mi, kü­çük bur­ju­va­zi­nin uz­laş­ma ya­nıl­sa­ma­sı­nın pra­tik­te çü­rü­tül­me­si­ni sağ­la­ma­mış­sa, eğer yet­ki­li ka­bul edi­len ya da pra­tik­te öy­le ol­du­ğu­nu or­ta­ya ko­yan sov­yet ti­pi dev­rim­ci mü­ca­de­le or­gan­la­rın­da ço­ğun­luk ka­za­nıl­ma­mış­sa, eğer (sa­vaş var­sa) or­du­da, tüm hal­kın is­te­ği­ne rağ­men hak­sız sa­va­şı uza­tan hü­kü­me­te kar­şı bir duy­gu ol­gun­laş­ma­mış­sa, eğer baş­ka­la­rı­nın slo­gan­la­rı (“bü­tün ik­ti­dar sov­yet­le­re”, “köy­lü­le­re top­rak” ya da “tüm sa­va­şan ulus­la­ra der­hal de­mok­ra­tik ba­rış”... gi­bi) halk ara­sın­da yay­gın­laş­ma­mış­sa, eğer ile­ri iş­çi­ler kit­le­le­rin du­ru­mu­nun ça­re­siz­li­ğin­den ve kır­sal ke­si­min des­te­ğin­den, bir köy­lü ha­re­ke­ti ya da top­rak sa­hip­le­ri ile top­rak sa­hip­le­ri­ni sa­vu­nan hü­kü­me­te kar­şı çı­kan ayak­lan­ma ara­cı­lı­ğıy­la cid­di­li­ği an­la­şı­lan bir des­tek­ten emin de­ğil­se, eğer ül­ke­nin eko­no­mik du­ru­mu, bu­na­lı­mın ba­rış­çı ve par­la­men­ter araç­lar­la olum­lu bir çö­zü­me ka­vuş­tu­ru­la­bi­le­ce­ği ko­nu­sun­da ger­çek­ten umut ve­ri­yor­sa, as­ke­ri kons­pi­ras­yon Blan­qu­i­ci­lik­tir. Bu ka­da­rı ye­ter her­hal­de.”49

Le­nin, Tem­muz gün­le­rin­de bu ko­şul­la­rın mev­cut ol­ma­dı­ğı­na inan­dı­ğın­da, pre­ma­tü­re bir ayak­lan­ma­yı ön­le­mek için tüm ça­ba­sı­nı gös­ter­di. Al­man Dev­ri­mi’nin de gös­te­re­ce­ği gi­bi Av­ru­pa’da­ki pek çok dev­rim­ci, ben­zer bir de­ğer­len­dir­me ya­pa­ma­ma­yı ha­yat­la­rıy­la öde­ye­cek­ti. Ama Ekim’de Le­nin’in si­ya­sal düş­man­la­rı bi­le onun Ja­ko­ben ol­ma­dı­ğı­nı ka­bul et­mek zo­run­da kal­mış­tı. men­şe­vik N. N. Su­ha­no­ve şöy­le ya­zar:

“Hal­kın ezi­ci ço­ğun­lu­ğu par­ti­nin ar­dın­dan ge­li­yor­ken, par­ti za­ten fi­li­yat­ta bü­tün ik­ti­dar ve oto­ri­te­yi ele ge­çir­miş­ken, ulu­sal ayak­lan­ma­dan de­ğil, as­ke­ri kons­pi­ras­yon­dan söz et­mek, açık­ça­sı abes­le iş­ti­gal­di. Bol­şe­viz­min düş­man­la­rı için bu, ka­sıt­lı bir abes­lik­ti, ama “ya­kın dost­lar” (Zi­nov­yev, Ka­me­nev) için, pa­nik­ten kay­nak­la­nan bir sap­may­dı. Bu­ra­da hak­lıy­dı Le­nin...”50

Ya da Ro­ber Ser­vi­ce’in ya­lın ifa­de­siy­le:

“Son­ba­har son­la­rın­da top­lum­sal kar­ga­şa ve eko­no­mik çö­küş do­ru­ğa var­dı­ğın­da, ar­tık ger­çek­ten önem­li olan, bol­şe­vik po­li­tik prog­ra­mı­nın iş­çi, as­ker ve köy­lü kit­le­le­ri­ne git­tik­çe da­ha çok çe­ki­ci gel­me­siy­di. Ama bu yüz­den Ekim Dev­ri­mi ol­ma­ya­bi­lir­di.”51

Mar­tov, “Kar­şı­mız­da pro­le­tar­ya­nın za­fer­le so­nuç­la­nan ayak­lan­ma­sı ol­du­ğu­nu an­la­yı­nız lüt­fen-pro­le­tar­ya­nın ne­re­dey­se ta­ma­mı Le­nin’i des­tek­li­yor ve ayak­lan­ma­dan top­lum­sal kur­tu­lu­şu­nu bek­li­yor,” di­ye yaz­mış­tı.52

So­nuç­ta Ekim, men­şe­vizm ile bol­şe­vizm ara­sın­da, bur­ju­va de­mok­ra­si­si ile sov­yet ik­ti­da­rı ara­sın­da bir ya­rış de­ğil, bir yan­da bur­ju­va ge­ri­ci­li­ği ve as­ke­ri dik­ta­tör­lük ile di­ğer yan­da sov­yet ik­ti­da­rı­nın ol­du­ğu bir ya­rış­tı. Men­şe­vik­ler, dev­rim ol­du­ğun­da, Ku­ru­cu Mec­lis da­ğıl­dı­ğın­da ve iç sa­vaş sı­ra­sın­da an­la­ma­dı­lar bu­nu. Bol­şe­vik­le­rin üs­tün­lük sağ­la­ya­bil­me­le­ri ise bu­nu an­la­ma­la­rın­da ya­tı­yor­du.

Bu­gün Ekim 1917’de­ki “pre­ma­tü­re” dev­ri­min önü­nü ala­cak bir “üçün­cü yol” ol­say­dı di­ye düş ku­ran­la­rın iki ko­nu­da dü­şün­me­si ge­re­kir. İlk ola­rak bu yol, 1917’de Rus­ya’nın iş­çi­le­ri­ne öne­ril­di ve on­lar da red­det­ti­ler, ikin­ci ola­rak bu­nu, bir an­lam­da Ke­rens­ki’nin ka­rar­sız­lı­ğı­nın ar­dın­da Kor­ni­lov’un sün­gü­sü­nü gör­dük­le­ri için red­det­ti­ler. Fa­şiz­min, dev­rim­le oy­na­yan­la­rın öde­di­ği be­del ol­du­ğu­nu söy­ler­ken hak­lıy­dı Troç­ki.

 

Ço­ğun­luk­la sta­li­niz­min kök­le­ri­ni bol­şe­vik­le­rin ti­ran­ca ve an­ti de­mok­ra­tik par­ti ya­pı­sın­da yat­tı­ğı söy­le­nir. Bir ku­şak bo­yun­ca so­ğuk sa­vaş ta­rih­çi­le­ri­nin tek­rar­la­dı­ğı, şim­di de Rus med­ya­sın­da yan­kı bu­lan söz­ler­dir bun­lar. Bu ta­rih­çi­le­rin dü­şün­ce­si­ne mer­kez olan ar­gü­man, li­be­ral ta­rih­çi Step­han Co­hen ta­ra­fın­dan bir par­ça iro­niy­le özet­len­miş­ti:

“Ekim 1917’de kü­çük, tem­sil ni­te­li­ği ol­ma­yan ve şim­di­den to­ta­li­ter ni­te­lik ka­zan­mış ya da to­ta­li­ter­li­ği emb­ri­yo aşa­ma­sın­da bir par­ti olan bol­şe­vik­ler (ko­mü­nist­ler), ik­ti­da­rı ele ge­çi­re­rek Rus Dev­ri­mi’ne iha­net et­ti­ler. O an­dan baş­la­ya­rak Sov­yet ta­ri­hi, 1917’de­ki gi­bi Ko­mü­nist Par­ti­si’nin to­ta­li­ter di­na­mi­ğiy­le be­lir­len­di; par­ti­nin baş­lan­gıç­ta­ki li­de­ri Le­nin’in ki­şi­li­ğin­de can­la­nan te­kel­ci po­li­ti­ka, acı­ma­sız tak­tik­ler, ide­o­lo­jik or­to­doks­luk, prog­ram­da dog­ma­tizm, di­sip­lin­li li­der­lik ve mer­ke­zi bü­rok­ra­tik ör­güt­len­mey­le.”53

Sol, Co­hen’in “kö­tü ni­yet­li ve ka­çı­nıl­maz ola­rak tek doğ­rul­tu­lu” de­di­ği bu te­o­ri­ye ke­sin bi­çim­de sırt çe­vir­miş­ti. Oy­sa şim­di iş­ler de­ğiş­ti. Sam Far­ber, sov­yet dev­le­ti­nin ilk za­man­la­rın­da Le­nin’in le­gal­lik kar­şı­sın­da­ki tu­tu­mu­nu “en iyi ha­liy­le ama­ca yö­ne­lik kul­lan­ma, en kö­tü ha­liy­le hi­çe say­ma” di­ye ni­te­ler ve “Le­nin’in, ya­sa ya da baş­ka bir şey ol­sun, ka­ğı­da dö­kül­müş ku­ral­la­ra kar­şı kro­nik an­ti­pa­ti­si” ile iliş­ki­len­di­rir. Far­ber’in id­di­a et­ti­ği­ne gö­re bu tu­tum, “onun par­ti içi ör­güt­len­me­ye iliş­kin po­li­tik uy­gu­la­ma­la­rın­da za­man za­man önem­li rol oy­na­ma­sı”,54 ‘ku­ral­lar’ ve ‘le­gal­lik’ kar­şı­sın­da­ki bu hür­met­siz­lik, Sta­lin’in yo­lu­nun açıl­ma­sın­da rol oy­na­mış­tı. Ro­bin Black­burn’e gö­re “Le­nin’in bol­şe­vik akı­mı, bir tür po­li­tik gö­nül­lü­lü­ğü tem­sil eder ha­le gel­di”. Le­nin’in “par­ti ör­güt­len­me­si ve di­sip­li­ni kül­tü”, ken­di­si­nin de an­cak ha­ya­tı­nın so­nun­da far­kı­na var­dı­ğı gi­bi, “ken­di onay­la­ma­dı­ğı amaç­lar için de kul­la­nı­la­bi­le­cek bir si­ya­si gü­cü bi­çim­len­dir­me­ye ya­ra­yan iki ucu kes­kin bir bu­luş­tu.” ve Le­nin “tam so­rum­lu­luk ta­şı­ma­sa da”, o ve Troç­ki, “Sta­lin için biz­zat ze­min ha­zır­la­mış ol­ma suç­la­ma­sın­dan kur­tu­la­maz­lar”.55

Sos­ya­list­ler­den du­yul­ma­sı dü­şün­dü­rü­cü gö­rüş­ler­dir bun­lar, özel­lik­le de son 30 yıl bo­yun­ca li­be­ral ta­rih­çi­le­rin yap­tı­ğı çok sa­yı­da araş­tır­ma, 1928’de Sta­lin’in ik­ti­da­ra gel­me­sin­den kı­sa bir sü­re ön­ce­si­ne ka­dar bol­şe­vik­le­rin yal­nız­ca bir ko­nu­da, ya­ni ken­di iç­le­rin­de tar­tış­ma ve çe­kiş­me ka­rar­lı­lı­ğın­da fa­na­tik bir ör­güt ol­du­ğu­nu kuş­ku­ya yer bı­rak­ma­ya­cak bi­çim­de gös­ter­miş­ken.

Le­nin’in ilk baş­lar­da, Ne Yap­ma­lı?’da (1902) di­sip­lin ve ör­güt­len­me ko­nu­sun­da­ki ıs­ra­rı, o za­man­lar dev­rim­ci ha­re­ke­te ege­men olan ka­os ve anar­şi­nin ürü­nüy­dü. Dur­ma­dan bir­bi­riy­le iliş­ki­siz ye­rel grup­lar çı­kı­yor­du or­ta­ya. İl­kel ve ama­tör ya­pı­la­rıy­la po­lis ajan­la­rı­na yem olu­yor, ço­ğu za­man da­ha ilk bro­şür­le­ri­ni çı­kar­ma­dan tu­tuk­la­nı­yor­lar­dı. Kö­ken bul­duk­la­rı grev dal­ga­sı, on­la­ra mü­ca­de­le­ye ka­tıl­mak gi­bi sağ­lık­lı bir is­tek ka­zan­dır­mış, ama ay­nı za­man­da on­la­rı, bu mü­ca­de­le­yi top­lum için­de sos­ya­list de­ği­şim gi­bi da­ha kap­sam­lı ko­nu­lar­la bir­leş­tir­me ko­nu­sun­da be­lir­gin bir is­tek­siz­lik­le do­nat­mış­tı.

Ne Yap­ma­lı?’nın ün­lü te­ma­la­rı bu za­af­la­rı ele al­mış­tı. Yal­nız­ca bro­şür­le­rin ol­du­ğu bir or­tam­da Le­nin, bir par­ti mat­ba­a­sı ta­lep et­ti. Ama­tör­lü­ğün ol­du­ğu yer­de pro­fes­yo­nel­lik ta­lep et­ti. Sen­di­ka­lizm ve eko­no­mizm olan yer­de sos­ya­list po­li­ti­ka ta­lep et­ti. Ye­rel­lik olan yer­de ko­or­di­nas­yon ve mer­kez ta­lep et­ti. Bü­tün bun­lar­da pa­sif de­ğil, ak­tif bir üye­lik is­ti­yor­du. İl­le­gal ko­şul­lar, “pro­fes­yo­nel” dev­rim­ci­ler­den son de­re­ce bü­yük bir bağ­lı­lık is­ti­yor­du. Ne Yap­ma­lı?’nın bü­tün bu for­mü­las­yon­la­rı, o za­man Troç­ki ve Mar­tov ta­ra­fın­dan da des­tek­len­miş­ti.

Ba­zı du­rum­lar­da Le­nin’in ar­gü­man­la­rı işi abar­tı­yor­du bi­raz; için­den çık­ma­ya ça­lış­tı­ğı ka­os göz önü­ne alın­dı­ğın­da ge­rek­li bir kö­tü­lük­tü bu. Sos­ya­liz­min iş­çi­le­re an­cak “dı­şa­rı­dan” ge­le­bi­le­ce­ği doğ­ru de­ğil­di, iş­çi­le­rin ken­di baş­la­rı­na an­cak sen­di­ka bi­lin­ci­ne va­ra­bi­le­cek­le­ri de doğ­ru de­ğil­di. Le­nin’in an­cak üç yıl son­ra, iş­çi­le­rin 1905 Dev­ri­mi sı­ra­sın­da “ken­di­li­ğin­den” sos­ya­list ol­du­ğu­nu ve par­ti­nin müm­kün ol­du­ğun­ca çok iş­çi­yi al­mak için ka­pı­la­rı­nı ar­dı­na ka­dar aç­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni söy­ler­ken mem­nu­ni­yet­le ka­bul ede­ce­ği ha­ta­lar­dı bun­lar.56 l­le­ga­li­te ve bas­kı­lar bol­şe­vik­le­ri da­ha sı­kı bir ör­güt­len­me ge­liş­tir­me­ye zor­la­dı­ğın­da bi­le, to­ta­li­ter ör­güt­len­me ef­sa­ne­si­nin çok uza­ğın­day­dı on­lar. Li­be­ral ta­rih­çi­ler­den bi­ri­nin be­lirt­ti­ği gi­bi:

“Düş­man­la­rı­nı bü­yük bir ha­ra­ret­le bes­le­di­ği sı­kı­ca ke­net­len­miş bir grup if­lah ol­maz komp­lo­cu ima­jı... on­la­rın ger­çek du­rum­la­rıy­la acı­ma­sız­ca alay et­mek de­mek­ti. As­lın­da hal­kın gö­zün­de­ki imaj­la­rı ger­çe­ği hiç yan­sıt­mı­yor­du. Le­nin, ye­ral­tı ko­mi­te­le­riy­le iliş­ki­yi sür­dür­me­yi ba­şar­dı­ğın­da bi­le, plan ve po­li­ti­ka­la­rın tek ge­çer­li kay­na­ğı ola­rak gör­me­di­ler onu. Ne yap­ma­lı?’ya ör­güt­len­me şab­lo­nu ola­rak bak­mı­yor­lar­dı... As­lın­da ku­ra­bil­dik­le­ri an­da kit­le­sel bir sos­ya­list par­ti kur­mak is­ti­yor­lar­dı.”57

Bol­şe­vik­ler mo­no­li­tik bir par­ti ol­mak­tan öy­le uzak­tı ki Le­nin bir çok ko­mi­te­yi men­şe­vik­ler­den ayır­mak­da bü­yük güç­lük çek­miş­ti. 1917’de bi­le Rus­ya’nın ba­zı yer­le­rin­de or­tak ko­mi­te­ler var­dı ha­la. Ne açı­dan ba­kar­sak ba­ka­lım bol­şe­vik­ler, 1905’ten 1917’ye ka­dar ateş­li tar­tış­ma­nın norm ol­du­ğu bir par­tiy­di. Du­ma’yı boy­kot et­me, son­ra­dan da Du­ma’ya ka­tıl­ma ko­nu­sun­da, po­li­sin kur­du­ğu sen­di­ka­la­ra gir­me ko­nu­sun­da, Le­nin ile Bog­da­nov ara­sın­da­ki fel­se­fi tar­tış­ma ko­nu­sun­da ve da­ha önem­siz bir sü­rü ko­nu­da bö­lün­dü­ler.

1917 yı­lın­da “tar­tış­ma, Mer­kez Ko­mi­te­si fa­a­li­yet­le­ri­nin can da­ma­rıy­dı”.58 Dev­ri­min ya­pı­sı ko­nu­sun­da, ikin­ci dev­ri­min ya­pı­lıp ya­pıl­ma­ya­ca­ğı ve ne za­man ya­pı­la­ca­ğo ko­nu­sun­da tam an­la­mıy­la bö­lün­müş­ler­di. Dev­rim­den son­ra da di­ğer sos­ya­list­ler­le ko­a­lis­yon olup ol­ma­ya­ca­ğı, Ku­ru­cu Mec­lis se­çim­le­ri­nin ye­ni­le­nip, ye­ni­len­me­ye­ce­ği ve Al­man em­per­ya­liz­miy­le ba­rış ya­pı­lıp ya­pıl­ma­ya­ca­ğı ko­nu­sun­da bö­lün­dü­ler. Bu so­nun­cu­su “bir sü­re için... tam an­la­mıy­la par­ça­lan­ma­nın eşi­ği­ne ge­tir­di par­ti­yi”.59 Yi­ne de iç sa­vaş sı­ra­sın­da as­ke­ri po­li­ti­ka, sos­ya­lizm­de sen­di­ka ro­lü ve tek­rar tek­rar eko­no­mik ko­nu­lar­da ye­ni tar­tış­ma­lar çık­ma­sı­nı en­gel­le­me­di. Bol­şe­vik­le­rin iç ör­güt­len­me­si­ne iliş­kin ça­lış­ma­sın­da Ro­bert Ser­vi­ce, iç sa­vaş gi­bi yı­kı­cı bir de­ne­yi­min par­ti içi ha­ya­tı fel­ce uğ­rat­ma­sı­na rağ­men şun­la­rı söy­le­mek­te­dir:

1920’le­rin or­ta­la­rın­da­ki Bol­şe­vik Par­ti­si’nin, 1930’lar­da­ki sis­tem­li gro­teks­li­ği gös­ter­di­ği an­la­mı­na gel­mez bu... 1920’le­ri ka­sıp ka­vu­ran bü­tün o tar­tış­ma­lar dik­ka­te alı­nın­ca, tüm me­ka­niz­ma­nın iç sa­vaş­tan kı­sa bir sü­re son­ra bol­şe­vik ha­ya­tın dı­şın­da kal­dı­ğı­nı sa­vun­mak gü­lünç olur.60

Dev­rim­ci bir par­ti­de­ki her­han­gi bir cid­di tar­tış­ma­dan bek­le­ne­ce­ği gi­bi bu tar­tış­ma­lar, ço­ğun­luk­la bol­şe­vik­le­ri en te­pe­den en al­ta ka­dar iki­ye ayı­rı­yor­du. Her za­man, ama özel­lik­le 1917’de, “ne za­man par­ti­nin alt or­gan­la­rı önem­li ko­nu­la­rın teh­li­ke­de ol­du­ğu­nu dü­şün­se, ita­at­siz­lik ti­pik dav­ra­nış olu­ve­rir­di.”61 1917’de par­ti­nin Vy­borg ko­mi­te­si, Pet­rog­rad ko­mi­te­si­nin Ge­çi­ci Hü­kü­met’e yö­ne­lik hoş­gö­rü­lü tu­tu­mu­na kar­şı Bal­tık’ı do­la­şıp pro­pa­gan­da yap­ma­la­rı için ken­di aji­ta­tör­le­ri­ni gön­der­miş­ti.

“En te­pe­de­ki mer­kez ko­mi­te­sin­den ta­ban­da­ki te­mel “hüc­re­ler”e ka­dar uza­nan hi­ye­rar­şik zin­cir­de doğ­ru dü­rüst bir ita­at ve di­sip­lin sis­te­mi de yok­tu. Ge­ri­lim ve ça­tış­ma is­tis­na de­ğil, ka­i­dey­di. Bir şey çık­tı­ğın­da ko­mi­te­ler, he­sap ver­me­ye yu­ka­rı­dan de­ğil aşa­ğı­dan ça­ğı­rı­lır­dı ge­nel­lik­le. Ta­ba­nı oluş­tu­ran üye­ler ile alt dü­zey­de­ki ey­lem­ci­ler, ge­nel açık top­lan­tı­lar­da gö­rüş­le­ri­ni du­yu­ra­bil­di­ği gi­bi, sık ara­lık­lar­la ye­ni­den tem­sil­ci se­çe­bi­li­yor­lar­dı da... uzun bir sü­re bo­yun­ca çok az li­der, ko­mi­te­de­ki ça­lış­ma ar­ka­daş­la­rı­nın gö­rü­şü­ne kar­şıt iş yap­ma­yı ba­şar­dı.”62

Ne ya­pa­cak­la­rı ko­nu­sun­da da­ha be­lir­gin bi­çim­de yol gös­te­ril­me­si ta­le­biy­le Mer­kez Ko­mi­te­si sek­re­tar­ya­sı­nı ba­san, ge­nel­lik­le ye­rel par­ti ko­mi­te­le­ri olu­yor­du. Sek­re­ter­ya­nın so­rum­lu­su olan Sverd­lov, ço­ğu za­man yol gös­te­ri­ci ola­rak Prav­da’ya bak­ma­la­rı­nı söy­ler­di on­la­ra. Ekim yak­la­şır­ken, so­ru so­ran­lar­dan bi­ri­ne şun­dan baş­ka söy­le­ye­cek laf bu­la­ma­mış­tı: ”An­la­ma­lı­sın yol­daş. ‘Bü­tün İk­ti­dar Sov­yet­le­re’den da­ha so­mut bir ta­li­mat ver­mek çok zor... an­cak şu­nu da ek­le­me­li­yim ki, pos­ta ve telg­raf bü­ro­la­rı ile de­mir­yol­la­rı­nı ele ge­çir­mek son de­re­ce önem­li.”63 Bu as­ga­ri dü­zey­de­ki ta­li­ma­ta da Pet­rog­rad’da bi­le her za­man uyul­mu­yor­du: Mer­kez Telg­raf bü­ro­su­nu ele ge­çir­mek­le gö­rev­li ko­lun ba­şın­da­ki yol­daş­lar­dan iki­si de, yan­la­rı­na ta­ban­ca al­ma­yı unut­muş­tu.

Pe­ki bu tab­lo bol­şe­vik­le­rin na­sıl ça­lış­tı­ğı­nı doğ­ru yan­sı­tı­yo­sa, ör­güt­len­me­nin ve de­mok­ra­tik mer­ke­zi­yet­çi­li­ği iş­let­me­nin öne­min­den ne kal­dı ge­ri­ye? As­lın­da pek çok şey. Dev­rim­ci bir par­ti, hem iş­çi sı­nı­fı kit­le­siy­le, hem de sı­ra­dan par­ti üye­le­riy­le ge­ri­lim ve ça­tış­ma iliş­ki­si için­de iş­ler.

Bu bas­kı ol­ma­dan, dev­rim­ci bir ör­gü­tün ola­ğan iş­le­yi­şi olan gü­rül­tü­lü de­mok­ra­si ve tar­tış­ma ol­ma­dan, par­ti­nin sı­nıf için­de olup bi­te­ni öğ­ren­me­si, ken­di de­ne­yim­le­ri­ni tar­tı­şıp gö­rüş­me­si ve po­li­ti­ka oluş­tur­ma­sı ola­nak­sız­dır. An­cak ça­lış­ma­sı­nı ve ar­gü­man­la­rı­nı ras­yo­nel ve sis­tem­li kıl­ma­ya yö­ne­lik ara­lık­sız ça­ba ol­ma­dan da par­ti, sı­nı­fa ön­der­lik et­me­ye so­yu­nan or­gan iş­le­vi­ni ye­ri­ne ge­ti­re­mez -iş­te bu yüz­den par­ti, en olum­lu bi­çim­de kar­şı­lan­dı­ğın­da bi­le tar­tış­ma ve çe­kiş­me­le­ri di­sip­li­ne et­me­ye ça­lış­ma­lı­dır. Par­ti li­der­li­ği­nin bu­nu ger­çek­leş­tir­me­si­ni sağ­la­ya­cak tek yol da ar­gü­man­la­rın gü­cü ve ön­ce­ki tar­tış­ma­la­rın kay­dı­dır. Bu ka­yıt­lar ne ka­dar sağ­lam­sa, par­ti ve li­der­li­ği mü­ca­de­le­de o ka­dar çok hak­lı çı­kar, sı­nıf için­de ve ken­di üye­le­ri ara­sın­da o ka­dar ağır­lı­ğı olur.Son ça­re ola­rak da li­der­li­ğin ar­gü­man­la­rı­nın gü­cü, mü­ca­de­le için­de­ki iş­çi­ler­den, te­o­ri­nin tk ger­çek kay­na­ğı olan ne ka­dar ça­buk ve çok şey öğ­re­nil­di­ği­ne bağ­lı­dır.

Bol­şe­vik­ler, ile­ri dü­zey­de iç tar­tış­ma­ya ta­ham­mül gös­te­re­bi­li­yor­du, çün­kü yıl­lar için­de ge­nel po­li­ti­ka­lar üze­rin­de ile­ri dü­zey­de bir an­laş­ma ya­rat­mış­lar­dı ve mark­sist ge­le­nek ko­nu­sun­da ge­niş bil­gi­le­ri var­dı. Eşit öl­çü­de önem­li olan bir şey de her fır­sat­ta iş­çi­sı­nı­fı için­de kök sal­ma­ya ça­lış­ma­la­rı, üye­le­ri­ni as­la mü­ca­de­le­ye uzak kal­ma­ya­cak ve par­ti­nin fi­kir­le­ri­ni, mü­ca­de­le için­de­ki­le­rin de­ne­yim­le­ri­ne uy­gun te­rim­ler­le ifa­de ede­cek şe­kil­de eği­til­me­le­riy­di. Bu­na kar­şı­lık Ro­sa Lu­xem­burg’un Spar­ta­küs Bir­li­ği’nin ne or­tak bir te­o­rik çer­çe­ve­si var­dı, ne de en azın­dan iş­çi­ler için­de ile­ri bir azın­lık­la sağ­lam bağ­la­rı. Ne mü­ca­de­le­nin önem­li dö­nüm nok­ta­la­rın­da uyum için­de dav­ran­ma­yı, ne de ör­gü­tü da­ğıt­ma teh­li­ke­si­ne gir­me­den sert tar­tış­ma­la­ra da­yan­ma­yı ba­şa­ra­bil­me­le­ri­nin ne­de­ni bu­dur.

Bol­şe­vik­ler ile iş­çi sı­nı­fı ara­sın­da­ki bu di­ya­lek­tik iliş­ki bir kez ko­pun­ca, iç sa­vaş­tan son­ra biz­zat iş­çi sı­nı­fı­nın bel ke­mi­ği kı­rıl­dı­ğı için par­ça­la­nın­ca, tar­tış­ma öz­gür­lü­ğü ya­vaş ya­vaş ve ka­çı­nıl­maz bi­çim­de ön­ce par­ti­nin ken­di ken­di­siy­le gir­di­ği bir mo­no­lo­ğa, son­ra da yal­nız­ca par­ti li­der­le­ri ara­sın­da bir çe­kiş­me­ye dö­nüş­tü.64

 

Bol­şe­vik­le­rin Ocak 1918’de Ku­ru­cu Mec­li­si da­ğıt­ma­sı, en ih­ti­laf­lı ey­lem­le­rin­den bi­riy­di. Ka­uts­ki’den bü­yük tep­ki gö­ren bu ey­lem, onun Ekim Dev­ri­mi’ne kar­şı ka­le­me al­dı­ğı po­le­mi­ği Pro­le­tar­ya Dik­ta­tör­lü­ğü’nde­ki en önem­li suç­la­ma­lar­dan bi­ri ol­du. Ro­bin Black­burn, Mar­tov’un “bur­ju­va de­mok­ra­tik dev­ri­mi­ne mark­sist­ler ön­cü­lük et­me­li­dir” gö­rü­şü­ne açık bir sem­pa­ti bes­li­yor. Black­burn şöy­le der:

“Bu tav­ra uy­gun ola­rak Mar­tov, sov­yet­ler ve sen­di­ka­lar için ha­la ba­ğım­sız bir rol­den ya­na ol­mak­la bir­lik­te, 1918’de Ku­ru­cu Mec­lis’in da­ğı­tıl­ma­sı­na kar­şı çık­tı”. Mar­tov di­yor, Black­burn, “oto­ri­ter bir dev­le­te da­ya­lı hu­ku­ki ve de­mok­ra­tik bir po­li­ti­ka kur­ma­nın öne­mi­ni gö­re­me­yen bir tür lüm­pen anar­şiz­mi ile suç­la­dı bol­şe­vik­le­ri”.65 An­cak Ro­bin Black­burn, “ta ba­şın­dan par­ti dik­ta­tör­lü­ğü­nü red­de­den” Ka­uts­ki ile Ro­sa Lu­xem­burg’u “gü­nün ön­de ge­len mark­sist­le­ri” ola­rak ay­nı ke­fe­ye koy­ma­mak­ta­dır.”66

New Left Re­vi­ev’un ön­ce­ki sa­yı­la­rın­dan bi­rin­de Tim Wol­forth, ay­nı tür­den bir ar­gü­ma­nı da­ha ge­nel te­rim­ler­le or­ta­ya ko­yu­yor. “Genç sov­yet dev­le­ti­nin, le­ni­nist öğ­re­ti­de şid­det­le suç­la­nan par­la­men­ter ‘bur­ju­va’ de­mok­ra­si­si sis­tem­le­rin­den ya­pı­sal ola­rak üs­tün ol­du­ğu­nu söy­le­mek zor­dur,” di­yor Wol­forth. De­vam ede­rek sov­yet­le­rin, “en yük­sek ka­rar ve­ri­ci hü­kü­met or­ga­nı­nın, par­ti­ler ara­sın­da öz­gür­ce re­ka­be­te da­ya­lı ev­ren­sel oy hak­kı ve giz­li oy ver­me il­ke­le­riy­le doğ­ru­dan se­çil­me­si” ile ta­mam­lan­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni be­lir­ti­yor.67

Sam Far­ber, bol­şe­vik­le­ri sa­vun­ma­ya tam ola­rak gö­nül­lü de­ğil, ama “an­cak, sov­yet sis­te­mi­ni sa­vun­ma­ya yö­ne­lik ar­gü­man­la­rı­nın... bu al­ter­na­tif de­mok­ra­tik yö­ne­tim bi­çi­mi­ne olan ger­çek bir uzun va­de­li inan­cı tem­sil et­ti­ği­ni sa­yar­sak du­rum de­ği­şe­bi­lir”.68 Yi­ne bu, Far­ber’in var­say­ma ko­nu­sun­da is­tek­li ol­du­ğu­nu gös­ter­mez ke­sin­lik­le, çün­kü tüm ki­ta­bı, bol­şe­vik­le­rin böy­le bir inanç gös­te­re­me­di­ği­ni is­pa­ta ay­rıl­mış. Ro­sa Lük­sem­burg’dan da alın­tı ya­pı­yor Far­ber. Lük­sem­burg’un bol­şe­vik­le­rin Ku­ru­cu Mec­lis’i da­ğıt­ma­sı­na yö­ne­lik, eleş­ti­ri­le­ri, yaz­dı­ğı baş­ka tek bir ke­li­me­yi as­la onay­la­ma­ya­cak sağ­cı­lar ta­ra­fın­dan da kul­la­nı­lır. Özel­lil­le de bun­lar, “ulus­la­ra­ra­sı sos­ya­liz­min onu­ru­nu kur­tar­dık­la­rı için” Le­nin ile Troç­ki’den öv­güy­le söz et­me­si­ni unu­tur­lar onun.69

Bü­tün eleş­ti­ri­le­rin özün­de­ki me­se­le, şu so­ru­yu sor­ma­la­rı­dır: İş­çi ana­ya­sa­sı­nı ya­zan biz ol­say­dık, na­sıl bir de­mok­ra­tik şab­lon öne­rir­dik? Sor­ma­dık­la­rı ise şu: İk­ti­dar mü­ca­de­le­sin­de han­gi ku­rum­lar iş­çi­le­rin çı­ka­rı­nı, han­gi­le­ri ha­kim sı­nı­fın çı­ka­rı­nı tem­sil eder? Mu­ha­lif sı­nıf­lar, han­gi ku­rum­la­rın çev­re­sin­de top­la­nır? Bir dev­rim dö­ne­min­de bu so­ru­la­rı dik­kat­le in­ce­le­mek ge­re­kir, çün­kü fark­lı ku­rum­la­rın oy­na­dı­ğı rol, sı­nıf güç­le­ri ara­sın­da­ki den­ge­ye bağ­lı ola­rak önem­li de­ği­şim­ler gös­te­re­bi­lir.

Ekim Dev­ri­mi’nden ön­ce bol­şe­vik­ler da­hil tüm sos­ya­list par­ti­ler, Ku­ru­cu Mec­lis’in top­lan­ma­sın­dan ya­nay­dı. Ama Ge­çi­ci Hü­kü­met, hem sos­ya­list­ler ona ka­tıl­ma­dan ön­ce, hem de son­ra, Mec­lis’i top­la­mak­ta ge­cik­ti. Bu ge­cik­me­nin top­lum­sal bir te­me­li var­dı. Se­çim ya­pı­lır­sa men­şe­vik­ler ve sos­ya­list dev­rim­ci­ler ço­ğun­lu­ğu ala­bi­lir­di. Bu da on­la­rı top­rak me­se­le­si­ni, sa­va­şın so­na er­di­ril­me­si­ni ve fab­ri­ka­la­rın iş­ga­li­ni gün­de­me ge­tir­mek zo­run­da bı­ra­ka­bi­lir­di. De­mek ki ya bol­şe­vik­le­rin prog­ra­mı­na -”Top­rak, ek­mek ve ba­rış”- uy­mak zo­run­da ka­la­cak­lar, ya da dev­ri­min, şim­di­den bir öl­çü­de ku­rum­laş­mış ka­za­nım­la­rı­nı ge­ri çek­me­ye ça­lı­şa­cak­lar­dı. Bu da iş­çi ve köy­lü kit­le­le­ri kar­şı­sın­da kar­şı dev­rim­ci saf­lar­da yer al­mak de­mek­ti.

Böy­le­ce Ge­çi­ci Hü­kü­met en iyi bil­di­ği şe­yi yap­tı: Sav­sak­la­yıp, ba­ha­ne uy­dur­du. Bir yan­dan gü­nün önem­li so­run­la­rı üze­rin­de ka­rar ve­re­me­ye­ce­ği­ni, çün­kü yal­nız­ca ge­çi­ci bir hü­kü­met ol­du­ğu­nu söy­ler­ken, di­ğer yan­dan da bu­na yet­ki­li ol­du­ğu­nu be­lirt­ti­ği tek or­ga­nı, Ya­ni Ku­ru­cu Mec­lis’i bir tür­lü top­la­ma­dı. Bu şart­lar al­tın­da bol­şe­vik­ler, bur­ju­va de­mok­rat­la­rın, bur­ju­va dev­ri­min ge­rek­le­ri­ni ye­ri­ne ge­tir­me­ye bi­le ni­yet­li ol­ma­dı­ğı­nı gös­ter­mek için bü­tün güç­le­riy­le Ku­ru­cu Mec­lis’in top­lan­ma­sı­na ça­lış­tı­lar. Bu ara­da dev­ri­min ge­rek­tir­dik­le­ri­nin de an­cak bü­tün ik­ti­da­rı sov­yet­le­re ve­re­rek ye­ri­ne ge­ti­ri­le­bi­le­ce­ği­ni ıs­rar­la vur­gu­la­ma­ya de­vam et­ti­ler.

İş­çi kit­le­le­ri, sov­yet­le­rin ken­di ör­güt­len­me­le­ri ol­du­ğu­nu, on­la­rın ih­ti­yaç­la­rı­na ce­vap ver­di­ği­ni, Mec­lis’in ise hak­kın­da pek bir­şey bil­me­dik­le­ri ve za­ten pek bir şey bek­le­me­dik­le­ri bir ha­yal ol­du­ğu­nu Ekim Dev­ri­mi’nden ön­ce bi­le an­la­mış­tı. Sos­ya­list dev­rim­ci li­der­ler­den Bo­ris So­ko­lov, bu­nu can­lı bi­çim­de açık­lı­yor:

“Bü­tün si­ya­si par­ti­ler için­de Sos­ya­list Dev­rim­ci Par­ti, Ku­ru­cu Mec­lis dü­şün­ce­si­ne son de­re­ce sı­kı, hat­ta di­ye­bi­li­rim ki or­ga­nik bağ­lar­la bağ­lıy­dı... On­lar için en önem­li ko­nu, ‘ül­ke­yi Ku­ru­cu Mec­lis’e ge­tir­mek’ti; bu yal­nız­ca on­lar için böy­le de­ğil­di ta­bi­i. Te­o­rik ola­rak bel­ki ve fi­i­len bü­yük ih­ti­mal­le bun­da bü­yük bir hak­lı­lık var­dı, ama pra­tik­te bu tu­haf ide­a­lizm, en can sı­kı­cı so­nuç­la­rı ve sı­kın­tı­la­rı ba­rın­dı­rı­yor­du. bu­nun ne­de­ni özel­lik­le hal­kın, Ku­ru­cu Mec­lis’in kur­ta­rı­cı gü­cü­ne tam bir inanç duy­mak­tan çok uzak olu­şuy­du... Baş­lan­gıç­ta, dev­rim­den son­ra­ki ilk bir­kaç ay için­de Ku­ru­cu mec­lis, ön saf­lar­da­ki as­ker kit­le­le­ri için ke­sin­lik­le bi­lin­me­yen ve açık ol­ma­yan bir­şey­di... sem­pa­ti­le­ri tü­müy­le, açık­ça ve iç­ten­lik­le sov­yet­le­re yö­ne­lik­ti. On­la­ra ya­kın ve sı­cak olan, köy mec­lis­le­ri­ni ha­tır­la­tan ku­rum­lar­dı bun­lar. Da­ha ilk gün­ler­den iti­ba­ren sov­yet­le­rin top­lan­tı­la­rı, on­la­rın ka­rar­la­rı üze­rin­de­ki et­ki­li ol­muş­tu. Hem as­ker­le­rin ‘bi­zim sov­ye­ti­miz’ de­di­ği or­du ko­mi­te­si, hem de bü­yük kent­ler­de­ki sov­yet­ler on­la­ra ya­kın ge­li­yor, fa­a­li­yet­le­ri an­la­şı­lır gö­rü­nü­yor­du. İlk bir kaç ay­da as­ker­le­rin Ku­ru­cu Mec­lis’e na­sıl iti­raz et­ti­ği­ne bir­kaç kez ta­nık ol­dum, üs­te­lik iç­le­rin­de en az akıl­lı olan­lar da de­ğil­di bun­lar. Mec­lis ço­ğun­lu­ğa Du­ma’yı ya­ni ken­di­le­ri­ne uzak olan bir ku­ru­mu çağ­rış­tı­rı­yor­du. “Tem­sil­ci­le­ri­mi­zin top­la­na­ca­ğı, her şe­ye ka­rar ve­rip, her­şe­yin na­sıl ya­pı­la­ca­ğı­nı bi­le­cek sov­yet­le­ri­miz ol­duk­tan son­ra bir Ku­ru­cu Mec­lis’e ne ge­rek var?”70

Ekim Dev­ri­mi, ik­ti­da­rı sov­yet­le­re ver­dik­ten son­ra, sos­ya­list dev­rim­ci­ler­le men­şe­vik­ler Ku­ru­cu Mec­lis top­la­ma­yı da­ha faz­la ge­cik­tir­mek is­te­me­di, çün­kü ar­tık mec­lis, sı­kın­tı ve­ren uzak bir ha­yal ol­mak­tan çı­kıp, ye­ni kay­bet­tik­le­ri her­şe­yi ge­ri al­ma­la­rı­nı sağ­la­ya­cak po­tan­si­yel bir üs du­ru­mu­na gel­miş­ti. Par­ti üye­le­ri ara­sın­da yi­ne çok fark­lı bir ha­va ha­kim­di. So­ko­lov, gü­ney­ba­tı cep­he­sin­de­ki as­ker­le­rin kong­re­sin­den söz edi­yor; bu­ra­da, bol­şe­vik et­ki­si­nin ku­zey­ba­tı cep­he­si­ne gö­re çok da­ha az ol­du­ğu­nu dik­ka­te al­mak ge­re­kir.

“Kong­re­nin ço­ğun­lu­ğu, de­le­ge­le­rin yak­la­şık üç­te iki­si­ne sa­hip olan Sos­ya­list Dev­rim­ci Par­ti’den­di. Ka­lan üç­te bir de bol­şe­vik­ler­den ya­da -da­ha az sa­yı­da ol­mak­la be­re­ber- Uk­ray­na­lı­lar­dan­dı. An­cak sos­ya­list dev­rim­ci­ler­den ba­zı­sı, ön­ce­lik­le ard­çı bi­rim­le­rin cep­he ön­le­ri­ne yol­la­dık­la­rı, en iyi şe­kil­de şöy­le özet­le­ne­bi­le­cek be­lir­siz bir ta­vır ta­kın­dı: Ar­tık Ge­çi­ci Hü­kü­met ol­ma­dı­ğı­na gö­re ve Ku­ru­cu Mec­lis de he­nüz top­lan­ma­dı­ğı­na gö­re, ül­ke­de tüm ik­ti­dar sov­yet­le­re ve­ril­me­li­dir...Bu so­run çev­re­sin­de ge­li­şen tar­tış­ma­lar de­le­ge­ler ara­sın­da bi­le ne ka­dar çe­liş­ki­li bir ha­va­nın ege­men ol­du­ğu­nu gös­te­ri­yor­du... Sov­yet sis­te­mi­nin pa­la­men­ter sis­tem kar­şı­sın­da üs­tün­lük­le­ri­ni tar­tı­şıp, ço­ğu için tar­tı­şıl­maz gö­rü­len şu ger­çe­ği vur­gu­la­dı­lar: Sov­yet­ler, Ge­çi­ci Hü­kü­met’ten da­ha iyiy­di, çün­kü “bi­li­yor­su­nuz sov­yet­ler bi­zim”di. Ge­çi­ci Hü­kü­me­ti’in es­ki ba­kan­la­rın­dan Avk­sen­ti­ev’in kong­re­ye ge­lip bir çok ko­nuş­ma­sın­da “Bü­tün ik­ti­dar Ku­ru­cu Mec­lis’e” slo­ga­nı­nı sa­vun­ma­sı da ço­ğun­lu­ğu ik­na ede­me­di... Çok bü­yük bir ço­ğun­lu­ğu tem­sil et­me­se de cep­he kong­re­si bol­şe­vik­le­rin öner­di­ği for­mü­las­yon­dan ya­na ta­vır alı­yor­du. İk­ti­da­rın sov­yet­le­re, esas ola­rak da bol­şe­vik­le­re ve­ril­me­si ta­le­bi­ni di­ler ge­tir­miş­ti.”71

Böy­le­lik­le bu as­ker­ler, Marks’ın dev­rim­ci te­o­ri­de bir ki­lo­met­re­ta­şı olan Pa­ris Ko­mü­nü ya­zı­la­rın­dan bu ya­na olan­la­rı, ken­di de­ne­yim­le­ri ara­cı­lı­ğıy­la kav­ra­mış­tı: Sov­yet, da­ha üs­tün bir de­mok­ra­si bi­çi­mi­dir çün­kü, po­li­tik ve eko­no­mik gü­cü bir­leş­tir­mek­te­dir, oy­sa par­la­men­to, bur­ju­va­zi­nin en önem­li gü­cü­ne, eko­no­mik gü­ce do­kun­maz; çün­kü sov­yet, hü­kü­me­tin yö­ne­tim ve yar­gı iş­lev­le­ri­ni de­mok­ra­tik de­ne­tim al­tı­na alır, oy­sa par­la­men­to, dev­let me­mur­lu­ğu­nu, or­du­yu ve po­li­si, se­çim­le gel­me­miş ki­şi­le­rin eli­ne bı­ra­kır; ve her­şey­den önem­li­si çün­kü sov­yet iş­çi­le­rin ira­de­si­ne du­yar­lı ve grev, pro­tes­to ve ben­ze­ri ey­lem­le­ri doğ­ru­dan ör­güt­le­me gü­cü olan bir mü­ca­de­le or­ga­nı­dır.

Par­la­men­to, dev­rim­le­ri sı­ra­sın­da bur­ju­va­zi için an­cak bir top­lan­ma nok­ta­sı ola­bi­lir­di, çün­kü on­lar yal­nız­ca si­ya­sal ik­ti­da­rı he­def­li­yor­du. Ge­nel ola­rak on­lar, za­ten eko­no­mi­nin ha­ki­mi ol­muş ya da bu nok­ta­ya çok yak­laş­mış­lar­dı. Do­la­yı­sıy­la İn­gil­te­re’de 1640’da ku­ru­lan uzun par­la­men­to ile Fran­sa’da 1789’da ku­ru­lan Ku­ru­cu Mec­lis za­ten eko­no­mik ola­rak güç­lü bir sı­nıf adı­na dev­let ik­ti­da­rı­nı ele ge­çir­mek­le sı­nır­la­dı ken­di­ni. Bu du­rum­da bi­le par­la­men­ter ku­rum­la­rın sı­ra­sıy­la Ye­ni Mo­del Or­du’nun si­lah­la­rı ve ja­ko­ben hiz­bin ön­cü­lük et­ti­ği bü­yük halk ha­re­ket­le­ri­nin gü­cüy­le ile­ri itil­me­si ge­re­ki­yor. Hem İn­gi­liz, hem de Fran­sız dev­rim­le­rin­de bur­ju­va­zi­nin en ra­di­kal ke­sim­le­ri bi­le dev­ri­min ba­şa­rı­sı için ken­di par­la­men­ter ku­rum­la­rı­nı tas­fi­ye et­mek zo­run­da kal­mış­tı.

Ama sos­ya­list dev­rim tıp­kı bur­ju­va­zi­nin sa­ra­yın kar­şı­sı­na par­la­men­to­yu koy­ma­sı gi­bi par­la­men­to­nun kar­şı­sı­na sa­ra­yı koy­mak du­ru­mun­da­dır, çün­kü es­ki dev­le­ti yı­kıp ye­ri­ne da­ha de­mok­ra­tik bir iş­çi dev­le­ti koy­mak için eko­no­mik -grev ya­pa­bil­me ve iş­yer­le­ri­ni de­ne­ti­mi­ni ele ge­çir­me gü­cü­nü- si­ya­sal ik­ti­da­rı ele ge­çir­me­ye yö­ne­lik ayak­lan­ma ha­re­ke­tiy­le bir­leş­ti­ren bir or­ga­na ge­rek du­yar.

Bur­ju­va­zi ve sos­ya­list dev­rim­ci­ler bu­nu açık­ça an­lat­mış­tı ve kar­şı dev­ri­me gi­den yol­da ilk adım ola­rak bur­ju­va dev­le­ti­nin ya­pı­sın­da va­ro­lan bü­tün es­ki ay­rım­la­rı ye­ni­den oluş­tur­mak için fır­sat kol­lu­yor­lar­dı. Ku­ru­cu Mec­lis, sa­ğın top­lan­ma ye­riy­di. Sos­ya­list dev­rim­ci­ler, Ku­ru­cu Mec­lis’in açıl­ma­sıy­la ay­nı sı­ra­lar­da ger­çek­leş­tir­mek üze­re fi­i­len kar­şı dev­rim olan bir şey plan­la­dı­lar:

   “Ola­yı ayak­lan­ma­ya dö­nüş­tür­mek için her şey ha­zır­dı. Otuz zırh­lı araç Smol­ni’ye (bol­şe­vik ka­rar­ga­hı­na) iler­le­ye­cek­ti; sos­ya­list dev­rim­ci alay­la­rı dar­be­yi des­tek­le­ye­cek­ti.”72
   “Haf­ta­lar bo­yun­ca bü­tün ha­zır­lık­lar bu ama­ca gö­re ya­pıl­dı. Ama ye­ni yıl­la bir­lik­te tü­müy­le as­ke­ri ni­te­lik­te bir dar­be­nin ba­şa­rı­lı ola­ma­ya­ca­ğı or­ta­ya çık­tı” di­yor sos­ya­list dev­rim­ci­le­rin ta­rih­çi­si Rad­key.73

Sos­ya­list dev­rim­ci li­der­le­ri, son da­ki­ka­da ayak­lan­ma­dan vaz­geç­ti. Yi­ne de te­rö­rist sos­ya­list dev­rim­ci frak­si­yo­nu Le­nin ile Troç­ki’yi ka­çır­ma plan­la­rı­nı sür­dür­dü ve 2 Ocak 1918’de, mec­li­sin açı­lış ta­ri­hin­den üç gün ön­ce Le­nin’in ara­ba­sı­na iki el ateş edil­di. Bu ara­da Rus­ya’nın gü­ne­yin­de de Ge­ne­ral Ka­le­din ko­mu­ta­sın­da­ki ilk Be­yaz “gö­nül­lü or­du” Ku­ru­cu Mec­lis bay­ra­ğı al­tın­da sov­yet ik­ti­da­rıy­la sa­vaş­ma­ya baş­la­mış­tı bi­le. Bu ko­şul­lar al­tın­da bol­şe­vik­le­rin kar­şı dev­ri­me da­ve­ti­ye çı­ka­ran mec­li­si açık tut­ma­sı saç­ma­lık olur­du; mec­lis se­çim­le­ri par­la­men­ter de­mok­ra­si öl­çüt­le­ri­ne gö­re tam bir ada­let için­de ya­pıl­mış ol­sa bi­le.

As­lın­da bu sı­nır­lı öl­çüt­le­re gö­re bi­le adil de­ğil­ler­di. İlk ola­rak se­çim­le­re an­cak yüz­de 50 ka­tı­lım sağ­lan­mış, Rus­ya’nın ba­zı ke­sim­le­rin­de san­dık bi­le ku­rul­ma­mış­tı. Cep­he­de ba­zı yer­ler­de su­bay­lar Ge­çi­ci Hü­kü­met’in düş­tü­ğü­nü sak­lı­yor­du. İkin­ci ola­rak sos­ya­list dev­rim­ci­ler, se­çim lis­te­le­ri oluş­tu­rul­duk­tan son­ra bö­lün­müş­tü. De­mek ki, ha­ki­mi­yet “sol” Ka­det­ler­den pek far­kı ol­ma­yan sağ sos­ya­list dev­rim­ci­ler­dey­di. Bol­şe­vi­le­re ya­kın olan sol sos­ya­list dev­rim­ci­ler ise an­cak Rus­ya’nın or­ta ke­si­min­de­ki ba­zı böl­ge­ler­de lis­te çı­ka­ra­bil­miş­ti.

Do­la­yı­sıy­la üç haf­ta sü­ren ve sağ sos­ya­list dev­rim­ci­ler ezi­ci bir ço­ğun­luk ka­za­nır­ken oy­la­rın yak­la­şık yüz­de 25’inin bol­şe­vik­le­re git­ti­ği se­çim­ler hiç de ger­çek du­ru­mu tem­sil et­mi­yor­du. Sol sos­ya­list dev­rim­ci­le­rin aday çı­kar­ma­yı ba­şar­dı­ğı böl­ge­ler­den üçü­ne kı­sa­ca göz at­mak, her yer­de aday çı­ka­ra­bil­se­ler­di du­ru­mun ne ka­dar fark­lı ola­ca­ğı­nı gös­te­rek­te­dir. Pet­rog­rad’da sol sos­ya­list dev­rim­ci­ler oy­la­rın yüz­de 16,2’si­ni, sağ sos­ya­list dev­rim­ci­ler de yüz­de 0,5’ini al­dı; Ka­zan’da sol sos­ya­list dev­rim­ci­ler yüz­de 18,9, sağ sos­ya­list dev­rim­ci­ler yüz­de 2,1 oy al­dı; Bal­tık fi­lo­sun­da se­çi­me ka­tı­lan­la­rın yüz­de 26,0’u sol sos­ya­list dev­rim­ci­le­re oy ve­irr­ken, an­cak yüz­de 11,9 sağ sos­ya­list dev­rim­ci­le­re oy ver­di.74 Bu­ra­la­rın sol sos­ya­list dev­rim­ci­le­rin güç­lü ol­du­ğu böl­ge­ler göz önün­de bu­lun­du­rul­sa bi­le, se­çim so­nuç­la­rı­nın 1917 Rus­ya’sın­da­ki ger­çek du­ru­mu yan­sıt­ma­dı­ğı açık­tır.75

Sov­yet­le­rin bu­gün Rus­ya kong­re­le­ri için ya­pı­lan se­çim­ler, bol­şe­vik­le­rin sağ­la­dı­ğı des­te­ği da­ha doğ­ru gös­te­ren bir tab­lo sun­mak­ta­dır:76

Kong­re­ler­           De­le­ge sa­yı­sı­   Bol­şe­vik sa­yı­sı    %
1 Ha­zi­ran 1917     790                  103                      13
2 Ekim 1917         675                  343                      51
3 Ocak 1918        1232                 795                      64
5 Tem­muz 1918   1164                 773                      66

Bur­ju­va­zi­nin ger­çek za­yı­fı­lı­ğı, Ku­ru­cu Mec­lis’in da­ğıl­ma­sı sı­ra­sın­da sim­ge­sel ola­rak or­ta­ya kon­muş­tu. “Bu be­ce­rik­siz­ce gi­ri­şil­miş ayak­lan­ma at­mos­fe­rin­de top­la­nan Ku­ru­cu Mec­lis, ken­di­ni yok ol­ma­ya mah­kum his­se­di­yor­du”, di­yor Vic­tor Ser­ge.77 Kı­zıl Mu­ha­fız­lar’ın anar­şist ko­mu­ta­nı, sa­lon­dan ge­len “Ye­ter! Ye­ter!” ba­ğı­rış­la­rı üze­ri­ne otu­rum baş­ka­nı­na yak­la­şıp, “mu­ha­fız­lar bık­tı­ğı” için mec­li­sin da­ğı­tıl­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni söy­le­yin­ce de­le­ge­ler ge­re­ken uy­sal­lık­la ora­dan ay­rıl­dı­lar.

Tek önem­li tep­ki, de­niz­ci­ler ta­ra­fın­dan bir­kaç ka­yıp­la da­ğı­tı­lan ve So­ko­lov’un bi­le “an­lam­sız, saç­ma” bul­du­ğu kü­çük bir gös­te­riy­di. Vic­tor Ser­ge şöy­le di­yor: “Ku­ru­cu Mec­lis’in fes­hi, yurt­dı­şın­da bü­yük san­sas­yon ya­rat­tı. Rus­ya’da ise far­ke­dil­me­di bi­le.”78 So­ğuk sa­vaş­çı­la­rın du­a­ye­ni Le­o­nard Sha­pi­ro da şu yo­ru­mu ya­pı­yor: “Ku­ru­cu Mec­lis’in so­nuy­du bu. Fes­he­dil­me­si ül­ke­de pek ses ge­tir­me­di ve or­du­da da ka­yıt­sız­lık­la kar­şı­lan­dı­ğı bil­di­ril­di.”79 1920’ler­de Ch­ris­ti­an Sci­en­ce Mo­ni­tor’un Mos­ko­va mu­ha­bi­ri olan W. H. Cham­ber­lin de an­ti bol­şe­vik ol­mak­la bir­lik­te de­ğer­li ça­lış­ma­sı The Rus­si­an Re­vo­lu­ti­an’da (Rus Dev­ri­mi) Ku­ru­cu Mec­lis’in da­ğı­tıl­ma­sın­dan “kit­le­ler açı­sın­dan çok az he­ye­can ve il­gi ya­rat­tı” di­ye söz et­mek­te­dir. Pi­pes bi­le, “Mec­lis’in lağ­ve­dil­me­si şa­şır­tı­cı bir ka­yıt­sız­lık­la kar­şı­lan­dı” di­ye ka­bul et­mek zo­run­da kal­mış­tır.80

Bu du­ru­mun tam ter­si ol­say­dı, ya­ni sağ ka­na­dın elin­de ha­la ye­ter­li si­lah­lı güç var­ken bol­şe­vik ağır­lık­lı bir Ku­ru­cu Mec­lis se­çil­miş ol­say­dı, hiç kuş­ku­suz on­lar da Mec­lis’i ka­pa­tır­dı.

Bol­şe­vik­le­rin Ku­ru­cu Mec­lis’e kar­şı tu­tu­mu­nun doğ­ru­lu­ğu ko­nu­sun­da Al­man Dev­ri­mi bir kez da­ha ne­ga­tif ka­nıt sağ­la­mak­ta­dır. 9 Ka­sım 1918 Dev­ri­mi grev­ler, ayak­lan­ma ve iş­çi kon­sey­le­riy­le ka­za­nıl­mış­tı. Ama Şu­bat Dev­ri­mi er­te­sin­de Rus sov­yet­le­ri gi­bi Al­man sov­yet­le­ri de re­for­mist­le­rin ege­men­li­ğin­dey­di. Re­for­mist SPD ile mer­kez­ci USPD’den olu­şan Halk Ko­mi­ser­le­ri hü­kü­me­ti, sov­yet­le­rin Kay­zer’i baş­la­rın­da at­mak­la çok iyi bir iş yap­tı­ğı­nı, ama ar­tık ik­ti­da­rı bir Ku­ru­cu ya da Ulu­sal Mec­lis’e bı­rak­ma­ya ha­zır­lan­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni sa­vun­ma­ya baş­la­dı. Bu ay­lar bo­yun­ca Ka­uts­ki de ay­nı te­ma­yı tek­rar­lı­yor­du.81

Pra­tik­te “Ulu­sal Mec­lis mi, sov­yet­ler mi?” so­ru­suy­la yüz yü­ze ka­lan Ro­sa Lük­sem­burg, bol­şe­vik­le­rin Ku­ru­cu Mec­lis kar­şı­sın­da­ki tu­tum­la­rı­na yö­nelt­ti­ği ilk eleş­ti­ri­le­ri­nin üze­rin­den bir yıl geç­me­den, bun­lar­dan vaz­ge­çi­ver­di. Sam Far­ber, bu tu­tum de­ği­şik­li­ği­ne bir­kaç kı­sa söz­le de­ğin­mek­te, ama son­ra yo­lu­na di­len­ci çı­kan zen­gin bir adam gi­bi te­laş­la ora­dan uzak­laş­mak­ta­dır. Bu suç­lu vic­da­nı ken­di ha­li­ne bı­ra­kıp Lük­sem­burg’un söy­le­dik­le­ri­ne ba­ka­lım. Lük­sem­burg, hem dev­ri­mi, hem de iş­çi­ler­le as­ker­le­rin kon­sey­le­ri­ni kat­le yö­ne­lik bir ça­ba ola­rak Ulu­sal Mec­lis’i teş­hir et­mek­tey­di.82 Ro­te Fah­ne ad­lı in­ce­le­me­sin­de de şöy­le de­miş­ti:

“Ulu­sal Mec­lis, pro­le­tar­ya­yı al­da­tıp ik­ti­da­rı­nı elin­den al­mak, sı­nıf ener­ji­si­ni kul­la­nıl­maz kıl­mak ve ni­ha­i he­def­le­ri­nin uçup git­me­si­ni sağ­la­mak için bir araç­tır. Al­ter­na­tif, tüm ik­ti­da­rı pro­le­tar­ya­nın el­le­ri­ne ver­mek, baş­lan­gıç aşa­ma­sın­da­ki bu dev­ri­mi sos­ya­list dü­zen yo­lun­da güç­lü bir sı­nıf mü­ca­de­le­si­ne dö­nüş­tür­mek ve bu amaç­la iş­çi kit­le­le­ri­nin si­ya­sal üs­tün­lü­ğü­nü, iş­çi ve as­ker kon­sey­le­ri­nin dik­ta­tör­lü­ğü­nü kur­mak­tır. Sos­ya­lizm için, ya da sos­ya­liz­me kar­şı. Ulu­sal Mec­lis için, ya da Ulu­sal Mec­lis’e kar­şı. Üçün­cü bir se­çe­nek yok­tur.”83

Ka­hin­ce cüm­le­ler­di bun­lar. So­nun­da re­for­mist­le­rin önün­de­ki kar­şı dev­rim, Ulu­sal Mec­lis’in top­lan­ma­sı­nı bek­le­me­den vu­ra­cak ka­dar güç­lü his­set­ti ken­di­ni. Ama Mec­lis için yü­rü­tü­len pro­pa­gan­da, iş­çi kon­sey­le­ri­nin mo­ra­li­ni ve ha­re­ket ye­te­ne­ği­ni yok ede­rek ama­cı­na ulaş­mış­tı. Al­man­ya’da iki­li ik­ti­dar mü­ca­de­le­si, Ulu­sal Mec­lis pro­pa­gan­da­sı­nın da yar­dı­mıy­la bur­ju­va­zi­nin le­hi­ne çö­zül­dü.84

Sağ, fe­ci bir be­del ödet­ti. Kol­la­rın­da ga­ma­lı haç, ağız­la­rın­da Ku­ru­cu Mec­lis slo­ga­nıy­la sağ­cı si­lah­lı bir­lik­ler, ya­ni Fre­i­korps, te­rör es­tir­me­ye baş­la­dı. Ro­sa Lük­sem­burg, Karl Li­ebk­necht, Le­o Jo­gic­hes ve E­u­ge­ne Le­vi­ne, Al­man Dev­ri­mi’nin ön­de ge­len li­der­le­ri öl­dü­rül­dü. Fre­i­korps’la gi­ri­şi­len so­kak sa­vaş­la­rın­da yal­nız­ca Ber­lin’de 3.000 iş­çi kat­le­dil­di. Re­for­mist SPD’nin plan­la­yıp, öna­yak ol­du­ğu bir kar­şı dev­rim­di bu. Ön­de ge­len ki­şi­si de SPD mil­let­ve­ki­li Gus­tav Nos­ke idi. Nos­ke’nin ken­di söz­le­riy­le:

“Si­lah­lı kuv­vet­ler­le asa­yi­şin sağ­lan­ma­sı ge­rek­ti­ği gö­rü­şü­nü ifa­de et­ti­ğim­de kim­se iti­raz et­me­di. Sa­vaş Ba­ka­nı Al­bay Re­in­hardt, Ge­ne­ral Hoff­mann’ı baş­ko­mu­tan ata­yan bir emir ha­zır­la­dı... Bu ge­ne­ra­lin iş­çi­ler ara­sın­da hiç se­vil­me­di­ği ge­rek­çe­siy­le iti­raz edil­di... Ben bir ka­rar alın­ma­sı ge­rek­ti­ği ko­nu­sun­da ıs­rar et­tim... Bi­ri şöy­le de­di: “Bel­ki bu işi ken­din ya­par­sın de­ğil mi?” Kı­sa ve ka­rar­lı bir bi­çim­de ya­nıtl­dım bu­nu: “Fark et­mez bi­ri­nin av kö­pe­ği ol­ma­sı la­zım. So­rum­lu­luk­tan kork­mu­yo­rum”. “Ber­lin’de asa­yi­şin sağ­lan­ma­sı için hü­kü­me­tin ba­na ola­ğa­nüs­tü yet­ki­ler ver­me­si yö­nün­de he­men ka­rar alın­dı. Re­in­hardt, ha­zır­la­dı­ğı emir ka­ğı­dın­dan Hoff­mann’ın adı­nı si­lip, be­nim­ki­ni yaz­dı. İş­te baş­ko­mu­tan­lık gö­re­vi­ne böy­le ge­ti­ril­dim.”85

Lük­sem­burg ile Li­ebk­necht’in öl­dü­rül­me­sin­den dört gün son­ra Ulu­sal Mec­lis se­çim­le­ri ya­pıl­dı. Mec­lis top­la­nın­ca SPD, iki bur­ju­va par­ti­siy­le ko­a­lis­yon oluş­tur­du. Rus­ya’da bol­şe­vik­le­rin ik­ti­da­rı ele ge­çir­mek için sov­yet­ler­de ço­ğun­lu­ğu el­de et­me ye­te­ne­ği, en azın­dan Rus­ya’nın gö­be­ğin­de bir kar­şı dev­rim oda­ğı ola­rak Ku­ru­cu Mec­lis’in yok edil­me­si an­la­mı­na ge­li­yor­du. Bun­dan böy­le kar­şı dev­rim­ci mec­lis­ler, Ural­lar’ın gü­ne­yi­ne do­ğu­su­na itil­miş­ti. Al­man­ya’da Spar­ta­küs Bir­li­ği’nin za­yıf­lı­ğı ve de­ne­yim­siz­li­ği, iş­çi kon­sey­le­rin­de dev­ri­mi ezip ik­ti­da­rı bur­ju­va mec­li­si­ne ve­re­cek re­for­mist bir li­der­li­ğe izin ver­di.
Bu tra­je­di­nin bü­yük­lü­ğü, Ber­lin’den Pet­rog­rad’a ve Mos­ko­va’ya ka­dar ya­yıl­dı. Al­man Dev­ri­mi ba­şa­rı­ya ula­şa­ma­yın­ca bol­şe­vik­ler çok sı­nır­lı kay­nak­lar­la kan­lı bir iç sa­va­şa sü­rük­len­miş olu­yor­du. Dev­rim, ku­şat­ma al­tın­day­dı.

 

İç sa­vaş kan­lı ve vah­şet do­lu bir dö­nem ol­du. Bir çok du­rum­da sov­yet re­ji­mi­nin ha­ya­tı, pa­muk ip­li­ği­ne bağ­lıy­dı. Var­lı­ğı­nı sür­dü­re­bil­mek için re­jim, sov­yet ik­ti­da­rı­nın ilk dö­ne­min­de her­kes gi­bi bol­şe­vik­le­re de de­ğiş­mez gö­rü­nen te­mel öz­gür­lük­ler­de önem­li de­ği­şik­lik­ler ya­ra­tan kes­kin bir dö­nü­şüm ge­çir­di.

Bir çok ya­za­ra gö­re sta­li­niz­min ilk to­hum­la­rı, Sa­vaş Ko­mü­niz­mi dö­ne­min­de atıl­mış­tır. Jo­e Slo­vo, “hem par­ti­de hem de top­lum­da sos­ya­lizm ile de­mok­ra­si­nin ku­rum­laş­mış bir şe­kil­de bir­bi­rin­den ay­rıl­ma­sı­nın te­me­li, eko­no­mik açı­dan im­ti­yaz­lı ta­ba­ka­la­rın or­ta­ya çık­ma­sın­dan ön­ce­ki ide­o­lo­jik uy­gu­la­ma­lar­la atıl­mış­tı,” de­mek­te­dir. Troç­ki’nin Sa­vaş Ko­mü­niz­mi dö­ne­min­de­ki ya­zı­la­rın­dan alın­tı ya­pa­rak bun­la­rın ‘ko­mü­niz­min dü­şün­ce­le­ri­ni kü­çül­ten bir­kaç ide­o­lo­jik ta­vır içer­me­si’nden söz eder.86 Ro­bin Black­burn’e gö­re:

“Gö­rüş alış­ve­ri­şi­nin ye­ri­ne tek ta­raf­lı emir ve teb­li­ği koy­ma­ya yö­ne­lik uzun erim­li ça­ba­sıy­la ‘Sa­vaş Ko­mü­niz­mi’... bu ge­ri kal­mış ül­ke­de­ki kü­çük öl­çek­li üre­ti­min yı­kıl­ma­sı­na yol aç­tı. Ay­rı­ca hiç­bir mu­ha­le­fe­te ta­ham­mü­lü ol­ma­yan yo­ğun­la­şıp, sert­leş­miş bir bol­şe­vik ka­der­ci­lik duy­gu­suy­la bir­leş­ti.”87

Sam Far­ber, Ro­bert C. Tuc­ker’ın bu dö­ne­me koy­du­ğu “sta­li­nist le­ni­nizm” adı­nı mem­nu­ni­yet­le tek­rar­la­ya­rak şu id­di­a­lar­da bu­lu­nu­yor:

“Sa­vaş Ko­mü­niz­mi’nin yö­ne­tim sar­hoş­lu­ğu, ana bol­şe­vizm akı­mı­nın po­li­tik ve ide­o­lo­jik ön­ce­lik­le­ri­ni de üs­tü ka­pa­lı bi­çim­de gös­te­ri­yor­du. Ya­ni, bu po­li­ti­ka­lar top­la­mı bir yan­dan mer­ke­zi dev­le­tin gü­cü­nü bü­yük öl­çü­de ge­niş­le­tip tüm kuv­ve­tiy­le pa­za­rın ro­lü­nü en aza in­dir­me­ye ça­lı­şır­ken, bir yan­dan da yal­nız­ca Kı­zıl Te­rör’ü pe­kiş­tir­mek­le kal­ma­yıp iş­çi­le­rin sov­yet­ler­de her tür­lü ni­yet ve amaç­la sa­na­yi­yi ve de­mok­ra­si­yi de­net­le­me­si­ni so­na er­dir­di. Le­nin’in ya da bol­şe­vik akı­mın­dan her­han­gi bir li­de­rin, iş­çi­le­rin de­ne­ti­mi­nin ya da sov­yet­ler için­de­ki de­mok­ra­si­nin yok ol­ma­sın­dan üzün­tü duy­du­ğu­nu gös­te­ren hiç­bir ka­nıt yok­tur yi­ne.”88

Slo­vo, Sam Far­ber ve da­ha az ol­mak­la bir­lik­te Ro­bin Black­burn, bu tu­tu­mu des­tek­le­mek­ten ben­zer bi­çim­de yön­tem­sel ola­rak ka­çın­mak­ta­dır. Şöy­le bir akıl yü­rüt­me çı­kı­yor or­ta­ya: Evet, iç sa­vaş sı­ra­sın­da nes­nel du­rum­lar kö­tüy­dü, ama her­şey bu­nun­la açık­la­na­maz. “Bu ba­sit­leş­ti­ril­miş eko­no­mik de­ter­mi­nizm bi­çi­mi­nin sı­nır­la­rı var­dır,” di­yor Slo­vo.89 O za­man bol­şe­vik te­o­ri­de bir za­yıf­lık ol­ma­lı. Sam Far­ber’a gö­re bol­şe­vik­ler ara­sın­da­ki 1ide­o­lo­jik sar­hoş­luk, Sa­vaş Ko­mü­niz­mi’nin... yal­nız­ca nes­nel ge­rek­li­lik yü­zün­den hü­kü­me­te da­ya­tıl­dı­ğı id­di­a­sı­nı çü­rüt­mek­te­dir.90

So­fis­ti­ke bir mark­siz­me ben­zi­yor bu: ‘Po­li­tik et­ken­ler’i he­sa­ba kat­ma adı­na ka­ba eko­no­mik de­ter­mi­niz­min red­di. Ama doğ­ru bi­çim­de kul­la­nı­lır­sa mark­sizm, si­ya­sal ira­de ya da ide­o­lo­ji­nin her du­rum­da ki­lit rol oy­na­ya­ca­ğı­nı ile­ri sür­mek­te­dir. İş­çi­le­rin ‘ken­di ta­ri­hi­ni yap­ma’yı ne öl­çü­de ba­şa­ra­bi­le­cek­le­ri, on­la­rı ha­re­ke­te ge­çi­re­cek nes­nel et­ken­le­rin ağır­lı­ğı­na bağ­lı­dır. Dev­rim­ci dal­ga­nın yük­sel­di­ği an­da bu öz­gür­lük, dik­ka­te de­ğer dü­zey­de­dir; top­la­ma kam­pın­da ise fi­i­len sı­fı­ra in­miş­tir.

Kuş­ku­suz dev­rim­ci cep­he­de, bi­linç te­o­ri ve ör­güt­len­me­nin o an­da bol­şe­vik dev­ri­mi için be­lir­le­yi­ci ol­du­ğu bir nok­ta var­dı: Bu nok­ta Av­ru­pa, özel­lik­le de Al­man dev­ri­miy­di. Oy­sa Rus­ya’da ey­lem sı­nır­la­rı, git­tik­çe ar­tan kı­sıt­la­ma­lar için­de bir ku­şat­ma kar­şı­sın­da da­yan­ma­ya in­dir­gen­miş­ti. İş­çi dev­le­ti­nin ye­nil­gi­ye uğ­ra­ma­ma­sı için ira­de gü­cü­nün ve si­ya­si bi­linç­li­li­ğin her dam­la­sı­na ih­ti­yaç var­dı. ‘Öz­nel et­ken’, Be­yaz­la­ra tes­lim ol­ma ile dev­ri­mi el­de­ki bü­tün araç­lar­la sa­vun­ma ara­sın­da bir se­çi­me in­dir­gen­miş­ti. Bu sı­nır­lar için­de bol­şe­vik po­li­ti­ka­sı be­lir­le­yi­ciy­di. Ama sı­nır­la­ma­la­rı or­ta­dan kal­dı­rıp, te­miz bir say­fa aça­mı­yor­du. Ge­rek­li ön­lem­le­ri alıp, bu ka­dar uzun sü­re ku­şat­ma­ya da­yan­ma­la­rı, bol­şe­vik po­li­ti­ka­sı ve ör­güt­len­me­si­ne say­gı­nın gös­ter­ge­siy­di.

Her­han­gi bir du­rum­da öz­nel ve nes­nel et­ken­le­rin ağır­lı­ğı ara­sın­da ka­ra­ra var­mak, güç­ler den­ge­si­nin so­mut bir ana­li­zi­ni ge­rek­ti­rir. Ço­ğu de­ğer­len­dir­me­de ek­sik olan iş­te bu­dur. Sam Far­ber, si­ya­sal bo­yut üze­rin­de yo­ğun­laş­ma ar­zu­su­nu ke­yif­le or­ta­ya dö­küp “de­mok­ra­si so­ru­nu­nu san­ki bir şe­kil­de eko­no­mi­den tü­re­miş gi­bi” gö­ren di­ğer­le­ri­ni eleş­ti­ri­yor. Bu man­tı­ğa gö­re de­mok­ra­si, aç­lık ve­ba­nın pen­çe­sin­de­ki fe­o­da­lizm de 20. Yüz­yıl ka­pi­ta­liz­min­de­ki ka­dar ola­nak­lı ga­li­ba. Sam Far­ber’ın iç sa­vaş ana­li­zin­de, “Be­yaz Te­rör’ün ger­çek­leş­tir­di­ği zu­lüm ve­ri­li sa­yı­lı­yor,” de­ni­yor bi­ze boş bir şe­kil­de.91 Yi­ne de ve­ri­li sa­yı­la­ma­ya­cak olan şey, bu eko­no­mik bu­na­lı­mı, ulus­la­ra­ra­sı du­ru­mu ve Be­yaz Te­rör’ün şid­de­ti­ni tam ola­rak an­lat­ma­dan bol­şe­vik­le­rin ne de­re­ce­ye ka­dar zo­run­lu­luk­tan öy­le ha­re­ket et­ti­ği­ni de­ğer­len­dir­me­miz na­sıl bek­le­nir? Du­ru­mun ne­yi, ne­re­ye ka­dar da­yat­tı­ğı­nı, na­sıl de­ğer­len­di­re­bi­li­riz?

Pe­ki bol­şe­vik­le­rin kar­şı­laş­tı­ğı ko­şul­lar ney­di? İç sa­vaş za­ten Bi­rin­ci Dün­ya Sa­va­şı’nda nü­fu­sun on­da bi­ri­ni kay­bet­miş olan bir ül­ke­de çık­mış­tı. 1918’e ge­lin­di­ğin­de Rus­ya, 1913’de üret­ti­ği çe­li­ğin yüz­de 12’si­ni üre­te­bi­li­yor­du. Her sa­na­yi sek­tö­rü aşa­ğı yu­ka­rı ay­nı du­rum­day­dı: De­mir cev­he­ri, 1913’te­ki ra­ka­mın yüz­de 12.3’üne düş­müş­tü; tü­tün yüz­de 19, şe­ker yüz­de 24, kö­mür yüz­de 42, ke­ten yüz­de 75’e düş­müş du­rum­day­dı. Ül­ke, 1913’de üret­ti­ği de­mir­yo­lu ra­yı­nın an­cak kırk­ta bi­ri­ni üre­te­bi­li­yor­du.92 Ocak 1918’de ül­ke­de­ki lo­ko­mo­tif­le­rin yüz­de 48 ka­da­rı ça­lış­maz du­rum­day­dı.93 Fab­ri­ka­lar ka­pan­mış, Pet­rog­rad, 1918 son­ba­ha­rı­na ka­dar es­ki iş­gü­cü­nün yal­nız­ca üç­te bi­riy­le kal­mış­tı. Hi­pe­renf­las­yon, son­ra­la­rı an­cak We­in­mar Cum­hu­ri­ye­ti’nde gö­rü­le­cek dü­zey­le­re fır­la­mış­tı. Üc­ret dı­şın­da kay­nak­lar­dan ge­len iş­çi ge­lir­le­ri­nin ora­nı 1913’de yüz­de 3.5 iken 1918’de yüz­de 38’e çık­mış­tı; bir çok du­rum­da ça­re­siz­lik, iş­çi­le­ri hır­sız­lı­ğa sü­rük­lü­yor­du. İş­çi­le­rin dev­le­ti de iş­çi­ler ka­dar kö­tü du­rum­day­dı: 1918 dev­let büt­çe­sin­de ge­lir­ler, har­ca­ma­la­rın ya­rı­sın­dan az­dı.94

Eko­no­mik çö­küş al­tın­da aç­lık baş­la­mış­tı. 1918 ba­ha­rın­da Mos­ko­va ve Pet­rog­rad’da kar­ney­le ve­ri­len gı­da mik­ta­rı yüz­de 10’a düş­müş­tü.95 İlk ola­rak mil­yo­ner Rı­ya­bu­şıns­ki’nin sa­vur­du­ğu teh­di­di alay­cı bir şe­kil­de tek­rar­la­yan, Dı­şiş­le­ri Halk Ko­mi­se­ri Çi­çe­rin’di şim­di: “Aç­lı­ğın ke­mik­li eli, Rus Dev­ri­mi’ni bo­ğa­bi­lir.”96 Aç­lık­la kol ko­la ge­zen has­ta­lık­lar da iç sa­vaş sı­ra­sın­da bel­ki 7 mil­yon can al­dı; Rus­ya’nın Bi­rin­ci Dün­ya Sa­va­şı sı­ra­sın­da ver­di­ği ka­yıp­la­ra eşit­ti bu sa­yı. le­nin’in 1918’de­ki şu çı­ğı­lı­ğı­nın şid­de­ti, bu­na­lı­mın cid­di­ye­ti­ni doğ­ru­la­mak­ta­dır:

“Al­lah aş­kı­na en ener­jik ve dev­rim­ci ön­lem­ler ala­rak ta­hıl, ta­hıl, da­ha faz­la ta­hıl gön­de­rin... Yok­sa Pi­ter (Pet­rog­rad) yok ola­bi­lir.97

İç sa­vaş, bu eko­no­mik fe­la­ket ze­mi­nin­de ger­çek­leş­ti. Ekim Dev­ri­mi’in ge­le­ce­ği için ke­sin bir dö­nüm nok­ra­sı ol­muş­tu, ama mü­ca­de­le­nin so­nu de­ğil­di hiç­bir şe­kil­de. Cham­ber­lin’in de­di­ği gi­bi, “İç sa­va­şın güç­lük­le­ri­ne da­ya­na­bil­sey­di, bol­şe­viz­min al­ter­na­ti­fi... bir ku­ru­cu mec­lis açan Çer­nov de­ğil... be­yaz bir atın sır­tın­da Mos­ko­va’ya gi­ren as­ke­ri bir dik­ta­tör, bir Kol­çak ya da bir De­ni­kin olur­du.”98

Ço­ğu ta­rih­çi iç sa­vaş ile dev­ri­mi ay­rı bi­rer sü­reç ola­rak ele alır. Oy­sa iki­si bir­di. Tem­muz 1917’de bol­şe­vik­le­ri bas­tır­ma gi­ri­şi­mi ve er­te­si ay­ki Kor­ni­lov ayak­lan­ma­sı, dev­rim ön­ce­sin­de iç sa­va­şın ha­ber­ci­le­ri ol­muş­tu. dev­rim­den tam üç gün son­ra, dev­ri­min ken­di­si he­nüz Mos­ko­va’da sal­lan­tı­lı du­rum­day­ken, Pet­rog­rad iş­çi­le­ri Ge­ne­ral Kras­nov’un Ka­zak­la­rı­na kar­şı sa­vun­ma için kent ön­le­rin­de si­per ka­zı­yor­du; bu ara­da Ke­rens­ki, baş­ken­tin bir kaç mil dı­şın­da­ki Tsars­ko­ye Se­lo’yu ele ge­çir­miş­ti bi­le.

Er­te­si gün Al­bay Pol­kov­ni­kov, Pet­rog­rad’da­ki as­ke­ri okul­dan genç öğ­ren­ci­ler­le bir­lik­te ayak­lan­ma baş­lat­tı. Ge­ri püs­kür­tül­me­den ön­ce telg­raf mer­ke­zi­ni ve Ko­mi­ser An­to­nov’u ele ge­çir­di­ler. An­to­nov, gü­ven­lik­le­ri­ni ga­ran­ti ede­ce­ği yo­lun­da­ki sö­zü­nü tut­tu. Ama öğ­ren­ci­ler sov­yet­le­re kar­şı si­lah­lan­ma­ma söz­le­ri­ni ye­ri­ne ge­tir­me­di­ler ve ser­best bı­ra­kı­lır bı­ra­kıl­maz Kı­zıl­la­rın el­le­rin­de­ki böl­ge­le­ri aşıp Don ve Ku­ban böl­ge­le­rin­de­ki Be­yaz di­re­niş mer­kez­le­ri­ne ve Be­yaz or­du­la­rın ye­ni ku­rul­du­ğu Uk­ray­na’ya git­ti­ler.

Öğ­ren­ci ayak­lan­ma­sın­dan son­ra­ki gün, sos­ya­list dev­rim­ci li­der­le­rin de eka­tı­lı­mıy­la Kras­nov’un kuv­vet­le­ri, Pet­rog­rad dı­şın­da­ki Pul­ko­vo Te­pe­le­ri’nde Kı­zıl­lar­la sa­vaş­tı. Kras­nov ye­ni­lin­ce Be­yaz­lar, gü­ne­ye ve do­ğu­ya git­ti­ler. He­nüz ül­ke­nin bü­yük bö­lü­mün­de Sov­yet ik­ti­da­rı yok­tu ve iç sa­vaş tam ola­rak so­na er­me­miş­ti. Son­ra­ki ay­lar bo­yun­ca özel­lik­le Uk­ray­na’da çar­pış­ma­lar sür­dü. Troç­ki, Mart 1918’de Dı­şiş­le­ri Ko­mi­ser­li­ği gö­re­vin­den alı­nıp Sa­vaş Ko­mi­se­ri ol­du. Dev­ri­me kar­şı si­lah­lı di­re­niş­le­ri böy­le sı­ra­la­yın­ca, Pi­pes’in ‘bol­şe­vik te­rö­rü’nün, “bol­şe­vik­le­re kar­şı her­han­gi bir ör­güt­lü di­re­ni­şin or­ta­ya çık­ma fır­sa­tı bul­ma­sın­dan çok ön­ce” baş­la­dı­ğı yo­lun­da­ki id­di­a­sı an­lam­sız­laş­mak­ta­dır.99

As­lın­da ço­ğu ta­rih­çi­nin de ka­bul et­ti­ği gi­bi Kı­zıl Te­rör, 1918 ya­zı­nın so­nu­na ka­dar ger­çek­ten baş­la­ma­dı. Ama on­dan üç ay ön­ce bol­şe­vik­ler, Fin­lan­di­ya’da Be­yaz­lar­dan acı bir te­rör der­si al­mış­tı. Ekim Dev­ri­mi’ne ka­dar Fin­lan­di­ya, 1905 Dev­ri­mi so­nu­cun­da ken­di de­mok­ra­tik ana­ya­sa­sı­nı ka­zan­mış ol­ma­sı­na rağ­men Rus İm­pa­ra­tor­lu­ğu’na bağ­lıy­dı. 1917’de sos­yal de­mok­rat ço­ğun­luk ba­ğım­sız­lık­tan ya­na oy kul­la­nın­ca, Ke­rens­ki Fin par­la­men­to­su­nu da­ğıt­tı. Ye­ni se­çim­ler­de sos­yal de­mok­rat­lar, 200 san­dal­ye­den 92’si­ni ka­zan­dı, ama ar­tık dev­rim­ci du­rum ge­liş­mek­tey­di. Rus­ya’da Ekim Dev­ri­mi, Fin­lan­di­ya’da bir ge­nel grev­le se­lam­lan­dı. Ocak 1918’de bir halk tem­sil­ci­le­ri kon­se­yi ku­rul­muş­tu ve bel­li baş­lı kent­ler­de kı­zıl bay­rak­lar dal­ga­la­nı­yor­du. Ama Be­yaz mu­ha­fız­lar bu teh­di­de kar­şı­lık ver­mek üze­re ha­zır­lan­mış ve Al­man bir­lik­le­ri­nin des­te­ği­ni ka­zan­mış­lar­dı. Çı­kan kı­sa iç sa­vaş­ta Kı­zıl­lar ye­nil­di, ama olay­lar­dan son­ra in­ti­kam ama­cıy­la kit­le­sel kat­li­am­lar ya­pıl­dı.

Hel­sin­ki’de Be­yaz­lar, ken­ti so­kak so­kak ele ge­çi­rir­ken bir­lik­le­rin önün­de iş­çi­le­rin ka­rı­la­rıy­la ço­cuk­la­rı­nı yü­rü­tü­yor­du. Ka­dın­lar­la ço­cuk­lar­dan yüz ta­ne­si öl­dü. So­kak­lar­da top­lam 300 ka­dar ce­set bu­lun­du. Da­ha son­ra 40 ka­dın buz­la­rın üs­tü­ne ya­tı­rı­lıp vu­rul­du. Ta­vas­te­hus’ta 10.000 esir alın­dı ve bun­la­rın bir ço­ğu, “ya­ra­lı­la­rı öl­dür­me­nin ku­ral ol­du­ğu” kat­li­am­da öl­dü­rül­dü. Ku­u­men’de sa­vaş­tan son­ra 500 ki­şi, Ra­u­ma’da 500 ki­şi da­ha kur­şu­na di­zil­di.100 Sve­a­borg’da hal­ka açık idam­lar ger­çek­leş­ti­ri­li­yor­du. Lah­ti’de ise “Bir gün için­de 200 ka­dar ka­dın kur­şun­lan­dı. Et par­ça­la­rı her ye­re sav­tu­lu­yor­du.” Vi­i­pu­ri’de 600 Kı­zıl Mu­ha­fız üç sı­ra ha­lin­de di­zi­lip ma­ki­ne­li tü­fek­ler­le öl­dü­rül­müş­tü.101

“...28 Ni­san’dan 1 Ha­zi­ran’a ka­dar ya­sa­dı­şı in­faz­la­rın sa­yı­sı 4745’ti, ya­ni bu tür bü­tün in­faz­la­rın ya­rı­sın­dan bi­raz da­ha faz­la. 5-11 Ma­yıs ara­sın­da bu do­ru­ğa tır­man­dı ve gün­de or­ta­la­ma 200 in­faz ger­çek­leş­ti­ril­di. Esir dü­şen ya da baş­ka bir şe­kil­de ele ge­çi­ri­len Kı­zıl­la­ra yö­ne­lik ya­sa dı­şı in­faz­lar top­lam 8380’di; bun­lar ara­sın­da ya­şı 16’nın al­tın­da 58 kur­ban ve 364 de ka­dın var­dı.”102

Ay­rı­ca 265 de “ya­sal in­faz” var­dı, ama “res­mi so­ruş­tur­ma­lar gös­ter­me­lik­ti” ve “suç­la­ma­lar, ya­sal ol­ma­yan mes­net­le­re otur­tul­muş­tu.”103 Be­yaz Te­rör bu­nun­la da bit­mi­yor­du. Ma­yıs’ta 80.000 ka­dar esir alın­dı:

“Ora­cık­ta ku­ru­lu­ve­ren ha­pis­ha­ne­le­re tı­kıl­dı­lar; bun­lar ge­nel­lik­le aşı­rı ka­la­ba­lık, sağ­lık­sız ve en te­mel ih­ti­yaç­la­rı kar­şı­la­mak­tan uzak­tı... Ka­za­nan ta­raf­tan hiç kim­se, esir­le­ri­nin yi­ye­cek­le­ri­nin bit­miş ola­bi­le­ce­ği­ni dü­şün­me­ye ge­rek duy­mu­yor­du.”104

Dört ay için­de 11.738 esir, bu ka­sıt­lı ih­mal yü­zün­den öl­dü.105 Fin Be­yaz Te­rör’ü, top­lam 23.000 Kı­zıl öl­dür­dü­ğü id­di­a­sın­day­dı.106 Bol­şe­vik­le­rin zih­ni­ne ka­zın­mış ve iç sa­vaş sı­ra­sın­da yü­rek­le­ri­ni taş­laş­tır­mış ol­ma­sı ge­re­ken bir yaz­gıy­dı bu. Yi­ne de ne Pi­pes, ne de Sam Far­ber, Fin­lan­di­ya’da­ki Be­yaz Te­rör’den tek ke­li­mey­le söt et­me­ye ge­rek du­yu­yor­lar.

Be­yaz Te­rör Fin iş­çi­le­rin­den hır­sı­nı alır­ken, Rus­ya’ya yö­ne­lik em­per­ya­list mü­da­ha­le de iler­le­me­ye baş­la­mış­tı. Ama­cı, Rus­ya’da­ki eko­no­mik ve si­ya­sal bu­na­lı­mı bol­şe­vik re­ji­min pa­ram­par­ça ol­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak nok­ta­ya ge­ti­mek­ti. Uk­ray­na’nın Al­man­lar ta­ra­fın­dan iş­ga­li, Rus­ya’nın sa­vaş ön­ce­si ta­hı­lı­nın yüz­de 80’inin bol­şe­vik de­ne­ti­min­den çık­ma­sı de­mek­ti. Mart 1918’de bol­şe­vik­ler, Al­man iş­ga­li­ni onay­la­yan bir ba­rış olan Brest-Li­tovsk An­laş­ma­sı’nı im­za­la­dık­tan son­ra, Çar­lık Rus­ya­sı’nın şe­ker ka­mı­şı tar­la­la­rı­nın an­cak ye­di­de bi­ri ile kö­mür ma­de­ni, de­mir dö­küm­ha­ne­le­ri ve de­mir çe­lik fab­ri­ka­la­rı­nın an­cak dört­te bi­ri­ni el­le­rin­de ka­lı­yor­du.107 1918’de İt­ti­fak Dev­let­le­ri’nin Rus­ya’ya uy­gu­la­dı­ğı ab­lu­ka baş­la­dı. Er­te­si yı­lın ba­şın­da “Kı­zıl Rus­ya’ya tek bir mek­tup, tek bir yi­ye­cek pa­ke­ti, eş­ya do­lu tek bir pa­ket, tek bir ya­ban­cı ga­ze­te gi­re­mi­yor­du.”108

Ni­san 1918’de İn­gi­liz­ler­le Ja­pon­lar do­ğu­da Vla­di­vos­tok’u ele ge­çir­di. Yı­lın so­nun­da yal­nız­ca Si­bir­ya’da Kı­zıl­lar­la sa­va­şan 73.000 Ja­pon as­ke­ri, 60.000 Çek as­ke­ri, 8.000 ABD as­ke­ri, 2.500 İn­gi­liz as­ke­ri, 1.500 İtal­yan as­ke­ri ve 1.000 Fran­sız as­ke­ri var­dı.109 İç sa­vaş bo­yun­ca bol­şe­vik­ler, iç­le­rin­de bü­tün em­per­ya­list güç­le­rin de bu­lun­du­ğu 14 de­ği­şik ül­ke­nin or­du­suy­la kar­şı­lan­dı­lar. Bun­lar do­ğu­dan Kol­çak’ın Be­yaz Kuv­vet­le­ri­ni des­tek­ler­ken, Ural­lar üze­rin­den Mos­ko­va’ya doğ­ru akın edi­yor­du. Ku­zey­den n­gi­liz ve Ame­ri­kan kuv­vet­le­ri Be­yaz­la­ra des­tek olu­yor, bir yan­da da gü­ne­ye, Pet­rog­rad’a git­me­ye ça­lı­şı­yor­lar­dı. Gü­ney­den Fran­sız­lar ve baş­ka­la­rı, Ge­ne­ral De­ni­kin ile Don ve Ku­ban Ka­zak­la­rı­nı des­tek­le­yip ku­ze­ye, Mos­ko­va’ya yö­ne­li­yor­du. Da­ha son­ra Po­lon­ya’da doğ­ru­dan sal­dı­ra­cak ve Ge­ne­ral I­u­de­nich, Pet­rog­rad’a bir kur­şun atı­mı ka­dar yak­la­şa­cak­tı. 1919’da Be­yaz­la­rı des­tek­le­yen 200.000’den faz­la t­ti­fak as­ke­ri var­dı.110 Troç­ki Ağu­sos 1918’de­ki cep­he­yi şöy­le an­lat­mak­ta­dır:

Mos­ko­va’ya git­tik­çe da­ha da sı­kan bir cen­de­re... Top­ra­ğa bi­le pa­nik bu­laş­mış­tı san­ki... her şey un ufak olu­yor­du. Tu­tu­na­cak hiç­bir şey kal­ma­mış­tı, du­rum umut­suz gö­rü­nü­yor­du.

Son kez ol­ma­mak­la bir­lik­te bol­şe­vik­le­rin elin­de “ar­tık es­ki Mos­ko­va Prens­li­ği’nin bo­yut­la­rı­na in­miş” bir böl­ge kal­mış­tı. “Doğ­ru dü­rüst or­du­su yok­tu; her yan­dan düş­man­la çev­ri­liy­di.”111

Sa­va­şın, çar­pı­şan ta­raf­lar ara­sın­da kor­kunç bir si­met­ri ya­rat­tı­ğı söy­le­nir ço­ğun­luk­la. Özel­lik­le iç sa­vaş için ge­çer­li­dir bu. Troç­ki, tıp­kı Crom­well’in Ru­pert’ten öğ­ren­di­ği gi­bi, Be­yaz Ka­zak­lar­dan sü­va­ri tak­tik­le­ri öğ­ren­miş­ti. Ve Troç­ki de Crom­well gi­bi ho­ca­sı­nı geç­ti. Fe­ci eko­no­mik ko­şul­lar­da ge­çen Rus iç sa­va­şı, iki ta­ra­fa da göz­le gö­rü­lür bir vah­şet ka­zan­dır­mış­tı. Zul­me kar­şı zu­lüm, Be­yaz Te­rör’e kar­şı Kı­zıl Te­rör var­dı. An­cak sa­va­şın si­met­ri­si için­de, yi­ne sa­va­şın açık­ça or­ta­ya çı­kar­dı­ğı çok önem­li bir fark­lı­lık da gö­rü­nü­yor­du: Sa­va­şan or­du­la­rın sı­nıf­sal te­me­lin­de­ki fark­lı­lık. Be­yaz Ge­ne­ral Kras­nov, ken­di or­du­su­nun bi­le­şi­mi­ni şöy­le an­la­tı­yor­du:

“Ya­rı­dan ço­ğu sa­va­şa uy­gun de­ğil­di. Ge­ri ka­la­nı da pa­paz­lar­dan, hem­şi­re­ler­den, çe­şit­li iş­ler ya­pan ka­dın­lar­dan, kar­şı is­tih­ba­rat ser­vis­le­ri­nin su­bay­la­rın­dan, po­lis­ler­den, va­rol­ma­mış alay­la­rın ko­mu­ta­nı ola­rak kay­dol­muş es­ki al­bay­lar­dan ve son ola­rak da çe­şit­li ‘ki­şi­ler’den olu­şu­yor­du; hep­si­nin de şöy­le ya da böy­le renk­li bir geç­mi­şi var­dı ve hep­si de va­li­lik, va­li yar­dım­cı­lı­ğı ya da be­le­di­ye baş­kan­lı­ğı gi­bi mev­ki­ler pe­şin­dey­di.”112

Ge­ne­ral I­u­den­cich’in bir­lik­le­ri ku­zey­den Pet­rog­rad üze­ri­ne iler­ler­ken, “es­ki me­mur­lar, es­ki top­rak sa­hip­le­ri, es­ki po­lis­ler, on­la­rın pe­şin­den git­me­ye kal­kı­yor­du,” bir göz­lem­ci­nin de­yi­miy­le.113 İç sa­va­şın ilk ev­re­le­rin­de de Ge­ne­ral De­ni­kin Eka­te­ri­na­dor’u ele ge­çir­di­ğin­de, Ka­det­ler­den bi­ri şöy­le hay­kır­mış­tı: “Jan­dar­ma­la­rı­mız var evet, as­lın­da es­ki, dev­rim ön­ce­si jan­dar­ma­lar.”114 Eka­te­ri­na­dor’dan çe­ki­lir­ken de Ge­ne­ral De­ni­kin, sa­yı­sı 4.000’e yak­la­şan ve 2.368’i es­ki­den su­bay olan (iç­le­rin­den 36’sı ge­ne­ral, 200’ü al­bay­dı) bir kuv­ve­tin ba­şın­da bul­du ken­di­ni. Ay­rı­ca bun­la­rın 1036’sı da es­ki­den ça­vuş ve on­ba­şıy­dı.115

ABD’nin Ja­pon­ya Bü­yü­kel­çi­si şöy­le di­yor­du: “Kol­çak hü­kü­me­ti, ge­ri­ci­ler, mo­nar­şist­ler ve es­ki or­du gö­rev­li­le­rin­den olu­şan göz­den düş­müş kü­çük bir grup dı­şın­da kim­se­nin gü­ve­ni­ni ka­za­na­ma­dı Si­bir­ya’da.” Si­bir­ya hü­kü­me­ti­nin, “ka­pi­ta­list sa­na­yi bi­çim­le­ri­ni or­ta­dan kal­dır­mak im­kan­sız­dır... ka­pi­ta­list sa­na­yi bi­çim­le­ri var ol­ma­lı ve ka­pi­ta­list­le­rin de bir sı­nıf ola­rak bun­la­rı yö­net­me­si­ne izin ve­ril­me­li­dir,” bi­çi­min­de­ki gö­rü­şü he­sa­ba ka­tı­lın­ca, bu hiç şaş­rı­tı­cı de­ğil.116 Ta­bi­i her yer­de ve her za­man Be­yaz­la­rın ge­li­şi, es­ki top­rak sa­hip­le­ri­nin top­rak­la­rı­nı ge­ri al­ma­ya ve kam­çı­ya da­ya­lı es­ki yö­ne­ti­me dön­me­ye ça­lış­ma­sı de­mek­ti.

Be­yaz­la­rın ön­de ge­len çev­re­le­ri­nin top­lum­sal bi­le­şi­mi ve ey­lem­le­ri­ni da­yan­dır­dık­la­rı açık­ça kar­şı dev­rim­ci prog­ram göz önü­ne alı­nın­ca te­rö­rün her iki ta­raf­ça da uy­gu­lan­mış ol­ma­sı­na rağ­men en ek­sik­siz bi­çim­de, çok da­ha bü­yük bir bar­bar­lık­la, kan dö­küp, can ala­rak Be­yaz­lar ta­ra­fın­dan uy­gu­lan­dı­ğı­nı gör­mek şa­şır­tı­cı de­ğil. Be­yaz­lar için mut­lak bir ge­rek­li­lik­ti bu, çün­kü bol­şe­vik­le­rin ka­zan­dı­ğı ba­şa­rı­ya ben­zer bir yol­dan halk ara­sın­da des­tek top­la­ya­mı­yor­lar­dı. Be­yaz­la­rın de­ne­ti­min­de­ki böl­ge­ler­de ilk baş­ta var olan de­mok­ra­tik yö­ne­tim gö­rü­nü­mü de he­men terk edil­di. Hem Uk­ray­na, hem de Si­bir­ya’da­ki kı­sa ömür­lü Ku­ru­cu Mec­lis’ler, yer­le­ri­ni ça­bu­cak as­ke­ri dik­ta­tör­lük­le­re bı­rak­tı. Ser­ge şöy­le di­yor­du:

“Or­ta sı­nı­fn de­mok­ra­tik par­ti­le­ri­nin ka­ra ge­ri­ci­li­ğin yo­lu­nu aç­mak­tan baş­ka bir­şey ya­pa­ma­dı­ğı Uk­ray­na’da ya­şa­nan de­ne­yim, Si­bir­ya’da da har­fi har­fi­ne tek­rar­lan­dı. Bu par­ti­le­rin iç sa­vaş­lar­da­ki ka­çı­nıl­maz iş­lev­le­ri de bu­dur as­lın­da, çün­kü bur­ju­va­zi­nin tu­haf­lı­ğı, ken­di­ne a­it bir po­li­ti­ka­sı­nı ol­ma­ma­sı­dır. Her za­man iki dik­ta­tör­lük ara­sın­da yer alır; pro­le­tar­ya­nın ve ge­ri­ci­le­rin. Yaz­gı­sı, bel­li bir nok­ta­ya ka­dar bun­lar­dan ikin­ci­si­nin yo­lu­nu ha­zır­la­mak, son­ra da bo­yu eğ­mek­tir.”117

Be­yaz­la­rın ege­men ol­du­ğu yer­de, kı­sa sü­re için­de an­cak son­ra­dan Na­zi­le­rin­ki­ne ra­kip ola­bi­le­cek dik­ta­tör­ler ku­rul­du. “Te­rör ne ka­dar bü­yük­se, za­fe­ri­miz o ka­dar bü­yük olur,” di­yor­du Kor­ni­lov. Rus­ya’yı kur­tar­ma­lı­yız di­yor­du, “ya­rı­sı­nı ate­şe ver­mek ve tüm Rus­la­rın dört­te üçü­nün ka­nı­nı dök­mek zo­run­da kal­sak bi­le.118 Za­man za­man bu tür be­yan­la­rın ne an­la­ma gel­di­ği açık­tı bol­şe­vik­ler için, özel­lik­le de iç sa­va­şın baş­la­rın­da, Be­yaz­lar üç yük va­go­nu­nu ce­set­le dol­du­rup üs­tü­ne “Ta­ze et, is­ti­ka­met Pet­rog­rad” yaz­dı­ğın­da.119

Ağus­tos 1919’da Be­yaz­lar Ki­ev’i ge­ri al­dı­ğın­da, “De­ni­kin’in ge­ne­ral­le­ri­nin halk önün­de yap­tı­ğı ko­nuş­ma­la­rın ba­zı­la­rın­dan Ya­hu­di düş­man­lı­ğı zeh­ri sı­zı­yor­du ya­vaş ya­vaş.” Bun­lar­dan bi­ri şöy­le ant içi­yor­du: “Ya­hu­di ko­mü­nist­le­rin yü­re­ğin­de ya­şa­yan şey­ta­ni kuv­vet, yok edi­le­cek­tir.”120 Bol­şe­vik yan­lı­sı ol­ma­yan ta­rih­çi W. Bru­ce Lin­coln, De­ni­kin hak­kın­da şun­la­rı ya­zı­yor:

“Be­lir­le­yi­ci özel­li­ği... Ya­hu­di­le­re kar­şı şid­det­li nef­re­ti olan bir re­jim ge­tir­di. Uk­ray­na’da­ki Ya­hu­di­le­re yö­ne­lik 1919 pog­rom­la­rı ina­nıl­maz bir vah­şet­le sü­rer­ken, bol­şe­viz­min düş­man­la­rı, Ba­tı dün­ya­sı­nın mo­dern ta­ri­hin­de­ki en bar­bar­ca sal­dı­rı­lar­dan ba­zı­la­rı­nı ger­çek­leş­tir­di­ler.”121

Bu pog­rom­lar­da “Ya­hu­di­le­rin bol­şe­vik­ler­le öz­deş­leş­ti­ril­me­si önem­li bir rol oy­na­dı.”

Ar­tık ırk­sal ve din­sel nef­re­tin ken­di­li­ğin­den dı­şa dö­kül­me­si ol­mak­tan çı­kan pog­rom­lar, so­ğuk­kan­lı­lık­la he­sap­lan­mış top­lu te­ca­vüz, aşı­rı vah­şet ve eşi gö­rül­me­miş yı­kım olay­la­rı­na dö­nüş­müş­tü. Ağus­tos so­nun­da tek bir gün için­de Be­yaz­lar, Ya­hu­di yer­le­şim mer­ke­zi Kre­men­çug’da 350 ka­dı­nın ır­zı­na geç­ti­ler; ara­la­rın­da ge­be ka­dın­lar, ye­ni do­ğur­muş ka­dın­lar ve hat­ta öl­mek üze­re olan ka­dın­lar da var­dı.122

Ki­ev’de­ki ya­hu­di düş­ma­nı Ka­det Şul­gin, “beş al­tı kat­lı ko­ca bi­na­lar ça­tı­dan te­me­le doğ­ru ka­ğıt gi­bi çö­kü­ve­ri­yor­du,” di­ye ha­tır­lı­yor.123 Fel­şin ka­sa­ba­sın­da Ya­hu­di nü­fu­su­nun üç­te bi­ri yok edil­di. Yal­nız­ca 1919’da sırf Uk­ray­na’da Be­yaz­lar, 150.000 Ya­hu­di’yi öl­dür­dü; an­cak Na­zi Soy­kı­rı­mı’nın ge­çe­bil­di­ği bir ra­kam­dı bu. Uk­ray­na Ya­hu­di nü­fu­su­nun 13’te bi­ri kat­le­dil­di.124

Kol­çak’ın Si­bir­ya’sın­da da ay­nı yön­tem­ler ge­çer­liy­di. Ka­det Ni­ko­lay Ust­ri­a­lov bi­le şöy­le ta­nım­lı­yor­du bu du­ru­mu: “En ka­ran­lık, en akıl­sız­ca as­ke­ri mu­ka­be­le... son­suz­lu­ğa kay­mak­ta olan bir geç­mi­şin ta­kip­çi­si­dir.”125 Kol­çak’a bağ­lı Ata­man Sem­ya­nov: “Ma­sum er­kek­ler­le ka­dın­lar grup­lar ha­lin­de baş­ken­tin ya­kın­la­rın­da­ki telg­raf di­rek­le­ri­ne asıl­mış­tı ve adam­la­rı, de­mir­yo­lu bo­yun­da­ki in­faz alan­la­rın­da kur­ban­lar­la do­lu yük va­gon­la­rı­nı ma­ki­na­lı tü­fek­ler­le ta­rı­yor­du.”126 Kol­çak’ın ya­nın­da çar­pı­şan­lar­dan bi­ri de, Kol­çak’ın ken­di gö­rev­li­le­rin­den Ba­ron Bud­berg’in ‘sa­dist bir hay­dut’ ve ‘tam eh­li­yet­li sa­vaş suç­lu­su’ di­ye ta­nım­la­dı­ğı van Kal­mi­kov’du.

Bir baş­ka Be­yaz li­der Ba­ron Ur­gan-Stern­berg’in emir­le­riy­le, “er­kek­ler ve ka­dın­lar dö­vü­le­rek, ası­la­rak, ka­fa­la­rı ke­si­le­rek, ba­ğır­sak­la­rı dö­kü­le­rek ve on­la­rı can­lı bi­rer in­san ol­mak­tan çı­ka­rıp bir ta­nı­ğın de­yi­miy­le ‘şe­kil­siz bir kan­lı yı­ğın’a dö­nüş­tü­ren sa­yı­sız iş­ken­cey­le öl­dü­rül­dü­ler.” Ken­di as­ke­ri he­kim­le­rin­den bi­ri bi­le Ba­ron’un ya­zı­lı emir­le­ri­ni şöy­le ni­te­li­yor­du: “Bir sa­pı­ğın ve in­san ka­nı­na su­sa­mış bir me­go­la­man­ya­ğın has­ta­lık­lı bey­ni­nin ürü­nü.”127 Hü­kü­me­tin yü­rüt­me or­gan­la­rın­dan ba­zı üye­ler re­form­lar ya­pıl­ma­sı­nı öner­di­ğin­de Ami­ral Kol­çak’ın ken­di­si de “ma­sa­yı yum­ruk­la­dı, her­şe­yi ye­re sa­vur­du, eli­ne bir ça­kı ge­çi­rip san­dal­ye­nin kol­la­rı­nı öf­key­le yar­dı” ve ce­vap ver­di:

“Gi­din ba­şım­dan. Böy­le so­ru­lar sor­ma­nı­zı ya­sak­lı­yo­rum. Bu­gün Ba­kan­lar Ku­ru­lu’na gi­di­yo­rum ve... ke-sin-lik-le ya­pıl­ma­ma­sı­nı em­re­de­ce­ğim.”128

Kur­ban Ka­zak­la­rı­nın ge­ne­ra­li Şku­ro için mu­ha­fa­za­kar bir ta­rih­çi şun­la­rı yaz­mış­tı: “Ken­di­le­ri­ne ve­ri­len en bü­yük prim yağ­may­dı, ama Şku­ro için ne­re­de na­sıl yağ­ma ya­pı­la­ca­ğı­nın özel bir öne­mi yok­tu... bi­ri­le­ri­nin öl­dü­rül­me­si ge­re­ki­yor­sa on­la­rın bol­şe­vik ol­ma­sı­nı ter­cih eder­di.”129 Bu ara­da yi­ne Kur­ban’da:

“Ka­det­ler... ge­ri­ci ge­ne­ral Dra­go­mi­rov Ya­hu­di­le­re kar­şı tam bir pog­ro­ma dö­ü­şe­cek bas­kı­la­rı baş­lat­tı­ğın­da se­yir­ci kal­dı­lar... ve sa­dist Ge­ne­ral Pok­rovs­ki de pen­ce­re­si­nin bak­tı­ğı av­lu­da ‘iş­tah aç­ma­sı için’ sos­ya­list­le­ri top­lu­ca as­tır­dı.”130

De­ni­kin or­du­su­nun ge­dik­li­le­rin­den Ge­ne­ral Ma­i-Ma­evs­ki, “en bü­yük za­lim­li­ği yap­ma ye­te­ne­ği­ne sa­hip­ti ve top­lu sek­se düş­kün­lü­ğü var­dı.”131 De­ni­kin’in se­le­fi Vran­gel, ken­di su­bay­la­rı­nın bi­rin­den, Slas­çev’den şöy­le bah­se­di­yor: “Uyuş­tu­ru­cu ve al­ko­le fe­na hal­de müp­te­la.” Slas­çev’in ka­rar­ga­hı­nı zi­ya­re­tin­de Vran­gel, ke­nar­la­rı sır­ma ve kürk­le çev­ri­li uzun be­yaz Türk kaf­ta­nın­dan fan­te­zi bir üni­for­ma için­de bir sü­rü iç­kü şi­şe­si ara­sı­na se­re ser­pe uzan­mış du­rum­da bul­muş­tu onu. “Ora­da” di­yor­du Vran­gel,

“Bir tur­na ile bir kuz­gun, bir kır­lan­gıç ve bir de sı­ğır­cık var­dı... ora­dan ora­ya uçu­şup sa­hip­le­ri­nin ka­fa­sı­na ve omuz­la­rı­na tü­nü­yor­lar­dı... Ta­ma­men ak­lı ba­şın­dan git­miş bir adam­la uğ­ra­şı­yor­dum.”132

Be­yaz­lar sa­fı­nın bü­tün var­lı­ğı - top­lum­sal bi­le­şi­mi, po­li­ti­ka­la­rı, yön­tem­le­ri ve ön­de ge­len ki­şi­le­ri­nin ka­rak­ter­le­ri, Kı­zıl­la­rın top­lum­sal pro­fi­liy­le tam bir zıt­lık için­de­dir. Bu ya­şam­sal fark­lı­lık­lar an­la­şıl­ma­dan, bol­şe­vik­le­rin iç sa­va­şı na­sıl ka­zan­dı­ğı­nı açık­la­mak ola­nak­sız­dır. Biz­zat Be­yaz­la­rın bi­le ken­di re­jim­le­riy­le Kı­zıl­lar ara­sın­da­ki ya­şam­sal fark­lı­lı­ğı ka­bul et­ti­ği­ni bir çok kez gö­rü­yo­ruz. Kol­çak’ın Sa­vaş Ba­kan­lı­ğı’na su­nu­lan ve or­du­la­rın­dan bi­ri­nin du­ru­mu­na iliş­kin ay­rın­tı­lı bil­gi ve­ren res­mi bir ra­por­da şöy­le den­mek­te­dir:

“Ata­man Kra­sil­no­kov tü­müy­le ya­rar­sız, ken­di­ni yal­nız­ca iç­ki­ye ve uy­gun­suz dav­ra­nış­la­ra ver­miş; su­bay­la­rı da ay­nı şe­kil­de dav­ra­nı­yor: As­ker­ler hır­sız­lık ve ka­dın­la­ra sar­kın­tı­lık ama­cıy­la key­fi ara­ma­lar ya­pı­yor. Hal­kın tü­mü bol­şe­viz­mi is­ti­yor. Du­rum, kri­tik.”133

Si­bir­ya’da ABD’li Ge­ne­ral Gra­ves, “bol­şe­vik ke­li­me­si... Rus­ya’da otok­ra­si­nin ye­ni­den ik­ti­da­ra gel­me­si­ne... izin ver­me­yen in­san an­la­mı­na ge­li­yor,” di­yor­du. “Dev­let me­mur ve as­ker sı­nıf­la­rı dı­şın­da Omsk (Kol­çak) hü­kü­me­ti­nin yüz­de bir­den az yan­da­şı var­dı,” de­me­ye de­vam edi­yor­du.134 Ka­det­ler­den Ust­ri­ya­lov, Omsk’ta “yok­sul­lar bol­şe­vik­le­ri açık­ça des­tek­li­yor ve gel­me­le­ri­ni bek­li­yor” di­ye bil­dir­miş­ti.135

Di­ğer Be­yaz böl­ge­le­rin­de de du­rum aşa­ğı yu­ka­rı ay­nıy­dı. Ku­zey Top­rak­la­rı’nda sos­ya­list dev­rim­ci Bo­ris so­ko­lov, “Ar­han­gelsk ve köy­ler­de­ki hal­kın duy­gu­la­rı, nü­fu­sun ço­ğun­lu­ğu­nun bol­şe­vik­le­re sem­pa­ti duy­du­ğu­na inan­dır­dı be­ni” de­miş­ti.136 Ku­zey­de­ki, Be­yaz yö­ne­ti­mi­ni des­tek­le­yen bir baş­ka­sı, “halk kit­le­le­ri bol­şe­viz­me yö­ne­li­yor” di­ye iti­raf edi­yor­du.137 Cham­ber­lin de gü­ney­de­ki De­ni­kin re­ji­mi hak­kın­da şun­la­rı söy­le­mek­te­dir:

“Bü­tün ek­sik­le­ri­ne rağ­men Sov­yet re­ji­mi, İno­go­rod­ni (ya­ban­cı­lar, Ka­zak ola­ma­yan ve hak­la­rı kı­sıt­lı köy­lü­ler) kit­le­le­ri ara­sın­da po­pü­ler­di; bun­lar Ka­zak Ra­da­sı’nın (par­la­men­to) ik­ti­da­ra dön­me­si­nin yal­nız­ca Ka­zak­la­ra a­it bol mik­tar­da mül­ke el koy­ma düş­le­ri­nin so­nu ola­ca­ğın­dan de­ğil, ay­nı za­man­da çok kan­lı bir in­ti­kam ve bas­kı dö­ne­mi­ni baş­la­ta­ca­ğın­dan hak­lı ola­rak kor­ku­yor­lar­dı.”138

De­ni­kin ken­di va­li­le­ri­ni şöy­le an­lat­mak­ta­dır:

“Ger­çek­le­şen ayak­lan­ma­ya psi­ko­lo­ji, dün­ya gö­rü­şü ve alış­kan­lık­lar ba­kı­mın­dan öy­le ya­ban­cıy­dı­lar ki, onu ne an­la­ya­bi­li­yor, ne de on­la ba­şa çı­ka­bi­li­yor­lar­dı. On­la­ra gö­re her­şey geç­miş­tey­di ve bi­çim ve ruh ola­rak bu geç­mi­şi ye­ni­den can­lan­dır­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar­dı. On­la­rın pe­şin­de de es­ki re­ji­min da­ha alt dü­zey­den tem­sil­ci­le­ri var­dı; bun­la­rın bir bö­lü­mü dev­rim­den do­la­yı kor­ku için­de, bir bö­lü­mü de kır­gın­lık ve kin do­luy­du.”139

Cham­ber­lin, “Be­yaz­la­rın ye­nil­gi­si­nin te­mel ne­de­ni”nin, son aşa­ma­da De­ni­kin’in hal­kın des­te­ği­ni ala­ma­ma­sı ol­du­ğu­nu ka­bul et­mek­te­dir.140

Bol­şe­vik­le­rin iş­çi­ler­le köy­lü­le­re fark­lı tu­tu­mu­nun ya­nın­da Be­yaz­la­rın sos­yal po­li­ti­ka­sın­da Kı­zıl­la­rın za­fe­ri­ne kat­kı­da bu­lu­nan baş­ka bir ya­şam­sal fark da­ha var­dı: Ulus­la­rın ken­di ka­der­le­ri­ni ta­yin hak­kı­na kar­şı tu­tum. Ta­bi­i ki Be­yaz­lar, böy­le bir hak­ka ke­sin­lik­le kar­şıy­dı­lar. Dur­ma­dan or­ta­ya at­tık­la­rı slo­gan, “Rus­ya bü­yük, bir­le­şik ve bö­lün­mez ola­cak­tır”dı. Be­yaz­la­rın bü­yük Rus şo­ve­niz­mi, da­va­la­rı­nın so­nu­nu ha­zı­la­ya­ca­ğı açık da ol­sa, ka­çı­nıl­maz ola­rak böy­le bir ta­vır al­ma­la­rı­na yol açı­yor­du.

Ku­zey­ba­tı­da, ‘bü­yük bö­lün­mez Rus­ya’ dü­şün­ce­si­ne tak­mış Be­yaz­la­rın, Pet­rog­rad’a kar­şı ha­re­kat­lar­da ken­di­le­riy­le iş­bir­li­ği yap­ma­la­rı bek­le­ne­bi­le­cek olan Fin­lan­di­ya ile Es­ton­ya’nın ba­ğım­sız­lı­ğı­nı ta­nı­ma­yı inat­la red­det­me­si, ye­nil­gi­le­rin­de göz­den ka­çı­rıl­ma­ya­cak ne­den­ler­den bi­riy­di.141

Rus­ya’nın ba­tı­sın­da Ge­ne­ral Kont Ru­di­ger von der Goltz’un ko­mu­ta et­ti­ği Be­yaz or­du:

“Le­ton­ya­lı­lar, Es­ton­ya­lı­lar ve bol­şe­vik­le­re yö­ne­lik zul­müy­le nam sal­mış­tı. Ba­zı­la­rı­nın ‘Na­ziz­min ile­ri ko­lu’ di­ye an­dı­ğı Fre­i­korps bir­lik­le­ri... bir n­gi­liz dip­lo­ma­tın ‘ger­çek te­rör dö­ne­mi’ di­ye ad­lan­dır­dı­ğı ve yal­nız­ca Ri­ga’da 3.000 Le­ton­ya­lı­nın ha­ya­tın­dan so­rum­lu olan ey­lem­le­ri ger­çek­leş­tir­di.”142

Gü­ney­de:

“De­ne­ti­mi al­tın­da­ki top­rak­lar­da nü­fu­sun bü­yük bö­lü­mü­nün Rus ol­ma­sı ve as­ke­ri za­fer bek­len­ti­le­ri­nin de bü­yük öl­çü­de Uk­ray­na­lı­lar ile Po­lon­ya­lı­lar, Gür­cü­ler ve Kaf­kas ka­bi­le­le­riy­le uz­laş­ma sağ­la­ma­sı­na bağ­lı ol­ma­sı, De­ni­kin’in ta­lih­siz­li­ğiy­di; Hiç de ona gö­re ol­ma­yan bir iş­ti bu...”143

Za­ten De­ni­kin, Uk­ray­na di­li­nin öğ­re­til­me­si­ni ya­sak­la­mış­tı. Be­yaz böl­ge­le­ri­nin nü­fus­la­rı ara­sın­da bu ka­dar an­ti­pa­ti top­la­dık­tan son­ra, yer­li, Rus ya da ya­ban­cı mü­da­la­he­ci­ler ol­sun, ço­ğu za­man Be­yaz or­du­la­rın üye­le­ri ara­sın­da da ben­zer tu­tum­la­rın ge­liş­miş ol­ma­sı pek şa­şır­tı­cı de­ğil. Ta­bi­i Kı­zıl Or­du’dan da ka­çan­lar ve Be­yaz­la­ra ka­tı­lan­lar ol­muş­tu. Ama Be­yaz bir­lik­ler ara­sın­da bu tür olay­lar çok da­ha faz­lay­dı. 1919’da Ku­zey Rus­ya’da iki haf­ta için­de Be­yaz bir­lik­le­rin ne­re­dey­se ya­rı­sı, 6.000 ka­dar ki­şi, ko­mu­tan­la­rı­nın ken­di­le­ri­ne ter­cih hak­kı ta­nı­ma­sı üze­ri­ne Kı­zıl­la­ra ka­tıl­dı. Bü­tün bir alay, top­lu­ca gi­di­yor­du. Ay­nı sı­ra­lar­da böl­ge­de­ki n­gi­liz ve Fran­sız bir­lik­le­rin­de de is­yan çık­mış ve ABD’li bir ça­vuş gün­lü­ğü­ne şöy­le yaz­mış­tı:

“Bu­ra­da hal­kın ço­ğun­lu­ğu Bo­lo­la­ra (bol­şe­vik­le­re) sem­pa­ti du­yu­yor. On­la­rı suç­la­mı­yo­rum, as­lın­da ben de on­da do­kuz Bo­lo­yum.”144

Bir kı­zıl su­bay, ha­ya­tı­nı teh­li­ke­ye ata­rak Kol­çak’a ka­tıl­dı. Ama her­ke­si et­ki­si­ne al­mış di­sip­lin­siz­lik ve se­fil­lik kar­şı­sın­da öy­le tik­sin­ti duy­du ki, ken­di an­la­tı­mı­na gö­re sar­hoş bir su­ba­yın kar­şı­sı­na çı­kan ilk ko­mi­ser ta­ra­fın­dan vu­ru­la­ca­ğı Kı­zıl Or­du’yla kes­kin bir kar­şıt­lık gör­dü­ğü­nü söy­le­di. Cham­ber­lin şu so­nu­ca va­rı­yor:

“Bü­tün Ko­mü­nist­ler de er­miş ya da pü­ri­ten de­ğil­di el­bet­te. Ama ge­nel dav­ra­nış­la­rı ve ah­lak­la­rı, kar­şıt­la­rı­na gö­re da­ha iyi gö­rü­nü­yor­du.”145

Kol­çak re­ji­mi­nin son­la­rı­na doğ­ru dik­ta­tö­rün ki­şi­sel ko­ru­ma­la­rı bi­le ay­nı so­nu­ca var­mış­tı: Kol­çak’ın, ar­dın­dan git­me­ye de­vam et­mek ya da bol­şe­vik­le­re ka­tıl­mak ara­sın­da öz­gür ter­cih hak­kı ta­nın­dı­ğın­da, “Sa­da­kat­le­ri­ne ke­sin inanç duy­du­ğu adam­lar bol­şe­vik­le­re ka­tı­la­rak bu gü­ve­ni­nin kar­şı­lı­ğı­nı ver­di­ler.”146

İş­te iç sa­va­şın son­la­rın­da Be­yaz saf­la­rı böy­le da­ğıl­dı. Ama bu za­fe­ri ka­za­na­bil­mek için bol­şe­vik­ler de en bü­yük fe­da­kar­lık­la­ra kat­lan­mak ve iş­çi-köy­lü kit­le­le­rin­den de en bü­yük fe­da­kar­lık­la­rı ta­lep et­mek du­ru­mun­da kal­mış­tı.

 

1918’de ül­ke­de­ki eko­no­mik çö­kün­tü, ya­ban­cı mü­da­ha­le­si ile ab­lu­ka­nın da­yat­tı­ğı ara­lık­sız bas­kı ve Be­yaz Te­rör’ün ür­kü­tü­cü vah­şe­ti, iç sa­va­şı ka­zan­mak için ge­re­ken fe­da­kar­lık­la­rın, yal­nız­ca nor­mal po­li­tik tar­tış­ma yön­tem­le­riy­le za­ma­nın­da ya­pıl­mış ol­ma­ya­ca­ğı ya da ola­ma­ya­ca­ğı an­la­mı­na ge­li­yor­du.

Sos­ya­list dev­rim­ci­ler bol­şe­vik­le­ri kat­le­der­ken, sırf yap­tık­la­rı ha­ta­yı on­la­ra gös­ter­mek için si­ya­sal ye­ni­den eği­tim yön­te­mi­ne gü­ven­mek, in­ti­har olur­du. Be­yaz­lar köy­lü­nün ka­fa­sı­na si­la­hı, ço­ğun­lu­ğun gırt­la­ğı­na sün­gü­yü da­ya­mış­ken, köy­lü­yü be­yaz­lar­la dö­vüş­me­ye ik­na et­mek için hiç­bir tür­den si­ya­sal pro­pa­gan­da tek ba­şı­na ye­ter­li ola­maz­dı. Em­per­ya­list or­du­lar Mos­ko­va’ya yak­la­şır­ken zo­run­lu as­ke­re al­ma bir ge­rek­li­lik­ti, çün­kü di­sip­lin­li, yay­gın tam bir si­ya­sal bi­lin­ce sa­hip si­lah­lı bir nü­fu­su on­la­rı kar­şı­la­ma­ya ha­zır­la­na­cak bi­çim­de ör­güt­le­me­ye za­man yok­tu. On yıl­lık bir so­luk­lan­ma böy­le bir si­lah­lı nü­fus ya­ra­ta­bi­lir­di bel­ki, ama bol­şe­vik­le­rin za­ma­nı haf­ta­lar­la öl­çü­lü­yor­du. Kent­ler aç­lık­tan kı­rı­lır­ken köy­lü­nün, çok da­ha bü­yük bir ödül olan ma­ki­ne­ler kar­şı­lı­ğın­da ta­hıl ver­me­si sağ­la­na­bi­lir­di bel­ki -ama bu­nun için de Al­man­ya’da dev­rim ya da en azın­dan sa­na­yi­nin can­lan­ma­sı la­zım­dı. Her iki ko­şul da ol­ma­dı­ğı­na gö­re, iş­çi dev­le­ti ile onun Kol­çak ve De­ni­kin’in el­le­rin­de yok ol­ma­sı ara­sın­da bir tek şey du­ru­yor­du, ta­hı­la el ko­yul­ma­sı.

Gö­nül­lü­lük ve zo­run­lu­luk ara­sın­da­ki bu di­ya­lek­tik kuş­ku­suz her iş­çi dev­ri­mi­nin bir yö­nü­nü oluş­tur­mak­ta­dır. Otuz yı­lı aş­kın bir sü­re ön­ce Tony Cliff, bu du­ru­mu şöy­le açık­la­mış­tı:

“Ka­pi­ta­lizm­de di­sip­lin, ser­ma­ye­nin dı­şa­rı­dan da­yat­tı­ğı zor­la­yı­cı bir güç ola­rak çı­kar iş­çi­nin kar­şı­sı­na. Sos­ya­lizm­de di­sip­lin, bi­linç­li­li­ğin so­nu­cu ola­cak, öz­gür in­san­la­rın alış­kan­lı­ğı ola­cak­tır. Ge­çiş dö­ne­min­de ise iki un­sur­dan kay­nak­la­nır: Bi­linç­li­lik ve zor­la­ma. Üre­tim araç­la­rı­nın iş­çi­ler ta­ra­fın­dan ko­lek­tif mül­ki­yet al­tı­na alın­ma­sı, ya­ni üre­tim araç­la­rı­nın iş­çi dev­le­ti­nin mül­ki­ye­tin­de ol­ma­sı, eme­ğin di­sip­li­nin­de­ki bi­linç un­su­ru­nun te­me­li­ni oluş­tu­ra­cak­tır. Ay­nı za­man­da iş­çi sı­nı­fı da ko­lek­tif bir ya­pı ola­rak ku­rum­la­rı -sov­yet­ler, sen­di­ka­lar vb.- ara­cı­lı­ğıy­la üre­tim için­de tek tek iş­çi­le­rin di­sip­li­ni ko­nu­sun­da zor­la­yı­cı bir güç ola­rak be­li­re­cek­tir.
“Bi­rey ile ko­lek­tif ara­sın­da­ki bu çe­liş­ki, ik­na­yı çir­kin kar­şı­tıy­la, zor­la­may­la bir­leş­tir­me ge­re­ği, iş­çi sı­nı­fı­nın, ka­pi­ta­list bar­bar­lık­la sa­vaş­mak için ka­pi­ta­lizm­den ka­lan bar­bar­ca yön­tem­le­ri ka­çı­nıl­maz ola­rak kul­lan­ma­sı, ka­pi­ta­lizm­de iş­çi­le­rin ma­ne­vi alan­da öz­gür ol­ma­dı­ğı­nın ve tam an­la­mıy­la in­san mer­te­be­si­ne ulaş­mak için uzun bir ta­rih­sel dö­nem­den geç­me­le­ri ge­rek­ti­ği­nin bir baş­ka ka­nı­tı­dır.”147

İş­çi sı­nı­fı­nın nü­fus için­de azın­lık oluş­tur­du­ğu, sa­na­yi­nin yıl­lar­ca sü­ren sa­vaş­ta ve Be­yaz­lar­la em­per­ya­list­le­rin ku­şat­ma­sı al­tın­da yı­kı­ma uğ­ra­dı­ğı bir ül­ke­de, den­ge, git­tik­çe da­ha çok zor­lan­ma­ya doğ­ru bo­zul­du. Bol­şe­vik­le­rin yo­lu her adım­da sı­kın­tıy­la ve ken­di­ni da­ya­tan zo­run­lu­luk­lar­la do­luy­du. Her zor­la­ma un­su­ru, tek al­ter­na­tif kar­şı dev­ri­min za­fe­ri ol­du­ğu için, uy­gu­la­nan acil bir ön­lem­di. Bir çok iş­çi ve köy­lü­nün Sa­vaş Ko­mü­niz­mi re­ji­mi al­tın­da ya­şa­dı­ğı en­gel­le­me­le­re rağ­men o re­ji­mi Be­yaz­la­ra kar­şı sa­vun­mak için ölü­mü­ne sa­vaş­ma­sı­nın al­tın­da ya­tan ne­den, bu ger­çe­ğin kav­ran­ma­sıy­dı. Sa­vaş Ko­mü­niz­mi re­ji­mi­nin her ya­nın­da en gad­dar­ca bas­kı bi­çim­le­ri­nin, en dik­ka­te de­ğer kah­ra­man­lık ey­lem­le­riy­le iç içe geç­miş ol­ma­sı­nın ne­de­ni de buy­du.

Eko­no­mi ala­nın­da bol­şe­vik­le­rin Ekim Dev­ri­mi’nden son­ra he­men uy­gu­la­dı­ğı ön­lem­ler ılım­lıy­dı. Top­tan dev­let­leş­tir­me is­te­mi­yor­lar­dı ve fab­ri­ka­lar­da­ki iş­çi de­ne­ti­mi­nin mev­cut fab­ri­ka sa­hip­le­ri­ni zor­la­yıp ik­na et­me­si­ni sağ­la­ya­cak bir du­ru­mu ya­vaş ya­vaş de­ne­yip sis­tem­leş­tir­mek­ten mem­nun­du­lar. S. A. Smith’in, fab­ri­ka­lar­da iş­çi de­ne­ti­mi­ne iliş­kin ay­rın­tı­lı ça­lış­ma­sı Red Pet­rog­rad’da ( Kı­zıl Pet­rog­rad) yaz­dı­ğı gi­bi:

“Bu tu­haf ger­çek, Ba­tı­lı ta­rih­çi­le­rin, if­lah ol­maz mer­ke­zi­yet­çi Le­nin’in ik­ti­da­rı eli­ne ge­çi­rir ge­çir­mez ‘sen­di­ka­list’ fab­ri­ka ko­mi­te­le­ri­ni ez­me­ye kal­kış­tı­ğı id­di­a­sı­nı an­lam­sız kıl­mak­ta­dır.”148

Ta­bi­i iş­çi­le­rin ar­tık dev­let ay­gı­tı­nın de­ne­ti­mi­ni al­mış ol­ma­sı, kar­ma şir­ket­le­rin zor­luk­la ge­li­şe­bi­le­ce­ği sı­nır­la­rı çiz­me­ye ya­ra­yan güç­lü bir si­la­hı el­le­ri­ne ge­çir­dik­le­ri an­laml­na ge­li­yor­du. ş­çi dev­le­ti ik­ti­da­rı­nın sa­na­yi­yi ya­pı­lan­dır­ma­da kul­la­nıl­ma­sı­nı ilk is­te­yen, ye­rel fab­ri­ka ko­mi­te­le­ri oluş­muş­tu. Her şe­yin öte­sin­de bun­lar, fab­ri­ka­lar­da­ki iş­çi de­ne­ti­mi­nin tüm eko­no­mi­de iş­çi de­ne­ti­miy­le ta­mam­lan­ma­sı­nın zo­run­lu ol­du­ğu­nu an­la­mış­tı. Za­ten dev­ri­min he­men er­te­sin­de de Tüm Rus­ya Fab­ri­ka Ko­mi­te­le­ri Kon­se­yi, eko­no­mi­yi dü­zen­le­mek için mer­ke­zi ay­gıt ku­rul­ma­sı­nı ge­rek­ti­ren bir ka­rar­na­me ta­lep et­ti, Le­nin’in iş­çi de­ne­ti­mi­ne iliş­kin ka­rar­na­me­si, bu ta­le­bi yu­mu­şat­tı.149

Sen­di­ka­la­rın ro­lü ko­nu­sun­da­ki tar­tış­ma­da da, fark­lı iş­çi ör­güt­le­ri ara­sın­da re­ka­be­tin so­nu­cu ola­rak hü­küm sü­ren anar­şi­ye son ver­me­ye yö­ne­lik bir dür­tü gö­rü­le­bi­lir. Fab­ri­ka ko­mi­te­le­ri­nin sen­di­ka­lar ta­ra­fın­dan yu­tul­ma­sı, ko­mi­te­le­ri et­ki­siz­leş­tir­me­ye yö­ne­lik bir bol­şe­vik tez­ga­hı ola­rak yan­sı­tıl­mış­tır hep. As­lın­da bu, dev­rim sı­ra­sın­da tü­re­yen bir sü­rü ör­gü­te akıl­cı bir çer­çe­ve ka­zan­dır­ma ve ko­mi­te­le­rin ya­pı­sın­da­ki ye­rel­li­ğin üs­te­sin­den gel­me doğ­rul­tu­sun­da ta­ban­lar­da­ki mi­li­tan­lar­dan ge­len ta­le­bin bir bö­lü­müy­dü. İlk Bü­tün Rus­ya Sen­di­ka­lar Kong­re­si’nde ko­mi­te­le­ri sen­di­ka­la­ra kat­ma öne­ri­si kar­şı­sın­da yan­lız­ca al­tı oy çık­mış­tı. Hem bol­şe­vik­ler, hem de men­şe­vik­ler bu bir­leş­me doğ­rul­tu­sun­da oy kul­lan­dı.150 Pet­rog­rad fab­ri­ka ko­mi­te­si de Ocak 1918’de­ki al­tın­cı ve son top­lan­tı­sın­da bir­leş­me­yi onay­la­dı. Ko­mi­te­le­rin sen­di­ka­la­ra ka­tıl­ma­sı, sen­di­ka­la­ra her fab­ri­ka­da­ki ko­mi­te­nin bir par­ça­sı ola­rak üre­ti­mi de­net­le­me ro­lü ve­re­rek on­la­rın iş­le­vi­ni ge­niş­let­ti.151

Bü­tün bun­lar, bir iş­çi dev­le­ti­nin eko­no­mi­si­ni na­sıl ör­güt­le­ye­ce­ği­ne iliş­kin son de­re­ce sağ­lık­lı tar­tış­ma­lar­dır. Bu nok­ta­da eko­no­mik ya­pı, re­ji­me hız­la da­ya­tı­la­cak olan top­tan dev­let de­ne­ti­mi­nin çok uza­ğın­da­dır he­nüz. Dev­ri­mi­nin gü­cü­nü to­par­la­ya­bil­me­si için bir so­luk­lan­ma ara­sı ver­me ge­re­ği, Le­nin’in dev­ri­min he­men er­te­sin­de sa­vun­du­ğu dev­let­çe dü­zen­len­miş ka­pi­ta­lizm st­ra­te­ji­si­nin özü­nü oluş­tu­ru­yor­du. Çok bü­yük iki göç, bol­şe­vik­le­ri bu “re­for­mist” yol­dan ay­rıl­ma­ya zor­la­dı.

Bun­lar­dan bi­ri ka­pi­ta­list­le­rin, ka­lan güç­le­ri­ni sis­te­mi ça­lış­maz ha­le ge­tir­mek için kul­lan­ma­sıy­dı. 1917’nin so­nun­da Bü­tün Rus­ya İş­ve­ren­ler Kong­re­si, “yö­ne­ti­me ak­tif mü­da­ha­le yo­luy­la de­ne­tim sağ­la­yan fab­ri­ka­lar ka­pa­tı­la­cak,” de­miş­ti.152 Bu­nu iz­le­yen fab­ri­ka ka­pat­ma dal­ga­sı­na iş­çi­le­rin do­ğal tep­ki­si, dev­let­le­ri­nin fab­ri­ka­la­rı­na el koy­ma­sı ol­du. Do­la­yı­sıy­la, Tem­muz 1918’e ka­dar dev­let­leş­ti­ri­len şir­ket­le­rin yal­nız­ca beş­te bi­ri dev­let in­si­ya­ti­fiy­le, beş­te dör­dü de ye­rel ko­mi­te­le­rin in­si­ya­ti­fiy­le dev­let­leş­ti­ril­miş­ti.153 Ama ikin­ci bir et­ken ol­ma­say­dı, re­ji­mi iz­le­di­ği yol­dan ayır­ma­ya Rus­ya ka­pi­ta­list­le­ri­nin tek ba­şı­na gü­cü yet­mez­di.Bu et­ken, iç sa­va­şın baş­la­ma­sı ve it­ti­fak ha­lin­de­ki mü­da­ha­ley­di. Bir eko­no­mi ta­rih­çi­si si­lah­lı teh­di­din et­ki­si­ni şöy­le an­la­tı­yor:

Pat­lak ve­ren iç sa­vaş at­mos­fe­rin­de ser­ma­ye ile pro­le­tar­ya dik­ta­tör­lü­ğü­nün her tür­lü or­tak ça­ba­sı (iş­çi de­ne­ti­mi, ano­nim şir­ket­ler vb), hız­la sö­nüp gi­den bir Ütop­ya ola­rak gö­rü­nü­yor.

“Dün­ya ser­ma­ye­si­nin, Rus­ya’da tü­ken­mek­te olan kar­şı dev­rim­ci di­re­ni­şe ye­ni bir güç ve­ren mü­da­ha­le­si, pro­le­tar­ya­ya da ye­ni şey­ler da­yat­tı: Bü­yük öl­çek­li ser­ma­ye­nin ve ge­nel­de ser­ma­ye­nin aman­sız­ca dev­let­leş­ti­ril­me­si, ha­kim sı­nıf­la­rın mülk­le­ri­ne el kon­ma­sı, pa­za­rın bas­tı­rıl­ma­sı ve sır­tı­nı pa­za­rın alt edil­me­si ile kul­la­nıl­ma­sı­na da­ya­mış, bü­tün pro­le­tar­ya­yı kap­sa­yan bir po­li­tik eko­no­mi ör­güt­len­me­si­ne gi­dil­me­si.”154

De­mek ki, Sa­vaş Ko­mü­niz­mi sı­ra­sın­da­ki dev­let­leş­tir­me­ler, Sam Far­ber ve baş­ka­la­rı­nın id­di­a et­ti­ği gi­bi özü ge­re­ği an­ti-de­mok­ra­tik olan bol­şe­vik po­li­ti­ka­sı­nın bir ör­ne­ği de­ğil, bol­şe­vik­le­rin iz­le­me­yi ter­cih ede­ce­ği da­ha ya­vaş, da­ha öl­çü­lü bir yol­dan kes­kin bir bi­çim­de ay­rıl­ma­la­rı­nı ge­rek­ti­ren, bu du­ru­ma öz­gü bir ön­lem­miş. As­lın­da Ha­zi­ran 1918’de bü­tün ağır sa­na­yi­nin ve ano­nim şir­ket­le­rin dev­let­leş­ti­ril­me­si, Brest-Li­tovsk An­laş­ma­sı’nın, 1 Tem­muz’a ka­dar şir­ket­le­ri dev­let­leş­tir­me­miş olan Al­man ya­tı­rım­cı­la­ra taz­mi­nat öden­me­si­ni ge­rek­ti­ren hük­mü­nü uy­gu­la­mak­tan kur­tul­mak için ace­ley­le alın­mış bir ön­lem­di.155 Bru­ce Lin­coln, bol­şe­vik­le­rin Ulu­sal Eko­no­mi Yük­sek Kon­se­yi’nin yap­tık­la­rı­nı, “çok az bir tu­tar­lı plan­la­ma yan­sı­tı­yor,” di­ye özet­le­mek­te­dir. Ka­rar­la­rı, an­cak çok az du­rum­da içe­ri­den oluş­tu­ru­lu­yor­du:

“Yük­sek Kon­sey’in yap­tı­ğı da­ha çok, fab­ri­ka­la­rın an­ti-bol­şe­vik yö­ne­ti­ci­ler­ce ka­pa­tıl­ma­sı­nı ön­le­mek ya da ka­ba bir şe­kil­de ta­sar­lan­mış ye­rel mü­sa­de­re­le­ri den­ge­le­mek­ti... Yük­sek Kon­sey’in Rus­ya’da­ki sa­na­yi­le­ri dev­let­leş­tir­me yo­lun­da ilk gi­ri­şim­le­ri, bol­şe­vik­le­rin ken­di­ni sa­vun­ma ve ayak­ta kal­ma ko­nu­sun­da­ki de­rin kay­gı­sın­dan kay­nak­la­nı­yor­du ol­sa ol­sa.”156

Bol­şe­vik li­der Mil­yu­tin, şun­la­rı yaz­mış­tı: “Dev­let­leş­tir­me sü­re­ci aşa­ğı­dan iş­le­di ve sov­yet li­der­le­ri, ye­rel ör­güt­le­rin ken­di ba­şı­na dev­let­leş­tir­me­ye kal­kış­ma­sı­nı ya­sak­la­yan on­ca em­re rağ­men bu gi­di­şe ye­ti­şe­me­di, diz­gin­le­ri ele ala­ma­dı.”157 Le­nin, dev­let­leş­tir­me po­li­ti­ka­sı­nın iş­çi dev­le­ti­ne yık­tı­ğı kor­kunç yü­kün far­kın­day­dı. Ni­san 1918’de, “ser­ma­ye­ye bu be­del­le el koy­ma­ya de­vam eder­sek, ke­sin ola­rak ye­ni­li­riz,” de­miş­ti.158

Be­yaz­lar­la em­per­ya­list­le­rin re­jim üze­rin­de­ki bas­kı­sı art­tık­ça, bir ku­şat­ma eko­no­mi­si de o ka­dar ka­çı­nıl­maz olu­yor­du. İç sa­vaş­la bir­lik­te da­ha sı­kı bir iş­çi di­sip­li­ni ve fab­ri­ka­la­rı iş­le­ten ko­mü­nist­le­rin ye­ri­ne “tek adam yö­ne­ti­mi”nin geç­me­si ge­rek­ti. Her iki sü­reç de sa­vaş­la ba­şa baş gi­di­yor­du. 1919’da Rus­ya’da­ki şir­ket­le­rin yal­nız yüz­de 10,8’i tek adam yö­ne­ti­mi al­tın­day­dı. Bu oran, er­te­si yıl için­de hız­la yük­sel­di. Ama bu du­rum­da bi­le 1920’de Pet­rog­rad’da, 200’den faz­la iş­çi ça­lış­tı­ran fab­ri­ka­la­rın an­cak yüz­de 31’i tek adam yö­ne­ti­mi­ne gir­miş­ti.159 İş­çi di­sip­li­ni, iç sa­vaş sı­ra­sın­da da sık­laş­tı, ama S. A. Smith’in de­di­ği gi­bi:

“1918 bo­yun­ca iş­let­me için­de­ki oto­ri­te iliş­ki­le­rin­de dö­nü­şüm ya­rat­ma is­te­ği, ye­ri­ni ve­rim­li­li­ği ar­tır­ma gü­dü­sü­ne bı­rak­tı... Yi­ne de bu­nu, bol­şe­vik par­ti­nin fab­ri­ka ko­mi­te­le­ri­ne kar­şı za­fe­ri ola­rak gö­re­mi­yor in­san. Baş­tan be­ri ko­mi­te­ler, hem üre­ti­mi sür­dü­rüp, hem de fab­ri­ka ha­ya­tı­nı de­mok­ra­tik­leş­tir­me­ye ada­mış­tı ken­di­le­ri­ni, ama sa­na­yi öy­le bir du­rum­day­dı ki, bu iki he­def bir­bi­riy­le çe­li­şir ol­muş­tu. Ge­nel­de fab­ri­ka ko­mi­te­le­ri, üre­ti­me ön­ce­lik ve­ril­me­si­ne rı­za gös­ter­di­ler: Da­ha sı­kı bir iş­gü­cü di­sip­li­ni­ne yö­ne­lik teş­vik­le­ri ka­bul et­ti­ler, hat­ta bun­la­ra ön ayak ol­du­lar.”160

Ka­sa­ba ve kent­ler­de iş­çi­ler, Sa­vaş Ko­mü­niz­mi’nin sert­lik­le­ri­ni, mem­nu­ni­yet­le ol­ma­sa da dev­ri­mi sa­vun­mak için ge­rek­li di­ye ka­bul et­ti­ler. Ama kent­li­le­rin öte­sin­de köy­lü­ler, ay­rı bir so­run­du. Kır­sal ke­sim­de gı­da­ya el koy­ma -köy­lü­le­rin ta­hı­lı­nı, ço­ğu za­man zor kul­la­na­rak alın­ma­sı- aç­lık ha­ya­le­ti­ni sav­mak için ka­çı­nıl­maz ol­muş­tu. Gı­da­la­ra el kon­ma­sı, Sam Far­ber’ın öne sür­dü­ğü gi­bi “pa­za­ra bas­kı uy­gu­la­ma” yo­lun­da dog­ma­tik bir gi­ri­şim de­ğil, ça­re­siz­lik­ten kay­nak­la­nan bir ey­lem­di. Bol­şe­vik­ler, baş­ka hiç­bir ne­den­le de­ğil­se bi­le, dev­le­tin tüm ya­pı­sı­nın da­yan­dı­ğı iş­çi-köy­lü it­ti­fa­kı­nı yık­ma teh­di­di­ni ge­tir­di­ği için ka­çın­mak is­ter­ler­di bun­dan. ­İa­şe Halk Ko­mi­se­ri Tsi­u­ru­pa’nın be­lirt­ti­ği gi­bi:

Yan­lız iki ola­sı­lık var, ya aç­lık­tan öle­ce­ğiz ya da (köy­lü eko­no­mi­si­ni) bir öl­çü­de za­yıf­la­tıp ge­çi­ci sı­kın­tı­la­rı­mız­dan kur­tul­ma­yı ba­şa­ra­ca­ğız.161

Bol­şe­vik­ler, sü­rek­li dev­rim pers­pek­ti­fi­nin ışı­ğın­da köy­lü so­ru­nu­na şu çö­zü­mü ter­cih eder­di: Köy­lü­le­rin ve­rim­li­li­ği­ni ar­tır­mak ve on­la­rı iş­çi sı­nı­fı­nın yö­ne­ti­mi­ne bağ­la­mak için kent­le­rin sa­na­yi gü­cü­nün kul­la­nıl­ma­sı. Köy­lü­le­rin de is­te­ğiy­di bu. 1920’de­ki Se­ki­zin­ci Sov­yet­ler Kong­re­si’nde köy­lü de­le­ge­ler­ce di­le ge­ti­ril­miş­ti:

“Bü­tün top­ra­ğı ek­me­mi­zi is­ti­yor­sa­nız... tuz ve de­mir ve­rin bi­ze. Baş­ka bir şey söy­le­me­ye­ce­ğim”. At, te­ker­lek,tır­pan ge­rek bi­ze, di­ye yan­kı­lan­dı baş­ka ses­ler. Alet­le­ri­miz­le ba­ra­ka­la­rı­mı­zı onar­mak için me­tal ve­rin bi­ze...”162

Ba­sit bir is­tek­ti bu, ama iç sa­vaş ko­şul­la­rın­da bir de­ği­şik­lik ve Av­ru­pa’da dev­rim ol­mak­sı­zın bol­şe­vik­le­rin kar­şı­la­ya­ma­dı­ğı bir is­tek. Di­ğer tek al­ter­na­tif, ta­hı­la el ko­yup yol­la­rı kes­me­le­ri için kent­ler­den bir­lik­ler gön­der­mek­ti. 1918’de ­a­şe Halk Ko­mi­ser­li­ği’ne ya­ğan telg­raf­la­rın gös­ter­di­ği gi­bi, ka­sa­ba­lar­la kent­ler­den ta­hıl di­ye çığ­lık­lar ge­li­yor­du:

EK­ME­Ğİ­MİZ YOK. DU­RUM ÜMİT­SİZ. AÇ­LIK HÜ­KÜM SÜ­RÜ­YOR.-19 Ma­yıs, Pok­rov kö­yün­den.
GI­DA KAY­NAK­LA­RI BA­KI­MIN­DAN YA­ROS­LAV İLİ, KE­SİN­LİK­LE EŞİ GÖ­RÜL­ME­MİŞ, FE­LA­KET BİR DU­RUM­DA. İKİ HAF­TA­DIR HİÇ TA­HIL GEL­ME­Dİ. -24 Ma­yıs, Yar­so­lav il mer­ke­zin­den.
AÇ­LIK İÇİN­DE­Kİ İŞ­Ç­İLER MA­Kİ­NE­LE­RİN ÜS­TÜ­NE YI­ĞI­LI­YOR... EK­MEK GÖN­DER­ME­NİZ İÇİN YAL­VA­RI­YO­RUZ Sİ­ZE... BU BİR TEH­DİT DE­ĞİL, SON BİR ÜMT­SİZ­LİK ÇIĞ­LI­ĞI­DIR. -25 Ma­yıs, Vıs­ka ka­sa­ba­sın­dan.163

Bu po­li­ti­ka­nın ar­dın­da ya­tan ça­re­siz­li­ğe, Le­nin’in Tem­muz 1918’de­ki çağ­rı­sın­dan da­ha iyi bir ya­nıt ola­maz; Le­nin boş fab­ri­ka­lar­da otu­rup aç­lık­tan öl­me­nin bir “suç” ve “ap­tal­lık” ol­du­ğun­da ıs­rar ede­rek Pet­rog­rad iş­çi­le­ri­ni “on bin­ler ha­lin­de Ural­lar’a, Vol­ga’ya ve gü­ne­ye” git­me­ye yö­nelt­miş­ti. Aç­lık­tan ölü­mü ön­le­mek için dev­ri­min sı­nıf te­me­li­ni bi­linç­li ola­rak yık­mak üzü­cü bir zo­run­lu­luk­tu. Ey­lül 1918’de Pet­rog­rad iş­gü­cü, 1917’de­ki ra­ka­mın yüz­de 30 al­tı­na düş­müş­tü.164 Çok risk­li bir po­li­ti­kay­dı bu. Kır­sal alan, köy­lü ayak­lan­ma­la­rıy­la alev­ler için­de, ta­hı­la el koy­ma­ya gi­den bir­lik­ler her an pu­su­ya dü­şü­rü­lüp öl­dü­rül­me teh­li­ke­si al­tın­day­dı. Ama ­a­şe Ko­mi­ser­li­ği’nde bir gö­rev­li­nin hay­kır­dı­ğı gi­bi:

Ne sa­nı­yor­su­nuz, ­İa­şe Halk Ko­mi­ser­li­ği ken­di key­fi için mi ya­pı­yor bu­nu? Ha­yır, ye­te­rin­ce yi­ye­cek ol­ma­dı­ğı için ya­pı­yor.165

Ta­hıl ora­day­dı ta­bi­i: “Yaz or­ta­sın­da (1918) bol­şe­vik­le­rin kü­çü­len top­rak­la­rın­da­ki Ku­lak (zen­gin köy­lü) am­bar­la­rın­da ha­la 1917 ha­sa­tın­dan dört­te üç mil­yon ton, ar­tı ön­ce­ki yıl­lar­dan kal­ma çok da­ha faz­la ta­hıl var­dı.”166

Ta­hı­la el koy­ma po­li­ti­ka­sı­na iş­ler­lik ka­zan­dır­mak için köy­le­rin yok­sul­la­rıy­la zen­gin köy­lü­ler ara­sın­da­ki far­kı öne çı­kar­mak da ge­re­ki­yor­du. Bun­lar­dan bi­rin­ci­si­nin iş­çi­ler­den ya­na ol­ma ola­sı­lı­ğı da­ha yük­sek­ti. Bol­şe­vik­le­rin ör­güt­le­di­ği Yok­sul Köy­lü Ko­mi­te­le­ri, kı­sa va­de­de bir­le­şik köy cep­he­si­ni iki düş­man kam­pa bö­lüp yi­ye­cek­le­re el koy­mak­la gö­rev­li bir­lik­le­re yar­dım­cı ol­du. Ama so­nun­da, bol­şe­vik­le­rin ye­ni­den top­rak da­ğı­tı­mı­nın ba­şa­rı­sı uğ­ru­na kur­ban edil­di­ler. Çok zen­gin köy­lü­le­rin ve yok­sul köy­lü­le­rin sa­yı­sı­nı azal­ta­rak bu yol­la bir­le­şik köy­lü­ler cep­he­si­nin bi­le­şi­mi ye­ni­den dü­zen­len­di. İç sa­va­şın so­nun­da ta­hı­la el koy­ma po­li­ti­ka­sı çok yıp­ran­mış du­rum­day­dı: Ye­ni Eko­no­mik Po­li­ti­ka (NEP), köy­lü­ler ile iş­çi dev­le­ti ara­sın­da­ki iliş­ki­le­re ye­ni bir da­ya­nak bul­ma ge­re­ği­nin ka­bul edil­me­siy­di.

Hem top­tan dev­let­leş­tir­me, hem de ta­hı­la el koy­ma, ko­şul­la­rın bol­şe­vik­le­re da­yat­tı­ğı bi­rer ge­ri adım­dı. Bol­şe­vik­le­rin ba­şa­rı­sı, bir öl­çü­de zo­run­lu­lu­ğu ka­bul edip onun­la yüz­leş­me­le­ri­ne da­ya­nı­yor­du. An­cak za­man za­man da bu zo­run­lu­lu­ğu ken­di ba­şı­na bir er­dem ha­li­ne ge­ti­rip iç sa­vaş sı­ra­sın­da­ki ka­tı ön­lem­le­rin sos­ya­liz­min do­ru­ğu ol­du­ğu­nu id­di­a et­me eği­li­mi gös­te­ri­yor­lar­dı. Bir öl­çü­de an­la­şı­la­bi­lir­di bu; zo­run­lu­lu­ğun mil­yon­lar ta­ra­fın­dan an­la­şı­la­bil­me­si için her po­li­ti­ka­nın bir re­to­rik gü­cü ol­ma­lı­dır. Ama ta­rih­çi­ler­den, özel­lik­le de mark­sist­ler­den bek­le­nen, öz ile sö­zü bir­bi­rin­den ayır­mak­tır. Sam Far­ber ve Ro­bin Black­burn’un be­ce­re­me­di­ği de iş­te tam bu­dur. Bu­nun ye­ri­ne Le­nin’in ya da Troç­ki’nin sa­va­şın or­ta­sın­da­ki emir­le­ri­ni alıp, olay­la­ra iliş­kin dü­şü­nü­lüp ta­sar­lan­mış bi­rer ana­liz ola­rak su­nu­yor­lar.167

Kı­zıl Or­du, si­ya­sal bi­linç ile ko­şul­la­rın da­yat­ma­sın­dan do­ğan­zor­la­ma ara­sın­da­ki çe­liş­ki­yi iç sa­vaş yıl­la­rı bo­yun­ca baş­ka bü­tün ku­rum­lar­dan da­ha faz­la ba­rın­dır­dı. Bir yan­dan, Kı­zıl Or­du­nun olu­şu­mu bir ge­ri adım­dı: Gö­nül­lü de­ğil, Zo­run­lu as­ker alan bir or­duy­du; su­bay­lar se­çil­mi­yor, ata­nı­yor­du; bin­ler­ce es­ki Çar­lık su­ba­yı atan­mış­tı; ida­mı da içe­ren sert bir as­ke­ri di­sip­lin var­dı; ba­zen bü­tün bir bir­li­ğin ger­çek­leş­tir­di­ği fi­rar­lar ve zu­lüm­ler olu­yor­du. Ama Kı­zıl Or­du ay­nı za­man­da mu­az­zam bir sos­ya­list bi­linç­le do­luy­du. Zo­run­lu as­ke­re al­ma, bir köy­lü ül­ke­sin­de kit­le or­du­su kur­mak için ge­rek­li gö­rül­müş ola­bi­lir, ama en teh­li­ke­li gö­rev­ler için tek­ra­ra tek­rar gö­nül­lü olan­lar, en ak­tif ve sı­nıf bi­lin­ci en yük­sek iş­çi­ler­dir (her­kes­ten ön­ce bol­şe­vik­ler­di).1919’da bin­ler­ce ki­şi De­ni­kin’e kar­şı sa­vaş­mak­tan­sa or­du­dan ay­rıl­dı, ama ‘par­ti haf­ta­la­rı’ sı­ra­sın­da da­ha bin­ler­ce­si ka­tıl­dı or­du­ya; o za­man­lar, bir mer­kez ko­mi­te­si bül­te­nin­de den­di­ği gi­bi, ‘Bu ko­şul­lar­da par­ti kar­tı al­mak, par­ti­ye kay­dol­mak, bir öl­çü­de De­ni­kin’in da­ra­ğaç­la­rı için aday ol­mak de­mek­tir. ‘1920’de Var­şo­va’ya yö­ne­len sal­dı­rı­da Kı­zıl Or­du, kuv­vet­le­ri­nin yüz­de 33’ünü kay­bet­ti ama or­du­nun ‘ke­mik­leş­miş Bol­şe­vik­le­ri’nin yak­la­şık yüz­de 90’ı ya­şa­mı­nı yi­tir­di.

Kı­zıl Or­du di­sip­li­ni sert­ti, ama her­kes­ten çok su­bay­lar ve ko­mi­se­ler için sert. Fi­rar­dan son­ra Kı­zıl Or­du’ya dö­nen sı­ra­dan as­ker­ler ço­ğun­luk­la ye­min et­ti­ri­lip ge­ri alı­nı­yor­du; Fi­rar eden bir­lik­le­rin ko­mi­ser­le­ri ço­ğu za­man vu­ru­lur­du. Kı­zıl Or­du’da yağ­ma ya­sak­tı. Ya­hu­di düş­man­lı­ğı ve pog­rom­lar, Be­yaz or­du­lar­da yay­gın­dı; Kı­zıl Or­du’da Ya­hu­di düş­ma­nı ya­yın­lar ya­sak­tı. Uk­ray­na’da Ya­hu­di böl­ge­le­rin halk­la­rı top­lu­ca hat­la­rı­nın ge­ri­sin­de ya­şar, on­lar iler­le­dik­çe çe­ki­lir­di.

Be­yaz Or­du’nun Kı­zıl Or­du’da­ki oku­ma-yaz­ma ve eği­tim grup­la­rın­dan ku­ru­la­bi­le­ce­ği­ni kim ha­yal ede­bi­lir? Be­yaz Ka­zak­la­rın, ar­ka­da­ki­ler iler­ler­ken bir yan­dan oku­ma öğ­ren­sin di­ye ön sı­ra­da­ki sü­va­ri saf­la­rı­nın ar­ka­sı­na harf pa­no­la­rı koy­du­ğu­nu kim gör­müş? Ve Kı­zıl Or­du’nun şu yü­rü­yüş mar­şı gi­bi bir şe­yin Be­yaz Or­du’dan çık­tı­ğı­nı kim gö­re­bi­lir­di?

“İki gün ders, son­ra bir haf­ta sa­vaş,
İki gün ka­lem­ler­le, bir haf­ta sün­gü­ler­le.”168

İki or­du ara­sın­da­ki fark­lı­lık köy­lü­le­ri de et­kil­mi­yor de­ğil­di. Gü­ney­de Be­yaz Or­du’ya ‘Gra­ba­mar­mi­ya’, ya­ni ça­pul­cu or­du adı­nı tak­mış­lar­dı. Hem gü­ney­de, hem de do­ğu­da, Kı­zıl­la­rın dü­zen­li ara­lık­lar­la ge­lip mal­la­rı­na el koy­ma­sı­nı, Be­yaz­la­rın vah­şi yağ­ma­la­rı­na ter­cih eder ol­muş­lar­dı. Be­yaz­lar­la Kı­zıl­la­rın sı­nıf prog­ra­mı ara­sın­da­ki fark­lı­lık, hem hal­kın her iki ta­ra­fa ver­di­ği des­te­ği, hem de Kı­zıl ve Be­yaz or­du­la­rın mo­ra­li­ni ke­sin bi­çim­de et­ki­li­yor­du. Kuş­ku­suz bir çok köy­lü, Bol­şe­vik­le­rin ta­hı­la el koy­ma po­li­ti­ka­sı­na bü­yük tep­ki du­yu­yor ve sık sık on­la­ra kar­şı ayak­la­nı­yor­du, ama ta­hı­la el kon­ma­sı kar­şı­sın­da duy­duk­la­rı nef­ret top­ra­ğın ye­ni­den es­ki top­rak sa­hip­le­ri­nin mül­ki­ye­ti­ne gi­re­bi­le­ce­ği dü­şün­ce­si kar­şı­sın­da duy­du­la­rı nef­ret ka­dar de­rin de­ğil­di. Kı­zıl bir­lik­ler de zu­lüm ya­pı­yor­du el­bet, ama bu, be­yaz­lar­da ol­du­ğu gi­bi “Kı­zıl ko­mu­tan­la­rın po­li­ti­ka­sı” de­ğil­di. Bol­şe­vik­le­rin sos­yal po­li­ti­ka­sı, iş­çi­ler­le köy­lü­le­rin gü­ve­ni­ni ka­zan­mak için baş­ka ze­min­ler sağ­lı­yor­du, oy­sa Be­yaz­lar, an­cak ka­ba gü­ce da­ya­na­bi­lir­di sırt­la­rı­nı. Kı­zıl te­rör kuş­ku­suz vah­şi­cey­di, ama Be­yaz te­rör gi­bi cı­lız ve göz­den düş­müş es­ki dü­zen adı­na iş­çi ve köy­lü kit­le­le­ri­ne yö­nel­miş de­ğil­di. Kent­ler­de Kı­zıl­lar, iç sa­vaş dö­ne­mi bo­yun­ca kit­le­le­rin çoş­ku­lu ve bö­lün­me­miş bağ­lı­lı­ğıy­la kar­şı­laş­tı.

Kı­zıl Or­du, iç sa­va­şın çe­liş­ki­le­ri­ni ti­pik bi­çim­de tem­sil edi­yor­sa, Kı­zıl Te­rör de bu çe­liş­ki­le­ri uç­la­ra gö­tür­müş­tür. Hiç kuş­ku­suz her iş­çi dev­ri­mi es­ki ka­pi­ta­list sı­nıf ile onun dev­le­ti­nin ka­lın­tı­la­rı ta­ra­fın­dan dü­zen­le­ne­cek kar­şı dev­rim­ci ayak­lan­ma­la­rı ve sa­bo­taj­la­rı bas­tır­mak için kuv­vet kul­lan­ma­ya ge­rek du­ya­cak­tır. Kı­zıl Te­rör ilk ola­rak bu in­san­la­ra yö­nel­miş­ti. Cham­ber­lin, şöy­le di­yor:

“Be­yaz Rus­ya’da da te­rör, her yer­de hü­küm sü­ren ca­sus­luk, sık sık gö­rü­len idam­lar, ka­la­ba­lık ha­pis­ha­ne­ler var­dı. Te­mel fark­lı­lık bir yan­da Mos­ko­va ile Pe­tog­rad’ın öbür yan­da Omsk ile Ros­tov’un ha­pis­ha­ne­le­rin­de kar­şı­mı­za çı­ka­cak in­san­la­rın tip­le­rin­dey­di. Çe­ka’nın bas­kın­la­rı esas ola­rak zen­gin ve or­ta sı­nıf­la­ra yö­ne­lik­ti. Be­yaz po­lis ise da­ha çok iş­çi­le­ri ve yok­sul sı­nıf­lar­dan in­san­la­rı top­lu­yor­du.”169

Kı­zıl Te­rör’ün ilk an­da­ki ne­den­le­rin­den bi­ri Rus be­yaz­la­rı­nın dü­zen­le­yip em­per­ya­list güç­le­rin des­tek­le­di­ği çe­şit­li kar­şı dev­rim­ci komp­lo­lar­dı. Ör­ne­ğin Bri­tan­ya’nın Mos­ko­va’da­ki tem­sil­ci­si R. H. Bru­ce Lock­hart, bol­şe­vik­le­ri de­vir­mek için gi­riş­ti­ği ba­şa­rı­sız as­ke­ri dar­be­den son­ra Ke­rens­ki’nin Rus­ya’dan kaç­ma­sı­na yar­dım­cı ol­muş­tu. Ay­rı­ca ken­di­si­nin de ka­bul et­ti­ği gi­bi Bru­ce Lock­hart, bol­şe­vik kar­şı­tı grup­la­ra pa­ra ta­şı­yor­du. n­gi­liz is­tih­ba­rat aja­nı Sid­ney Re­illy, “Mos­ko­va’da bir kar­şı dev­rim baş­la­ta­bi­le­ce­ği”170 ko­nu­sun­da Lock­hart’ı ik­na­ya ça­lış­mış, ama ba­şa­ra­ma­mış­tı. Ama Re­illy’e gö­re pla­nın bir bö­lü­mü, Ağus­tos 1918’de vak­tin­den ön­ce uy­gu­lan­ma­ya kon­du: Sos­ya­list dev­rim­ci Fanny Kap­lan, Le­nin’e ya­kın me­sa­fe­den iki el ateş ede­rek onu ölü­mün eşi­ği­ne ge­tir­di. Da­ha ön­ce­den Re­illy, Troç­ki’nin Dı­şiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı’nda­ki bel­ge­ler ula­şa­bi­len bir sov­yet me­mu­ru ola­rak ka­bul et­tir­miş­ti ken­di­ni. Bir baş­ka İn­gi­liz aja­nı Ge­or­ge Hill de Troç­ki’nin as­ke­ri da­nış­ma­nı ol­muş­tu.171 Bü­tün İn­gi­liz giz­li ser­vi­si:

“Büt­çe­si­nin en bü­yük bö­lü­mü­nü Rus­ya’ya ayır­mış­tı....şe­be­ke­ler kur­ma, kar­şı dev­rim­ci­le­ri fi­nan­se et­me ve bol­şe­vik be­la­sı­nı tam bü­yü­me­den ez­mek için bü­tün güç­le­ri­ni kul­lan­ma ko­nu­sun­da fi­i­len ini­si­ya­tif ve­re­rek en iyi ajan­la­rın-ül­ke­yi ve hal­kı­nı uzun za­man­dır ta­nı­yan, Rus­ça­yı çok akı­cı ku­la­nan ki­şi­ler­di bun­lar-Mos­ko­va ile Pet­rog­rad’a gön­der­di.”172

Ama Kı­zıl Te­rör bu grup­la­rın öte­si­ne de geç­ti. Bir kez da­ha Kı­zıl Te­rör’ün kap­sa­mı­nın ni­ha­i ne­de­ni, Rus iş­çi sı­nı­fı­nın tek ba­şı­na bı­ra­kıl­ma­sın­da yat­ma­ka­ta­dır. Köy­lü­ler de­ni­zi, kar­şı dev­ri­min için­de yüz­dü­ğü un­sur­du. Köy­lü­le­ri tem­sil id­di­a­sın­da­ki sos­ya­list dev­rim­ci­ler’ler kı­zıl hat­lar ar­dın­da kar­şı dev­ri­min ön­de ge­len des­tek­çi­le­riy­di. Dev­ri­mi kır­sal alan­da ta­hıl sak­la­yan köy­lü­le­re kar­şı pa­ra de­ğil güç kul­lan­mak zo­run­da bı­ra­kan­da onun yok­sul­lu­ğuy­du.

Kış­lık Sa­ray’da ya­ka­la­nıp af­la sa­lı­ve­ril­me­le­rin­den iki gün son­ra (sos­ya­list dev­rim­ci des­tek­li) as­ke­ri öğ­ren­ci­le­rin ya da Ku­ru­cu Mec­lis da­ğı­tıl­dı­ğı sı­ra­da sos­ya­list dev­rim­ci­le­rin yap­tı­ğı tür­den su­i­kast ve kar­şı dev­rim gi­ri­şim­le­riy­le kar­şı kar­şı­yay­dı bol­şe­vik­ler. Le­nin, dev­ri­min hal­ka ateş aç­ma­ya ka­dar va­ra­cak ve hal­ka ateş aç­ma­yı da içe­ren bir te­rör uy­gu­la­mak zo­run­da ka­la­bi­le­ce­ği ger­çe­ği­ni hiç­bir za­man sak­la­ma­ya ya da mas­ke­le­me­ye ça­lış­ma­dı. Dev­rim ile kar­şı dev­rim ara­sın­da­ki mü­ca­de­le­de her iki ta­raf­tan da in­san­lar da­va­la­rı uğ­ru­na öl­me­ye ha­zır­dı: Bı­ra­kın af­fı, ha­pis bi­le pek çok kar­şı dev­rim­ci­yi cay­dır­ma­ya­cak­tı.

“İdam man­ga­sı ol­ma­dan na­sıl dev­rim ya­pı­lır? Si­lah­la­rı­nı­zı bı­ra­ka­rak düş­man­la­rı­nız­la ba­şa çı­ka­bi­le­ce­ği­ni­zi mi sa­nı­yor­su­nuz? Baş­ka ne tür bas­kı araç­la­rı var eli­niz­de? Ha­pis mi? Her iki ta­ra­fın­da ka­zan­ma­ya um­du­ğu bir iç sa­vaş­ta kim­se umur­sa­maz bu­nu.”173

Bu­ra­da Le­nin, Fran­sız Dev­ri­mi’nin izin­den gi­di­yor­du; Fran­sız Dev­ri­mi de ya­ban­cı iş­ga­lin ve köy­lü­ler­den ge­len kar­şı dev­rim­ci bas­kı­la­rın et­ki­siy­le var­lı­ğı­nı sür­dü­re­bil­mek için en ka­ran­lık an­la­rın­da te­rör uy­gu­la­mış­tı. Marks da 1848’de, “kar­şı dev­ri­min kan emi­ci­li­ği”ne tep­ki ola­rak “es­ki top­lu­mun kan re­van için­de can çe­kiş­me­si­ni ve ye­ni top­lu­mun do­ğum san­cı­la­rı­nı kı­sa kes­me­nin ko­lay­laş­tır­ma­nın ve sı­nır­lan­dır­ma­nın tek bir yo­lu var­dır, bir tek yol -dev­rim­ci te­rör,” di­yor­du.174

Ara­lık 1917’de Sov­yet­ler, Bü­tün Rus­ya Kar­şı Dev­rim ve Sa­bo­taj­la Mü­ca­de­le Ola­ğa­nüs­tü Ko­mis­yo­nu’nu, ya­ni Rus­ça kı­salt­ma­sıy­la Çe­ka ya da Ve­çe­ka’yı kur­du­lar. Çe­ka, Kı­zıl Te­rör’ün un­sur­la­rın­dan yal­nız­ca bi­riy­di ve en önem­li­si de de­ğil­di. Kı­zıl Or­du ve ta­hı­la el ko­yup yol­la­rı ke­sen bir­lik­ler da­ha da önem­liy­di. Ay­rı­ca Çe­ka özel­lik­le bol­şe­vik­le­rin öne­ri­si de de­ğil­di. Sov­yet için­de bir di­zi so­ruş­tur­ma ko­mis­yo­nun­dan ve Sov­yet’in ayak­lan­ma­yı ger­çek­leş­ti­ren As­ke­ri Dev­rim­ci Ko­mi­te­si’nden gel­miş­ti. Aşı­rı sağ­cı Çe­ka ta­rih­çi­si Ge­or­ge Leg­gert şöy­le ya­zı­yor:

“Bol­şe­vik Par­ti­si’nin.... Ve­çe­ka’nın ku­rur­lu­şun­da her­han­gi bir rol oy­na­dı­ğı­na da­ir hiç­bir ka­nıt yok; bel­ki de bu o an­da bir so­ruş­tur­ma ko­mis­yo­nu­nun ace­ley­le uy­du­ru­ver­di­ği bir şe­ye nis­pe­ten ne ka­dar az önem ve­ril­di­ği­ni gös­ter­mek­te­dir.”175

Be­lir­li ön­lem­ler üze­ri­ne tar­tış­ma­lar çık­sa da dev­rim­ci te­rö­rün ge­rek­li ol­du­ğu, dev­ri­min sa­fın­da­ki­ler ara­sın­da or­tak bir gö­rüş­tü. Çe­ka’nın ku­ru­lu­şu çok ale­niy­di. Sov­yet ga­ze­te­si z­ves­ti­a’da bü­ro­nun açı­lı­şı ve açı­lış sa­at­le­riy­le bir­likl­te du­yu­rul­muş ve kar­şı dev­rim­le sa­vaş­ta yar­dım sağ­la­ma­la­rı için hal­ka çağ­rı ya­pı­ul­mış­tı. Bir sü­re çı­ka­rı­lan Ve çe­ka Haf­ta­lık Bül­te­ni’nde kur­şu­na di­zi­len­le­rin ad­la­rı da ve­ri­le­rek ko­mis­yo­nun fa­a­li­yet­le­ri ka­mu­o­yu önün­de tar­tı­şı­lı­yot­du. Bru­ce Lock­hart, Çe­ka’nın dü­zen­le­di­ği ilk bas­kın­da şa­hit ola­rak alın­mış­tı.176 İlk gün­ler­de Çe­ka’nın kü­çük bir kad­ro­su var­dı ve baş­ka­nı bol­şe­vik Fe­liks Dzer­jins­ki, bü­tün dos­ya­la­rı­nı çan­ta­sıy­la ya­nın­da ta­şı­ya­bi­li­yor­du.177

Sol sos­ya­list dev­rim­ci­ler, hem Sov­yet hü­kü­me­tin­de yer al­dık­la­rı sı­ra­da, hem de da­ha son­ra -Mart 1918’de Brest-Li­tovsk Alaş­ma­sı’nı pro­tes­to ama­cıy­la hü­kü­met­te ayrl­dı­lar-Çe­ka’da önem­li bir rol oy­na­dı­lar. Ama Kı­zıl Te­rör’ün sert­leş­me­si­ne yol açan, iç sa­va­şın kö­tü­ye git­me­si ve em­per­ya­list mü­da­ha­le­nin güç­len­me­si­nin ya­nı sı­ra sol sos­ya­list dev­rim­ci­le­rin ey­lem­le­riy­di.

1918’in ba­ha­rı ile ya­zı, iş­çi dev­le­ti için bir bu­na­lım dö­ne­mi ol­du. Ni­san’da gör­müş ol­du­ğu­muz gi­bi Fin­lan­di­ya’da Be­yaz te­rör baş­la­mış­tı. Brest-Li­tovsk An­laş­ma­sı’nın ar­dın­dan Al­man­lar Uk­ray­na’yı iş­gal et­ti. Kır­sal alan­da 200 ka­dar Ku­lak is­ya­nı çık­tı. Ha­zi­ran’da Halk Ko­mi­se­ri Vo­lo­dars­ki öl­dü­rül­dü. Ağus­tos’ta Pet­rog­rad Çe­ka’sı­nın ba­şı Urits­ki, bir sos­ya­list dev­rim­ci ta­ra­fın­dan öl­dü­rül­dü. Bu bu­na­lı­mın tam or­ta­sın­da, Tem­muz 1918’de Be­şin­ci Bü­tün Rus­ya Sov­yet­ler Kong­re­si top­lan­dı. Sol Sos­ya­list dev­rim­ci­ler, Brest-Li­tovsk Alaş­ma­sı’na kar­şı sür­dür­dük­le­ri mu­ha­le­fe­tin ar­tık bol­şe­vik­ler­le si­lah­lı ça­tış­ma bi­çi­mi­ni ala­ca­ğı­nı du­yur­mak için bu anı seç­miş­ti. Li­der­le­ri Ma­ri­a Spi­ri­do­no­va Kong­re’de or­ta­ya çı­kıp “ta­ban­ca­nı­zı ve el bom­ba­nı­zı alın” ta­li­ma­tıy­la par­ti­nin te­rö­rüst ge­le­ne­ği­ne ge­ri dö­nü­şü ilan et­ti. Er­te­si gün ken­di öğü­dü­nü tut­tu ve Kong­re’de elin­de bir Brow­ning’i sal­la­ya­rak “Ya­şa­sın Ayak­lan­ma” di­ye ba­ğır­dı.178

Sol sos­ya­list dev­rim­ci ayak­lan­ma­sı Ya­ros­lav ile di­ğer kent­ler­de ay­nı an­da baş­la­dı. Sim­birsk’te do­ğu cep­he­si ko­mu­ta­nı­nın is­ya­nıy­la da ay­nı za­ma­na denk ge­li­yor­du. Mos­ko­va’da sol sos­ya­list dev­rim­ci­ler plan­la­rı­nı uy­gu­la­mak için Çe­ka’da­ki üs­le­ri­ni kul­la­nı­yor­du. Çe­ka kar­şı-is­tih­ba­ra­tı­nın sol sos­ya­list dev­rim­ci li­der Ya­kov Bli­um­kin bir pa­sa­port­ta Dzer­jins­ki’nin im­za­sı­nı tak­lit ede­rek Mos­ka­va’da­ki Al­man dip­lo­ma­tik tem­sil­ci­si­nin ya­nı­na gir­di ve Brest-Li­tovsk An­laş­ma­sı’nı bo­zup Al­man­ya’yla ye­ni­den sa­vaş baş­lat­ma umu­duy­la onu vur­du. Da­ha son­ra Bli­um­kin, sol sos­ya­list dev­rim­ci­le­re sı­cak ba­kan Çe­ka Sa­vaş Bö­lü­ğü’nün kış­la­sı­na kaç­tı. Dzer­jins­ki, bü­yük bir kah­ra­man­lık, ama az bir tak­tik du­yar­lı­lık gös­te­re­rek kış­la­ya gi­dip Bli­um­kin’in tes­lim edil­me­si­ni is­te­di­ğin­den ko­mu­tan onu tu­tuk­la­dı. Bir baş­ka Çe­ka li­de­ri olan Lat­sis’de sol sos­ya­list dev­rim­ci­ler ta­ra­fın­dan Çe­ka Mer­kez Bü­ro­su’nun için­de tu­tuk­lan­mış­tı.

Urits­ki’nin öl­dü­rül­dü­ğü gü­nün er­te­sin­de Le­nin, sos­ya­list dev­rim­ci Fanny Kap­lan ta­ra­fın­dan vu­rul­du. Ağır ya­ra­lı ol­ma­sı­na rağ­men he­ki­min sol sos­ya­list dev­rim­ci sem­pa­ti­za­nı ola­ca­ğın­dan kor­kul­du­ğu için has­ta­ne­ye gö­tü­rül­me­di. Le­nin iyi­leş­ti ve sol sos­ya­list dev­rim­ci ayak­lan­ma­sı bas­tı­rıl­dı, ama dev­rim­ci saf­lar­da­ki ku­şat­ma at­mos­fe­ri yük­sel­miş­ti. Ayak­lan­ma­nın tüm so­rum­lu­lu­ğu­nu üst­le­nen Spi­ri­do­na­va’ya bir yıl ha­pis ce­za­sı ve­ril­di, ama da­ha ön­ce “dev­ri­me yap­tı­ğı hiz­met­ler”den ötü­rü he­men af­fe­dil­di. Baş­ka yer­ler­de Kı­zıl Te­rör, vah­şe­tin do­ru­ğu­na tır­man­mış­tı, Kronş­tadt’ta de­niz­ci­ler ile Çe­ka, bir ge­ce­de 400 ki­şi­yi öl­dür­dü. Ayak­lan­ma­nın mer­kez­le­rin­den Ya­ros­lav’da 200 ki­şi öl­dü­rül­dü. Tek bir gün için­de 3 Ekim’de ül­ke­nin çe­şit­li yer­le­rin­de 200 ki­şi­nin öl­dü­rül­dü­ğü bil­di­ril­miş­ti. Le­nin tüm kal­biy­le des­tek­le­diy­se de sol sos­ya­list dev­rim­ci ayak­lan­ma­sı­na ve ona kar­şı ger­çek­leş­ti­ri­len su­i­kast te­şe­bü­sü­ne yö­ne­lik öf­ke­den kay­nak­la­nan vah­şe­ti kı­sıt­la­ma­ya ça­lış­tı. Bru­ce Lock­hart, şun­la­rı an­la­tı­yor:

Le­nin olay­la­ra el koy­ma­yı ba­şa­ra­na dek du­rum ta­ma­mıy­la umut­suz gö­rü­nü­yor­du. Ken­di­ne gel­di­ğin­de ilk sö­zü söy­len­di­ği­ne gö­re “te­rö­rü dur­du­run” ol­muş­tu.179

Kuş­ku­suz te­rör, Le­nin’in ha­ya­tı­na yö­ne­lik gi­ri­şim­den son­ra eriş­ti­ği po­pü­ler­li­ğe ül­ke için­de­ki yo­ğun­lu­ğa bir da­ha pek eri­şe­me­di. Bir çok sağ­cı ta­rih­çi­nin Çe­ka zul­mü­ne iliş­kin en ür­kü­tü­cü hi­ka­ye­le­ri­de bu dö­nem­den alın­mış­tır za­ten. Sık sık kar­şı­mı­za çı­kan üç ta­ne­si­ni ele ala­lım. Bun­lar­dan il­ki iş­ken­ce ko­nu­suy­la il­gi­li­dir. Çe­ka’nın bir taş­ra ko­lun­dan ge­len ve Ekim 1918 ta­rih­li Çe­ka ga­ze­te­sin­de ya­yım­la­nan bir mek­tup­la şu so­ru so­ru­lur: “Ni­ye böy­le yu­mu­şak­sa­nız?” Bru­ce Lock­hart’ın tu­tuk­lan­ma­sı­na de­ği­nen mek­tup­ta, onun “en in­ce­lik­li iş­ken­ce­ler­den” ge­çi­ri­lip son­ra ‘öbür dün­ya’­ ya yol­lan­ma­sı is­ten­mek­te­dir.180 Ama Bol­şe­vik Mer­kez Ko­mi­te­si’nin der­hal ya­zı ku­ru­lu­nu azar­la­yıp bül­te­ni ka­pat­tı­ğı ve sov­ye­tin te­rö­rü sa­vun­mak­la birr­lik­te iş­ken­ce­yi la­net­le­di­ği­ni yi­ne­le­di­ği pek sık an­la­tıl­maz.181

En aşı­rı ör­nek­ler (kur­ban­la­rın ka­fa de­ri­si­nin yü­zül­me­si, kur­ba­nın mi­de­si­ne da­yan­mış sı­cak bir bo­ru­nun içi­ne fa­re so­kup hay­va­nın eti ya­rıp geç­me­si­ni bek­le­mek) Leg­gett’in­de ka­bul et­ti­ği gi­bi he­men he­men yal­nız­ca Be­yaz li­te­ra­tür­den-De­ni­kin Çe­ka Ko­mis­yo­nu ve sağ sos­ya­list dev­rim­ci li­der Çer­nov’un bel­ge­le­ri- gel­se de so­run Çe­ka bi­rim­le­ri­nin hiç iş­ken­ce uy­gu­la­ma­dı­ğı de­ğil.182 So­run Bol­şe­vik Par­ti­si li­der­li­ği­ni, sov­ye­tin ve biz­zat Çe­ka’nın iş­ken­ce­si­nin her du­yu­lu­şun­da bu­nu or­ta­dan kal­dır­ma­ya ça­lış­ma­sı­dır. Sov­yet ya­sa­la­rı iş­ken­ce­yi ya­sak­la­mış­tı. Le­nin, te­rö­rü ve Çe­ka’yı sa­vu­nu­yor­du ama bu­nun gü­cü­nün kö­tü­ye kul­la­nıl­ma­sı kar­şı­sın­da acı­ma­sız­dı.

“Dik­ka­ti­ni çe­ken her olay­da, tu­tuk­lan­ma­nın tü­müy­le prag­ma­tik gü­ven­lik ne­den­le­ri açı­sın­dan ge­rek­li olup ol­ma­dı­ğı­nı an­la­ma­ya ça­lı­şır­dı. Ko­tel­ni­çi Çe­ka­sı öğ­ret­men Lub­nin’i ni­ye tu­tuk­la­mış­tı.? Ve­çe­ka iki par­ti üye­si­nin ver­di­ği gü­ven­ce­ye rağ­men ne­den Ki­ril Se­me­no­viç Gins­burg’u ser­best bı­rak­mı­yor­du? Sa­ma­ra ili Çe­ka­sı Tür­kis­tan’a gi­den ta­rım­sal su­la­ma uz­man­la­rı gru­bu­nun üye­le­ri­ni ni­ye tu­tuk­la­mış­tı? Yi­ye­ce­ğe el koy­mak­la gö­rev­li bir­lik­ler ile Çav­ri­lo­vo-Po­sad­na­ya Çe­ka­sı ta­hı­la el koy­mak­la doğ­ru mu dav­ran­mış­tı? Pet­rog­rad’da tu­tuk­lu bu­lu­nan Vik­tor İva­no­viç Dob­ro­vols­ki­yi, ser­best bı­ra­kı­la­maz mıy­dı? Onun has­ta apo­li­tik ve a­i­le­si­ni ge­çen­di­ren tek ki­şi ol­du­ğu söy­le­ni­yor­du.... 20 Ma­yıs 1919’da Le­nin, Nov­go­rod Sov­ye­ti’ne bir kop­ya­sı da böl­ge Çe­ka’sı­na gön­de­ri­len bir telg­raf çek­ti: Bu­la­tov’un ba­na bir şi­ka­ye­ti ol­du­ğu için tu­tuk­lan­dı­ğı an­la­şı­lı­yor. Si­zi uya­rı­yo­rum bu­nun için baş­ka­nı­nı ve yü­rüt­me ko­mi­te­si­nin baş­ka­nıy­la üye­le­ri­ni tu­tuk­la­ta­cak ve idam edil­me­le­ri için bas­kı ya­pa­ca­ğım. So­ru­ma ne­den za­ma­nın­da ce­vap ver­me­di­niz.”183

İkin­ci ko­nu Kı­zıl Te­rör dö­ne­min­de­ki ha­pis­ha­ne dü­ze­ni­dir. Sa­vaş Ko­mü­niz­mi’nin ha­pis­ha­ne­le­ri ile top­la­ma kamp­la­rı­nın doğ­ru­dan Sta­lin za­ma­nın gu­la­gı­na yol aç­tı­ğı, sağ ka­na­dın, bel­ki de en ün­lü ör­ne­ği Sol­je­nit­sin’in Gu­lag Ta­kı­ma­da­la­rı olan stan­dart id­di­a­la­rın­da­dır. Bu­na ilk ve en be­lir­gin iti­raz ra­kam­lar so­ru­nu­dur: Sta­lin dö­ne­min­de mil­yon­lar kamp­lar­da kay­bo­lur­ken iç sa­va­şın en az­gın za­ma­nın­da bi­le ha­pis­ha­ne­ler­de, adi suç­lu­lar da­hil 100.000 ki­şi var­dı. 1922’de Çe­ka’nın yal­nız­ca 24.750 ki­şi ka­pa­si­te­li 56 kam­pı var­dı. Er­te­si yıl kamp­la­rın sa­yı­sı ya­rı­ya in­miş­ti.184 Sol­je­nit­sin, ra­kam­la­rın dü­şük ol­ma­sı­nın top­lu idam­lar­dan kay­nak­lan­dı­ğı­nı söy­ler. Ta­bi mah­kum­la­ra yö­ne­lik böy­le idam­lar olu­yor­du, ama bun­lar Çe­ka’nın po­li­ti­ka­sı de­ğil­di ve en cid­di olan­la­rı, Çe­ka’nın emir­le­ri­ne rağ­men ya­pıl­mış­tı.185 Be­yaz böl­ge­ler­de ay­nı ne­den­le Pi­pes’in “Be­yaz or­du­lar... as­la te­rö­rü po­li­ti­ka dü­ze­yi­ne çı­kar­ma­dı” şek­lin­de­ki gü­lünç id­di­a­sı­na kar­şıt ola­rak top­lu idam po­li­ti­ka­sı ol­du­ğu için çok az kamp var­dı.186 Kras­nov ile Ka­le­din ön­der­li­ğin­de­ki Be­yaz­la­rın de­ne­ti­min­de bu­lu­nan Don’da me­se­la 2428 sa­yı­lı emir şöy­ley­di:

“İş­çi­le­ri tu­tuk­la­mak ya­sak­tır. Asıl­ma­la­rı ya da vu­rul­ma­la­rı em­re­dil­miş­tir.”

2431 sa­yı­lı emir da­ha ay­rın­tı­lıy­dı:

“Emir­le­re gö­re bü­tün tu­tuk­la­nan iş­çi­ler so­kak­ta ası­la­cak. Ce­set­ler üç gün sü­rey­le teş­hir edi­le­cek.”187

Sa­vaş Ko­mü­niz­mi dö­ne­min­de­ki ha­pis­ha­ne sis­te­mi Sta­lin dö­ne­min­de­kin­den yal­nız­ca kap­sam de­ğil, esas ola­rak da fark­lıy­dı. Sol­je­nit­sin’in çok et­ki­le­yi­ci bir dil­le an­la­tı­ğı gi­bi mah­kum­la­ra yö­ne­lik sis­tem­li aşa­ğı­la­ma ve iş­ken­ce onun sa­vun­du­ğu­nun ak­si­ne Sta­lin ön­ce­si dö­ne­min bir özel­li­ği de­ğil­di. 1924’te­ki s­lah Ça­lış­ma Ya­sa­sı’nda şöy­le de­ni­yor­du­ı.

“Alay­da za­lim­ce ya da kö­tü amaç­lı mu­a­me­le­nin hiç­bir izi ol­ma­ma­lı, şun­lar ke­sin­lik­le ya­sak­tır: Ke­lep­çe, ce­za hüc­re­le­ri, tek ba­şı­na hüc­re­ye koy­ma, ye­mek ver­me­me, zi­ya­ret­çi­ler­le gö­rüş­me sı­ra­sın­da mah­kum­la­rı par­mak­lık ar­ka­sın­da tut­ma.”188

Med­ve­dev, “ço­ğu du­rum­da bu ya­sa za­ma­nın­da uy­gu­lan­dı” de­mek­te ve “1920’le­rin ba­şın­da mah­kum­la­ra yö­ne­lik aşa­ğı­la­yı­cı mu­a­me­le­ler ola­rak ni­te­le­ne­bi­le­cek bir­kaç olay” ol­ma­sı­na rağ­men “bun­lar ka­i­de de­ğil is­tis­nay­dı,” di­ye de­vam et­mek­te­dir.189 As­lı­na ba­kılr­sa bol­şe­vik­ler, mah­kum­la­ra da dı­şar­da­ki­le­re ve­ri­len ye­mek­ten ve­ril­me­sin­de -bu ye­mek kıt ol­sa da- ıs­rar et­miş­ti. Mah­kum­la­ra ifa­de ve ba­sın öz­gür­lü­ğü ta­nı­nı­yor­du. Ge­nel­lik­le yö­ne­ti­me düş­man­ca gö­rüş­le­rin di­le ge­ti­ril­di­ği ga­ze­te­le­ri­ni çı­ka­rır­lar­dı. İr­kutsk’ta mah­kum­lar ‘Par­mak­lık­lar Ar­dın­da­ki Dü­şün­ce’yi çı­ka­rı­yor, Vi­tebsk, Omsk ve baş­ka yer­ler­de ‘Mah­kum­la­rın Dü­şün­ce­si’ çı­kı­yor, Har­kov, Pen­za ve baş­ka yer­ler­de de ‘Mah­kum­la­rın Se­si’ ya­yın­la­nı­yor­du.190 Sta­lin za­ma­nın­da bu re­ji­min izi­nin bi­le kal­ma­dı­ğı­nı söy­le­mek ge­rek­siz. Her du­rum­da bol­şe­vik­ler, ha­pis­ha­ne re­ji­mi­nin iç sa­va­şın ürü­nü ol­du­ğu­nu açık­ça ifa­de edi­yor­du. Ocak 1921 ta­rih­li bir Çe­ka em­rin­de şöy­le den­miş­ti:

“Ha­pis­ha­ne­ler ağ­zı­na ka­dar do­lu; yal­nız­ca bur­ju­va­lar­la de­ğil, ço­ğun­luk­la iş­çi ve köy­lü­ler­le (hır­sız­lık ya da spe­kü­las­yon su­çun­dan). Bu mi­ras­tan (iç sa­va­şın mi­ra­sı) kur­tul­ma­lı­yız; ha­pis­ha­ne­ler bo­şal­tıl­ma­lı ve yal­nız­ca Sov­yet re­ji­mi için ger­çek­ten teh­li­ke­li olan­la­rın ora­da kal­ma­sı­na dik­kat et­me­li­yiz.”191

Sağ ka­nat ta­rih­çi­le­rin sık sık kul­lan­dı­ğı üçün­cü id­di­a da Çe­ka li­de­ri Lat­sis’in 1918’de bir sa­nı­ğın ka­pi­ta­list mi iş­çi mi ol­du­ğu­nun onun suç­lu ya da ma­sum ol­du­ğu ko­nu­sun­da ka­rar ver­mek için ye­ter­li ol­du­ğu şek­lin­de­ki söz­le­ri­ne da­yan­dı­rı­lır. Şöy­le de­vam edi­yor­du Lat­sis: “Bi­ri­nin Sov­yet’e baş­kal­dı­rı­sı si­lah­lı mı, yok­sa yal­nız­ca söz­lü müy­dü di­ye ka­yıt­la­ra bak­ma­yın.”192

Sam Far­ber, Lat­sis’ten alın­tı ya­pı­yor ama Le­nin’in şu kız­gın ce­va­bı­nı alın­tı­la­ma zah­me­ti­ne gir­mi­yor: “Yol­daş Lat­sis ka­dar saç­ma­lı­lı­ğa var­dır­mak ge­re­kir işi” Lat­sis, “Kı­zıl Te­rör, ken­di yön­te­mi­ni ye­ni­den kur­ma­ya ça­lı­şan is­tis­mar­cı­la­rın zor kul­la­na­rak bas­tı­rıl­ma­sı­dır,” de­mek is­te­di di­ye ıs­rar et­miş­tir Le­nin, “ama onun ye­ri­ne so­ru­nu bu şe­kil­de koy­du... Sov­yet’e baş­kal­dı­rı si­lah­lı mı yok­sa yal­nız­ca söz­lü müy­dü di­ye ka­nıt­la­ra iliş­kin ka­yıt­la­ra bak­ma­yın (!!?).”193

Le­nin’e öz­gü de de­ğil­di bu tu­tum. Dzer­jins­ki’nin ken­di­si Çe­ka’nın he­def­le­di­ği yük­sek ide­al­le­rin ci­sim­leş­miş ki­şi­siy­di. Öm­rü­nün üç­te bi­ri­ni si­ya­si inanç­la­rı uğ­ru­na ha­pis­te ge­çir­miş­ti ve gö­re­vi­ni kö­tü­ye ku­lan­mak­tan suç­lu Çe­ka­cı­la­rı acı­ma­sız­ca ce­za­lan­dı­rır­dı. Çe­ka­cı­la­rın “ka­fa­sı se­rin, yü­re­ği sı­cak ve el­le­ri te­miz” ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni vur­gu­lar­dı hep.194 Dzer­jins­ki tam an­la­mıy­la dü­rüst bir in­san­dı: Rus­ya’da­ki kor­kunç aç­lık sı­ra­sın­da ken­di­si­ne pas­tır­ma ve pa­te­tes ge­ti­ren yol­daş bir iş­çi­yi öf­key­le ters­le­miş­ti. İşi ağır bir yük bin­di­ri­yor­du omuz­la­rı­na. 1919’un ari­fe­sin­de te­rö­rün en kö­tü gün­le­rin­de yol­da­şı bol­şe­vik­le­re dö­nüp şöy­le de­miş­ti:

“O ka­dar kan dök­tüm ki ar­tık ya­şa­ma­ya hak­kım yok. He­men vur­ma­lı­sı­nız be­ni.”195

Baş­ka pek çok Çe­ka­cı­ya da ay­nı ruh ha­li ege­men­di. Bir ke­re­sin­de Bu­ha­rin şöy­le di­yor­du:

“Ge­ri­ye ka­lan­lar­dan kaç ta­ne­si­nin si­nir­le­ri­ni ha­rap ol­du­ğu­nu ve ba­zı­la­rı­nın da aman­sız has­ta­lık­la­ra ya­ka­lan­dı­ğı­nı unut­ma­ya­lım. Çün­kü iş­le­ri tam bir iş­ken­cey­di, mu­a­zam kon­sant­ras­yon ge­rek­ti­ri­yor­du, öy­le bir ce­hen­nem­di ki ger­çek­ten de­mir gi­bi ka­rak­ter is­ti­yor­du.”196

Ta­bi­i bü­tün Çe­ka­cı­lar­da “de­mir ka­rak­ter” yok­tu. Ba­zı­la­rı yet­ki­le­ri­ni kö­tü­ye kul­la­nı­yor, ba­zı­la­rı iş­ken­ce ya­pı­yor, hak­sız ye­re in­san­la­rı hap­se atıp idam edi­yor­du. Gös­ter­di­ği pat­la­ma yu­ka­rı­da be­lir­ti­len Lat­sis de bu­na rağ­men Dzer­jins­ki gi­bi Çe­ka’nın gö­re­vi­nin kar­ma­şık­lı­ğı­nı an­lı­yor­du. Çe­ka’nın üye­le­ri­ni yoz­laş­tı­ran gü­cü­nün önü­ne geç­mek için üye­ler­de üç kıs­ta­sa ba­kıl­ma­sı ko­nu­sun­da ıs­rar et­ti: Bun­lar par­ti üye­si ol­ma­lı, yük­sek dü­zey­de dü­rüst bir ki­şi­lik ser­gi­le­me­li ve Çe­ka hiz­me­tin­de uzun bir sü­re kal­ma­lıy­dı­lar.197 Kad­ro­da kıs­mi ro­tas­yon uy­gu­la­nı­yor ve bir­çok bol­şe­vik en azın­dan bir sü­re Çe­ka’da ka­lı­yor­du.

Bun­lar yal­nız­ca anek­tod ya da bi­yog­ra­fi dü­ze­yin­de ay­rın­tı­lar mı­dır? Ha­yır tam an­la­mıy­la re­ji­min ya­pı­sı­nı an­lat­mak­ta­dır­lar. Be­yaz­lar ara­sın­da yoz­laş­ma ve tü­müy­le ay­rım­sız te­rör, re­ji­min en te­pe­sin­den en aşa­ğı­sı­na ka­dar et­ki­liy­di; as­lı­na ba­kılr­sa gör­müş ol­du­ğu­muz gi­bi en ber­bat gad­dar­lık­la­rın bir bö­lü­mün­den ko­mu­tan­lar ki­şi­sel ola­rak so­rum­luy­du. Bol­şe­vik­ler­de ise gad­dar­lık, re­ji­min do­ğa­sı­na çar­pı­yor ve Kı­zıl Te­rör’ün zo­run­lu­lu­ğu vaz­ge­çi­lir ol­du­ğu an­da bol­şe­vik­ler hız­la onu kı­sıt­lı­yor­du. İç sa­va­şın en az­gın ol­du­ğu dö­nem­de bi­le teh­li­ke­nin en ya­kın ol­du­ğu an­lar at­la­tıl­dık­tan son­ra Çe­ka’nın ro­lü sı­nır­lan­mak­tay­dı. Leg­gett şöy­le di­yor:

“Çe­ka’nın key­fi şid­de­ti ile sov­yet hu­kuk sis­te­mi ara­sın­da ka­çı­nıl­maz ça­tış­ma­dan Ada­let Halk Ko­mi­ser­li­ği doğ­du. Re­jim teh­dit al­tın­day­ken Çe­ka ko­mu­ta­yı ele alı­yor, kriz ya­vaş­la­dı­ğın­da (Halk Ko­mi­ser­li­ği) ağır bas­ma­ya baş­lı­yor­du.”198

Lat­sis’in ken­di­si de Çe­ka’yla il­gi­li ola­rak şun­la­rı sa­vun­mak­tay­dı:

“...Ana­ya­sal sis­te­mi­miz­de ye­ri yok­tur. ç sa­va­şın ik­ti­da­rı için ola­ğa­nüs­tü va­ro­luş ko­şul­la­rı­nın gü­nü ge­çe­cek ve Çe­ka bir faz­la­lık ha­li­ne ge­le­cek­tir.”199

Ama iç sa­vaş uza­dık­ça pro­le­tar­ya sı­nıf ni­te­li­ğin­den uzak­laş­tık­ça köy­lü­ler­le iliş­ki­ler kö­tü­leş­tik­çe Çe­ka da git­gi­de bü­yü­dü ve üye­le­ri­nin ka­li­te­si düş­tü. Lat­sis “Ba­zı­la­rı ki­şi­sel ka­zanç ama­cıy­la ol­mak üze­re de­ğer­siz un­sur­lar, hat­ta ba­zen kar­şı dev­rim­ci­ler, Ve­çe­ka’ya gir­di” di­yor­du.200 Ser­ge,”mes­le­ki yoz­laş­ma­nın Çe­ka­cı­lar ara­sın­da­ki “hız­lı et­ki­ler”ine de­ği­ne­rek şun­la­rı söy­le­miş­ti: “Biz­zat Dzer­jins­ki bun­la­rı ‘ya­rı ya­rı­ya çü­rü­müş’ di­ye ni­te­li­yor ve Çe­ka­cı­la­rın en kö­tü­le­ri­ni vu­rup müm­kün ol­du­ğu ka­dar ölüm ce­za­sı­nı kal­dır­mak­tan baş­ka bu şer­re çö­züm gö­re­mi­yor­du.”

İç sa­vaş bi­ter bit­mez bol­şe­vik­ler Çe­ka’yı kal­dır­mak üze­re ha­re­ke­te geç­ti. 1921’de Dzer­jins­ki, Çe­ka’da re­form için ken­di öne­ri­le­ri­ni ge­tir­di. Bun­la­rın ye­ter­li ol­ma­dı­ğı­na ina­nan Ka­me­nev, Le­nin’e ken­di öne­ri­si­ni yaz­mış­tı:

“1. Si­ya­si suç­lar, ca­sus­luk, eş­ki­ya­lık, de­mir­yol­la­rıy­la de­po­la­rın gü­ven­li­ği dı­şın­da her şe­yi Çe­ka’nın elin­den alın. Bun­lar ye­ter. Ka­lan ko­nu­lar Nk­lu’da (Ada­let Halk Ko­mi­ser­li­ği) ol­ma­lı.
“2. Çe­ka’nın so­ruş­tur­ma ay­gı­tı Nk­lu bün­ye­si­ne ve­ril­me­li....”202

Le­nin’in ce­va­bı:

“Yol­daş Ka­ma­nev! Tav­rım, Dzer­jins­ki’den çok si­ze ya­kın­dır. Tav­rı­nız­dan vaz­geç­me­me­ni­zi ve ko­nu­yu po­lit­bü­ro­ya aç­ma­nı­zı tav­si­ye ede­rim. Son­ra ya­pa­bi­le­ce­ği­mi­zin en faz­la­sı­nı yap­ma­ya uğ­ra­şı­rız. Ay­rı­ca... Ve­çe­ka’nın ku­sur ve ha­ta­la­rı­nı po­lit­bü­ro’ya bil­dir­me ko­nu­sun­da her tür­lü ih­mal­den Nk­lu’nun so­rum­lu ola­ca­ğı­nı söy­le­riz.”203

Şu­bat 1922’de Sov­yet hü­kü­me­ti Çe­ka’yı kal­dı­rıp ye­ri­ne GPU ad­lı ye­ni bir güç kur­du. GPU, an­cak si­ya­si da­va­lar­la il­gi­le­ne­bi­le­cek­ti, hü­küm ver­me ve in­faz yet­ki­si yok­tu. Gö­zal­tı­na al­ma ve ara­ma yet­ki­le­ri bi­le bu­gün Bri­tan­ya’da­ki Özel Da­i­re’nin­ki­ler­den da­ha ka­tı bi­çim­de ta­nım­lan­mış­tı. Gö­zal­tı­na alı­nan ki­şi­ye 14 gün için­de ken­di­si­ne yö­nel­ti­len suç­la­ma bil­di­ri­le­cek ve ki­şi se­kiz haf­ta için­de ya mah­ke­me­ye çı­ka­rı­la­cak ya da ser­best bı­ra­kı­la­cak­tı.204 Kuş­ku­suz bu re­form­lar tam iş­ler­lik ka­zan­dı­ğın­da bi­le iç sa­vaş de­ne­yim­le­ri­nin acı­ma­sız­laş­tır­dı­ğı ku­rum­la­ra do­ku­nu­la­ma­dı. Yi­ne de GPU’nun ye­ni bir bü­rok­ra­tik yö­ne­ti­ci sı­nı­fın te­rör or­ga­nı ha­li­ne gel­me­si, an­cak 1920’le­rin son­la­rın­da Sta­lin’in eli dev­ri­min bo­ğa­zı­nı sık­ma­ya baş­la­dı­ğın­da ger­çek­leş­ti:

“Çe­ka-GPU’nun ye­ni­den ya­pı­lan­dı­rıl­ma­sı 1920’le­rin ilk ya­rı­sın­da bir kaç yıl de­vam et­ti. Ama Le­nin ile Dzer­jins­ki’nin ölüm­le­rin­den son­ra ya­vaş­la­dı; as­lın­da iş­ler tü­müy­le baş­ka bir yön­de ge­liş­me­ye baş­la­mış­tı. GPU, an­cak bir iç sa­vaş dö­ne­mi­ne uy­gun dü­şe­cek iş­lev­le­ri ya­vaş ya­vaş ye­ni­den üst­len­me­ye baş­la­dı. Sta­lin’den ge­len bas­kıy­la, ce­za­lan­dı­rı­cı bir ör­güt doğ­du; in­san­la­rı hap­se ya da kam­pa koy­ma, üc­ra yer­le­re sür­gün et­me ve son­ra­la­rı her­han­gi bir yar­gı iş­le­mi yap­ma­dan yal­nız­ca ida­ri bir iş­lem ola­rak vur yet­ki­si var­dı bu­nun.”205

1930’da Sta­lin’in kur­ban­la­rın­dan bi­ri sor­gu­cu­su­na, uy­gu­la­dı­ğı yön­tem­le­rin Dzer­jins­ki za­ma­nın­da im­kan­sız ol­du­ğu­nu söy­le­di­ğin­de sor­gu­cu bir kah­ka­ha atıp şu ce­va­bı ver­miş­ti: “Tam ada­mın bul­dun”. Dzer­jins­ki-dev­ri­mi­mi­zin ka­pan­mış bir say­fa­sı­dır o.206 Bu­ha­rin de 1938’de idam edil­me­den kı­sa bir sü­re ön­ce şu göz­le­mi yap­mış­tı:

“Dzer­jins­ki git­ti; Çe­ka’nın dik­ka­te de­ğer ge­le­nek­le­ri tüm ey­lem­le­ri­ne dev­rim­ci dü­şün­ce­nin yol gös­ter­di­ği geç­mi­şe gö­mül­dü ya­vaş ya­vaş.”207

 

Bol­şe­vik­ler iç sa­va­şı ka­zan­dı, ama çok bü­yük bir be­del­le. Bi­rin­ci Dün­ya Sa­va­şı’ndan son­ra ül­ke yı­kı­lıp ka­na bu­lan­mış, bü­yük sa­na­yi ke­sim­le­ri ha­rap, ta­rım dar­ma­da­ğı­nık ol­muş­tu. İç sa­vaş­tan son­ra du­rum da­ha da kö­tüy­dü. 1920’de Rus­ya’yı ge­çen H. G. Wells, “ta­mi­ri im­kan­sız dev bir çö­kün­tü” gör­müş­tü yal­nız­ca.208 İş­çi­le­ri As­ke­re Al­ma Mer­kez Ko­mi­te­si şöy­le bil­di­ri­yor­du.

“Kent­ler­de ve ba­zı köy­ler­de iş­çi­ler, aç­lık­tan kı­rı­lı­yor. De­mir­yol­la­rı güç be­la iler­li­yor. Kent­ler çöp do­lu. Sal­gın has­ta­lık­lar ya­yıl­mak­ta, ölüm sa­ğı da so­lu da vur­mak­ta­dır. Sa­na­yi ha­rap durm­da­dır.”209

Bun­la­rın hiç­bi­ri abart­ma de­ğil­di. Prav­da iç sa­vaş bo­yun­ca çöp top­la­na­ma­dı­ğı­nı, Pet­rog­rad’da her ev­den 17 el ara­ba­sı çöp çık­tı­ğı­nı bil­di­ri­yor­du. Dev­ri­min ilk baş­la­dı­ğı ken­tin ıs­sız so­kak­la­rın­da ot­lar ve çi­cek­ler kal­dı­rım taş­la­rı­nı ya­rıp fış­kır­mış­tı. 1921’de Prav­da 25 mil­yon in­sa­nın aç­lık için­de ol­du­ğu­nu yaz­dı. Kır­sal ke­sim­de in­san­lar at leş­le­ri­ni gö­mül­dük­le­ri yer­den çı­ka­rıp yi­yor­du. Ba­zı böl­ge­ler­de ölü­mün tek al­ter­na­ti­fi yam­yam­lık­tı. “Gün­de­lik ha­yat ta­rih ön­ce­si­ne dön­müş­tü” di­yor­du İl­ya Eh­ren­burg, “ma­ğa­ra dev­ri­nin gün­de­lik ha­ya­tı­na ya­ni”210 1920’le­rin bir Rus ik­ti­sat­çı­sı şöy­le yaz­mış­tı: “Yüz mil­yon­luk dev bir top­lum­da üre­tim güç­le­rin­de böy­le­si bir dü­şüş... in­san­lık ta­ri­hi bo­yun­ca gö­rül­me­miş­tir”211 Bel­ki de Rus­ya’da­ki yok­sul­lu­ğu en çar­pı­cı bi­çim­de gös­te­ren ger­çek, Rus­ya’da or­ta­la­ma ge­li­rin 1688 Bri­tan­ya­sı’nda­kin­den yüz­de 20 da­ha az olu­şu­dur. Üs­te­lik bu 1913’te­ki oran­dır; iç sa­vaş­tan son­ra da­ha da düş­müş ol­ma­lı­dır.212

Za­ra­rın bü­yük bö­lü­mü­nün doğ­ru­dan se­be­bi, Be­yaz ve em­per­ya­list or­du­lar­dı ta­bi­i. İş­çi dev­le­ti, 1920’ye ka­dar pa­muk, 1919 son­la­rı­na ka­dar Bal­tık’tan ke­ten ve Ba­kü’den pet­rol 1920’ye ka­dar Uk­ray­na’dan de­mir ve kö­mür ala­ma­mış­tı. Em­per­ya­list güç­le­rin eko­no­mik ab­lu­ka­sı, an­cak 1920’de kalk­tı. Sa­na­yi­nin ka­lan bö­lü­mü­nü de bü­yük öl­çü­de sa­vaş yi­yip bi­tir­miş­ti. Bol­şe­vik­ler di­yor­du eleş­tir­men Vic­tor Şk­lovs­ki, “(Ma­ki­ne­le­rin) per­va­ne ka­yış­la­rın­dan çiz­me ya­pa­bil­mek için ko­ca fab­ri­ka­la­rı mah­vet­ti­ler.”213 Bir bü­tün ola­rak Rus­ya’da, iş­çi sı­nı­fı ya­rı ya­rı­ya kü­çül­müş­tü. Bü­yük kent­ler­de iş­çi­le­rin nü­fu­sa ora­nı, da­ha da kes­kin bir dü­şüş gös­te­ri­yor­du. Şu­bat 1921’de Prav­da “iş­çi cep­he­sin­de ağır bir ye­nil­gi”den söz et­ti. Pet­rog­rad’da­ki en bü­yük fab­ri­ka­lar­dan at­mış dört ta­ne­si ya­kıt yok­lu­ğun­dan ka­pan­mış­tı. Bun­lar ara­sın­da, dev­ri­min be­şi­ği olan Pu­ti­lov iş­let­me­le­ri de var­dı.214

1920’nin or­ta­la­rın­da Po­lon­ya or­du­su Rus­ya’yı Ba­tı’dan iş­gal et­ti ve Rus­ya’nın Av­ru­pa top­rak­la­rın­da­ki son Be­yaz Or­du da Ge­ne­ral Vran­gel ko­mu­ta­sın­da Kı­rım’dan ku­ze­ye iler­le­me­ye baş­la­dı. Bu bu­na­lı­mın or­ta­sın­da kır­sal alan­da bir kez da­ha is­yan­lar baş­la­dı.

1920’de­ki za­yıf ha­sa­da rağ­men ta­hı­la el koy­ma uy­gu­la­ma­sı ha­la yü­rür­lük­tey­di. 1920 ile 1921’de­ki iki köy­lü is­ya­nı si­ya­sal önem ka­zan­dı: An­ta­nov’un Tam­bov ilin­de baş­la­tı­ğı “Ye­şil” ayak­lan­ma ile Mah­no’nun Uk­ray­na’da­ki ayak­la­ma­sı. Sam Far­ber’a gö­re “top­lum­sal ve si­ya­sal açı­dan Be­yaz ayak­lan­ma­la­rın­dan son de­re­ce fark­lı” olan bu ayak­lan­ma­la­ra bol­şe­vik­le­rin ver­di­ği kar­şı­lık kıs­men “mark­sist sı­nıf ana­li­zi­nin şe­kil­siz ve şe­ma­tik bir tak­li­di­ne da­ya­nı­yor­du ve bu da dev­ri­min “iç gü­cü­nü ve sta­li­nist po­li­ti­ka­nın man­tı­ğı­na kar­şı koy­ma ye­te­ni­ği­ni” et­ki­le­miş­ti.215

As­lın­da Tam­bov ve Uk­ray­na ayak­lan­ma­la­rı, tam ola­rak Be­yaz ayak­lan­ma­la­rıy­la ay­nı ne­den­den halk des­te­ği ka­zan­dı: Köy­lü­le­rin ta­hı­la el kon­ma­sı­na kar­şı çık­ma­sı. Ta­bi­i Be­yaz ayak­lan­ma­la­rın ba­şın­da Çar­cı es­ki dü­ze­nin kad­ro­la­rı var­dı, ama Tam­bov ve Uk­ray­na ayak­lan­ma­la­rın­da öy­le de­ğil­di. Yi­ne de köy­lü ayak­lan­ma­la­rı­nın Kı­zıl­lar kar­şı­sın­da ka­za­na­ca­ğı bir za­fer­den kar­lı çı­ka­cak olan­lar, Be­yaz­lar­dı: An­to­nov ya da Mah­no’nun sı­nır­lı coğ­ra­fi böl­ge­ler dı­şın­da des­te­ği­nin de, ken­di­le­ri­ne a­it bü­tün­sel bir po­li­tik prog­ram­la­rı­nın da ol­ma­dı­ğı­na kuş­ku yok. As­lın­da, tıp­kı yol­da­şı sos­ya­list dev­rim­ci­le­rin (An­to­nov’un ayak­lan­ma­sı­na uzak dur­ma­la­rı­na rağ­men iç sa­vaş bo­yun­ca Be­yaz­la­rı des­tek­le­me­si gi­bi, An­to­nov da Vran­gel’i des­tek­le­miş­ti. Sık or­man­lar­la kap­lı, tü­müy­le kır­sal ni­te­lik­li Tam­bo­ve böl­ge­sin­de sos­ya­list dev­rim­ci­le­rin et­ki­si al­tın­da­ki Ça­lı­şan Köy­lü­ler Bir­li­ği ise “bol­şe­vik­ler­le so­nu­na ka­dar dö­vüş­me­ye” ant iç­miş­ti.216

Mah­no ile An­to­nov’un Kı­zıl Or­du’yla sa­vaş­ta uy­gu­la­dı­ğı yön­tem­ler de ço­ğun­luk­la Be­yaz­la­rın yön­tem­le­ri­ni yan­sı­tı­yor­du. Tam­bov­lu Ye­şil­le­rin ya­ka­la­dı­ğı bol­şe­vik­ler, ağaç­la­ra çi­vi­le­ni­yor­du; de­mir­yo­lu ray­la­rın­da kul­la­nı­lan tür­den ko­ca­man tek bir ka­ba­ra sol el ve ayak­la­rın­dan ge­çi­ri­lip yer­den bir met­re ka­dar yu­ka­rı­da tu­tu­lu­yor­lar­dı. Bru­ce Lin­coln’ın yaz­dı­ğı­na gö­re:

“Ye­şil­ler, kur­ban­la­rı­nı sa­kat bı­ra­kır ve or­gan­la­rı­nı ke­ser­di, ki­mi­nin de­ri­si yü­zü­lür, ki­mi­nin göv­de­si dör­de bö­lü­nür, ba­zı­la­rı­nın ba­ğır­sak­la­rı dö­kü­lür­dü...göz oyar, kol, ba­cak ve cin­sel or­gan­la­rı ke­ser, kas­la­rı ko­pa­rır... ba­ğır­sak­la­rı çı­ka­rır­lar­dı... ço­ğu za­man kur­ban­la­rı di­ri di­ri gö­mer, ama bu­nu ya­par­ken baş­la­rı­nın top­ra­ğın üs­tün­de kal­ma­sı­na özen gös­te­ri­ri­ler­di; böy­le­ce köy­lü ka­dın­lar ge­lip üst­le­ri­ne işe­dik­ten son­ra kö­yün kö­pek­le­ri de yüz­de ve ka­fa­sı­nın üs­tün­de­ki can­lı et­le­ri ke­mi­re­bi­lir­di.”217

Bu­na kar­şı­lık Kı­zıl Or­du, “baş­lan­gıç­ta köy­le­ri bü­tü­nüy­le ate­şe ver­mek gi­bi uy­gu­la­ma­lar ile mah­kum­la­ra top­lu af çı­kar­mak gi­bi aşı­rı yu­mu­şak­lık ör­nek­le­ri ara­sın­da gi­dip gel­di.”218 Son­ra­la­rı Kı­zıl Or­du, ken­di­le­ri­ne ya­tak­lık eden köy­lü­ler­den ko­lay ay­rı­la­ma­yan düş­man­la gir­di­ği ge­ril­la sa­va­şın­da ba­ta­ğa sap­lan­ma­ya baş­la­dık­ça, top­lu idam­lar yay­gın­laş­tı. Ka­rak­te­ris­tik ola­rak Sam Far­ber, idam­lar­dan söz edip af­la­ra de­ğin­me­mek­te, Kı­zıl Te­rör’den söz edip Ye­şil Te­rör’ü es geç­mek­te­dir.

Mah­no’nun Uk­ray­na’da çı­kar­dı­ğı da­ha ufak çap­lı ayak­lan­ma­yı Tam­bov ayak­lan­ma­sın­dan ayı­ran tek şey, li­de­ri­nin sar­sak anar­şiz­mi­dir. Mah­no’nun bol­şe­vik­ler­le iliş­ki­le­ri, Uk­ray­na’nın iç sa­vaş bo­yun­ca hız­la de­ği­şen as­ke­ri du­ru­mu­nu yan­sı­tır bi­çim­de ka­rı­şık ve de­ğiş­ken­di. Dev­rim­le bir­lik­te ha­pis­ten kur­tu­lan Mah­no, Le­nin ve Sverd­lov’un yar­dı­mıy­la Tem­muz 1918’de ha­la Al­man­la­rın kuk­la­sı Het­man Sko­ro­pads­ki’nin yö­ne­ti­min­de olan Uk­ray­na’ya dön­müş­tü. Sko­ro­pads­ki’ye kar­şı sa­vaş­mak için par­ti­zan bir Ayak­lan­ma Or­du­su ör­güt­le­yip Ara­lık 1918’de Be­yaz­la­rın üs­tü­ne yü­rü­yen Kı­zıl Or­du’yu des­tek­le­di. ş­bir­li­ği, Ha­zi­ran 1919’da Ayak­lan­ma Or­du­su’nun Kı­zıl Or­du’dan ko­pu­şu­na dek sür­dü. “Mah­no cep­he­den ay­rı­lır ay­rıl­maz ar­ka­daş­la­rıy­la bir­lik­te bol­şe­vik­le­rin ar­dın­dan ye­ni par­ti­zan bir­lik­le­ri ör­güt­le­me­ye baş­la­dı; son­ra­dan bun­lar müs­tah­kem mev­zi­le­re, bir­lik­le­ri ör­güt­len­me­ye baş­la­dı; müs­tah­kem mev­zi­le­re, bir­lik­le­re, po­li­se, tren­le­re ve yi­ye­cek top­la­yan­la­ra sal­dır­dı­lar.”219

   De­ni­kin’in 1919 son­ba­ha­rın­da Mah­no’nun top­rak­la­rı­na doğ­ru iler­le­me­si ça­bu­cak bol­şe­vik­ler­le an­laş­ma­nın ye­ni­len­me­si­ni zo­run­lu kıl­dı. Mah­no, De­ni­kin’in bir­lik­le­ri­ne ge­ri­den ta­ciz ha­re­ka­tı­na gi­ri­şe­rek iler­le­me­le­ri­ni zor­laş­tır­dı. Ama 1919’un so­nu­na ge­lin­di­ğin­de Be­yaz teh­di­di o an için or­ta­dan kalk­mış­tı. Mah­no, her an bek­le­nen iş­ga­le kar­şı bir­lik­le­ri­ni Po­lon­ya cep­he­si­ne gön­der­me­yi red­det­ti ve Kı­zıl Or­du’yla ara­sın­da­ki düş­man­lık da­ha da ge­niş bir öl­çek­te ye­ni­den baş­la­dı. Mah­no’nun ka­rı­sı­nın gün­lü­ğün­de­ki not­lar ha­re­ke­tin bu dö­nem­de­ki ni­te­li­ği­ni ele ver­mek­te­dir:
   “23 Şu­bat 1920-Adam­la­rı­mız bol­şe­vik ajan­la­rı­nı ya­ka­la­yıp kur­şu­na diz­di.
   “25 Şu­bat 1920- Ma­ya­ro­va’ya gi­dil­di. Ta­hıl top­la­yan üç ajan ya­ka­lan­dı. Kur­şu­na di­zil­di.
   “14 Mart 1920-Bu gün Ve­li­ka­ya Mi­ha­i­lov­ka’ya git­tik ora­da bir kö­mü­nis­ti öl­dür­dük.”220

Sov­yet Uk­ray­na cep­he­sin­den ge­len ra­por­lar da ay­nı tab­lo­yu çiz­mek­te­dir:

   “18 Ha­zi­ran-Mah­no Griş­no is­tas­yo­nu­na bas­kın dü­zen­le­di, ora­da üç sa­at ka­lıp sov­yet ve iş­çi ör­güt­le­rin­de gö­rev­li on dört ki­şi­yi ya­ka­la­yıp vur­du, telg­raf ha­ber­leş­me­si­ni boz­du ve de­mir­yo­lu iş­çi­le­ri­nin yi­ye­cek de­po­su­nu soy­du.
   “26 Tem­muz-Kons­tan­ti­nog­rad Böl­ge­si’ne sal­dı­ran Mah­no iki gün için­de 84 Kı­zıl Or­du as­ke­ri­ni kes­ti.
   “16 Ağus­tos-Mir­go­rod’u bir bu­çuk gün elin­den tu­tan Mah­no yan­daş­la­rı böl­ge yi­ye­cek ko­mi­te­si­nin bü­tün am­bar­la­rı­nı soy­du, sov­yet ve iş­çi ör­gü­tü bi­na­la­rı­nı tah­rip et­ti, 15 telg­raf ay­gı­tı­nı par­ça­la­dı, 21 iş­çi ile Kı­zıl as­ke­ri öl­dür­dü."221

Bu ey­lem­ler, Ayak­lan­ma Or­du­su’nun “iş­çi-köy­lü dev­ri­mi için ger­çek teh­li­ke bol­şe­vik re­ji­mi­nin ey­lem­le­ri­dir” ifa­de­si­ne yer ve­ren es­ki bir ka­ra­rı­na uy­gun­du. As­lın­da Mah­no’nun Kı­zıl Or­du’ya kar­şı ey­lem­le­ri “Be­yaz­la­ra kı­sa bir dö­nü­şü ola­nak­lı” kı­lı­yor­du.”222 Ge­ne­ral Vran­gel, Mah­no’nun kuv­vet­le­ri Kı­zıl Or­du’yla dö­vü­şür­ken sal­dı­rı­ya geç­ti: “Vran­gel iler­ler­ken... köy ve ka­sa­ba­lar­da bol­şe­vik yö­ne­tim ay­gı­tı ile ik­mal üst­le­ri­ne giz­li­ce yok ede­cek kü­çük par­ti­zan bir­lik­le­ri­ni ge­ri­de bı­ra­ka­rak... Mah­no da ku­ze­ye çe­kil­di.”223 Bu fa­a­li­yet­ler o ka­dar iyi so­nuç ver­di ki Be­yaz Al­bay No­ga Mah­no’nun Vran­gel’in iler­li­ye­bil­me­si için el­zem ol­du­ğu­nu bil­dir­di ka­rar­ga­ha.224 As­lın­da Vran­gel res­mi bir it­ti­fak için Mah­no’ya ya­naş­mış ve bu­nun ger­çek­leş­me­me­si­ne rağ­men Mah­no, Ekim 1920’de Vran­gel Mah­no’nun üs­sü­ne iler­le­ye­ne ka­dar Kı­zıl­lar­la tek­rar sa­vaş­ma­mış­tı. Bek­le­ne­bi­le­ce­ği gi­bi her iki ta­ra­fın­da işi­ne ge­len bir an­laş­may­dı bu ve yı­lın so­nun­da Vran­gel ye­nil­dik­ten he­men son­ra Kı­zıl Or­du Mah­no mü­ca­de­le­den vaz­ge­çip Ağus­tos 1921’de Di­ni­es­ter Neh­ri’nin ge­çe­rek Ro­man­ya’ya gi­de­ne ka­dar sa­vaş­tı onun­la.

Mah­no bol­şe­vik­le­re kar­şı li­ber­ter bir al­ter­na­tif miy­di? Ce­vap Mah­no’nun ha­re­ke­ti­nin ni­te­li­ğin­de yat­mak­ta­dır. Ön­cel­lik­le bu ha­re­ket iş­çi sı­nı­fın­dan hiç­bir ger­çek des­tek al­ma­mış­tı. İş­çi­le­re çe­ki­ci ge­le­cek bir prog­ram oluş­tur­mak­la da özel ola­rak il­gi­len­mi­yor­du. Anar­şist­le­re sem­pa­ti du­yan ta­rih­çi Pa­ul Av­rich Mah­no hak­kın­da şun­la­rı ya­zar:

“İş­çi­ler için­de kü­çük bir azın­lık dı­şın­da kim­se­nin des­te­ği­ni ka­za­na­ma­dı çün­kü ken­di işi­ni ken­di gör­me­ye alı­şık ba­ğım­sız bi­rer üre­ti­ci olan çift­çi­ler­le za­na­at­kar­la­rın ter­si­ne fab­ri­ka iş­çi­le­riy­le ma­den­ci­ler kar­ma­şık bir si­na­i me­ka­niz­ma­nın bir­bi­ri­ne ba­ğım­lı par­ça­la­rı ola­rak iş gö­rü­yor­du.... Mah­no kent eko­no­mi­si­nin kar­ma­şık ya­pı­sı­nı as­la an­la­ma­dı­ğı gi­bi bu­nu an­la­mak da umu­run­da de­ğil­di.”225

Mah­no’nun iş­çi­le­re tav­si­ye­le­ri kır­sal ke­si­min kü­çük bur­ju­va mo­del­le­ri­ni ye­ni­den üret­me­yi he­def­li­yor­du Alek­sand­rovsk’ta haf­ta­lar­dır üc­ret ala­ma­yan de­mir­yo­lu iş­çi­le­ri­nin yol­cu­lar­dan uy­gun bir fi­yat ta­lep edip ken­di üc­ret­le­ri­ni ken­di­le­ri top­la­ma­sı­nı öner­miş­ti.226 Ta­bi­i kır­sal ke­sim­de böy­le po­li­ti­ka­la­rın da­ha faz­la çe­ki­ci­li­ği var­dı. Ama bu­ra­da bi­le ge­le­nek­sel köy­lü eko­no­mi­si­ni aş­ma­ya yö­ne­lik her gi­ri­şim ye­nil­gi­ye mah­kum­du. Anı­la­rın­da Mah­no ken­di kur­du­ğu ve an­cak bir­kaç yüz a­i­le­yi ba­rın­dı­ran köy­lü kö­mün­le­ri­ne “hal­kın ço­ğun­lu­ğu git­me­di” di­ye iti­raf eder.227 Mah­no’nun sağ­la­dı­ğı des­te­ğin asıl te­me­li onun anar­şiz­mi de­ğil ta­hı­la el kon­ma­sı­na kar­şı çı­kı­şı ve köy­lü eko­no­mi­si­ni yık­ma­ma ko­nu­sun­da­ki ka­rar­lı­lı­ğıy­dı:

“Mah­no ta­rım­da­ki eşit­siz­lik­le­re son ver­me­di. Ama­cı köy­ler­le çe­liş­ki­ye düş­mek­ten ka­çın­mak ve tüm köy­lü­le­ri kap­sa­yan bir tür bir­le­şik cep­he kur­mak­tı.”228

1919’da ye­rel bol­şe­vik yet­ki­li­le­ri Mah­no’nun eli­ne koz ve­ren ha­ta­lar yap­tı­lar: Le­nin’in öğü­dü­ne rağ­men Uk­ray­na mil­li­yet­çi­li­ği’ne bü­yük tep­ki du­yu­yor­lar­dı ve top­ra­ğı köy­lü­le­re ver­mek ye­ri­ne ka­mu­laş­tı­rıl­ma­sı­nı ta­mam­la­ma­ya ça­lış­tı­lar. Ama 1920’nin ilk­ba­ha­rı­na ge­lin­di­ğin­de po­li­ti­ka­la­rı­nı köy­lü­le­re yö­nel­tip Yok­sul Köy­lü Ko­mi­te­le­ri kur­muş­lar­dı bun­lar “Mah­no’yu ya­ra­la­dı... yü­re­ği taş­laş­tı ve ba­zen idam emir­le­ri ver­di.”229 Bu po­li­ti­ka bol­şe­vik­le­rin nü­fuz ka­zan­ma­sı­na yar­dım­cı ol­du.

Bu sos­yal te­mel göz önün­de bu­lun­du­ru­lun­ca Mah­no’nun li­ber­te­li­ği­nin ka­ğıt üze­rin­de­ki ka­rar­na­me­ler­den baş­ka pek bir ye­re var­ma­ma­sı şa­şır­tı­cı de­ğil. Ka­ğıt üze­rin­de Ayak­lan­ma Or­du­su’nun su­bay­la­rı se­çim­le ge­li­yor­du-pra­tik­te en önem­li ko­mu­tan­lar Mah­no ta­ra­fın­dan ata­nı­yor­du.230 Bir par­ti­zan­lar top­lan­tı­sın­da ka­bul edi­len bir ka­rar­na­me ha­re­ke­tin ni­te­li­ği­ni yan­sıt­mak­ta­dır: “Ko­mu­tan­lar emir ve­re­cek ka­dar otu­rak­lıy­sa ko­mu­tan­la­rın em­ri­ne uyu­lur­du.”231 Te­o­ri­de gö­nü­lü bir or­duy­du Mah­no’nun­ki, ger­çek­te ise “Kuv­vet­le­ri­ni ye­ni­le­mek için bir tür zo­run­lu as­ke­re al­ma uy­gu­la­ma­sı­na baş­vur­mak zo­run­da kal­dı.”232 Mah­no se­çim yap­tı, ama hiç bir par­ti­nin ka­tıl­ma­sı­na izin yok­tu. Ya­yın ya­pı­la­bi­li­yor­du, ama bol­şe­vik ve sol sos­ya­list dev­rim­ci ba­sı­nın dev­rim çağ­rı­sı yap­ma­sı­na izin yok­tu.233 Mah­no “Ko­mi­ser­lik­ler ve Çe­ka gi­bi sov­yet şid­det ku­rum­la­rı”nı va­kit ge­çir­me­den la­net­le­di, ama “Mah­no’nun özel Çe­ka­sı...onun ha­ya­tı­na yö­ne­lik bir su­i­kast ya­pa­ca­ğın­dan kuş­ku­nu­la­nı­lan her­ke­si anın­da göz­den çı­ka­rır­dı.”234 Mah­no’nun or­du­sun­da fi­i­len iki gü­ven­lik gü­cü var­dı, Çe­ka ben­ze­ri Raz­ved­ka ile “ba­şın­da Mah­no’nun ka­rı­sı­nı ol­du­ğu an­la­şı­lan” Ce­za Ko­mis­yo­nu.235 Fa­a­li­yet­le­ri göz­den ka­ça­cak gi­bi de­ğil­di:

“Mah­no’nun son­ra­ki ha­re­kat­la­rı ta­rih­te­ki en kan­lı ve en öç do­lu ey­lem­ler ara­sın­da­dır ve bu ko­şul­lar­da ra­hat­lık­la var­sa­ya­bil­riz ki bu gü­ven­lik ser­vis­le­ri sık rast­la­nan hak­sız­lar­la zu­lüm­den so­rum­lu­dur. Vo­lin (Mah­no’nun ya­kın dos­tu), bun­la­rın fi­i­len hiç­bir de­ne­tim al­tın­da ol­ma­dı­ğı­nın ta­nı­ğı­dır.236

Ayak­lan­ma Or­du­su’nda iç­le­rin­de bir tü­men ko­mu­ta­nı­nın da bu­lun­du­ğu bir bol­şe­vik hüc­re or­ta­ya çı­kar­tıl­dı­ğın­da, bol­şe­vik­le­rin açık mah­ke­me­de yar­gı­lan­ma­sı red­de­dil­di ve he­men Mah­no’nun Raz­ved­ka’sı ta­ra­fın­dan kur­şu­na di­zil­di­ler.237

Mah­no’nun ne sos­yal prog­ra­mı, ne de si­ya­sal re­ji­mi bol­şe­vik­le­re al­ter­na­tif ola­bi­lir­di. As­ke­ri tak­tik­le­ri bi­le an­cak sı­nır­lı du­rum­lar­da ve kır­sal ke­si­min yüz­ler­ce yıl­lık sı­nıf ya­pı­sı­na do­kun­ma­dık­ça et­ki­li ola­bi­li­yor­du. Son ola­rak da anar­şiz­mi, köy­lü ayak­lan­ma­sı­nın üs­tü­ne atıl­mış in­ce bir ci­lay­dı.238

Mart 1921’de Krons­tadt’ta çı­kan ayak­lan­ma da köy­lü ayak­lan­ma­la­rıy­la ay­nı kö­ke­ne da­ya­nı­yor­du. Cid­di ama kı­sa sü­re­de çö­zü­me ula­şan bir grev dal­ga­sı­nın ar­dın­dan baş­la­dıy­sa da, Krons­tadt ayak­lan­ma­sın­da­ki mo­ti­vas­yon, kent­li iş­çi sı­nı­fın­dan ge­ri­ye ka­lan­lar ara­sın­da­ki hoş­nut­suz­luk­tan çok köy­lü­ler ara­sın­da­ki hoş­nut­suz­lu­ğa ya­kın­dı. Kuş­ku­suz 1917’de dev­ri­min ka­le­le­rin­den bi­riy­di Krons­tadt-ama 1921’de köy­lü­le­re ege­men olan ruh ha­li­nin et­ki­si al­tın­day­dı ar­tık. Kır­sal ke­si­mi ege­men­li­ği­ne alan ruh ha­li­nin tu­za­ğı­na na­sıl düş­tü­ğü ko­nu­sun­da ba­zı kar­ma­şık ne­den­ler var­dır.

İlk ola­rak gar­ni­zo­nun bi­le­şi­mi de­ğiş­miş­ti. Ey­lül ve Ekim 1920’de ya­zar ve Bol­şe­vik Par­ti­si öğ­ret­men­le­rin­den ­e­ro­ni­mus Ya­sins­ki, de­niz kuv­vet­le­ri­ne ye­ni ka­tı­lan 400 as­ke­re ders ver­mek için Krons­tadt’a git­ti. “Sa­ban­la­rı­nı bı­ra­kıp gel­miş­ler­di.” “Bir kaç par­ti üye­si de da­hil”, bir­ço­ğu­nun “si­ya­sal ola­rak ca­hil, ken­di­si­ni de­rin­den et­ki­le­miş, son de­re­ce po­li­ti­ze ga­zi Krons­tadt de­niz­ci­le­rin­den dün­ya­lar ka­dar fark­lı” ol­du­ğu­nu gör­mek şok et­miş­ti onu. Ya­sins­ki, “dev­rim ate­şin­de çe­lik­leş­miş” olan­la­rın ye­ri­ni “tec­rü­be­siz, ye­ni se­fer­ber ol­muş genç de­niz­ci­le­rin” al­ma­sın­dan kay­gı du­yu­yor­du.

Ara­lık 1920’ye ka­dar Bal­tık Fi­lo­su’na Ya­sisn­ki’nin gö­rüş­tük­le­ri­ne ben­zer 1.313 ye­ni as­ker gel­di yal­nız­ca (oy­sa top­lam 10.383 ki­şi­nin gel­me­si plan­lan­mış­tı). Mart 1921’de Krons­tadt’ın pat­lak ver­me­sin­den ön­ce da­ha kaç ki­şi­nin gel­di­ği­ni bil­mi­yo­ruz. Ama Krons­tadt’ta üs­le­nen baş­ka ba­zı bir­lik­le­rin bi­le­şi­mi­ni bi­li­yo­ruz; Mah­no ge­ri­la­la­rıy­la iliş­ki­si iyi olan böl­ge­ler­den top­la­nan ve ara­la­rın­da­ki bol­şe­vik­le­rin ora­nı yüz­de 2’nin al­tın­da olan 2.500 Uk­ray­na­lı­nın oluş­tur­du­ğu 160. Pi­ya­de Ala­yı gi­bi.239

Üs­te­ki bol­şe­vik­le­rin top­lum­sal te­me­li­nin çö­kü­şü­ne ba­ka­rak gar­ni­zo­nun de­ği­şen sı­nıf bi­le­şi­mi­ne iliş­kin baş­ka ka­nıt­lar da çı­ka­rı­la­bi­lir. Ayak­lan­ma­dan al­tı ay ön­ce Ey­lül 1920’de bol­şe­vik­le­rin Krons­tadt’ta 4.435 üye­si var­dı. Bun­la­rın yak­la­şık yüz­de 50’si köy­lü Yüz­de 40’ı iş­çi ve yüz­de 10’uda ay­dın­dı.240 1921’de bir bü­tün ola­rak bol­şe­vik­ler için ay­nı ra­kam­lar şöy­ley­di: Yüz­de 28.7 köy­lü, yüz­de 41 iş­çi ve yüz­de 30.8 de ka­fa emek­çi­le­riy­le di­ğer­le­ri.241 De­mek ki Krons­tadt ör­gü­tün­de köy­lü­le­rin ora­nı, ül­ke or­ta­la­ma­sı­nın çok üs­tün­dey­di. 1921’de par­ti­ye ka­tı­lan ye­ni üye­ler ara­sın­da­ki alı­şıl­ma­dık bi­çim­de yük­sek köy­lü ora­nı­nın da üs­tün­dey­di.242 Bol­şe­vik Par­ti­si’nin bi­le­şi­min­de üst­te bu­lu­nan­la­ra gö­re da­ha faz­la iş­çi ol­du­ğu­nu var­sa­yar­sak, Troç­ki’nin öne sür­dü­ğü gi­bi köy­lü­le­rin Krons­tadt’ta­ki ağır­lı­ğı­nın art­mış ol­du­ğu ih­ti­ma­li or­ta­ya çık­mak­ta­dır.

Sam Far­ber, ye­ni ge­len köy­lü as­ker­le­rin, di­ğer de­niz­ci­le­rin­de­ki ruh ha­li­ni de­ğiş­tir­mek için ye­ter­li ola­ma­ya­ca­ğı­nı sa­vu­nur. “1920’de­ki Krons­tadt, 1917 Krons­tadt’ı de­ğil­di. De­niz­ci­le­rin sı­nıf­sal bi­le­şi­mi de­ğiş­miş­ti,” sa­vın­dan ötü­rü ge­nel ola­rak troç­kist ge­le­ne­ği, özel ola­rak da Ch­ris Har­man’ın How The Re­vo­lu­ti­on Was Lost’unu (Dev­rim na­sıl Kay­bol­du?) eleş­tir­mek­te­dir.243 Sam Far­ber’in bu ka­nıt­la­ra iliş­kin yo­ru­mu­nu ka­bul et­ti­ği­mi­zi var­say­sak bi­le (üs­te­lik bol­şe­vik­le­rin bi­le­şi­mi­ne iliş­kin ra­kam­la­ra da bak­ma­mak­ta­dır), gö­rüş­le­ri an­cak is­ta­tis­tik­le­ri bir ke­na­ra koy­du­ğu­muz­da ge­çer­li­lik ka­zan­mak­ta­dır. Ama ger­çek­te bu bi­le­şim de­ği­şi­mi, köy­lü­lük­le bağ­la­rı kı­sa sü­re ön­ce baş­ka bi­çim­ler­de de güç­len­miş olan bir fi­lo­da ger­çek­leş­miş­tir. Özel­lik­le de Krons­tadt de­niz­ci­le­ri­ne iç sa­vaş­tan be­ri ilk kez izin ve­ril­miş ol­ma­sı önem­li­dir. Bir­ço­ğu köy­le­ri­ne dö­nüp kır­sal ke­si­min ko­şul­la­rıy­la ve ta­hı­la el kon­ma­sı kar­şı­sın­da köy­lü­le­rin ya­şa­dık­la­rıy­la yüz­yü­ze gel­miş­ti. Krons­tadt ayak­lan­ma­sı­nın ön­de­ri Ste­pan Pet­ri­çen­ko, Ni­san 1920’de mem­le­ke­ti Uk­ray­na’ya dö­ne­rek son­ba­ha­ra ka­dar ora­da kal­dı. Göz­lem­le­ri şöy­ley­di:

“Eve dön­dü­ğü­müz­de a­i­le­miz, ni­ye za­lim­ler uğ­ru­na sa­vaş­tı­ğı­mı­zı sor­du bi­ze. Bu bi­zi dü­şün­me­ye sev­ket­ti.”244

As­lın­da Pet­ri­çen­ko öy­le ra­hat­sız­lık duy­muş­tu ki, Be­yaz­la­ra ka­tıl­mak is­te­miş ama ön­ce­den kı­sa bir sü­re Ko­mü­nist Par­ti üye­si ol­du­ğun­dan ka­bul edil­me­miş­ti.245 Bal­tık Fi­lo­su Şi­ka­yet Bü­ro­su’na ge­len yüz­ler­ce mek­tu­bun gös­ter­di­ği gi­bi, baş­ka bir­çok de­niz­ci de kö­yü­ne dön­dü­ğün­de Pet­ri­çen­ko’nun­ki­ne ben­zer şey­ler ya­şa­mış­tı.

İş­te ayak­lan­ma­nın or­ta­sın­da, Pet­ro­pav­lovsk sa­vaş ge­mi­sin­den bir de­niz­ci­nin yaz­dık­la­rı:

“Bi­zim­ki sı­ra­dan bir köy­lü çift­li­ği­dir, ne ku­lak ne de asa­lak; ama kar­de­şim­le bir­lik­te Sov­yet Cum­hu­ri­ye­ti’nin as­ker­lik hiz­me­ti­ni bi­ti­rip dön­dü­ğü­müz­de her­kes ha­rap ol­muş çift­li­ği­mi­ze du­dak bü­küp şöy­le di­ye­cek bi­ze: “Ni­ye as­ker­lik yap­tı­nız siz? Sov­yet cum­hu­ri­ye­ti ne ver­di si­ze?246

Fi­rar­lar art­ma­ya baş­la­yın­ca izin­ler kal­dı­rıl­dı. “1921’de ar­tık fi­lo ör­güt­lü bir as­ke­ri güç ol­mak­tan uzak­la­şı­yor­du.”247 Ayak­lan­ma­ya te­mel sağ­la­yan, fi­lo­nun köy­lü­ler­le bağ­la­rıy­dı, ama du­ru­mu kı­zış­tı­ran baş­ka et­ken­ler de var­dı. Krons­tadt gar­ni­zo­nun ide­o­lo­ji­si, bu et­ken­ler­den bi­riy­di. Kah­ra­man­lık gün­le­rin­de bi­le aşı­rı sol bir ha­va ege­men ol­muş­tu gar­ni­zon­da. Krons­tadt’çı­la­rın ço­ğu Brest-Li­tovsk za­ma­nın­da sol ko­mü­nist­le­rin sa­fın­da yer al­mış, bir bö­lü­mü 1918 ya­zın­da­ki sol sos­ya­list dev­rim­ci ayak­lan­ma­sı­na ka­tıl­mış­tı. 1918’de ta­hı­la el kon­ma­sı­na kar­şı çık­mış­lar­dı ve Kı­zıl Or­du ti­pi di­sip­li­ne ke­sin­lik­le kar­şıy­dı­lar.248

Ayak­lan­ma­da­ki bir baş­ka et­ken de bol­şe­vik­le­rin Krons­tadt’ta­ki et­ki­si­nin azal­ma­sıy­dı. 1917’nin en iyi bol­şe­vik mi­li­tan­la­rı­nın ço­ğu iç sa­vaş sı­ra­sın­da öl­müş ve ayak­lan­ma­dan ön­ce­ki al­tı ay için­de par­ti, gar­ni­zon­da­ki üye­le­ri­nin ya­rı­sı­nı yi­tir­miş­ti.

Ayak­lan­ma baş­la­dı­ğın­da de­niz­ci­ler sa­vaş ge­mi­le­ri­ni ve gar­ni­zo­nu ele ge­çir­di. Bi­rik­miş bas­kı­la­rın ko­lay bir çö­zü­me el­ver­me­ye­ce­ği da­ha ba­şın­dan bel­liy­di. Za­ten Pet­rog­rad’da Zi­nov­yev, grev­le­re ce­vap ola­rak Sa­vaş Ko­mü­niz­mi’nin en çok tep­ki uyan­dı­ran uy­gu­lan­ma­la­rın­dan ba­zı­la­rı­nı ge­ri çek­miş­ti. Krons­tadt de­niz­ci­le­ri­nin ce­va­bı, What We Are Figh­ting For’da (Ne için sa­va­şı­yo­ruz?) ve­ri­li­yor­du:

“Ko­mü­nist­le­re kar­şı mü­ca­de­le­de or­ta yol yok­tur.... Ta­viz ve­rir gi­bi gö­rü­nü­yor­lar: Pet­rog­rad ilin­de yol ke­sen bir­lik­ler kal­dı­rıl­dı ve yi­ye­cek alın­ma­sı için 10 mil­yon al­tın rub­le ay­rıl­dı... Ama al­dan­ma­mak ge­re­kir... Ha­yır, or­ta yol ola­maz. Ya za­fer ya da ölüm.”249

Krons­tadt­çı­la­rın, “üçün­cü bir dev­rim” için sa­vaş­tık­la­rı­nı vur­gu­la­ma­la­rı, ay­rı­ca ifa­de öz­gür­lü­ğü ile “par­ti­siz sov­yet­ler” üze­rin­de ıs­rar­la dur­ma­la­rı, bir­çok ta­rih­çi­yi bu is­ya­nın Be­yaz ayak­lan­ma­la­rın­dan te­mel­de fark­lı ol­du­ğu­na inan­dır­mış­tır. Ama is­yan­cı­la­rın bi­linç­li he­def­le­ri ile ey­lem­le­ri­nin ola­sı so­nuç­la­rı ara­sın­da­ki far­kı in­ce­ler­ken dik­kat­li ol­mak ge­re­kir. Bol­şe­vik re­ji­mi, iş­çi sı­nı­fı­nın dar­ma­da­ğı­nık ol­muş ka­lın­tı­la­rı üs­tün­de du­ru­yor­du ha­la. Krons­tadt de­niz­ci­le­ri­nin Pet­rog­rad iş­çi­le­ri­ne yap­tı­ğı çağ­rı­lar ya­nıt­sız kal­dı, ya da çok az ya­nıt al­dı. De­niz­ci­ler, köy­lü­lü­ğün Sa­vaş Ko­mü­niz­mi re­ji­mi­ne duy­du­ğu öf­ke­yi tem­sil edi­yor­du, ama Krons­tadt’ın ül­ke ça­pın­da bir ör­güt­len­me­si yok­tu ve baş­ka hiç­bir köy­lü ayak­lan­ma­sın­da da Krons­tadt­çı­la­rın ta­lep­le­ri di­le ge­ti­ril­me­miş­ti.

Krons­tadt­çı­la­rın “par­ti­siz sov­yet­ler” ta­le­bi ger­çek­leş­sey­di, köy­lü­le­rin özel­de bol­şe­vik­le­re, ge­nel­de de kent­le­re duy­du­ğu vah­şi, il­kel düş­man­lı­ğı ifa­de et­miş ola­cak­lar­dı. Bol­şe­vik­le­rin dev­ril­me­si­nin ar­dın­dan ik­ti­da­ra ge­len de, ılım­lı sos­ya­list­ler ol­ma­ya­cak­tı. On­lar, her du­rum­da bol­şe­vik­ler­den güç­süz­dü ve bol­şe­vik ol­ma­yan böl­ge­ler­de ne za­man yö­ne­ti­mi üst­len­me­ye ça­lış­sa­lar her se­fe­rin­de as­ke­ri dik­ta­tör­lük­le­re bo­yun eğ­miş­ler­di (ve ço­ğu za­man da yar­dım­cı ol­muş­lar­dı) sa­vaş mey­da­nın­da or­du­la­rın ye­nil­miş ol­ma­sı­na rağ­men Be­yaz­lar he­nüz tü­ken­me­miş­ti; Krons­tadt ayak­lan­ma­sı­na mül­te­ci­le­rin gön­der­di­ği ya­nıt da bu­nu gös­te­ri­yor­du. Bol­şe­vik­le­rin dev­ril­me­si­nin ar­dın­dan do­ğa­cak olan boş­luk­ta, ka­lan si­ya­sal güç­ler için­de kar­lı çı­ka­cak olan yal­nız­ca Be­yaz­lar­dı. Krons­tadt ayak­lan­ma­sı­nın ama­cı bu de­ğil­di bel­ki, ama üto­pik prog­ra­mı ve sı­nıf­sal kö­ke­ni he­sa­ba ka­tıl­dı­ğın­da so­nu­cu bu ola­cak­tı.

Be­yaz­lar he­men sez­di bu­nu. Krons­tadt’ta bir ayak­lan­ma ola­ca­ğı­nı ke­ha­ne­tin­de bu­lun­du­lar ve yurt­dı­şın­da­ki Be­yaz Ulu­sal Mer­ke­zi, Krons­tadt­çı­la­ra yi­ye­cek sağ­la­mak için tüm gü­cü­nü kul­la­nıp yal­nız­ca iki haf­ta için­de top­lam ola­rak yak­la­şık 1 mil­yon Fran­sız fran­gı 2 mil­yon Fin Mar­kı, 5000 po­und, 25.000 do­lar ve 900 ton un top­la­dı. As­lın­da Ulu­sal Mer­kez, ayak­lan­ma­nın ba­şa­rı­ya ulaş­ma­sı ha­lin­de Fran­sız De­niz Kuv­vet­le­ri ile o an­da Tür­ki­ye’de 70.000 ada­mın ba­şın­da bu­lu­nan Ge­ne­ral Vran­gel’i Krons­tadt’a çı­kar­ma plan­la­rı yap­ma­ya baş­la­mış­tı bi­le.250 Ayak­lan­ma­nın yal­nız kal­dı­ğı açık­ça an­la­şıl­dı­ğın­da Pet­ri­çen­ko, sı­nıf güç­le­ri ara­sın­da­ki den­ge ger­çe­ği­ni ka­bul et­mek zo­run­da kal­dı. 13 Mart’ta Pet­ri­çen­ko, Ulu­sal Mer­kez’in baş tem­sil­ci­si­ne ve Ge­ne­ral Vran­gel’in Fin­lan­di­ya’da­ki res­mi tem­sil­ci­si­ne gı­da yar­dı­mı için telg­raf çek­ti. 16 Mart’ta “bol­şe­vik­le­rin hak­lı ola­rak Be­yaz ajan de­di­ği” Grimm’in dos­tu Ba­ron PV Vil­kin’in yar­dım öne­ri­si­ni ka­bul et­ti.251 Yar­dım­la­rın hiç­bi­ri, gar­ni­zon ye­nil­me­den ön­ce ora­ya ula­şa­ma­dı, ama olay­la­rın akı­şı de­niz­ci­le­ri Be­yaz­la­rın ku­ca­ğı­na sü­rek­le­miş­ti; Be­yaz­la­rın bek­le­di­ği de buy­du za­ten.

Ayak­lan­ma bas­tı­rıl­dık­tan son­ra ayak­lan­ma­nın li­der­le­ri ile Be­yaz­lar ara­sın­da­ki iliş­ki­ler iyi­ce or­ta­ya çık­tı. Krons­tadt ayak­lan­ma­sı­na sı­cak ba­kan ta­rih­çi Pa­ul Av­rich, ayak­lan­ma bas­tı­rıl­dık­tan son­ra li­der­le­ri­nin Be­yaz­lar­la an­laş­tı­ğı­na da­ir “yad­sın­maz ka­nıt­lar” bu­lun­du­ğu­nu be­lir­te­rek şöy­le de­mek­te­dir. “Bu­nun, da­ha uzun za­man­dır sü­ren bir iliş­ki­nin uzan­tı­sı ola­bi­le­ce­ği ih­ti­ma­li gö­zar­dı edi­le­mez.”252 Biz­zat Pet­ri­çen­ko, bir kez da­ha Grimm’i ara­cı Vran­gel’le te­ma­sa geç­miş­ti. Pet­rog­rad’da­ki bir kar­şı dev­rim­ci ye­ral­tı sa­vaş ör­gü­tü­ne de­niz­ci top­la­ya­rak Vran­gel’le güç­bir­li­ği yap­tı. Üs­te­lik Vran­gel’e, yal­nız­ca “el­ve­riş­li bir si­ya­sal ma­nev­ra” ola­rak “par­ti­siz sov­yet­ler” slo­ga­nı­nı kul­lan­ma­sı­nı öner­di. Bol­şe­vik­ler ye­nil­dik­ten son­ra “slo­gan ra­fa kal­dı­rır­lıp ge­çi­ci bir as­ke­ri dik­ta­tör­lük ku­ru­lur”du. Sı­nıf güç­le­ri den­ge­si so­nun­da ide­o­lo­ji ile ger­çek­leş­ti­ği ay­nı çiz­gi­de bu­luş­tur­muş­tu.253

Bol­şe­vik­le­rin ayak­lan­ma­yı bas­tır­mak­tan baş­ka se­çe­ne­ği yok­tu. Bek­le­se­ler Fin­lan­di­ya Kör­fe­zi’nde­ki buz­lar eri­yip sa­vaş ge­mi­le­ri­nin Pet­rog­rad’a sal­dır­ma­la­rı­na izin ve­rir­ler­di. Gar­ni­zo­nu ele ge­çir­mek için ya­pı­lan sa­vaş kan­lı ol­du, özel­lik­le bol­şe­vik­ler için. Buz­la­rı ya­rıp, iler­le­dik­çe, sa­vaş ge­mi­le­rin­den ve ada­lar­da­ki ka­le­ler­den ge­len çap­raz top ate­şiy­le ye­re se­ril­di­ler. Yüz­ler­ce Kı­zıl Or­du as­ke­ri buz­da­ki de­lik­le­re dü­şüp kay­bol­du. Ölüm bi­lan­ço­su, üst ele ge­çi­ril­dik­ten son­ra vu­ru­lan­lar­la bir­lik­te 600 Krosd­tadt de­niz­ci­si ve en az 10.000 Kı­zıl­dı; Kı­zıl­lar ara­sın­da bol­şe­vik Pa­er­ti­si’nin 10. Kong­re­si’nde de­le­ge olan ve sal­dı­rı­ya ka­tı­lan 320 ki­şi­den 15’i de var­dı. Troç­ki’nin de de­di­ği gi­bi tra­jik bir zo­run­lu­luk­tu bu.

Krons­tadt’ta ayak­lan­ma ol­sun ol­ma­sın, Sa­vaş Ko­mü­niz­mi so­na ere­cek­ti. Ama ayak­lan­ma, bu dö­ne­min so­na er­di­ği­ni mut­lak bi­çim­de or­ta­ya koy­du. “Krons­tadt olay­la­rı, ger­çe­ği baş­ka her­şey­den da­ha faz­la ay­dın­la­tan par­lak bir ışık gi­biy­di” di­yor­du Le­nin.254 10. Par­ti Kong­re­si’nde, ta­hı­la el koy­ma uy­gu­la­ma­sı­nı so­na er­di­ren Ye­ni Eko­no­mi Po­li­ti­ka­sı (NEP) ka­bul edil­di. Le­nin şöy­le ses­len­miş­ti Kong­re’ye: “Baş­ka ül­ke­ler­den dev­rim ola­na ka­dar sos­ya­list dev­ri­mi an­cak köy­lü­ler­le va­rı­la­cak bir an­laş­ma kur­ta­ra­bi­lir.”255 NEP, ken­di­si de Ekim Dev­ri­mi’nin he­men ar­dın­dan uy­gu­la­nan po­li­ti­ka­lar­dan bir ge­ri adım olan Sa­vaş Ko­mü­niz­mi’nden ge­ri­ye doğ­ru bir adım­dı. Dev­rim tek ba­şı­na ka­lıp Rus­ya’da eko­no­mik du­rum kö­tü­leş­tik­çe, bu ge­ri adım ka­çı­nıl­maz ola­rak da­ha da ağır ve teh­li­ke­li ola­cak­tı.

 

İç sa­vaş, sa­na­yi­yi bir yı­kın­tı­ya çe­vir­miş­ti. ş­çi dev­le­ti­nin te­me­li­ni oluş­tu­ran, bol­şe­vik ik­ti­da­rı­nın yas­lan­dı­ğı ka­ya ta­ba­ka­sı olan iş­çi sı­nı­fı, Be­yaz­la­rı yen­mek için ar­ka ar­ka­ya se­fer­ber olup par­ça­lan­mış­tı. Bol­şe­vik­ler, üç yıl sü­ren iç sa­vaş­tan ve mü­da­ha­le­ler­den sağ çık­ma­yı ba­şar­dı, ama iş­çi sı­nı­fı­nın atom­la­rı­na ay­rıl­mış, bi­ery­sel­le­şip ay­rış­mış bir kit­le­ye, es­ki bü­yük­lü­ğü­nün kü­çük bir par­ça­sı­na as­la 1917’de­ki gi­bi ko­lek­tif bir ik­ti­dar sağ­la­ya­ma­ya­cak bir par­ça­ya in­dir­ge­mek pa­ha­sı­na. Le­nin şöy­le ya­zı­yor­du:

“Sa­na­yi pro­le­tar­ya­sı...sa­vaş ve kor­kunç yok­sul­luk ile yı­kım yü­zün­den sı­nıf ni­te­li­ğin­den kop­tu... sı­nıf ola­rak otur­du­ğu te­mel­den ay­rıl­dı ve bir pro­le­tar­ya ola­rak var­lı­ğı so­na er­di..Ba­zen is­ta­tis­tik­ler­de yer al­mak­ta­dır, ama eko­no­mik açı­dan tu­tar­lı bir bü­tün ha­lin­de de­ğil­dir.”256

İş­çi dev­le­ti bü­rok­ra­si­si ha­va­da ası­lı kal­dı, sı­nıf­sal te­me­li aşın­mış ve yı­kıl­mış­tı. Bu ko­şul­lar dev­let me­ka­niz­ma­sı­na ve Bol­şe­vik Par­ti­si ör­güt­len­me­si­ne yar­dım ede­mez, ama et­ki edi­le­bi­lir­di.

Bol­şe­vik­le­rin ik­ti­dar te­ke­li kar­şı­la­rın­da yer alan bü­tütn par­ti­le­rin te­ker te­ker si­lah­lı kar­şı dev­rim saf­la­rı­na geç­miş ol­ma­sı gi­bi ba­sit bir ger­çe­ğe da­ya­nı­yor­du. Ta­bi­i Ka­det­ler da­ha Ekim Dev­ri­mi ön­ce­sin­de bi­le Kor­ni­lov’la iç­li dış­lıy­dı ve iç sa­vaş sı­ra­sın­da or­ta­ya çı­kan bü­tün Be­yaz dik­ta­tör­lük­le­rin te­mel da­ya­na­ğı ol­muş­lar­dı. Sağ sos­ya­list dev­rim­ci­ler, Ku­ru­cu Mec­lis da­ğı­tıl­dı­ğı sı­ra­da ve iç sa­vaş bo­yun­ca Ka­det­ler­den ayırt edi­le­mez ha­le gel­miş­ler­di. Sol sos­ya­list dev­rim­ci­ler de 1918’de­ki Sov­yet hü­kü­me­tin­de yer al­dı­lar ve ay­nı yı­lın ya­zın­da hü­kü­me­ti si­lah­lı bir dar­bey­le de­vir­me­ye kal­ka­na dek ya­sal bir mu­ha­le­fet ola­rak kal­dı­lar.

Men­şe­vik­ler fark­lıy­dı. Ka­rar­sız­dı­lar. Ba­zı men­şe­vik­ler­le, ba­zı sol sos­ya­list dev­rim­ci­ler ay­rı­lıp bol­şe­vik­le­re ka­tıl­dı, ba­zı­la­rı­da Be­yaz­la­ra. Ge­ri ka­la­nı kah hü­kü­me­tin meş­ru­lu­ğu­nu ka­bul edip kah onu de­vir­mek için aji­tas­yo­na gi­riş­ti­ler. Bol­şe­vik­ler de on­la­ra kar­şı bu­na uy­gun dav­ran­dı. Men­şe­vik­ler, Ekim Dev­ri­mi’ni ta­nı­dık­la­rı dö­nem­ler­de meş­ru ka­bul edi­lip, ken­di­le­ri­ne da­ha ge­niş öz­gür­lük­ler ve­ri­lir­ken, Ekim ön­ce­si re­ji­me dön­me an­dı iç­tik­le­ri dö­nem­ler­de bas­kı gör­dü­ler. E. H. Carr’ın de­di­ği gi­bi:

“Bol­şe­vik re­ji­min ilk bir­kaç ay­dan son­ra ör­güt­lü mu­ha­le­fe­te da­yan­ma­ya ha­zır­lık­lı ol­ma­dı­ğı doğ­ruy­sa hiç­bir mu­ha­le­fe­tin ya­sal sı­nır­lar için­de kal­ma­ya ha­zır ol­ma­dı­ğı da doğ­ruy­du. Dik­ta­tör­lük ge­rek­çe­si, her iki ta­ra­fın id­di­a­sı için de ge­çer­liy­di.”257

İç sa­va­şın men­ge­ne gi­bi sı­kan bas­kı­sı, dev­let­te baş­ka bi­çim­ler­de de dö­nü­şü­me yol aç­tı. Bü­rok­ra­si­nin, or­du­nun, Çe­ka’nın ağır­lı­ğı iç sa­vaş sı­ra­sın­da mu­az­zam bi­çim­de art­tı. Bu ku­rum­lar ol­ma­sa Ekim Dev­ri­mi, kan­lı, ge­ri­ci bir kar­şı dev­rim için­de sav­ru­lur gi­der­di. Bu ku­rum­lar­la da ke­mik­leş­miş ve oto­ri­ter ha­le gel­di. Bir mer­kez ko­mi­te­si üye­si­nin 8. Par­ti Kong­re­si’nde de­di­ği gi­bi “Bir­çok par­ti üye­si ara­sın­da in­sa­nın tüy­le­ri­ni di­ken di­ken ede­cek ka­dar çok sar­hoş­luk, se­fa­hat, yol­suz­luk, soy­gun­cu­luk ve so­rum­suz dav­ra­nış” var­dı.258 Bü­rok­ra­si­nin gü­cü ve bü­rok­ra­si için­de de üst kat­man­la­rın gü­cü, ar­tı­yor­du.

Bol­şe­vik Par­ti­si’nin ken­di­si de çok önem­li de­ği­şim­ler ya­şa­mış­tı. ç sa­va­şın so­nu­na ge­lin­di­ğin­de her on par­ti üye­sin­den an­cak bi­ri bir fab­ri­ka­da fi­i­len ça­lı­şı­yor­du.259 Her on üye­den al­tı­sı hü­kü­met­te ya da par­ti me­ka­niz­ma­sın­da gö­rev­liy­di ve par­ti üye­le­ri­nin dört­te bi­ri de Kı­zıl Or­du’da ço­ğun­luk­la si­ya­si ya da as­ke­ri yet­ki­li ola­rak bu­lu­nu­yor­du. Troç­ki’nin ‘İha­ne­te Uğ­ra­yan Dev­rim’de be­lir­ti­ği gi­bi as­ker­ler sık sık mem­le­ket­le­ri­ne dö­nüp “ye­rel sov­yet­ler­de, eko­no­mi­de ve eği­tim­de önem­li gö­rev­ler alı­yor ve iç sa­vaş­ta ba­şa­rı­nın gü­ven­ce­si olan re­ji­mi yıl­ma­dan her ye­re gö­tü­rü­yor­lar­dı.”260

İç sa­vaş sı­ra­sın­da­ki di­sip­lin ve mer­ke­zi­leş­me ge­rek­li­li­ği, yal­nız­ca li­der­li­ğin par­ti­ye da­yat­tı­ğı bir şey de­ğil­di. Sı­ra­dan üye­le­rin de en az li­der­lik ka­dar yo­ğun his­set­ti­ği, ken­di­ni da­ya­tan bir zo­run­lu­luk­tu:

   “Ger­çek­ten de 1918 ile 1921 ara­sın­da Le­nin ile ar­ka­daş­la­rı­nın, ye­rel ba­kış açı­sın­dan kay­nak­la­nan ve mer­ke­zi­leş­me ile di­sip­lin eği­lim­le­ri­nin ge­lip güç­len­me­sin zor­la­yan gü­rül­tü­lü kit­le­nin ge­ri­sin­de kal­dı­ğı za­man­lar ol­du...261
   “...İşi bi­ti­ren iç sa­vaş­tı. Ne­re­dey­se bir ge­ce­de gö­rül­dü­ki 1917’de ye­rel hak­la­rı hiç vaz­geç­me­den sa­vu­nan­la­rın he­men he­men hep­si as­ke­ri bu­na­lı­mın ka­tı bir iç di­sip­lin uy­gu­lan­ma­sı­nı zo­run­lu kıl­dı­ğı­nı is­tek­siz­ce de ol­sa ka­bul et­me­ye ha­zır­dı şim­di..”262

10. Par­ti Kong­re­si sar­sı­cı bir de­ne­yim­di. Sa­vaş Ko­mü­niz­mi’nin bu­na­lı­mı, bol­şe­vik­ler ara­sın­da kit­le­sel bir ih­ti­laf ve mu­ha­le­fet dal­ga­sı ya­rat­mış­tı. Fark­lı grup­lar ya da bi­rey­le­rin or­ta­ya at­tı­ğı en az se­kiz de­ği­şik plat­form var­dı. İş­çi mu­ha­le­fe­ti, re­ji­min yö­nel­di­ği doğ­rul­tu­ya iliş­kin kap­sam­lı bir eleş­ti­ri ge­tir­di. İş­çi mu­ha­le­fe­ti ik­ti­da­rı, sen­di­ka­la­ra ve fab­ri­ka­lar­da­ki iş­çi­le­re ve­re­rek sis­tem­de re­form ger­çek­leş­tir­mek is­ti­yorl­du. Zor­luk gör­müş ol­du­ğu­muz gi­bi iş­çi sı­nı­fı­nı sa­yı­ca çok azal­mış ol­ma­sın­dan kay­nak­lan­mak­tay­dı. İş­çi Mu­ha­le­fe­ti­nin plan­la­rı an­cak re­ji­min par­ça­lan­ma­sın ge­ti­re­bi­lir­di.

Le­nin’in far­kı, iki aşa­ma­lı bir çö­zü­mü var­dı. İlk ola­rak “has­ta, hum­ma­lı” di­ye ni­te­le­di­ği- par­ti­nin olay­la­rın bas­kı­sı al­tın­da da­ğı­lıp git­me­si­ni ön­le­mek is­ti­yor­du. Şöy­le de­miş­ti:

“...geç­miş­te­ki te­za­hür­le­ri ne olur­sa ol­sun, en ufak bir frak­si­yon­cu­luk ol­ma­ma­lı­dır, hiç­bir ko­şul­da...ül­ke­de köy­lü­le­rin mu­a­zam bir üs­tün­lü­ğü (ol­du­ğun­da) pro­le­tar­ya dik­ta­tör­lü­ğü­ne yö­ne­lik hoş­nut­suz­luk­la­rı tır­man­dı­ğın­da ve köy­lü or­du­su­nun ter­his edil­me­siy­le ya­pa­cak işi ol­ma­yan elin­den ge­len tek iş sa­vaş­mak olan ve hay­dut­luk üre­ten yüz­ler­ce bin­ler­ce adam ba­şı­boş kal­dı­ğın­da bi­le ol­ma­ma­lı bu....Tar­tış­ma­nın at­mos­fe­ri son de­re­ce teh­li­ke­li ol­mak­ta, pro­le­tar­ya dik­ta­tör­lü­ğü­ne doğ­ru­dan teh­dit ya­rat­mak­ta­dır.”263

Kong­re, frank­si­yon­la­rın ya­sak­lan­ma­sı yö­nün­de oy kul­lan­dı. Bir kez da­ha, yal­nız­ca li­der­li­ğin zor­lan­ma­sı de­ğil­di bu. Ra­dek kong­re­ye şun­la­rı söy­ler­ken pek çok ki­şi adı­na ko­nu­şu­yor­du:

“...bu ka­rar le­hi­ne oy kul­la­nır­ken, pe­ka­la aley­hi­mi­ze dö­ne­bi­le­ce­ği­ni his­se­di­yor, yi­ne de onu des­tek­li­yo­rum... Bir teh­li­ke anın­da mer­kez ko­mi­te­si, ge­rek­li gö­rü­yor­sa en iyi yol­daş­la­ra kar­şı en sert ön­lem­le­ri al­sın. Hat­ta bı­ra­kın mer­kez ko­mi­te­si ya­nıl­sın! Şu an­da gö­rü­len du­rak­sa­ma­dan da­ha az teh­li­ke­li­dir bu.”264

Ay­rı­ca ya­sak­la­ma, tam ya da sü­rek­li gö­rül­me­miş­ti de. Kı­dem­li bir bol­şe­vik mer­kez ko­mi­te­si se­çim­le­rin­de ay­rı plat­form­la­rın ya­sakl­lan­ma­sı­nı kong­re­ye ka­bul et­tir­me­ye ça­lış­tı­ğın­da, şöy­le ce­vap ver­di Le­nin:

“Par­ti­yi ve Mer­kez Ko­mi­te­si üye­le­ri­ni te­mel ko­nu­lar üze­rin­de uyuş­maz­lık ol­du­ğun­da par­ti­ye baş­vur­ma hak­kın­dan yok­sun bı­ra­ka­ma­yız... Ör­ne­ğin di­ye­lim ki Brest ba­rı­şı­nın so­nuç­lan­dı­rıl­ma­sı gi­bi bir so­run­la kar­şı kar­şı­ya­ya­ız. Böy­le so­run­la­rın or­tay çık­ma­ya­ca­ğı­nı ga­ran­ti ede­bi­lir mi­si­niz? Ha­yır ed­mez­si­niz. Bu du­rum­da, se­çim­le­re plat­form­la­rın te­mel ol­ma­sı ge­re­ke­bi­lir.”265

İkin­ci olarak Le­nin, ha­ya­tı­nın son sa­va­şı­nı bü­rok­ra­si­ye içe­ri­den re­form ver­mek için ver­di. Şöy­le di­yor­du:

“..köy­lü bir ül­ke­de Çar’ı de­vi­re­bi­lir­si­niz, top­rak sa­hip­le­ri­ni de de­vi­re­bi­lir­si­niz ama bü­rok­ra­si­yi “de­vi­re­mez­si­niz”.. An­cak..uzun yıl­lar için­de ağır iler­le­yen ve inat­çı bir ça­bay­la azal­ta­bi­lir­si­niz onu.”266

Le­nin, Sta­la­tin’in bü­yü­yen gü­cü­nü dur­dur­mak için Troç­ki’den yar­dım al­ma­ya ça­lış­tı. Bü­rok­ra­si­de gö­re­vi kö­tü­ye kul­lan­ma­ya kar­şı oluş­tu­ru­lan İş­çi-Köy­lü Mü­fe­tiş­li­ği­ni güç­len­dir­mek için mü­ca­de­le et­ti ve dev­let ay­gı­tın­da gi­de­rek bü­yü­yen Rus şo­ve­niz­miy­le sa­vaş­ma­ya ça­lış­tı. Ama bo­zu­lan sağ­lı­ğı en­ge­le­di onu. lk ola­rak 1921’in or­ta­sın­da has­ta­lan­dı, Ma­yıs 1922’de in­me in­di, Ara­lık 1922’de işi­ne dön­dü, ama ye­ni­den has­ta­lan­dı. Mart 1923’de bir kez da­ha in­me inin­ce felç­li kal­dı ve Ocak 1924’te öle­ne ka­dar bir da­ha ko­nu­şa­ma­dı. Son not­la­rın­da Sta­lin’in Ge­nel Sek­re­ter­lik gö­re­vin­den alın­ma­sı için ıs­rar et­ti.

Ama Troç­ki’nin 1923’te baş­la­tı­ğı mu­ha­le­fet gi­bi Le­nin’in son sa­va­şı da te­mel bir za­af­tan za­rar gör­müş­tü. Sa­vaş­tan son­ra re­jim ka­ra­ya otur­muş, ye­ni­len­me ve kök­lü re­for­mun kay­na­ğı -iş­çi­le­rin et­kin­liğ- ku­ru­yup git­miş­ti. Bü­rok­ra­si­de gö­re­vi kö­tü­ye kul­lan­ma ve yol­suz­luk bu­nun ka­çı­nıl­maz so­nuç­la­rıy­dı. İş­çi mu­ha­le­fe­ti­nin is­te­miş ol­du­ğu gi­bi me­ka­niz­ma­nın dı­şın­da boy gös­ter­mek ola­nak­sız­dı. Le­nin’in ve sol mu­ha­le­fe­tin son sa­va­şı­nın tra­je­di­si­dir bu. So­ru­nun ne ol­du­ğu­nu bi­li­yor­lar­dı, ama el­le­rin­de­ki araç­lar ama­ca uy­gun de­ğil­di. Sa­vun­duk­la­rı ön­lem de (bü­rok­ra­si­nin ken­di ken­di­ni re­for­me et­me­si) iş­te bu yüz­den ye­ter­siz­di. Troç­ki’nin ye­nil­gi­si bu­ra­dan kay­nak­lan­mak­ta­dır. Bü­rok­ra­si için­de sa­vaş­mak Troç­ki’den çok Sta­lin’in le­hi­ne olan ko­şul­lar­da sa­vaş­mak de­mek­ti. Troç­ki’nin gü­cü de Le­nin’in­ki gi­bi iş­çi­ler­le ara­sın­da­ki ba­ğı hep ko­ru­muş ol­ma­sın­da ya­tı­yor­du. On­lar­dan esin alı­yor­du. Sos­ya­list bir top­lu­ma iliş­kin umut­la­rı­nı on­la­ra bağ­la­mış­tı. z­le­di­ği st­ra­te­ji­nin doğ­ru­lu­ğu­nu on­la­rın de­ne­yim ile sı­na­mış­tı. Ve hep­sin­den önem­li­si her bü­yük mü­ca­de­le­de iş­çi­le­rin bi­lin­ci­ne ve ör­güt­len­me­si­ne da­yı­yor­du sır­tı­nı.

Sta­lin ise ter­si­ne me­ka­niz­ma­ya-ko­mi­te­ye, teh­di­te, dü­ze­ne ve rüş­ve­te-sır­tı­nı da­yı­yor­du. Troç­kiz­mi göm­me­ye ka­rar­lıy­dı; Troç­kist “kad­ro­lar an­cak iç sa­vaş­ta te­miz­le­ne­bi­lir” di­ye di­re­ti­yor­du. İş­te iç sa­vaş bu­ra­day­dı. Mu­ha­le­fet sözc­vü­le­ri­nin sus­tu­ru­lup sal­dı­rı­ya uğ­ra­ma­sıy­la baş­la­dı. Son­ra bü­rok­ra­si­nin bü­tün o ko­ca pro­pa­gan­da ay­gı­tı on­la­rın kar­şı­sı­na geç­ti, son­ra da sür­gün edil­di­ler, hap­se atıl­dı­lar ve kur­şu­na di­zil­di­ler.

Troç­kist mu­ha­le­fet yi­ğit­çe dö­vüş­tü. Ki­mi za­man tez­le­ri­nin par­ti üye­le­ri ara­sın­da önem­li des­tek sağ­la­dı­ğı­nı gör­dü. Bir­çok par­ti üye­si özel­lik­le 1917’yi ya­şa­mış ve 1917’de sa­vaş­mış olan de­ne­yim­li par­ti üye­le­ri mu­ha­le­fet’i des­tek­li­yor­du.

Ama so­nun­da Rus­ya’da mü­ca­de­le ye­ni­den can­lan­ma­dan ya da baş­ka bir yer­de ba­şa­rı­ya ula­şan dev­rim ol­ma­dan, mu­ha­le­fet’in so­nu gel­di. An­cak ön­ce­den bi­li­ne­mez­di bu. Bas­tı­ğı ze­min çök­mek­te ol­ma­sı­na rağ­men iç ya da ulus­la­ra­ra­sı mü­ca­de­le­de dev­rim­ci bir za­fe­rin im­da­dı­na ye­ti­şe­ce­ği umu­duy­la mü­ca­de­le­ye de­vam et­ti Troç­ki. Bu­nun dı­şın­da­ki tek se­çe­nek tes­lim ol­mak­tı.

Troç­kist­le­rin mü­ca­de­le­si Sta­lin’in ik­ti­da­ra yük­se­li­şi­ni ge­cik­tir­di, an­cak 1928’de sol mu­ha­le­fet kı­rıl­dık­tan son­ra ta­mam­lan­dı bu yük­se­li­şi da­ha ön­ce de­ğil. Ta­rih­çi­le­ri­nin ço­ğu­nun 1928’den son­ra te­pe­den ge­len “dev­rim” ile 1928 ön­ce­si ara­sın­da­ki far­ka de­ğin­me­me­si­nin ne­de­ni bu­dur. Sol Mu­ha­le­fe­tin mü­ca­de­le­si ay­rı­ca Sta­lin’in dev­ri­me iha­net et­ti­ği­ni ve onun re­ji­mi­nin, Ekim Dev­ri­mi’nin kar­şı dev­rim­ci an­ti­te­zi ol­du­ğu­nu da açık­ca or­ta­ya koy­du. Sta­lin’in re­ji­mi Ekim Dev­ri­mi’nden ka­lan bü­tün ka­za­nım­la­rı te­si­ne çe­vir­mek­le kal­ma­yıp, Ekim Dev­ri­mi’ni ger­çek­leş­ti­ren li­der­liğn tü­mü­nü ve sı­ra­dan bol­şe­vik­le­rin bü­yük ço­ğun­lu­ğu­nu yok et­mek zo­run­da kal­dı. Bu­nu si­lah­lı kar­şı,dev­rim­le ik­ti­da­rı ele ge­çir­mek gi­bi da­ha nor­mal bir yol­dan de­ğil de yö­ne­ti­min te­rö­rüy­le ya­pa­bil­me­si iş­çi sı­nı­fı­nın atom­la­rı­na ay­rıl­mış ol­ma­sı­nın so­nu­cuy­du. Da­ha faz­la güç kul­lan­ma­ya, sı­kı­yö­ne­ti­me, so­ka­ğa çık­ma ya­sa­ğı­na ya da so­kak sa­vaş­la­rı­na ge­rek yok­tu, çün­kü iş­çi sı­nı­fı­nın du­ru­mu dev­rim ile kar­şı-dev­rim ara­sın­da­ki sa­va­şı tü­müy­le de­ğil­se bi­le Bol­şe­vik Par­ti­si’nin fark­lı ke­sim­le­ri ara­sın­da bir mü­ca­de­le­ye in­dir­ge­miş­ti.

Ger­çek­le­şen kar­şı dev­ri­min öl­çüt­le­ri Sta­lin’in ik­ti­da­rı ile1920’le­rin re­ji­mi ara­sın­da­ki far­kı gör­me­mi­ze en­gel ol­ma­ma­lı­dır.

Step­hen Co­hen şöy­le di­yor:

“Sta­lin’in 1929-33’te­ki yay­gın adıy­la “bü­yük de­ği­şim” bol­şe­vik prog­ra­mı­na uy­gun dü­şün­ce­den ra­di­kal bir ko­puş­tu. Hiç­bir bol­şe­vik li­der ya da frak­si­yon da­ya­tı­lan kol­lek­ti­vi­zas­yo­na var­lık­lı ol­du­ğu öne sü­rü­len köy­lü­le­rin (ku­lak­lar) ‘tass­fi­ye­si’in teh­li­ke­li bir hız­la ağır sa­na­yi­yi kut­sa­ma­ya, tüm pa­zar sek­tö­rü­nün yok edil­me­si­ne ve as­lın­da fa­al ol­ma­yan, yal­nız­ca eko­no­mi­nin de­ne­ti­min­de aşı­rı bir mer­ke­zi­yet­çi­lik ar­tı emir­le yön­len­dir­me ge­ti­ren bir “plan”a ben­zer bir şey öner­me­miş­ti. Bu “yu­ka­rı­dan dev­rim” yıl­la­rı, ta­rih­sel ola­rak ve prog­ram açı­sın­dan Sta­li­niz­min do­ğuş dö­ne­miy­di.”267

Mic­hal Re­i­man’ın çok de­ğer­li ese­ri The Birth of Sta­li­nism (Sta­li­niz­min Do­ğu­şu) bu ko­pu­şun bü­yük­lü­ğü­nü çar­pı­cı ay­rın­tı­lar­la göz­ler önü­ne se­re­rek ben­zer so­nuç­la­ra var­mak­ta­dır.268 Co­hen, şun­la­rı da söy­ler:

“Res­mi ide­o­lo­ji Sta­lin yö­ne­ti­min­de kök­lü bi­çim­de de­ğiş­ti. Bu de­ği­şim­ler­den ba­zı­sı Ba­tı­lı ve Sov­yet bil­gin­ler­ce de kay­de­dil­miş­ti: Mil­li­yet­çi­li­ğin can­lan­ma­sı, dev­let­çi­lik, Ya­hu­di düş­man­lı­ğı ve mu­ha­fa­zar ya da ge­ri­ci kül­tür ve dav­ra­nış norm­la­rı; iş­çi­ler­den, ka­dın­lar­dan, öğ­ren­ci ço­cuk­lar­dan azın­lık kül­tür­le­rin­den ya­na bir­çok ya­sa­nın, ay­rı­ca eşit­lik­çi­li­ğin ya­nı­sı­ra çok sa­yı­da dev­rim­ci bol­şe­vik sim­ge­nin de kal­dı­rıl­ma­sı; ve ta­ri­hi ya­ra­tan­lar ola­rak ar­tık sı­ra­dan in­san­la­rın de­ğil li­der­ler­le res­mi pat­ron­la­rın öne çı­ka­rıl­ma­sı. Bun­lar ba­sit dü­zelt­me­ler de­ğil, ‘öz iti­ba­riy­le de­ğiş­miş’ ye­ni bir ide­o­lo­jiy­di ve “1917’de ik­ti­da­ra ge­len ha­re­ke­ti tem­sil et­mi­yor­du”.269

So­run, 1920’le­rin ba­şın­da­ki bol­şe­vik re­ji­mi­ni ide­a­li­ze et­mek de­ğil. El­bet­te on­lar da 1917’nin he­def­le­ri­ne çok uzak bir nok­ta­ya gel­miş­ti. Bu ana­li­zin ama­cı yal­nız­ca iki nok­ta­yı gös­ter­mek: 1) Bol­şe­vik­le­ri bu he­def­le­rin­den o ka­dar uza­ğa çe­kil­mek zo­run­da bı­ra­kan, ko­şul­la­rın kar­şı ko­yul­maz da­yat­ma­sıy­dı. O dö­nem­de gös­te­ri­len re­to­rik ge­rek­çe­ler ne olur­sa ol­sun- te­o­ri­le­ri yü­zün­den de­ğil, te­o­ri­le­ri­ne kar­şı çı­ka­rak kat et­miş­ler­di bu yo­lu ve 2) o sı­ra­da mev­cut olan al­ter­na­tif­ler, bol­şe­vik­ler­den da­ha kö­tüy­dü. Ka­ğıt üze­rin­de da­ha de­mok­ra­tik bir prog­ram su­nar gö­zü­ken ha­re­ket­ler (İş­çi mu­ha­le­fe­ti, Krons­tad, Mah­no) bi­le ya sah­te­kar­dı (Mah­no) ya da ütop­ya­cı. Ütop­ya­cıy­dı­lar çün­kü 1917’nin ku­rum­la­rı­nı ya­ra­tan sı­nıf ar­tık si­ya­sal ha­ya­tı yön­le­di­re­cek kol­lek­tif gü­cü elin­de bu­lun­dur­ma­dı­ğı hal­de o ku­rum­la­rı unut­mu­yor­lar­dı. 1920’le­rin ba­şın­da­ki tra­je­di­dir bu: Bol­şe­vik­ler ön­le­rin­de dur­duk­la­rı te­me­li yı­ka­rak yen­miş­ti düş­man­la­rı­nı -cep­he­de ge­len ölüm­le, ya da aç­lık, has­ta­lık ve kır­sal ke­si­me göç so­nu­cu kent­le­rin bo­şal­ma­sıy­la ke­li­me­nin ger­çek an­la­mın­da yı­kıl­mış­tı bu te­mel. De­mok­ra­si­nin yok­lu­ğu bu­nun ilk ne­de­ni de­ğil so­nuç­la­rın­dan bi­riy­di. Sta­li­nist bü­rok­ra­si­nin ba­şa­sı­nın sır­rı, iş­çi dev­le­ti­nin çök­me­sin­de ve tek ba­şı­na kal­ma­sın­da ya­tı­yor­du.

 

Bel­li baş­lı sa­na­yi­leş­miş ül­ke­le­rin pek ço­ğun­da 1980’ler, ik­ti­dar­da is­ter sağ hü­kü­met­ler (Re­a­gan, That­cer, Kohl) is­ter sağ ka­nat sos­yal de­mok­rat hü­kü­met­ler (Mit­te­rand, Haw­ke, Gon­za­les) ol­sun, iş­çi ha­re­ke­ti ve sol açı­sın­dan ço­ğun­luk­la bir ge­ri­le­me dö­ne­mi ol­du. Bu ko­şul­lar al­tın­da so­lun ha­tı­rı sa­yı­lır ke­sim­le­ri ilk ola­rak sol re­for­mizm doğ­rul­tu­sun­da bir dö­nü­şüm ge­çir­me­ye baş­la­dı. Bri­tan­ya’da İş­çi Par­ti­si’nin sol ka­na­dıy­la, Fran­sa’da Sos­ya­list Par­ti’yle, Yu­na­nis­tan’da PA­SOK’la ba­la­yı, İtal­yan dev­rim­ci so­lun çö­kü­şü ve ulus­la­ra­ra­sı plan­da çe­şit­li top­lum­sal ha­re­ket­le­rin yük­se­li­şi be­lir­le­di bu dö­ne­mi. Son­ra­la­rı bu pro­je­le­rin ba­şa­rı­sız­lı­ğı kar­şı­sın­da ve Do­ğu Av­ru­pa’da­ki olay­lar ile bu­nun so­nu­cu Ba­tı’da­ki ko­mü­nist par­ti­le­rin çök­me­si­nin faz­la­sıy­la et­ki­si al­tın­da ka­la­rak en azın­dan ay­dın çev­re­ler­de bu dö­nü­şüm bur­ju­va de­mok­ra­si­siy­le doğ­ru­dan ve ne­re­dey­se ay­rım­sız bi­çim­de öz­deş­leş­me­ye yö­nel­di.

Ba­zı sos­ya­list­le­rin (söz­ge­li­mi İn­gil­te­re’de Nor­man Ge­ras ile Fred Hal­li­day’in) ABD ve İn­gi­liz Em­per­ya­liz­mi­ni des­tek­le­me ka­ra­rı al­dı­ğı İkin­ci Kör­fez Sa­va­şı sı­ra­sın­da bu sü­reç hız­lan­dı. Baş­ka pek çok sos­ya­list de özel­lik­le New Left Re­vi­ew edi­tör­ler ku­ru­lu sı­nır­la­rı­nı bur­ju­va de­mok­ra­si­si­nin çiz­di­ği te­rim­ler­le (yap­tı­rım­la­ra des­tek, Bir­leş­miş Mil­let­le­ri Sa­vun­ma) kıs­mi mu­ha­le­fet­le­ri­ni di­le ge­tir­me­de dik­kat­li dav­ran­dı­lar en faz­la­sın­dan. So­nuç ola­rak şu an­da sos­yal dü­şün­ce di­ye or­ta­ya atı­lan­la­rın ço­ğu, bey­lik li­be­ra­lizm­den ayırt edi­le­mez du­rum­da. Yurt­taş­lık, de­mok­ra­tik ve ana­ya­sal re­form, si­vil top­lu­mun er­dem­le­ri ve ben­zer­le­ri üze­ri­ne gi­de­rek ka­ba­ran li­te­ra­tür bu sü­re­cin şaş­maz sim­ge­le­ri­dir. Bu dün­ya­da pa­za­rın üs­tün­lü­ğü ken­din­den men­kül ka­bul edi­lir.

Bu ge­liş­me­ler­de Ekim Dev­ri­mi ta­ri­hi ki­lit bir ko­num­da­dır. Le­nin’in Sta­lin’in yo­lu­nu aç­tı­ğı te­zi bir kez yer­leş­tik­ten son­ra pa­za­ra ve bur­ju­va de­mok­ra­si­si­ne her­han­gi bir al­ter­na­tif oluş­tur­mak çok da­ha zor­laş­mak­ta­dır. J. S. Mill ve Adam Smith’in yü­rür­dü­ğü düz ve dar yol­dan ay­rıl­mak, Gu­la­a da­ve­ti­ye­yi çı­kar­mak­tır, ola­bi­le­cek en iyi dün­ya­da ya­şı­yo­ruz, di­ye sü­rer gi­der bu tez. Ekim Dev­ri­mi’nin ka­de­ri de gös­ter­mek­te­dir ki onu de­ğiş­tir­me­ye ça­lış­mak gö­zü­ka­ra bir ena­yi­lik­ten baş­ka bir şey de­ğil­dir. Şu an­da si­vil hak­lar gru­bu Char­ter 88’in ön­de ge­len ki­şi­le­rin­den bi­ri olan Pa­ul Hirst, ser­best pi­ya­sa ile hu­kuk dev­le­ti­nin ya­şa­ya­bi­lir tek top­lum bi­çi­mi ol­du­ğu­na son za­man­lar­da öy­le inan­mış­tır ki is­ter Le­nin’in­ki, is­ter Vac­lav Ha­vel’in ek-sos­yal de­mok­ra­si­si ol­sun her tür­lü al­ter­na­tif dü­şün­ce­yi teh­li­ke­li bi­rer üto­pik düş ola­rak gör­mek­te­dir.270

Ro­bin Black­burn’in ser­best pi­ya­sa­nın baş­pa­paz­la­rı von Mi­ses ve von Ha­yek ile Troç­ki’yi bir­leş­tir­di­ği farz edi­len o var ol­ma­yan ba­ğı ara­yıp bul­ma ça­ba­sı bu ge­liş­me­ler bir baş­ka ya­nıt­tır. Troç­ki ko­mü­nist top­lu­ma ge­çiş­te bir tür pi­ya­sa me­ka­niz­ma­sı­nın kul­la­nı­la­ca­ğı­nı öne sür­dü­ğü­ne gö­re Rus Dev­ri­mi’nin li­de­ri ile von Ha­yek ve von Mi­ses’in bu­gün­kü mi­ras­çı­la­rı ara­sın­da or­tak bir şey­ler ol­ma­lı­dır gi­bi bir so­nuç çı­kı­yor Blac­burn’in gö­rü­şün­den. Han­gi sı­nı­fın ka­pi­ta­list sı­nı­fın mı, yok­sa iş­çi sı­nı­fı­nın mı ik­ti­dar­da ola­ca­ğı gi­bi so­ru­nun bu ana­liz­de ye­ri yok­tur. Ya da pi­ya­sa­nın, dev­rim bir kez ba­şa­rı­ya ulaş­tık­tan son­ra bü­yük öl­çü­de de­ğiş­miş ko­şul­lar al­tın­da kul­la­nı­la­cak bir me­ka­niz­ma­dan çok, ik­ti­da­ra ulaş­ma­da uy­gu­la­na­cak bir st­ra­te­ji ol­du­ğu öl­çü­de ye­ri var­dır. Do­la­yı­sıy­la, sa­de­ce dev­rim ile re­form ara­sın­da­ki fark­tır o.

Kıs­men ya da ta­ma­men bu tez­le­rin pek ço­ğu Rus Dev­ri­mi’nin te­mel­de so­ğuk sa­vaş dö­ne­mi­ne a­it bir yo­ru­mu­nun ye­ni­den ya­şam bul­ma­sı­na da­yan­mak­ta­dır. Yi­ne de eğer Ekim Dev­ri­mi’nin ta­ri­hi, bir za­man­la­rın es­ki sos­ya­list­le­ri­nin bi­zi inan­dır­dı­ğı gi­bi de­ğil­se gü­nü­müz iş­çi sı­nı­fı ha­re­ke­ti­nin cep­ha­ne­li­ğin­de ha­la güç­lü bir si­lah var de­mek­tir. Kit­le­sel iş­siz­lik, sa­vaş ve em­per­ya­lizm, Üçün­çü Dün­ya’da aç­lık­tan ölüm ve Bi­rin­ci Dün­ya’da yok­sul­luk, ev­siz­lik ve eko­no­mik sö­mü­rü, ırk­çı­lık ve cin­si­yet­çi­lik, sen­di­ka­la­ra kar­şı ya­sa­lar ve an­cak iğ­diş edil­miş du­rum­da­ki si­ya­sal hak­lar, bu dün­ya­nın su­na­bi­le­cek­le­ri­nin ta­ma­ı de­ğil­dir. Öy­ley­se ben­ze­ri gö­rül­me­miş si­ya­sal öz­gür­lük, kül­tü­rel ve sa­nat­sal pat­la­ma, ben­zer­siz eko­no­mik ser­best­lik, ezi­len cins ve ulus­la­rın yük­se­li­şi gi­bi Ekim Dev­ri­mi’nin ilk gün­le­ri­ne dam­ga­sı­nı vu­ran ve dev­ri­min ka­ran­lık gün­le­rin­de ka­le­me alı­nan, bu ma­ka­le­nin he­sa­ba kat­ma­ya pek va­kit bu­la­ma­dı­ğı şey­ler, ha­la ula­şı­la­bi­le­ce­ği­miz bir me­sa­fe­de. Ekim Dev­ri­mi bi­zim geç­mi­şi­miz­dir. Ay­nı za­man­da ge­le­çe­ği­miz­dir de Onu bu ka­dar ko­lay göz­den çı­kar­ma­ma­lı­yız.

 

 

[1] W. Rees-Mogg, Independent 14 Ekim 19189, R. Pipes, The Russian Revolution (Londra, 1990).
[2] Moskow News, hafatalık gazete, sayı 2, 1991.
[3] Bak. Jonathan Steele, “Solzhenitsyn Off The Press, Trotsky Under Wraps”, Guardian, 6 Mayıs 1991.
[4] Moskova’daki bir sosyalistle özel görüşme.
[5] Bak. “A shade Lees Red”, Daily Mail, 8 Şubat 1990.
[6] “Waking from History’s Great Dream”, Independent on Sunday, 4 Şubat 1990.
[7] Bak. J. Slova. “Sociallist Aspirations and Sociallist Realities”, The African Communist, sayı 124, (Johannesburg, 1991), s. 9. J. Slevo’nun Has Socialism Failed’inde benzer, ama daha üstü kapalı formülasyonlar yer almakatadır. (Londra,1990).
[8] R. Blackburn, “Fin de Siecle: Socialism after the crash”, New Left Review,185 Ocak/Şubat 1991, s 21.
[9] P. Hirst, “The State, Civil Society and the Collapse of Soviet Communism”, Economy and Society, cilt 20, Sayı 2, Mayıs 1991, s. 219.
[10] S. Farber, Before Stalinism, (Polity Press, 1991), s 99-109.
[11] Bak. Against The Current, sayı 29 ve 32 (Detroit). Özellikle sağcı, anti-Leninist olan yazı T. Smitht’in “The ethics of Socialist Praxis”idir, Against The Current, sayı32, s 43-45.
[12] S. Farber, age s12.
[13] B. Kagarlitski, The Thinking Red, (Londra 1988), s 41-65. ancak Kagarlitski’nin yazısında genel olarak bir sonraki The Dialect of Change’e göre Bolşeviklere yönelik daha az eleştirel bir hava hakimdir. Büyük ihtimalle bunun nedeni The Thinking Red’in henüz muhalefet hareketi cılızken ve rejimin çöküşü bu kadar ilerlememişken yazılmış olmasıdır.
[14] R. Blackburn, age, s 8.
[15] L. Troçki, Results and Prospects; The Permanent Revolution and Results and Prospects (New York, 1969), s 105.
[16] E. H. Carr’ın alıntısı, The Bolshevik Revolution 1917-1923- Cilt III ( Londra, 1966), s 9.
[17] age, s 17-18.
[18] age, s 53.
[19] R. Blackburn, age, s 24.
[20] E. H Carr, age, s 59.
[21] L. Troçki’nin alıntısı, age, s, 105.
[22] K. Kautsky, The Dictatorship of the Proletariat (Universty of Michigan, 1964), s 64.
[23] V. Serge, Year one of the Russian Revolution, (Londra 1972) s 14-315.
[24] V. Serge, Destiny of a Revolution, (Londra 1937), s, 314-315.
[25] V. Serge, Year One... age, s.325.
[26] T. Cliff alıntısı, Lenin Cilt 4: The Bolsheviks and the World Revolution, (Londra 1979), s 8.
[27] Bak. T. Cliff, Trotsky, 1917-1923, the Sword of the Revolution, (Londra, 1979), s 8.
[28] Marx, Selected Correspondance, (Moskova, 1956), s 320.
[29] Bak. “The Berlin USPD debate on the National Assembly” The Third International in Lenin’s Time, The German Revolution and the Debate on Soviet Power, documents: 1918-1919 (New York, 1986), s 128.
[30] E. Acton, Rethinking the Russian Revolution, (Londra, 1990), s 2.
[31] R. Pipes, age s 491.
[32] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, Red Victory, (New York, 1989), s 28, 39-40.
[33] M. Ferro’nun alıntısı, October 1917, a Social History of the Russian Revolution, (Londra, 1980), s 14.
[34] L. Troçki, History of the Russian Revolution, (Londra, 1977), s 240.
[35] R. Medvedev’in alıntısı, The October Revolution, (New York, 1979), s 69.
[36] Victor Serge, Year One... age, s 109.
[37] L. Jones, “A year of Two Revolutions”, M Jones (der), Storming the Heavens, Voices of October, (Londra, 1987), S XLIII.
[38] age, s XLV.
[39] W. Burce Lincoln, age, s 35.
[40] Temmuz günlerinin yenilgisinden sonra Bolşevikler, sovyetlerde liderliğin geri alınamayacak bir şekilde ılımlı sosyalistlerin eline geçtiği konusundaki kaygıları nedeniyle “Bütün iktidar sovyetlere” sloganının geri çektiler. Bunun yerine bir süre için stratejilerini daha duyarlı olan fabrika komiteleri üzerine kurdular. Kitlelere egemen olan hava kesin biçimde Geçici Hükümet ve Sovyetler içindeki ılımlılar aleyhine dönünce Bolşevikler de ilk formülasyonlarına geri döndüler. Bunlardan hiçbiri, iktidarı geçici hükümetten alıp, işçi sınıfı iktidarının Halk organlarının eline vermek şekilndeki Bolşevik stratejinin özünü değiştirmez- sonradan Troçki de Ekim Devriminin Dersleri’nde bu konuya açıklık getirmiştir.
[41] M. Jones, age, s XLV.
[42] age.
[43] M. Ferro, age, s 37.
[44] L. Troçki, History..., age, s 668.
[45] Bak. M. Ferro, age, s 51.
[46] age, s 46.
[47] R. Medvedev’in alıntısı, age, s 70-71.
[48] N Podvoisky, “Lenin Organiser of the Victorius October Uprising”, M Jones (der), Storming the Heavens, age, s, 116.
[49]Lenin Collected Works, 26, s 212, Marxism and Insurrection için bak. Collected Works, Cilt 26, s 22-27. Ayrıca bak. N. Harding, Lenin’s Political Thought, cilt 2, Theory and Practice in the Socialist Revolution (Londra 1983), s 154.
[50] N. N. Sukhanov, The Russian Revolution 1917, a Personal Record, (Princeton University Press, 1984), s 576.
[51] R. Service, The Bolshevik Party in Revolution: A Study in Organisational Change 1917-23, (Londra, 1979), s 62.
[52] T. Cliff’in alıntısı, Lenin , The Revolution Besieged, Cilt 3 (Londra,1978), s 2.
[53] S. Cohen, Rethinking the Soviet Experience (OUP, 1985), s 5. Soğuk savaş tarihçileri içinde belki en tanınmışı, Leonard Shapiro’dur. Cohen Lenin’den Stalin’e uzanan “düz çizgi’yle ilgili çok çarpıcı bir alıntılar listesi vermektedir, s 42-43.
[54] S. Farber, age, s 149-150.
[55] R. Blackburn, age, s 20-22.
[56] Bak. Lenin, Collected Works, Cilt 8, s 117. Ayrıca bak. s 141: “Sosyal demokrasi... hala zayıftı, aktif proleter kirlelerin sosyal demokratik liderlik konusundaki yoğun talebine göre zayıf.”
[57] R. Service, age, s36.
[58] age, s 58.
[59] age, s 84.
[60] age, s 210-211.
[61] age, s 52.
[62] age, s 3.
[63] Alıntı age’den, s 61.
[64] Bu konulara ilişkin ayrıntılı bir değerlendirme için bak C. Harman, Germany, Lost Revolution (Londra, 1982), özellikle 5. bölüm.
[65] R. Blackburn, age, s 23.
[66] age, s 10.
[67] T. Wohlforth, “Transition to the Transition”, New Left Review, 130, Kasım/Aralık 1981, s 79.
[68] S. Farber, age, s 56.
[69] R. Luxemburg, The Russian Revolution, Mary- Alice Waters (der), Rosa Luxemburg Speaks, New York, 1970), s 375.
[70] R. Medvedev’in alıntısı, age, s 103-104.
[71] age, s 108.
[72] Victor Serge, Year One... age, s 130.
[73] M. Liebman’ın alıntısı, Leninizm Under Lenin, (Londra, 1975), s 245.
[74] R. Medvedev, age, s 110-111. Seçimler nispi temsil sistemine göre olduğundan Sol SD’lerin aldığı sonuçlar ilk bakışta görüldüklerinden de çarpıcıdır.
[75] Bak. R. Medvedev, age, s 110-112.
[76] Rakamlar Lenin’den, “The Proletarian Revolution and Renegade Kautsky”, The Third International in Lenin’s Time... age, s 357.
[77] Victor Serge, Year One... age, s 131.
[78] age, s 130-131.
[79] L. Shapiro, The Russian Revolutions and the Origins of Present-Day Communism, (Londra, 1984), s 149.
[80] W. H. Chamberlin, The Russian Revolution, Cilt 1, 1917-1918, From the Overthrow of the Tsar to the Assumption of Power by the Bolsheviks, (Princeton University Press, 1987), s 370. W. H. Chamberlin’in tarihi, anlatısı Moskova’da kaldığı sırada (1922-1934) topladığı malzemelere dayandığından önemlidir, ama Stalin ve Soğuk Savaş dönemlerinin bir çok tarihçisi tarafından incelenememiştir. R. Pipes, age, s 555, böyle bir nitelik taşımamaktadır.
[81] Bak. örneğin K. Kautsky, “National Assembly and Council Assembly”, The Third International in Lenin’s Time... age, s 95-105.
[82] age, s 138.
[83] age, s 94.
[84] M. Liebman, age, s 236.
[85] Victor Serge, Year One... age, s 342-343.
[86] J. Slovo, “Socialist Aspirations...”, age, s 9. şu anda Moskova'daki müze yöneticilerinin izlediği taktiğin yazı alanındaki karşılığıdır bu: Troçki’nin portleri galerilere yeniden asılmaya başlanmıştı, ama mutlaka Stalin portlerinin yanına. Bunun anlamı telaffuz edilmese de, açıktır: “Stalin kötüydü, ama Troçki de öyle, demek ki alternatif olarak ona yönelmenin anlamı yok.”Slovo, bu noktayı açıkca ifade etmektedir: Pallo Jordan’ın komünist muhayyilenin gerçek anlamın keşfetmek için (Troçki de dahil) “muhalifler”in çalışmalarına bakmamız gerektiği yolundaki oldukça genel yargısını kabul etmeden önce biraz dikkat göstermemiz gerektiğine inanıyorum.” age.
[87] R. Blackburn, age, s 21.
[88] S. Farber, age, s 44.
[89] J. Slovo, age, s 8.
[90] S. Farber, age, s 47.
[91] age, s 117.
[92] Victor Serge, Year One... age, s 350.
[93] T. Cliff, Lenin Cilt 3, (Londra, 1978), s 68.
[94] Victor Serge, Year One... age, s 350-352.
[95] W. Burce Lincoln, age, s. 50.
[96] W. H. Chamberlin’in alıntısı, The Russian Revolution, Vol II, 1918-1921, (Princeton University Press, 1987), s 78.
[97] age, s59.
[98] W. H. Chamberlin, age, s 371.
[99] R. Pipes, age s 790.
[100] Victor Serge, Year One... age, s 187-188.
[101] age, s 189.
[102] A. F. Upton, The Finnish Revolution, 1917-1918, (University of Minnesota Pres, 1980), s 519.
[103] age, s 521.
[104] age.
[105] age.
[106] age, s 522.
[107] age, s 89-90.
[108] Victor Serge, Year One... age, s 349.
[109] W. Burce Lincoln, age, s. 99.
[110] age, s198.
[111] L. Troçki, My Life, (New York, 1960), s 396-397.
[112] W. Bruce Lincoln’ın alıntısı, age, s 204.
[113] age, s 225.
[114] age, s 226.
[115] age, s 88-89.
[116] age, s 100.
[117] Victor Serge, Year One... age, s 333.
[118] W. Burce Lincoln’in alıntısı, age
[119] W. Burce Lincoln, age, s. 48-49.
[120] age, s 321.
[121] age, s 317.
[122] age, s 322-323.
[123] age.
[124] age, s 319-320. Unutmamak gerekir ki, Çeka’nın öldürdüğü kişiler konusundaki en abartılı iddiaların -iç savaşta ölenlerin toplamından 140.000 kişi fazla -(bak. Pipes, age, s 838) doğru olduğu kabul edilse bile bu rakam, Beyazların yalnızca bir yıl içinde, yalnızca bir bölgede, 1919’da Ukrayna’da öldürdüğü Yahudilerin sayısının altındadır.
[125] Alıntı age’den, s 259.
[126] age, s 256.
[127] Bak. age, s 256-257.
[128] Alıntı age’den, s 259.
[129] R. Luckett, The White Generals, (Londra, 1971), s 184.
[130] W. Bruce Lincoln, age, s 210.
[131] R. Luckett, age, s 255.
[132] W. Bruce Lincoln’ın alıntısı, age, s 436-437.
[133] W. H. Chamberlin’in alıntısı, age, Cilt II, (Prınceton University Press, 1987), s 197.
[134] W. Bruce Lincoln’ın alıntısı, age, s 247 ve s 263.
[135] Alıntı age’den, s 263.
[136] W. H. Chamberlin’in alıntısı, age, Cilt II, s 403.
[137] W. Bruce Lincoln’ın alıntısı, age, s 283.
[138] W. H. Chamberlin, age, Cilt II, s 138.
[139] Alıntı, age, s 261.
[140] age, s 283.
[141] age, s 169.
[142] W. Bruce Lincoln, age 294.
[143] W. H Chamberlin, age, Cilt II, s 258.
[144] W. Bruce Lincoln, age 280-282.
[145] W. H Chamberlin, age, Cilt II, s 461.
[146] W. Bruce Lincoln, age 266.
[147] T. Cliff, “Trotsky on Substitionism”, International Socialism, (eski seri), sayı 2, Sonbahar 1960.
[148] S. A. Smith, Red Petrograd, (Cambridge University Press, 1983), s 210. Aslında Lenin’in devrimden sonra ekonomi üzerine yazdığı ilk makalelerden birinin başlığı, “Rekabet nasıl örgütlenmelidir?” di ve şu konuda ısrarlıydı Lenin:Artık Sosyalist hükümet iktidarda olduğuna göre işimiz, rekabeti örgütlemektir.” Collected Works, Cilt 26, s 404.
[149] S. A. Smith, age, s 209.
[150] age, s 220-221.
[151] age, s 222-223.
[152] T. Cliff, Lenin, Cilt 3, age, s 81.
[153] age, s 81. S. A. Smith, age, burada da söz konusu süreçayrıntısıyla verilmemektedir., örneğin s 238-239’a bakın. Smith’e göre ayrıca işçilerin işletmeyi üstlendiği bazı durumlarda amaç, hükümeti işletmeye katılmaya yöneltmekti, çünkü “işçiler”in işletme yönetiminin özellikle büyük fabrikalarda üretimi etkileyen dev sorunlar karşısında etkisiz kaldığı ortay çıkmıştır.
[154] Kritzman, T. Cliff’in alıntısı, Lenin, Cilt 3, age, s 83.
[155] Bak Bruce Lincoln, age, s 116.
[156] age, s 115-116.
[157] S. A. Smith’in alıntısı, age, s 239.
[158] Victor Serge, Year One... age, s 353.
[159] S. A. Smith, age, s 242.
[160] S. A. Smith, age, s 250-251.
[161] L. T. Lih’in alıntısı, “Bolshevik, Razvertsha and War Communism”, Slavic Review, Cilt 48, Sayı 4, 1986, s 679.
[162] P. Avrich, Kronstad 1921, (Prınceton University Press, 1991), s 19.
[163] Aktaran W. Bruce Lincoln, age, s 63.
[164] Bak. S. Farber, age, s 70.
[165] L. T. Lih’in alıntısı, age, s 678-679.
[166] W. Burce Lincoln, age, s. 65.
[167] age, s 480 ve s 416.
[168] Alıntı age’den, s 345.
[169] W. H Chamberlin, age, Cilt II, s 347.
[170] W. H Chamberlin, age, Cilt I, s 332 ve Cilt II, s 68-69.
[171] P. Knightley, The Second Oldest Profession, (Londra, 1986), s 57-72.
[172] age, s 57-58.
[173] T. Cliff’in alıntısı, Lenin, Cilt 4 age, s 18.
[174] Bak. T. Cliff, Trotsky, The Sword of the Revolution, Cilt 2 (Londra, 1990), s 32-33.
[175] G. Leggett, The Cheka: Lenin’s Political Police, (Oxford, 1981), s 21.
[176] W. Burce Lincoln, age, s. 138.
[177] W. Burce Lincoln, age, s. 138.
[178] age s, 127
[179] Knightley’in alıntısı, age, s 75.
[180] Bak., örneğin W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 364.
[181] G. Leggett, age, s 130-131.
[182] age, s 197. Leggett, S. P. Melgounov’un The Red Terror in Russia’sından da alıntı yapar. Ancak Leggett, Melgonov’u ‘saygın bir sosyalist siyasetçi’ (s 185) diye tanımlarken fena halde yanılmaktadır. Melgonov’un anlatısı taraflıdır ve dengesiz yargılarla doludur. Örneğin, “Çeka yani Bütün Rusya Olağanüstü Komisyonu adını simgeleyen üç harfin aynı zamanda Rusçada “Herkese ölüm” demek olan üç kelimeyi de simgelemesi boşuna değildir.” (!), s 41.
[183] G. Leggett, age, s 168-169.
[184] Bak. G. Leggett, age, s 176-182.
[185] Sözgelimi Çeka, 1920’de ölüm cezasının kaldırılmasından önceki gece idamlar gerçekleştirilmiştir; bak Mary MCAuley, Bread and Authority, State and Society in Petrograd 1917-1922, (Oxford 1991) s 391. Ayrıca Çeka, iç savaşta cephe gerisinde idam cezası kaldırılmış olduğu sırada, mahkumları cephenin ön saflarına taşıyarak da idamlar infaz etmişti. McAuley, s 386’da Beyaz Terör’ün tersine Kızıl Terör’ün liderliğin alanından uzaklaştıkça da şiddetlendiğine ilişkin başka kanıtlar vardır: Fransız Devrimi’nde de olduğu gibi ... taşra kentlerinde terör... büyük kemtlerdekinden daha kötüydü. Ekim-Aralık 1918’deki parti yayınlarında endişe yaratan taşrada korkunç bir şekilde kan dökülüyor olmasıydı.. Eylül ve Ekim’deki terör parti içinde tepki doğurunca kan dökülüyor olmasıydı.. Eylül ve Ekim’deki terör parti içinde tepki doğurunca açıkca beyan edilmeksizin birkaç hafta içinde bundan vazgeçildi.”
[186] R. Pipes, age, s 792.
[187] Victor Serge, Year One... age, s 326-327
[188] R. Medvedev’in alıntısı, Let History Judge, (Oxford, 1989), s 502.
[189] age.
[190] Bak. B. Kagarlitski, age, s 53.
[191] R. Medvedev’in alıntısı, age, s 655.
[192] age, s 654.
[193] Lenin, Collected Works, Cilt 28, s 389.
[194] G. Leggett, age, s 187.
[195] W. Burce Lincoln’in alıntısı, age, s. 139.
[196] G. Leggett’ın alıntısı, age, s 162.
[197] age, s 161.
[198] age, s 171.
[199] Alıntı age’den, s 357.
[200] age, s 188.
[201] Alıntı age’den, s 189.
[202] age, s 342
[203] Alıntı age’den.
[204] age, s 345.
[205] R. Medvedev, Let History Judge, age, s 656.
[206] age, s 657.
[207] G. Leggett’ın alıntısı, age, s 163.
[208] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 364.
[209] age, s 371.
[210] age, s 364.
[211] age, s 372-373.
[212] Bak. T. Cliff, Lenin, Cilt 3, age, s 95.
[213] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 358.
[214] W. H Chamberlin, Cilt II, s 122-124. age, s. 364.
[215] S. Farber, age, s 122-124.
[216] W. Burce Lincoln, age, s. 468-470.
[217] age. s 471.
[218] age.
[219] M. Palij, The Anarchism of Nestor Makhno, (University of Washington Press, 1976), s 177.
[220] W. H. Chamberlin, Cilt II, age, s 237.
[221] age, s 237-238.
[222] Bak. W. Burce Lincoln, age, s. 237.
[223] M. Palij, age, s 219.
[224] age, s 214.
[225] P. Avrich, Anarchist Portraits, (Prınceton University Press, 1988), s 120-121.
[226] age, s 120.
[227] M. Armstrong, “Nestor Makhno: The Failure of anarchism”, Socialist Review, (Avustralya) Yaz 1990, Sayı 3, s 114.
[228] M. Palij, age s 214.
[229] age, s 213-214.
[230] P. Avrich, Anarchist Portraits, s 114.
[231] W. H. Ckamberlin, Cilt II, age, s 236.
[232] P. Avrich, Anarchist Portraits, s 121.
[233] Bak M. Palij, age s 152.
[234] W. H. Ckamberlin, Cilt II, age, s 234 ve s 232.
[235] Bak. F. Sysyn, “ Nestor Makhno and the Ukrainian Revolution” T Hunczak (der) The Ukraine 1917-1921, a Study in Revolution, (Harvard University Press, 1977), s 290 n 49. Galiba Makhno’nun iki “karısı” varmış. Ceza komisyonunu başında olanla metinde daha önce alıntılanan aynı değil.
[236] D. Footman, Civil War in Russia, (Londra, 1961), s 288.
[237] age, s 282.
[238] I. Getzler, Kronstad 1917-1921, (Londra, 1983), s 206-207.
[239] Bak. D. Fedotoff White, The Growth of the Red Army, (Princeton University Press, 1944), s 154.
[240] age, s 140.
[241] age, s 142.
[242] age, s 143.
[243] S. Farber, age, s 192-193.
[244] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 495.
[245] P. Avrich, Kronstad..., age, s 94-95.
[246] I. Getzler’in alıntısı, age, s 209-210.
[247] P. Avrich, Kronstad..., age, s 68.
[248] age, s 63-66.
[249]What we are fighting for, P. Avrich, age, s 242-243.
[250] P. Avrich, Kronstad..., age, s 240.
[251] age, s 107-121-122.
[252] age, s 110-111.
[253] age, s, 127-128.
[254] T. Cliff’in alıntısı, Lenin, Cilt 4, s 134.
[255] P. Avrich’in alıntısı, Kronstad..., age, s 222.
[256] T. Cliff’in alıntısı, Trotsky, Cilt 2 (Londra, 1990), s 188.
[257] Alıntı age’den, s 193.
[258] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 479.
[259] Aslında durum bundan da daha kötüydü: Fabrikalarda çalışanların çoğu da “iş tezgahı”nda değil, yönetimdeydi.
[260] M von Hagen’in alıntısı, Soldiers in the Proletarian Dictatorship, (Cornell University Press, 1990), s 5.
[261] R. Service, age, s 8.
[262] age, s 208.
[263] T. Cliff’in alıntısı, Lenin, Cilt 4, s 136.
[264] age, s 138.
[265] age, s 137.
[266] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 380.
[267] S.. Cohen, age, s 62.
[268] M. Reiman, The Birth of Stalinism, (Londra, 1987)
[269] S. Cohen, age, s 52.
[270] P. Hirst, age, s 224-225.

 

John Rees’in, Ekim’in Savunusu (International Socialism, IS, 52) makalesi, 1917-1921 Rus Devrimi’nin liderlerini aklayıp, son günlerde Bolşevizm’in dengeli resmini çizmeye çalışan, sosyalist yazıları çürüttüğünü iddia ediyor. Bolşevikleri aklamayı kısmen başarmış olmasına rağmen aynı başarıyı Farber, Hobsbawm, Slovo ve benim iddialarımızı çürütmekte gösterememiş. Bunu söylememe rağmen makaleyi okurken rahatsızlık duymadığımı itiraf etmeliyim. Rees eleştirdiği kişiler arasındaki farklılıkları daha iyi açıklayabilirdi. Ancak ne beni eleştirilenlerin arasına alınmaktan ne de makalemden sık sık alıntı yapılmış olmasından rahatsızım. Kısa zamanda yazarın, Bolşevik Tarihi’ni savunmaya kitlenmiş bir kafa yapısına sahip olduğunu anladım. Bana ve diğerlerine yapılan referanslar polemiği süslemekte kullanılmış. Büyük bir iddiaya sahip bu yazıyı yazmada, yazara belki de düşmanca şevki yardımcı olmuştur. Bolşevizm’in usta eleştirisi kapsadığı materyallerle doldurulmalı, ancak Rees az sayıda sol yazarı hedeflemiş. Bir yazarın birinci görevi her ikisini başarmak oldukça etkileyici olmasına rağmen diğerlerinin tartışmalarından önce kendi tartışmasını haklı göstermektir. Rees’ten daha fazla Rus Devrimi’nin savunulmasında yarar görüyoruz. Ben, Nazizm’in askeri yenilgisinde oynadığı ölümcül rol ve anti-emperyalist, anti-kolonyalist mücadelelere verdiği genel destek, Batılı işçilerin daha iyi koşullar ve haklar mücadelesi vermesini kolaylaştırması nedenleriyle Rus Devrimi’ne ve onun kurduğu devlete kesinlikle sahip çıkarım. Burada devrimin ve onun kurduğu devletin genel sonuçlarına değiniyorum; Sovyet yöneticilerinin genelikle kapitalist güçlerle uzlaşmaya yönelik politikalarına değil. John Rees uzun makalesinde, oldukça tuhaf bir şekilde Rus Devrimi Tarihi’nin önemli bir parçası olan bu konulara hiç değinmemiş.

Rees’in Ekim’in Savunusu iki tartışmayı içeriyor; birincisi Rus Devrimi’ni Paris Komünü’nden daha dayanıklı, gericiliğin barbarizmine karşı halkın veya proleterlerin kahramanca zaferi olarak görüyor. Bu görüş, devrimin liderlerinin hatalarını “koşulların zorlaması” ve tarihi koşullar, bahaneleriyle gizler. Ben, Slovo, Hobsbawm ve Farber, Rus Devrimi’nin tarihi ihtişamını ve Lenin’in muhaliflerinden daha ileri bir politik idrak yeteneğine sahip olduğunu inkâr etmiyoruz.

Ancak Rees, bunlardan başka Rus tipi devrimlerin bize hâlâ bir model sunduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Buna çeşitli nedenlerle karşı çıkarım. Rus Devrimi burjuva kurumlarının zayıf olduğu, narin bir ithal burjuva demokrasisi koşullarında gerçekleşti. Rees’in Kurucu Meclis’e halkın itibar etmediği iddiasının bu koşullara uygun olduğunu düşünüyorum. Rusya’daki 1917- 1918 yılları arasındaki burjuva demokratik kuruluşlara itibarsızlık bu gün sadece bir kaç ülkede vardır. Kurucu Meclis’in, bu gün temsil ettiği kuruluşlar için kural olan monopol genel politik temsile, sahip olmasını Sovyetlerin varlığı engelledi. Gerçekten 20. Yüzyıl tarihine baktığımızda “ikili iktidar” deneyiminin bir istisna olduğu görülür. Rusya’da koşullar, can çekişen feodal Mutlakiyetçiler düzeniyle istisnai olarak zayıf olan burjuvazinin dışında, yeni bir anti-burjuvazi gücün, kendisini güçlendirip Kurucu Meclis’in üstünden atlamasını sağladı. Bolşevikler, kısa zamanda burjuva temsilci kuruluşlarının Avrupa’nın genelindeki sağlam ve etkili gücünü keşfettiler.

Hem Lenin, Sol Komünizm: Bir Çocuk Hastalığı kitabında, hem de Troçki Almanya üzerine yazılarında burjuva demokrasisini ve ondaki kuvvetli devrimci içeriği hafife almamayı anlatılar. Tabi ki Lenin ve Troçki hâlâ Rus Devrimi’ni bir model olarak alacaklardır. Ancak biz şimdi yarım yüzyılın deneyimine sahibiz. 1940’larda Almanya ve talya’da, 1970’lerde spanya ve Portekiz’de faşizm, işçi meclisleri devlet yapısına muhalefet oluşturamadan yenildi. Kolonyalizm her yerde işçi meclislerinin anahtar rolü olmadan püskürtüldü. Stalinizm Sovyetlerde ve Doğu Avrupa’da “ikili iktidar”ın hiçbir kuruluşu olmadan yıkıldı. Macaristan’da, 1956’da işçi meclisleri, Polonya’da 1980’de Dayanışma Hareketi vardı. Burjuva temsilci kuruluşları yeterince mücadele etseydi Macar ve Polonya işçi sınıfı bunların kurulmasını ister miydi? Sanmıyorum. 1968’de Fransa’da ve 1974-1975’de Portekiz’de işçiler, burjuva demokratik kuruluşlarının seçimleri için işçi meclisleri yıkıldığında karşı çıkmadı. Bu gün hâlâ Çarlık Rusya’sına benzeyen politik koşullara sahip tek ülke Suudi Arabistan’dır. Belki de işçi meclislerini -umut ederim ki- Suudi Arabistan’da göreceğiz ancak Suudi Devrimi aşılana kadar diğer ülkelerin aynı rotayı izleyeceklerini düşünmüyorum. Demokratik yapıların iktidarda olduğu yerlerde sosyalistlerin bunların üzerlerinde atlaması veya küçümsemesi pratik değildir. Tabii ki bu tür demokratik kurumların çevresi sosyalistlerin karşı kampanya sürdürmeleri gereken bir dizi anti-demokratik figürle çevrili. Bu figürler, bir dizi zayıf ve daha az demokrat olan kurumun birbirleriyle çeliştiği, bunun sonucunda ikili iktidarın oluştuğu dönemlerde ortaya çıkar. Örneğin: skoç Meclisi Westminster’a karşı zayıf olduğunda Britanyalı sosyalistler onu desteklemeyi düşünebilirler. Ancak bu 1917’den farklı bir senaryo oluşturacaktır. Hobsbawm’ın Rus Devrimi’ne “garabet sonuç” demesinin nedeninin bu olduğunu düşünüyorum.

Rees’in açıkça eleştirdiği yazarların hiçbiri, benim bildiğim kadarıyla Kurucu Meclis’in dağıtılmasını sorun yapmadı. Bu konuda en geniş açıklamayı yapan Samuel Farber, Bolşeviklerin haklı olduğunu vurguladı. Farber, Bolşeviklerin demokratik işçi sovyetleri üzerindeki seçimleri iptal etme, toplantı düzenlememe, azınlık haklarını tehdit etme, gibi şiddet olaylarını eleştiriyor. Onun eleştirilerini, makalemde yazdığım gibi o zamanın beyazların isyanı ve açlığın yaygınlaşması gibi kötü koşulları yeterince dikkate almaması yüzünden eleştirdim. Buna rağmen, akla uygun olduğunu ve bir dizi önemli sorunu öne çıkardığını düşünüyorum. Farber’in koşulların zorlamasını dikkate almadığını kabul etsem de; kitabı Ekim Devrimi’nin nasıl defolu bir model olduğu konusunu netleştirdiği ve Bolşevik eğilimlerin, acıklı veya talihsiz kararlar olduğuna dikkat ettiği için değerlidir.

Farber “koşulların zorlaması” tartışmasına yeterince dikkat etmemesine rağmen pek çok zor koşullardan dolayı alınan ihtiyari kararın esasında alınmasına hiç ihtiyaç olmadığını gösteriyor. Bu kararlar bir kez alındıktan sonra bunların ihtiyari olduğu unutulup devrimin bir zaferi ve partinin ruhu olarak taçlandırılmaya başlanıyordu. Bu kategoride işçi devletinin yasasız olmasının kutlanması, endüstri kuruluşlarında tek adam yönetiminin uygulanması, köylülerden zorla ürün toplanması, sovyet seçimlerindeki tahrifler, Sovyet Merkez Yürütme toplantılarının yapılmaması, Kızıllarla ittifak yapan anarşist ve Menşeviklerin bile saldırıya uğraması, idam cezasının konması, Sovyet yasalarına aykırı bir şekilde savaş bölgeleri dışında şüphelilerin tutuklanması ve daha pek çok şey Farber tarafından belgeleniyor. Ypres ve Somme standartlarına veya Avrupa sömürgecilik koşullarına göre Bolşeviklerin daha insancıl oldukları kabul edilebilir. Ancak bu tüm ihtiyari tedbirlerin gerekli olduğunu göstermez, aksine Farber’in gösterdiği gibi bunların çoğu beyazları yenmede bile etkisiz kalıyor, Rosa Lüksemburg’un belirttiği gibi çılgınca bir Jakobencilik yaşanıyordu.

John Rees, benim Lenin için “sistematik düşünen biri değildi” ifademe çok şaşırmış. Bu alıntı Lenin’in düşüncelerine iltifat eden “Lenin, sistematik düşünmemesine rağmen, Marks’tan daha ileri bir şekilde politiğin ve ekonominin birleşmesinin önemini kavramıştır” cümlesinden yapılmıştır. Bunları yazarken kafamda Marks’ın hiçbir zaman düşünmediği, Lenin’in parti üzerine yazıları, sendikalar üzerine düşünceleri, ve parlamentoya ilişkin tartışmaları vardı. Buna rağmen Lenin parti üzerine önceleri yazdıklarıyla daha sonra “Devlet ve Devrim”de yazdıklarını bağlayamamıştır. Parti diktatörlüğü pratiği bu yazılarda hiç yoktur. Lenin işçi hareketinde çoğulculuğu yaşarken bunu teorize etmemiştir. Yazılarından çıkarılabilecek sonuç işçi devletinde gerçek işçi haklarını savunan tek bir parti olduğudur. John Rees de bu görüşe katılıyor mu? IS’teki yazarların bir sosyalist demokraside yasaların önemli bir rol oynadığını düşünüp düşünmediklerini merak ediyorum. şçilerin orta sınıf üyelerinden, emeklilerden ve ev kadınlarından daha fazla oy hakkına sahip olmaları gerektiğini mi düşünüyorlar? Belki ben işçi meclislerinin parlamento egemenliğine meydan okuyamayacaklarını düşünürken yanılıyorum. Böyle düşünenlerin bizi işçi demokrasisinin yeni kurumları hakkında bilgilendirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bence burjuva demokrasisi daha da iyileştirilebilir, ancak parti yarışmasının olmadığı meclislerle, ya da muhalefet için yasal hakların kısıtlanmasıyla veya uluslararası ve eşit oy kullanma hakkı olmaksızın bu yapılamaz. Rees’in eleştirisini okuyanlar iddialarıma etraflıca cevap verildiğini sanabilirler.1 Aslında yazımın ana teması olan pratik bir sosyalist ekonomi modeli ihtiyacından bahsetmemiş bile. Bolşevikler askeri ihtiyaçlardan dolayı “Savaş Komünizmine” zorlandılar. 1919’da parti programında mülk ilişkilerinin bastırılması illüzyonuyla sevinçten sarhoş olmuşlardı. Ben diğer şeylerin yanı sıra Troçki’nin piyasa ilişkilerinin tamamen bastırılmasının gerekli ve arzu edilir olduğu fikrine karşı çıktığını göstermeye çalıştım. 1932 Kasım’da Muhalefet Bülteni’nde çıkan “Sovyet Ekonomisinin Karşı Karşıya Olduğu Tehlikeler” makalesinde, egemen bürokrasinin gücünü, piyasa ilişkilerini bastırmaktan aldığını gösteren harikulade bir analiz vardı. Bu bastırma kısa vadeli hedeflere ulaşılmasını sağlasa da büyük ekonomik tahribatlar yarattı ve üreticilerin zararına oldu. IS editörlerinin makalemdeki sonuçlara katılmayacaklarını düşünsem de, onların gerçek bir sosyalist ekonomik sistemde ne tür ekonomik kurumlar olması gerektiğini anlatmaları gerektiğini düşünüyorum. Kamu mülkiyeti, planlama ve işçilerin kontrolünün oluşturduğu bir sistemi savunacaklarını sanıyorum. Ancak onlar, Ernest Mandel’in New Left Review (NLR,) 159. ve Diane Elson’un NLR, 171. sayılarındaki yazılarındaki ya da Pat Devine’nin Democracy and Economic Planning adlı kitabındaki işçilerin kendi kendilerini yönetmeleri fikrine katılırlar mı? şçi Komitelerinin her şeyi yöneteceklerini söylemek kolay, ancak fiyatlar nereye çıkar? Bir komite diğeriyle uyuşmayınca ne olacak? ‘Toplumsal olarak gerekli emeğin gerçekten toplumsal olarak gerekli olduğunun teminatı ne? Herhalde bu konuda üreticilerin görüşleriyle tüketicilerin görüşlerinin harmonisini sağlamak gerekir (eşyalar kadar bireyler için de). Sosyalizm evrensel bir temelde oluşacağından dünya çapında bir planlama otoritesi üretimi ne dereceye kadar kontrol edebilecektir? şçiler her şeyin ne kadar üretileceğini ve kimin için üretileceği görevini çözmeden kapitalizmin mirası olan açlık, eşitsizlik ve çevre sorunlarını nasıl hal edecek?

Bu gün bu tür soruların yanıtlanması ya da en azından tartışılması çok önemli. Rus işçilerinin 1917 devrimindeki kahramanlıklarına ve yaratıcılıklarına ne kadar hayran olsak da devrimin kendisi yenildi ve gasp edildi. Kapitalizmin yıkılmasını savunanlar gelecek sefere her şeyin yolunda gideceğine neden inandıklarını açıklamalıdır. Bunu Ekim’in kahramanlık yönlerine dayanarak ve Bolşevizm’in Stalinizm’e öncü olduğunun üstünden atlayarak yapmak mümkün değildir.

 

Notlar: 

[1] Bu makalem Çöküşten Sonra (Verso, 1991) adlı kitapta yeniden yazıldı. Rees beni Lenin’e karşı çok eleştirel bulurken, Neal Ascherson, 6 Mart 1992’deki, London Review of Books’da, kitabımda Lenin ve Bolşeviklerin yaptıklarına göz yumduğum için beni azarladı. Bu birbirinin zıttı eleştiriler olayı doğru kavradığıma inanmamı sağladı. Laf arasında, bir çeşit genişletilmiş olan makalemde Rosa’nın Bolşevikleri eleştirisinde tamamen haklı olduğunu düşündüğüm kadar çoğulculuğun hakkını savunması fikrinin temel olduğunu açıklamaya çalıştım.

 

Büyük devrim tarihleri, çağdaş siyaset prizmasında kırılır. İngiliz Devrimi’nin sağdan ve soldan düşmanca anlatıcıları oldu. Devrimin kaderi için liberal ve marksist tarihçiler kavga ettiler. Bu yorumların popülaritesini, yerli sınıf mücadelesinin çizgileri belirledi. Rus Devrimi’nin aleyhine yapılan yorumların popülaritesini ise bir yandan tabandan gelen popülist akımların başarısı, diğer yandan emperyalist güçlerin rekabetinin oluşturduğu uluslararası ilişkiler belirliyor. Devrimi anlamak kadar bu genel durumu, devrime ilişkin tarihi gerçekleri kavramak da önemli.

Ekim’in Savunusu Robin Blackburn’in iddia ettiği gibi sözde-psikolojik nedenlerle değil, Ekim Devrim’i tartışmalarında 1969’den beri ilk kez bir değişim yaşandığı için yazılmıştır. Soğuk Savaş, kin dolu Anti-Sosyalizm Ortodoksluğu, Ekim Devrimi’yle ilgili tartışmada Lenin’in Stalin’e önderlik ettiği yanılgısını yarattı. Stalinistlerin bunu desteklemek için kendilerince nedenleri vardı. 1960 ve 1970’lerde bu ortodoksluğa sadece Troçkistler ve Anti-Stalinistler değil, batıdaki sosyal isyanlardan ve süper güçler arasındaki gerginliğin yumuşamasından etkilenen akademisyenler de karşı çıktı.

Doğu Avrupa devrimleri ve bunları izleyen SSCB’nin yıkılışı kaçınılmaz olarak entellektüel manzarayı bir kez daha değiştirdi. Stalinist model yıkıldı. Ancak bundan şimdiye kadar en fazla kazancı devrimin tarihini çarpıtan sağcılar sağladılar. Bunun nedenlerinden biri bir çok solcu Rus toplumunun doğası hakkındaki düşüncelerini Stalinist modele dayandırdıkları için sağın karşısında ideolojik olarak silahsız kalmalarıdır.

Robert Service, Lenin’den Stalin’in 1930’lardaki programına kaçınılmaz bir geçiş olduğunu çok az akademisyen ve yazarın reddedeceğini iddia ediyor. Bu iddialar hakkında iki şey söylemek gerekir: Birincisi Ekim’in Savunusu ciddi sayıdaki delillerle, özellikle Stephen Cohen ve Edward Acton’un delileriyle bunun tersini kanıtladı. İkincisi II. Robert Service’in kendi makalesi bu tartışmanın yerinde olduğunu kanıtlıyor.

“Lenin Stalin’e önderlik etti mi?” yargısı, “kaçınılmaz” kelimesiyle “yalnızca körler bu sürekliliğin çok güçlü olduğunu göremez” iddiasından çıkarılmıştır. Stalinist rejim Robert Service'in tanımlamasıyla sürekli ve kesilmeyen bir süreçti:

Tek partinin inşası Ekim Devrimi öncesinde başladı. Duvarlarının iskelesi iç savaşın ortasında çıkılıyordu. Damı Yeni Ekonomik Politika’yla eklendi.... 1

Stephen Cohen’in makalemde alıntıladığım “öldürücü düz çizgi” teorisinin bu kadar özlü formülü az bulunur.2 Lenin’in Bolşevizmi “Stalinizmi yaratan pek çok gene sahipti”. Yani “Stalin değil de Troçki ya da Buharin veya Kamanev, Lenin’in ölümünden sonra parti lideri olsaydı, ultra-otoriter sistem yine egemen olacaktı.”

Devrim kendini içinde bulduğu çaresiz durumda kim lider olursa olsun aynı politikaları uygulamak zorunda mı kalacaktı? Hiç bir şey bu kadar tarihsel açıklanamaz. Robert Service’e göre gerçek sorun hem yüzyılın başından itibaren Bolşevizmde, hem de Ekim Devriminde var olan şiddet ve otoriter ruhtu. Bundan dolayı Troçki sadece “Stalin’den çok az farklı, daha yumuşak bir Bolşevizm” için tartıştı. Ancak Troçki’nin ki hâlâ Bolşevizm’di. Bu orijinal günahın teorisiydi: Lenin 1903’te elmayı yemişti ve lanet 1917’de onu izledi.

Bu nedenini kanıtlayacak çok az kanıt var: Yargı baştan veriliyordu. Yine de “Lenin, Stalin’e önderlik yaptı mı?” tartışmasında bazı yanlışları düzeltmek gerek. Bize söylenene göre Lenin, Stalin’in politik kariyerini yok etmemiştir; çünkü Lenin, Stalin’in partiden atılmasını istemiyordu. Yine de Stalin’in genel sekreterlikten uzaklaştırılması onu tüm gücünden yoksun bırakacaktı. Lenin bundan daha kötü hiç bir şey önermemişti. Lenin istediği herşeyi yaptırabilseydi; Ekim Devrimi‘ne aleni bir şekilde muhalefet ettikten sonra kendisini “grev kırıcı” olarak tanımlayan Zinovyev ve Kamanev partiden atılırdı. Lenin, hem Zinovyev ve Kamanev’le, hem de Brest-Litovsk Anlaşması’na muhalefet eden ve neredeyse Bolşevik Partisi’nin bölünmesine yol açaçak olan Bukharin‘le çalışmaya devam etmişti.

Lenin’in partinin 10. Kongresine kadar devam eden bu sabrı, Stalin’le paylaştığı iddia edilen “tek tartışılmaz ideoloji”ye sahip olduğunun bir masal olduğunu kanıtlıyor. Aynı şekilde Lenin ve Stalin‘in “Parti ne zaman tehdit edilse, terör kullandıkları” suçlamasının gerçeği gizlediği ortadadır. Lenin sadece zor kulananlara ve onlara yardım edenlere karşı zor kullanılmasını savunmuştur.

Robert Service’in anlattığı 1922’deki Rus Ortodoks Piskoposlarına davranışı da bunu gösterir. Bu despotik olarak gözüken davranış yaklaşık 5 milyon kişinin açlıktan öldüğü bir ortamda gerçekleşti. Piskoposlar açlıktan ölenleri kurtaracak olan altınları saklamaya çalışıyorlardı. Yasa, değerli şeyleri piskoposlardan, inananların önünde alınmasını sağlayacak şekilde düzenlenmişti. Böylece inançlarını sürdürecek değerli şeylerin alınmasını engeliyordu. Aşağıda açlık kurbanlarına yardım için kilise mallarının kamulaştırmasına ilişkin olaylar anlatılmıştır:

Patrik Tikhon, bu yasayı kutsal şeylere karşı saygısız, dini kanunlara karşı olarak damgaladı ve inananları yasanın uygulanmasını engelemek için her şeyi yapmaya davet etti. Bu kışkırtma 1918‘deki kiliseyi devletten ayıran yasa yürürlüğe girdiğindeki gibiydi ancak yasa tamamen insanların yararınaydı....

Daha yeni savaştan ve devrimden çıkmış olan ve milyonlarca insanının açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir ülkede devlet yasalarının mı, kilise topraklarının mı etkili olacağını tartışmak boş bir uğraştı. Dini gruplar yasal açıdan bile sadece kendilerini kullanan ve değişmesi için kontrat imzaladıkları devlete dönemezlerdi....

Patrik‘in isyanı yüzünden başlayan, kilise ve hükümet arasındaki çatışma sadece bir kaç kişinin canına mal olmadı. Kanlı isyanlar ve bunu izleyen baskıcı devlet yöntemleri vardı...

Olaylarla ilgili 45 idam ve 250 uzun hapis cezası rapor edildi. Kilise ülke çapında anarşi içindeydi. Özellikle açlık bölgelerindeki şubelerinde Patriğin isyanına karşı çıkıldı...3

Patriğin tutuklandığını herkes öğrendiğide, Piskopos Antonine ve rahipler; Vedensky, Belkoff ve Krastinsky, Patriğin isyanına karşı çıkan bir gruba liderlik ettiler:

Moskovalı rahiplerin idamından önce Patrik’in huzuruna çıkan grup, kilisedeki anarşi ve terörden O’nun sorumlu olduğunu ve O’nun isminin son yıllarda kilisedeki karşı devrimci politikalarda etkili olduğunu söylediler. Patrik’i emekli olmaya zorladılar ve kiliseye yeni sosyal düzenle barışmaları için çağrıda bulundular....4

Robert Service’in Lenin’in din adamlarına yönelik tavrı için söylediklerinden bir tek “O’nun planı anti-rejim komploların sonucu oluşmamıştır” doğruydu. Lenin‘i bunlara zorlayan en azından bir kaç milyon insanı kurtarma çabasıydı. Zorla el konulanlara rağmen kilisenin artı değerden oluşturduğu servet o kadar muazzamdı ki; hâlâ ziyaretçiler için alınanlar belli bile olmuyordu.5 Doğal olarak insan, Slav ve Doğu Avrupa Çalışmaları Fakültesi’nde (School of Slovonic and East Europan Studies) profesör olan birinden bu tarihi durumdan en azından bahsetmesini bekler.

Stalin‘in terörü ise açlığı engelemek için uygulanmadı. Stalin’in törörü ne devrimi ne de Bolşevik Partisi’ni korumak için uygulandı, aksine ikisini de yok etti. Stalin’in terörü halkı ve emekçileri yok etmek içindi. Terör Lenin’in Bolşevik Partisi’nin liderlerini ve tabanını zamanla tarihten sildi. Böylesi bir iç savaş gerekliydi, çünkü Lenin’in rejiminden Stalin‘in devletine geçmek Robert Service’in söylediği gibi sadece bir nicel değişiklik değildi, aksine bir işçi devriminin yozlaştırılarak yeni bir egemen sınıfın yaratılması mücadelesiydi.

Sam Farber, David Finkel ve Sam Farber’in ilişkilerinin yasal yönleriyle ilgilenen otorite, Robert Service’in makalesinin savunduğu tarihsel görüşle ilişkilendirmeye karşı çıkıyorlar. Stalinizm Öncesi’nin yanlış anlaşıldığını ve kendilerinin devrimci tartışmalara katkıları olduğunun kabul edilmesini istiyorlar. David Finkel, önemli konulara hiç değinmemiş ve kendini, özetine hapsetmiş durumda. Tüm konularda yanılıyor ve bunun niye böyle olduğunu bilmek isteyen okuyucular dipnotu okusunlar.6

Sam Farber, önemli bir kaç noktaya değiniyor. Onu ilgelendiren ilk şey sendikalar. Robert Service‘in kullandığı “Parti işçi hareketinin yüzüne balıkçı çizmesiyle vurmuştur” ifadesini kullanmamış ama ona benzer, sert bir üsluba sahip. Sam Farber, Zinoviyev’in işçi devletinde sendikaların gereksiz olduğu düşüncesini alıntılayıp onun “grev hakkının kullanılmasına karşı olduğunu” vurgulayarak, Bolşeviklerin 1917 yılından itibaren sendikaya karşı olduklarını söylüyor.

Tabi ki aynı konuda, 1921’de Lenin’in, Troçki’nin iddiasını çürüten konuşmasını alıntılamıyor:

Troçki işçi devletinde işçilerin maddi haklarını ve isteklerini sağlamanın sendikaların işi olmadığını söylüyor gibi. Bu yanlıştır. Yoldaş Troçki “işçi devletinden” bahsediyor. Bunun bir soyutlama olduğunu söylememe izin verin. “Bu burjuvasız bir işçi devleti olduğuna göre, işçi sınıfını kime karşı ve niye koruyaçağız?” demek açık bir yanlış yapmamızı sağlar. Bizimkisi bürokrasiyle bükülmüş (bulaşmış olabilir mi) bir işçi devleti.

Şimdi kalabalık, örgütlü işçilerin kendini ona karşı savunacağı bir devlete sahibiz, biz işçi örgütlerini kendilerini devletlerinden korurken, devletimizi de korumaları için kullanmalıyız.7

Sam Farber, Lenin’in bu sözlerini belki de “sembolik” bulduğu için kullanmıyordur. Acaba, sendikalar konusunda, Lenin‘in mi, Zinovyev’in mi düşünceleri uygulanmıştır? Sam, Stalinizm Öncesi’nde kendisinin verdiği cevabı unutmuş gibi. Orada 1920‘lerin ortasında sendikalara iilişkin hayal kırıklığı yaşanmasına rağmen:

Grevler hala yasadışı sayılmıyordu. Sendikalar greve karşı politikalar benimsese de 1921-1922‘de 43,000 işçinin katıldığı 102 tane grev, 1924‘de 42,000 işçinin katıldığı 267 grev olduğu rapor edilmişti. 1925‘te sendikalar onaylamasa da 43,000 işçinin katıldığı 186 grev oldu. 1926‘da kamu endüstrilerindeki 32,900 işçinin katıldığı 327 grev oldu...8

Bütün bunlar devrimin bu süreçte yozlaşmaya başladığını ya da bu yozlaşmanın sendikaları etkilediğini inkar etmemize izin vermez. Sendika demokrasisi üstünde yasal sınırlamalar olduğu zamanlarda bile sendikalar üzerine devrimin önemli enstitülerinde tartışma olmadığını söylemek yanlış olur. Örneğin: Arthur Ransome, Tüm Rusya Komünist Konferansının 1920‘de Jaroslavladaki hazırlık konferansında sendikalar üzerine tartışıldığını belgeliyor. Eski Menşevik Larin, endüstrideki tek adam yönetimine karşı çıkıyor. Ateşli bir tartışmadan sonra:

Larin ve Radek konuyu toparlamak için yaptıkları son konuşmalarda birbirlerinin görüşlerine karşı acımasızca saldırdılar. Sonra Radek‘in Merkez Komitesi‘nin tezlerine dayanan önerisi neredeyse oy çokluğuyla kabul edildi. Larin‘in 4 karşı önerisi 1,3,7 ve 1 oy aldı. Sonuç salondakilerin sevinç çığlıklarıyla karşılandı. Bu tür konferanslar, diktatörlüğün yumuşatılmasının yararlarını gösteriyordu, çünkü konferansın başında, sonuçta kabul oyu kullananların büyük bir kısmı Merkez Komite’ye muhalefet ettiği için Larin‘e sempati duyuyorlardı.9

Oylamadan sonra Tüm Rusya Konferansı’na seçilecek delegelere geldiğinde Larin oylamadan çekildi.

Rostopchin, Larin’le farklı görüşler paylaşılsa bile Tüm Rusya Konferansı’nda tartışmanın olması için Larin‘in kendi görüşlerini anlatma fırsatı olması gerektiğini söyledi. Konferans bu görüşe katıldı, Larin oylamadan çekilmedi ve delege olarak seçildi.10

Tabi ki bu tür tartışmalar sendikalar içerisindeki tartışmalar gibi değildi. Sam Farber, 1920’lerin ortasında sendika yöneticilerinin ve parti görevlilerinin atanmasının yaygınlaşmakta olduğunu vurgulamakta haklıdır. Ancak o bu görüşe sahip olan tek kişi değil. Onun sürekli kötülediği “Ana Bolşevik Gelenek” tam da bu noktaları vurguladı. Troçki bürokrasiye karşı, Sormovo, Kharkov ve Donets Basin’deki grev dalgasına ilişkin olarak yaptığı ilk saldırıda:

Bugün rejim savaş komünizmin en acımasız zamanından bile daha fazla işçi demokrasisine uzaktır. Parti aparatlarındaki bürokrasi, sekreterliğe ait seçim methodlarıyla gelişmekte, serpilmekte....

Tatminsizlik..... parti komitelerinin, sekreterlerinin vesairenin seçimle gelmelerine izin verilmeyerek parti örgütlerinin taban baskısıyla bürokrasiyi çürütmesi engelenmekte, aksine gizlice bürokrasi birikmekte ve iç baskılara neden olmaktadır...11

Sam Farber’in vurguladığı ikinci nokta: Sosyalist yasallık. Bu konuda da Lenin‘in “yasadışılığı proleterya diktatörlüğünün temel özeliklerinden biri olarak görmesi” noktasında yasal nihilizme vardıran Robin Service kadar ileri gitmiyor.

Ona göre, Lenin ve Bolşevikler adalete ve bireylere önem vermeyen, sırf sınıf orijinlerinden dolayı insanları yakalayan ve idam eden canavarlar mıydılar? “Ekim‘in Savunusunda” Lenin’in Çeka’nın şeflerinden Latsis‘in buna benzer görüşlerine karşı çıktığını ve bir dizi adaletsizliği gidermek için Lenin’in kendisinin müdahale edip düzeltiğini göstermiştim.12 Burada John Keep’in yakınlarda çıkan, düşmanca bir tavır takınan Bolşevik iktidarın ilk yıllarına ilişkin rekorlarını ekleyebiliriz.13 İlk olay anarşist iki gemicinin iki Kadet liderini öldürmesidir. Keep, Lenin‘in bu konuyu ciddiye aldığını bildiği için 7 Ocak’tan 31 Ocak’a kadar yedi dilekçe göndererek müfetişleri, bombardıma aldığını anlatır. Ancak olayı yapanlar bulunamadığından olay kapatılmak zorunda kalınmış.14 İkinci olayda Lenin suçlu olduklarını düşünmemesine rağmen keyfe bağlı araştırmalar ve Kızıl Muhafızlara ilişkin haksız kazanç sağlamalarına ilişkin ağır soruşturmaları destekledi.15

Sam Farber ve Robin Blackburn’in sorduğu daha genel soru için ne diyoruz? Devrimciler sistematik ve eşit yasal uygulamayı savunurlar mı? Rahatça herkesin verdiği cevap basit: Sosyalistler bir yana tüm demokratlar, herkesin yasaları bildiği ve açıkça ihlal etmeleri sonucu cezalandırılacakları bir adaletin uygulanmasını isterler. Bu kesinlikle bizim sosyalist bir toplumda istediğimiz uygulamadır. Ancak bu yalnızca yasa yapıcılarını etkileyen bir sosyal uzlaşmanın olduğu ve adalet sisteminin meşru olduğu bir durumda geçerli olabilir. Kapitalist toplumda çoğu zaman egemen düzen, zorbalık, hile ve propaganda karışımıyla halkın büyük bir kısmını, kendi egemenliklerinin “yasal egemenlik” olduğuna ikna ederler. Devrim ve iç savaş böyle bir uzlaşma ve meşruluğun olmadığı zamanlardır. Yukarıda kilisenin zenginliğini istif eden piskoposların örneğini vermiştik. Kilise, klise ve devletin ayrılmasını, tüm zenginliğini devletin kurduğu vakıflara bırakmayı kabul etmesine ve Patrik kamuya, politikaya karışmayacağını açıklamasına rağmen, ilk fırsata sözlerinin hepsini bozmuştur. Sözlerini öyle bir bozdular ki; normal gözaltı vu tutuklamalarla sorunu çözmek mümkün değildi. Kilise sınıfını savaşa, hükümete karşı ellerinden gelen herşeyi yapmaya çağırdı.

Bolşevikler, devrim ve iç savaş sırasında bu tür durumlardan daha da fazla sıkışmış halde, bir yandan sosyalist yasal düzenlemeyi kurmaya çalışıyor, diğer yandan da açık savaş yöntemlerini kullanmak zorunda kalıyordu. Savaş sırasında kişisel adalet (Bir asker size silah doğrultuğunda ona cevap vermek adil midir?) kaçınılmaz olarak kati sağduyuya, (“O sizin yanınızda mı değil mi?” sorusuna) kalıyor.16 Birinci yöntemi isteseniz de ikincisini uygulayamadan yönetemezsiniz. Bu nedenle orijinal makalemde düşman tanıklardan George Leggett’in anılarını vermiştim:

Çeka’nın keyfi şiddeti ile Halk Adalet Komiserliği’nin Sovyet yasal sistemini kurma mücadelesinde, rejim tehdit altındayken Çeka ileriye çıkıyor, krizler çözüldüğünde Halk Komiserliği avantaj sağlıyordu.17

Sam Faber, devrimin analizinin sağcılarınkine benzetilmesine karşı çıkıyor. Amacının sosyalist geleneği güçlendirmek olduğunu söylüyor. Ancak “Ana Bolşevizm” geleneğine karşı çıktığı, ve analitik methodu çatlak ve kusurlu olduğundan fikirleri sağcıların kullandığı fikirlere yakınlaşıyor. Sam, 1920‘lerde Sağ ve Sol Bolşeviklerin, Lenin’in eleştirisini gizlediği ve olayları farklı yorumlamayı yasaklayacağı için “Ana Bolşevizm”e karşı çıkıyor. Stalinizm Öncesi’ndeki “Lenin‘e Alternatifler” bölümünde bol bol Sağ Bolşevikler, Sol Bolşevikler, Anarşistler ve Sol Sosyalist Devrimcilerden bahsetmesine rağmen Sol Muhalef’ten hiç bahsetmemiş, Troçki‘den ise çok az bahsetmiş. Bundan dolayı Sam, “Benim, Lenininizm iktidardayken”e ilişkin tüm eleştirilerim, “o zaman Genç Sol ve Sağ Bolşevik muhalifler tarafından yapılmıştı‘ derken doğru söylüyor. Ancak O Sağ ve Sol Bolşeviklerin programlarını toplayıp karıştırarak tarihsel olmayan, gerici bir alternatif bileşim oluşturmuş. Eğer yarısı koyun, yarısı domuz olan bir hayvan olsaydı, biz bir hayvan ölüsünden, hem domuz hem de koyun pirzolayı mutlulukla dilimlerdik. Sağ ve Sol Bolşevikler, her konuda-dış işlerinde, köylülük sorununda, ekonomide, askeri işlerde- birbirleriyle uzlaşmaz programlara sahiptiler, hatta bu yüzden Troçki ekonomik ve sosyal tabana dayanan demokratik bir alternatif üretene kadar bürokrasiye karşı etkili bir muhalefet ortaya çıkamamıştır.

Ancak, Stalinizm Öncesi’nin Ana Bolşevizm’e alternatif aramasının nedeni 1920 Rus Tarihi değildir. 1990’ların politik organizasyonlarına ilişkindir. Sam Farber’in, hem devrimin dejenere olmasında önemli bir etken, hem de “Jakoben” olarak gördüğü parti modelini, Lenin 1902’lerden beri savunduğuna göre, kendi tezlerinin, sağcıların iktidardaki Leninizm‘in otoriter karakterine, Bolşevizm’in orijinal yapısında sahip olduğu iddiasını, desteklediğine karşı çıkması anlaşılır, ancak faydasızdır.

“Jakobenizm”, suçlamasının kendisi yanlış. Burjuva devrimlerinin inşa ettiği otoriter toplumlar, devrimcilerin uyguladığı politik örgüt formlarından doğmaz. Aksine, burjuvazinin azınlık olmasından dolayı, çoğunluğu eski sisteme karşı yönetirken, kitleleri harekete geçirirken aynı anda burjuvazinin çıkarlarını kitlelere karşı korumak zorunda olduklarından dolayı otoriter toplumlar yaratılmaktadır.

Devrimci parti ihtiyacı, değişik bir profile sahip olan işçi devrimi sırasında ortaya çıkar. Burada problem devrim “büyük çoğunluğun çıkarları için büyük çoğunluğun hareketi”yken, sınıfın mücadeleye katılımı ve politik bilinçlenme sürecinin uzun ve düzensiz olmasıdır. Günlük mücadelelerden kazanılan devrimci azınlık, yaşamak ve mücadele üzerinde etkili olmak için, küçük olsalar da, kendi örgütlenmelidirler. Bu azınlığın çoğunluk olması devrimci taktik ve stratejilere bağlıdır. Tabi ki bunun tehlikeleri vardır; azınlık sabırsız davranıp kendini sınıfın yerine ikame edebilir, morali bozulup kendini dağıtabilir, ya da devrimci politikalara karşı körleşebilir. Ancak bu sorunların hiç biri “Jakobenizm” tartışması ile çözülemez.

Bu tür politik pozisyonlar methodolojik boyut taşırlar. Sam, Stalinizmin yükselişi üstüne olağanüstü, şaşırtıcı yazılarla 1930’ların Rusya’sında nasıl bir toplum olduğuna hiç değinmeden kocaman bir kitap yazmış. O toplum, yeni bir sınıflı toplum muydu, devlet kapitalisti miydi, yoksa başka bir şey miydi? Bu sorunun cevabı çok önemli. Çünkü Stalinizmi karşı devrim olarak gördüğünüzde, rejimin ekonomik ve uluslararası izolasyonu yaşamsal bir öneme sahip olur. Çünkü izolasyon, Bolşevikleri sosyalizmin temelinden mahrum bırakmıştır. Böyle görülmediği takdirde sosyalizme geçiş sadece politik seviyede görülür. Sam Farber, Rakovski‘nin bürokrasinin işaretleri olarak gelir farklılıkları ve politik etkilerini vurgulamasını alıntılılayarak bu düşüncede olduğunu gösteriyor.18 Daha fazla kanıtı, Stalinizm Öncesi’nde bu tür baskıcı toplumların orijinalerinin Çin, Küba ve Vietnam‘da olduğu iddiası veriyor. Bize, devrimci liderlerin, demokratik olmayan politik anlaşmaları, daha az kötü olmayan ekonomik ve diğer objektif zorlukları bilinçli olarak tercih ettiklerini söylüyor.19

Bütün bunlar, demokrasi, yasallık ve sosyalist yapılarla Troçki’nin yenildiği yerden, karşı devrimin engellenebileceğini anlatan değişik bir Ekim Devrimi analizi yapıyor. Bu yüzden Sam pozisyonunu şöyle özetliyor:

İşçi sınıfı toplumda gücü temsil eden enstitüler üzerindeki demokratik kontrolunü kaybettiği an gücünü kaybetti.

Bunun bir genelleme olduğunu söylemek bize bir şey kazandırmaz, ancak Rus Devrim’nin dejenere olduğunu açıklamak da bir işe yaramaz. Bu arada “İşçi sınıfı sosyal bir güç olmamaya başladığı an, en demokratik enstitüler bile toplum üzerindeki güçlerini kaybederler.” açıklamasını yapmak uygun olur. Devrimin izolasyonu işçi sınıfının iç savaşta imhasına ve onu izleyen açlığa neden oldu; bu politik yöne ağırlık vermenin sadece determinizmin panzehirini oluşturmadığını aynı zamanda marksist methodun en basit gereklerini görmeyi bile engelediğini anlatır.

Robin Blackburn, Ekim Devrimi üzerine yazılarını Sam Farber‘in yazılarına dayandırdığından şimdiye kadar‚ John Rees’e cevap yazısındaki bazı noktalara yeterince cevap vermişimdir. O ayrıca, Ekim Devrimi‘ne ilişkin cevaplandırılması gereken bir dizi soru sormuş.

Robin Blackburn’un sorduğu iki direkt soruya cevap vererek başlamama izin verin: IS’in içinde bulunduğu gelenek sosyalist yasallığa ve çok partililiğe inanıyor mu? Sosyalist topluma ilişkin herhangi bir ekonomik tasarımız var mı? Tabi ki biz sosyalist yasallığa ve çok partililiğe inanıyoruz, aynı zamanda Bolşevikler de iç savaşın karanlık günlerine kadar buna inanıyorlardı. Ancak bu tür özgürlükler, şimdiye kadar Sam Farber’e anlattığım gibi bir sınıf savaşımının zaferini gerektirir. Yasallığın herhangi bir formunu inşa etmek için bu anlaşma zemini gereklidir. Bu mücadelede bazen savaş yasaları, nazik tartışmalara izin vermez. Biz 160 milyondan 3 milyonu işçi olan, köylülüğün egemen olduğu bir ülkede değil, nufüsun çoğunluğu işçiler olan ve sanayisi gelişmiş bir ülkede devrimi yapmayı umut ettiğimizden zafere ulaşmak için Bolşeviklerden daha fazla şanslıyız.

Sosyalist toplumun ekonomik yapısının tamamını burada inceleyemiyeceğim. Ancak Robin Blackburn, bizim geleneğimizde bunun tartışılmadığına inanarak yanılıyor. Ekim’in Savunusu'nda Bolşeviklerin, devlet ve özel girişimi birlikte uygulamaya çalıştıkları ilk ekonomik uygulamalara değinmiştim. Robin Blackburn’un kendisi Troçki‘nin bu konudaki yazılarına değiniyor. Aynı konular hem Chris Harman’ın Market Miti (IS,42) yazısında yer alıyor, hem de Alex Collinicos, Tarihin İntikam’ı kitabında oldukça önemli bir kısımı sosyalist bir toplum için gerekli ekonomik ve politik yapılara ayırıyor.

Robin Blackburn’un Ekim’in Savunusu’nda en çok karşı çıktığı şey Bolşevik deneyimin bize hâlâ bir sosyalist strateji sunmasıdır. Tartışmayı, Bolşeviklerin “Avrupa‘nın geri kalan yerlerinde burjuvazinin temsili enstitülerinin iyice yerleştiğini” anlamadıkları ve ancak “burjuvazi enstitülerinin çok zayıf ve burjuva temsili demokrasisinin zayıf bir ithal” olduğu Rusya‘da başarılı bır devrim gerçekleştirebilecekleri iddiasıyla devam ettiriyor. 20. Yüzyılın başarılı devrimci isyanlarından sadece 1956’da Macaristan ve 1980’de Polonya işçilerin güçlü olduğu enstitüleri kurabilmiş ve bunlar bile burjuva demokrasisi iyice oturmuş olsaydı kolaylıkla dağıtılabilinirdi.

Robin Blackburn’un analizinde göze çarpan, sınıf politikalarının ayırdedici özelliklerini fark edememesidir. Ekim’in Savunusu’nda, Bolşevik geleneğe soldan saldırıların “Şimdi, sosyalist kabul edilen düşüncelerin çoğunu eski liberal fikirlerden ayırt etmek zor” sonucunu doğurduğunu söylemiştim. Ne yazık ki Robin Blackburn’da bu düşünceye çarpıcı bir örnek oluşturdu.20

Bu değişimi belirleyen tarihi “gerçekler” yanlıştır. 1919-1923 yılları arasında, Büyük Alman Devrimi’nde işçi meclisleri, burjuva parlamentosuna karşı sıralanmışlardı. Devrimin yenilmesinin asıl nedeni Ulusal Meclis’in meşruluğu değil, devrimcilerin deneyimsizliğiydi. 1918’de Finlandiya Devrimi, 1936’da İspanya Devrimi de aynı nedenle yıkıldı. 1970’lerin başında politik değişmezliği yüzünden “Latin Amerika‘nın Britanyası” denilen Şili’de, Kordonlar ve İç İşler Komiteleri, işçiler için Allende‘nin sol hükümetine merkezi bir alternatif yarattılar. Aynı şekilde 1968’de Fransa’da ve 1970’lerin ortasında Portekiz’de krizlerin devrime dönüşememesi burjuva enstitülerine duyulan bağlılıktan değil, politik liderliğin eksikliğindendir. Ancak bunu dar ve aceleci anlamıyla anlamamak lazım. Bu olayların çoğunda kesin faktör Stalinizm’in populist etkisiydi, Robin Blackburn onun yeniden 88 Bölüm halinde yeniden dirilmesini çok istiyor. Burjuva demokrasisinin meşruluğu ileri kapitalist ülkelerde bile işçilerin ebedi tarihsel bağlılığından değil, onların halkın geçim standartlarını sağlayabilmelerinden kaynaklanıyor demeye ihtiyaç olmamalı. Yine de öyle bir zamanda yaşıyoruz ki; 1970’lerin başında başlayan krizler derinleşirken ve bataklık Stalinist ülkeler yok olarken, Amerikan işçileri aynı kuşakta gerçek gelirlerinin %17’sini kaybettiler. Ekonomik olarak Avrupa‘nın en dengeli ülkesi olan Almanya bile savaş sonrası dönemin en değişken ekonomisine sahip. Ben bu yazıyı yazarken, Los Angeles‘te 10,000 asker ve tankla dayatılan sokağa çıkma yasağı var, The Observer Gazetesi “Süper güçler ikinci şehri yeniden ele geçiriyor” gerçeğini, başyazıda, “New York ve diğer bölgelerdeki öfkenin, böyle hızlı yükselmesi normal düzenin ne kadar dayanıksız olduğunu gösterdi” cümlesiyle verdiler.21 Bugün, Fukuyama’nın burjuva demokrasisinin dokunulmazlığını tartışmak için kötü bir zaman.

Bu yazıları birbirine bağlayan, 1960 ve 1970 mücadelesinin heyecanının bitmesi ve Stalinizm’in yıkılması, etkisinde kalarak Ekim Devrimi’ni yeniden değerlendiren yazarlar tarafından yazılmalarıdır. Moda, Bolşevikler için devrimci politikalarla kesinlikle tanımlanamayacak, sempatik bir açıklamayı zorla kabul ettirdi. Şimdi entellektüeller, devrim hakkında çok az yeni tarihi gerçek ortaya çıkmasına rağmen, değişik bir vurgu modasını zorla kabul ettiriyorlar. Bu yöntemlerle fani bir kötü tanınma sağlanabilir, ancak sosyalist haraket daha sadık arkadaşlar gerektirir.

 

Notlar

[1] Ekim’in Savunusu IS, 52, sayfa(sf) 10,11,18.
[2] a.g.e.,sf 18
[3] JF Hecker, Religion and Communism (Londra, 1933),sf 207-20. Mike Haynes’e bu referans için minettarım.
[4] a.g.e., sf 209-210.
[5] a.g.e., sf 209.
[6] David Finkel’in bu tartışmaya katkısı sadece tarzı açısından önemli. Niye özellikle saldırgan bir üslupla yazdığı bilinmiyor. Belki de Ekim’in Savunusu’nun, Stalinizm öncesiyle tartışmasını abarttı. 270 ‘ten 8 referans oldukça zorlanmayla “belirleyici polemik” şeklinde anlaşılabilir. Buna rağmen vurguladığı konulara değinmeme izin verin:

1 ve 2. referanslar: Birinci itirazı, benim Sam Farber’i, Lenin’in iç savaş öncesi politikalarının Stalin’i yönlendirdiğini inandığı için suçlamam. İkincisi: ‘Farber’in politik analizinin merkezini oluşturan iç savaş sonrasına ilişkin eşsiz anlatılarını görmemezlikten gelmem. David Finkel, aynı sayfada kendi kendini çürüttüğü için cevaplanması kolay bir vurgu. Finkel, Sam Farber’in “Parti içi örgütlenme söz konusu olduğunda Lenin’in kodlanmış kurallara karşı tiksintisi pratik politikalarında bazen önemli bir rol oynamıştı” pasajıyla ikinci itirazını anlamını düzeltmeden yeniden yaratıyor. Finkel, daha sonra 1903- 1909 yılları arasında tarafların mücadelelerini örnek olarak gösteriyor. Başka bir deyişle, 1921 öncesi bir kenara, Lenin’in 1917 öncesi politikaları yasal sürece ilişkin “kronik tiksinti”nin kanıtları olarak kullanılıyor. Finkel daha sonra bunlara, “Bolşeviklerin bir çeşit monolitik parti oldukları karikatürüyle hiç bir ilişkisi yoktur” yorumunu ekliyor. Okuyucular bunu ne kadar doğru olduğuna kendileri karar verecek.

3. referans: Bu “Ekim’in Savunusu”ndan yapılmış Finkel’in bile istemeden çarpıttığını kabul ettiği uzun bir alıntı. Daha sonra Finkel’in benim söylememi istediği ancak gerçekte söylemediğim şeyleri eleştiriyor.

4. referans: Bu benim, Lenin ve Bolşeviklerin Savaş Komünizmini bir geri adım olarak kabul ettiklerini (Bunu NEP’in tanıtımında yaptılar) bilmemezlikten geldiğimi iddia ediyor. Hâlbuki “Ekim’in Savunusu”nda Lenin’in Savaş Komünizmi altında zorlandıkları milliyetçilikten şikayet ettiğini ve eğer devam ederlerse “kaçınılmaz olarak yenileceklerini” söylediğini açıkça alıntılamıştım (sf43). Aynı zamanda Yiyecek Komiserliği’nden bir Bolşevik liderin, Savaş Komünizmi’nin diğer bir büyük sosyal politikası olan yiyeceklere zorla el koyma hakkında söylediği “Yiyecek Sağlayan Halk Komiserliği’nin bunu kendi kendini tatmin için mi yaptığını sanıyorsun? Hayır, bunu yapıyoruz çünkü yeterince yiyecek yok” sözlerini de alıntılamıştım (sf45). Savaş Komünizmi’nin zor koşullarda yapılmış bir değişiklik olduğu, Troçki ve diğer Bolşeviklerin daha sonra bu dönemin zor doğasını anlatmalarına gerek kalmaksızın o zamanki açıklamalar da bile var. “Stalinist Leninizm” tabirini kullanma hakkında, ise pek çok kişinin Stalinizm’in karşı devrimci doğasından haberdar olmadığını düşünüyorum, aksi takdirde Stalinist Gelenek ile Devrimci Gelenek arasındaki kanlı ırmağı bilip böyle bir tabiri kullanmak hayal bile edilemez.

4. referans a ve c: David Finkel, Farser’dan yaptığım alıntıda Beyaz Terör konusunda ‘bu durumda’ sözünü almamamı “karşısındakinin kötü olduğuna inanan bir manipulasyon” olduğuna inanıyor. Bilakis, bu benim vurgumu hiç bir şekilde değiştirmez, asıl Beyaz Terörden ‘politik boyut’tan kaçınma bahanesiyle hiç söz etmeme Rus İç Savaşı Tarihi anlatımının “karşısındakinin kötü olduğuna inanan bir manipulasyon”udur ve bu anlatım kötü tarih bilgisi ve kötü methodun karışımından çıkmıştır. Üstelik burada manipulasyon daha fazla çünkü köylü ayaklanmalarının vahşeti beyazlarınkinden dahada az bilinmektedir.

4. referans b: “Ekim’in Savunusu” Sam Farber’in, Latsis’i alıntıladığını, Lenin’den bahsetmediğini iddia ediyor. David Finkel’in, Stalinizm Öncesi’nden yaptığı alıntı beni doğruluyor. Farber, Lenin’in itirazından iki kelimeyle bahsediyor ancak alıntılamıyor. Bu Lenin’in güçlü müdahalesinin etkisini azaltarak, Stalinizm Öncesi’nin bir kısım cümleleri değiştirerek Lenin Hükümeti’nin gelişmesindeki anahtar bölümlerin önemini gizleme çabasının bir parçasını oluşturuyor.

[7] T. Cliff’in Troçki, 2.Cild Devrimin Kılıcı’ndan (Londra,1990), sf 176-177’den alıntılanmıştır.
[8] S. Farber, Stalinizm Öncesi (Londra,1990), sf 88.
[9] A. Ransome, The Crisis in Russia 1920 (Londra, 1992), sf 52-53. Bu kitabın ve ilişkili olan bölümün, Sheilla McGregor tarafından yazılmış eleştirisi bu dergide var.
[10] İbid, s. 53
[11] 1923 Muhaliflerinin Belgeleri (Londra 1975), sf 2-3
[12] Ekim’in Savunusu, sf 53-51
[13] J. Keep ‘Lenin’s Time Budget: the Smolny Period’ in J. Frankel and B. Knei paz(eds), Revolution in Russia, reassesments of 1917 (Londra,1992)
[14] a.g.e., sf 348
[15] a.g.e., sf 350-351.
[16] Savaş dönemi iyi bir benzerlik oluşturur, ancak sınıf savaşında düşmanını karıştırmak normal bir savaştakinden daha önemli olduğunu unutmamak gerekir. Farber’in işçilerin bombalarını benzetmesi ise çılgınlık. Nükleer bombaların kullanılmasının işçi sınıfının yok olmasına neden olacağını yüksek bir olasılık olarak söyleyebiliriz, ancak kategorik cezalandırmaya başvurmanın sonucunun bu olacağını söyleyemeyiz.
[17] ‘Ekimin Savunusu’, s. 54. Leggets, Çeka’nın operasyonlarını keyfi şiddet olarak abartsa da.
[18] Stalinizm Öncesi.
[19] a.g.e., sf3
[20] Robin Blacburn’in bir yıl içinde, sosyalistlerin, 1992 Britanya genel seçimlerinde Muhafazakârları yenmede hiç şansı olmayan liberallere oy vermesini isteyeceğini hayal bile edemezdim. Bunu yapsaydık liberallerin işçi desteğini yüzyılın başında İşçi Partisi’nin yaptığı gibi yok edeceklerini görecektik.
[21] The Observer, 3 Mayıs 1992.
[22] En iyi kitabı Devrim Sürecinde Bolşevik Parti (Londra, 1979) “Bolşevik ideolojiyi gerçek günah ve Lenin’i en büyük günahkar olarak kabul eden” (sf6) Robert Daniles, Leonard Shapiro ve Merie Fainsod’u aşağılayan, Robin Service için bu kanı daha da doğru.
[23] İstisnalardan biri Alman arşivine dayanarak yazılmış, M Reiman’ın Troçki’nin muhalefetinin eskiden düşünüldüğünden daha güçlü olduğunu ve Stalinizm ile devrimci geleneğin arasındaki kopuşu anlatan Stalinizmin Doğuşu’dur.

 
 

SON SAYI