Çeviri: Özden Arıkan
Rus Devriminin Savunusu
Stalinizmin sona ermesini hararetle isteyen sosyalistler aynı zamanda onun son kurbanları mı olacak? 1989’daki Doğu Avrupa Devrimleri çoğu sosyalist tarafından, özellikle de stalinizmin, Ekim 1917’nin gerçek mirasçısı olmadığını, onu çarpıtıp yok ettiğini savunanlar tarafından olumlu karşılandı. Yine de 1989’un sonucu, genel sosyalist geleneği güçlendirmek olmadı. Tam tersi söz konusuydu. Stalinist rejimlerin çökmesi, eski bir teze, taze bir güç kazandırdı: Çöküşün tohumlarının, daha bolşevik devriminin ilk günlerinde ekilmiş olduğuydu bu. Tahmin edilebileceği gibi sağ kanat temsilcileri, ‘sosyalizmin çöküşü’nü, devrimci geleneği vurabilecekleri bir silah olarak görmüştü. Eski Times editörü William Rees-Mogg’un, 1903’te Lenin’in Iskra’nın denetimini ele geçirme çabasının doğrudan Gulag’ın yolunu açtığını göstermek için kaos kuramını tuhaf bir biçimde gündeme getirişinden, ABD’nin eski Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi Richard Pipes’in geniş övgü toplayan ve yoğun bir ideolojik boyut içeren kitabı The Russian Revolution’a (Rus Devrimi) kadar her yerde mesaj aynıydı: Lenin, Stalin’in yolunu hazırladı.1
Rusya’da da benzer, ama daha da derin bir ideolojik değişiklik sürmekte. Bir zamanlar stalinist bürokrasi ile Batılı hakim sınıflar, stalinizmin sosyalizm olduğu konusunda ısrarla hemfikirdi. Stalinistler, barbarlıklarını haklı göstermek için devrim kisvesine, Batılı kapitalistler de devrimin ancak barbarlık getirebileceğini ispata gerek duyuyordu. Bugün ise devrimin felakete yol açtığı konusunda aynı düşüncedeler. Stalinist bürokrasinin dünya pazarına ihtiyacı var ve Batı’nın hakim sınıfları da dünya pazarına açık bir Rusya istiyor. Bu iki büyük toplumsal güç, gerçek sosyalist geleneğin sesini, hem stalinizmi, hem de Batı kapitalizmini reddeden sesi boğmak için her koşulda ve her zaman birleşmiştir.
Dolayısıyla bugün, nasıl Pipes Batı’da Rus Beyazlarının devrim yorumuna övgüler düzüyorsa, Moscow News da 1917’nin burjuva partisi Kadetlerden Josif Gessen’in derlediği arşivlerden alınmış devrim ve iç savaş hikayelerine orta sayfalarını açmakta; bu hikayeler arasında Beyaz General Baron Vrangel’in annesi ile çarlık subaylarının yazdıkları da var.2 Bu arada Moskova’daki Merkez Komitesi matbaasında da Marks ile Lenin’in kitaplarının yerini, Vrangel’in, yoldaşı Beyaz Lider Amiral Kolçak’ın biyografileri ve Soljenitsin’in Gulag Takımadaları almış durumda.3 Bu durumda Rusya’daki sosyalistlerin, ilk kez 1920’lerin Beyaz yayınlarında, örneğin S. P. Melgounov’un The Red Terror in Russia’sında (Rusya’da Kızıl Terör) dile getirilen iddialarla tekrar tekrar karşılaşıyor olması pek şaşırtıcı değil.4
Doğu Avrupa Devrimleri’nin ardından gelen yenilik ise, zaten epeyce kalabalıklaşmış olan bu koroya soldan seslerin de katılması oldu. Doğu Avrupa Devrimleri’nin hemen ardından Marksizm Today editörü Martin Jacques şöyle demişti: “Stalinizm ve büyük ölçüde de leninizm için yolun sonu bu. Halk otoriterliği reddetmiştir.” Komünist Parti Genel Sekreteri Nina Temple da şöyle diyordu: “Devrimden bu yana Rusya’ya bakarsanız, işler başından beri bozuk gitmiştir.”5 Tarihçi Eric Hobsbawm’ın inancına göre, “yaklaşık yarım yüzyıl boyunca, 1914’ten ikinci Dünya Savaşı ertesine kadar, dünya, bir afetler dönemi yaşadı ve her türden garabet çıktı ortaya; galiba bunların en uzun ömürlü olanı da Rus Devrimi’ydi.” Hobsbawm, Lenin’in Ekim Devrimi’ni yapmamış olması gerektiğini savunuyor:
“Aslında Rusya’da da böyle düşünen marksistler - menşevikler, Plehanov, başkaları - vardı. Rusya marksizminin babası olan yaşlı Plehanov, bu yola yaratabileceği tek şeyin, Çin İmparatorluğu’nun sosyalist bir versiyonu olabileceğini söylemişti Lenin’e.”6
Güney Afrika Komünist Partisi Genel Sekretri Joe Slovo, Has Socialism Failed? (Sosyalizm Bbaşarısız mı Oldu?) gibi yeni yazılarında Ekim Devrimi’ne yönelik eleştirileriyle koroya katılıyor; bu eleştirileri, Güney Afrika Komünist Partisi’ni Avrupalı kardeş örgütlerinin uzun zaman önce kat ettiği reformist yola sokmak için bir araç olarak kullanmakta. The African Communist’in son sayılarından birinde şöyle diyor Slovo: “Stalinizmin muhalifleri durumuna gelen bir kaç önemli bolşevik devrim lideri (içlerinde Troçki, Buharin, Kamenev ve Radek de vardır), onun teorik yapısına katkıda bulunmakla çok büyük bir rol oynadıkları gibi, Stalin’in başa geçmesinden önce ve ekonomik bakımdan imtiyazlı tabakaların ortaya çıkmasından çok önce bazı uygulamalarını özendirmişlerdir de.”7 Yani siyasal yaşamının her anını stalinizmi savunmakla geçiren Slovo, Troçki’yi... stalinizmin sorumlusu olmakla suçluyor. Dibi kararmış tencere daha temiz çaydanlığa laf ediyor. Böylesi az görülür!
Stalinistler, sosyalistler ile işçi sınıfı mücadelesi arasındaki göbek bağını keseli öyle çok zaman geçti ki, bir çoğunun yeniden klasik marksist geleneğe yönelmesi pek mümkün görünmüyor. Devlete tapınma, kendine sosyalist diyen güçlü devletin karşısında uysallıkla boyun eğme, her zaman stalinizmin önemli bir parçası olmuştur. O halde bu devletler çökünce stalinistlerin sosyalizme inancının da çökmesine şaşmamak gerek.
Dünün stalinistlerinin tepkisinden daha da şaşırtıcı olan, Ekim Devrimi hakkında benzer tarzda yazılar yazan anti-stalinist sosyalistlerdir. New Left Review editörü Robin Blackburn şöyle yazıyor: “‘Marksizm, Rus Devrimi’nin kaderine ortak olmaktan kurtulamaz.’ Lenin, Stalin’e zemin hazırlamış olmak ‘suçlamasından kurtulamaz’, bunun nedeni kısmen, Lenin’in ‘sistemli düşünen’ biri olmamasıdır.”8 Bir zamanların marksisti Paul Hirst de, Lenin’in daha iyi bir toplum kurma kararının ütopik bir hayal olduğunu, bunun kaçınılmaz biçimde “Bolşevik Partisi’nin iktidar tekeline, gizli polis denetimine dayalı sisteme ve özü gereği otoriter olan demokratik merkeziyetçilik uygulamasına” yol açtığını yazmıştır.9
Amerikalı sosyalist Sam Farber, Before Stalinism’de (Stalinizmden önce) Lenin’in düşünce ve eylemlerinin “kaçınılmaz olarak ve ister istemez elitist bir yönetim şekline yol açtığı”nı belirterek şöyle devam etmektedir: “Bolşeviklerin kesin bir biçimde benimsediği politikalar, sonradan stalinist totaliter model haline gelen şeye doğru önemli bir mesafe almalarını sağladı.10 Farber, ABD’deki sosyalist örgütlerden Solidarity’nin (Dayanışma) üyesi ve örgütün dergisi Against the Current’in editörüdür. Dergide bu ve benzeri konularda ateşli bir tartışma başlatmıştır. Yazıların en azından biri, Ekim Devrimi’ne yönelik sağcı tavırlardan ayırt edilemez niteliktedir.11
Doğu Avrupa’daki muhalifler arasında da benzer tezler ortaya çıkmıştır. Adam Michnik, Polonya’daki Dayanışma içinde “hareketin... iktidar için mücadele etmesini isteyen eylemcilerdeki ‘totaliter sapma’yı eleştirmiştir.”12 Moskovalı sosyalist Boris Kagarlitski de genelde Batıdakilerin pek çoğundan daha sempatik bakan bir yazısında hala şu iddiadadır: “Lenin’in partisi, Karl Marks’ın kinden çok 1. Petro’nun partisine yakındı, çünkü ilk olarak ve en başta Rusya’nın çağdaş batılı örgütlenme biçimlerini taklit etmesini sağlamaya uğraşıyordu”. Bolşeviklerin “diktatörce yöntemlerini batılı proletaryayı devrimden ürküttü” gibi iddialarla devam ediyor Kagarlitski. “Bolşeviklerin, demokratik ilkelerin bölünmezliğini dikkate almayışı”, Stalin’in “biraz daha mantıklı” bir sonuç olarak öne çıkmasında rol oynayan unsurlardandı.13
Açıkçası devrimcilerin yanıt vermesi gereken bir durum vardır. Bu yanıt, “Lenin, Stalin’in yolunu hazırladı” biçimindeki genel suçlamanın ötesine geçmeli ve bolşevikleri eleştirenlerin argümanlarını ayrıntılı incelemeye dayanmalıdır. Bu da Rus Devrimi’ne ilişkin bazı kilit soruları gözden geçirmeyi gerektirir: ‘Prematüre’ devrim nedir? Ekim Devrimi bir darbe miydi? Bolşevikler monolitik bir parti miydi? Bolşevikler, Kurucu Meclis’i dağıtmakla doğru mu yaptılar? Kızıl Terör, Çeka ve Kronstadt’a ne demeli?
Böylesi sorular, tarihsel bir ilgi odağı olmanın ötesindedir. Ekim Devrimi, 20. yüzyıl siyasetinin mihenk taşıdır. Bir kimsenin Ekim Devrimi’ne karşı tavrını bilmek, onun kapitalizmi, stalinizmi ya da klasik marksist gelenek doğrultusunda gerçek sosyalizmi destekleyip, desteklemediğini bilmektir. Stalinizm çökerken şu soru doğrudan sorulmaktadır: ‘Reform geçirmiş’ kapitalizm, artık işçi sınıfının ilerleyebileceği tek yol mudur? Martin Jacques gibilerine, yani Ekim Devrimi’ni yalnızca stalinizmin habercisi olarak görebilenlere yanıt; coşkulu bir evettir. Batı dünyasında aşevlerinin önündeki kuyruklarda çürüyenler, yoksulluk ve savaşın, ırkçılık ve baskının tehdidi altında bulunanlar, bunu kabul etmekde o kadar aceleci davranmayabilirler. Günümüzde neden bu kadar çok sosyalistin, Lenin’in Stalin’in yolunu hazırladığını beyan etmek için nasıl olup da başka her konuda can düşmanları olanlarla böyle telaş içinde birleşebildiğini öğrenmek isteyebilirler.
Rus Devrimi’nin ‘prematüre’ olduğunu, geri bir ülke olan Rusya’daki ekonomik koşulların sosyalist bir toplum kurma çabasını destekleyemediğini göstermek için menşeviklere ve Kautski ile Plehanov’a başvurmak bir kez daha moda oldu. Hobsbawm ile Kagarlitski’nin yukarıda alıntılanan görüşlerinin özü budur. Bu düşünce, Robin Blackburn’ün görüşlerinin de önemli bir parçasını oluşturur:
“Komünist Manifesto’da ve başka yazılarda Marks ile Engels, gerçek sosyalizmin ancak kapitalizmin attığı temel üzerine inşa edilebileceğini mükemmel biçimde vurguladılar; Alman deolojisi’nde sosyalizmin, en gelişmiş ülkelerin en azından bir kaç tanesinde toplumsal çalkantılar gerektireceğini belirttiler. Bu klasik marksist kanıdan yola çıkarak görüldü ki, büyük ve geri bir ülkede ‘sosyalizmi inşaya’ çalışmak tam bir delilikti.”14
Kuşkusuz bu argüman, marksizmin ABC’sidir. Mantığı, tek bir ülkenin sınırları içinde kaldığı müddetçe yanılmazdır. Ama daha 1906’da Troçki, Sürekli Devrim, Sonuçlar ve Olasılıklar’da bu itirazı ayrıntısıyla ele almıştı. ‘Sosyalizmin ön koşulları’ bölümünde Batı’daki sanayinin ve Batılı işçi sınıfının olgunluk düzeyini irdeleyen Troçki, Robin Blackburn’ün, Kautski’yi otorite alarak ortaya attığı soruya değiniyordu. Troçki şu sonuca varmıştı:
“Avrupa proletaryasının doğruda desteği olmaksızın Rus işçi sınıfı iktidarda kalamaz ve geçici egemenliğini kalıcı bir sosyalist diktatörlüğe dönüştüremez. Bu konuda bir an bile kuşku duymamak gerekir. Öte yandan, Batı’da sosyalist bir devrimin, işçi sınıfının geçici egemenliğini doğrudan sosyalist diktatörlüğe dönüştürmemizi sağlayacağına da kuşku yoktur.”15
1917 boyunca Lenin ve bolşevikler, bu yaklaşımı içtenlikle benimsemişti. Hatta Stalin, Ekim Devrimi’ni yapıp yapmama konusunda Lenin ile Zinovyev ve Kamenev arasındaki farkları şu terimlerle özetleyebiliyordu: “İki çizgi var: Biri devrimin zaferine giden yolu açmakta ve Avrupa’ya güvenmekte, öbürü devrime inanmayıp yalnızca muhalefet olmaya sırtını dayamaktadır”16 Devrimin tam ortasında, artık bolşevik hükümet adına konuşan Troçki, 1906’daki tahminini tekrarlıyordu:
“Avrupa halkları başkaldırıp emperyalizmi ezmezse, bizim ezileceğimize hiç kuşku yok. Ya Rus Devrimi Batı’da bir mücadele kasırgası başlatacak, ya da bütün ülkelerin kapitalistleri mücadelemizi boğacak.”17
Lenin de çok yinelenen bir tezinde şöyle diyordu:
“Devrimimizin kesin zaferi, eğer bu devrim tek başına kalacaksa, eğer başka ülkelerde hiçbir devrim hareketi olmayacaksa, hiç kuşku yokki umutsuzdur... Bütün bu güçlüklerden kurtulmamız, bir kez daha söylüyorum, tüm Avrupa’yı kapsayan bir devrime bağlı.”18
Robin Blackburn’ün öne sürdüğü gibi bunlar, Lenin ile Troçki’nin “başlangıçtaki bolşeviklerin iktidarı ele geçirmiş olmalarını sonradan haklı göstermek için söylenen” sözler değildi.19 Bolşeviklerin, Ekim Devrimi öncesinde, sırasında ve sonrasında açıkça beyan ettiği yaklaşımlarıydı. E. H. Carr’ın vardığı sonuca göre, “yalnızca birkaç iyimserin değil, her saftan her bolşeviğin güvenle üzerine hesaplar yaptığı şey, Avrupa devrimiydi.”20
Bir Avrupa Devrimi beklerken bolşevikler yalnız değildi üstelik. Kautski bile 1904’te yazdığı ve günümüzdeki hayranlarının gözünden kaçtığı anlaşılan paragrafta Almanya’da devrim olasılığını kabul ediyordu. Bu devrim:
“Batı Avrupa’da proletaryanın siyasal egemenliğini sağlamalı ve Doğu Avrupa proletaryasına gelişim aşamalarını kısa tutma ve Almanlar’ı örnek alarak yapay yolla sosyalist kurumlar oluşturma fırsatı yaratmalıdır. Bir bütün olarak toplum, gelişimindeki herhangi bir aşamayı atlayamaz, ama toplumu oluşturan parçalardan birinin, daha ileri ülkeleri taklit ederek gecikmiş gelişmesini hızlandırması ve hatta bu sayede gelişimin ön saflarında yer alması mümkündür...”21
Kautski’nin 1917 sonrasında bolşeviklere yönelttiği eleştiri, kalıcı devrime ilişkin bu temelsiz uyarının reddine dayanıyordu. O sıralarda Kautski, Avrupa kapitalist toplumuna ‘bir bütün olarak’ bakmaktan kaçınma ve toplumu ‘oluşturan parçalar’dan birindeki bir devrimi mahkum etme konusunda çok kararlıydı. Yine de Ekim Devrimi’nden sonra, bolşeviklere yönelik bu tiradın tam ortasında bile Kautski, bolşeviklerin analizinin gücünü hepten silip atamıyordu:
“Avrupa’da bir devrim bekledikleri için bolşevikleri fazla suçlamamak gerek. Başka sosyalistler de yaptı bunu ve şu anda, sınıf mücadelesini keskin bir biçimde öne çıkartacak ve belki de daha pek çok sürpriz getirecek koşullara yaklaşmakta olduğumuza kuşku yok. Hem eğer bolşevikler şimdiye kadar bir devrimi beklemekle hayata düşmüşse, Bebel, Marks ve Engels de benzer bir hayale sığınmış olmuyor mu? Bunu da inkar etmemek lazım.”22
Bu perspektif sonraki dönemlerde onu eleştirenlerin öne süreceği gibi temelsiz bir iyimserlik değildi. Dünya pazarının ve onunla birlikte emperyalizmin, kapitalist dünyayı nasıl kaynaştırıp tek bir organizma haline getirdiğine ilişkin ayrıntılı bir gözleme dayanıyordu. Parçaları ekonomik bunalımlar yüzünden aynı anda zarar gören bir organizmaydı bu; Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemdeki büyük işçi hareketleri, bu organizma içindeki bir dizi büyük ülkede benzer yoğunluğa ulaşmıştı. Lenin ve bolşevikler, modern kapitalizmin yapısını ve onun yarattığı sınıf mücadelesinin uluslararası kapsamını açıklayan bir emperyalizm teorisini kendi başlarına geliştirdiler. Martov gibi sol menşevikler de dahil başka hiçbir sosyalist, böyle bir analize girişmedi bile.
Savaştan sonraki yıllarda bolşeviklerin tahimninin kesinlikle doğru olduğu ortaya çıktı. Avrupa ölçeğinde bir devrimci ayaklanma gündemdeydi. İrlanda’daki Paskalya ayaklanması, Ekim Devrimi’nden önceydi. Alman Kayzer’in devrilmesini, Kasım 1918’de devrimi izledi. Başka devrimci bunalımlar da ortaya çıktı. Victor Serge bunları şöyle anıyor:
“Devrim, Viyana ve Budapeşte sokaklarına indi...Schelt’ten Volga’ya kadar işçi konseyleri ve asker temsilcileri -sovyetler- şu anın gerçek hakimleri. Almanya’nın yasal hükümeti, altı sosyalistten oluşan bir Halk Komiserleri Konseyidir.”23
Mart 1919’da Macaristan’da bir sovyet hükümeti iktidara geliyor ve aynı yıl kitlesel işçi hareketleri İngiliz devletini temellerinden sarsıyordu. ‘İki kızıl yıl’ boyunca İtalya, kitlesel sınıf mücadeleleriyle sarsıldı; bunlar ancak, Serge tarafından ‘önleyici bir karşı devrim’ diye nitelenen ve Mussolini’yi iktidara getiren hareketle son buldu.24 Diğer yerlerdeki olayları da şöyle hatırlıyor Serge:
“Dönemin gazeteleri şaşkınlık yaratıcı... Paris’te sokak gösterileri, İstanbul’da devrim, Bulgaristan’da sovyetlerin zaferi, Kopenhag’da sokak gösterileri. Aslında Avrupa’nın tamamı hareket halinde, her yerde gizli ya da açık sovyetler ortaya çıkıyor, İttifak Devletleri’nin ordularında bile; her şey olabilir, her şey.”25
Siyasal yelpazenin öteki ucunda da Llyoyd George şöyle yazıyordu:
“Avrupa’nın tümü devrim ruhuyla dolu. İşçiler arasında savaş öncesindeki koşullara karşı yalnızca derin bir hoşnutsuzluk duygusu değil, derin bir öfke ve başkaldırı var. Siyasal, toplumsal ve ekonomik yönleriyle mevcut düzenin tümü, Avrupa’nın bir ucundan diğerine halk kitleleri tarafından sorgulanıyor.”26
İşte III. Enternasyonal’in çoğu Avrupa ülkesinde üye sayısı yüzbinleri bulan kitlesel komünist partilerin bayrağı altında toplanmasını sağlayan da, kapsam ve yoğunluk olarak daha önce benzeri görülmemiş bu sınıf mücadeleleriydi. 1920’de gelindiğinde III. Enternasyonal, şu örgütlere sırtını dayayabiliyordu: 300.000 üyeli İtalyan Sosyalist Partisi, 400.000 üyeli Çekoslovak Komünist Partisi, 140.000 üyeli Fransız Sosyalist Partisi, Bulgar Sosyalistlerinin 35.478 yoldaşı, İsveç Sosyalist Partisi’nin 170.000 üyesi, Kitlesel bir Alman Komünist Partisi, Norveç İşçi Partisi ve Yugoslavya Sosyalist Partisi.27
Bu devrimci ayaklanmalarda eksik olan, gerçek anlamda bir Avrupa ölçekli bunalım değildi. İşçilerin iktidar mücadelesine girme konusundaki isteksizliği de değildi. Eksik olan bu hareketleri iktidara yönlendirmek için yeterli nitelikte bir liderlik ile yeterince deneyimli üyelerden oluşmuş çekirdeği olan bir örgüttü. Alman ve Rus Devrimleri arasındaki belirleyici fark buydu işte. III. Enternasyonal’de bolşeviklerin, üstesinden gelmek için kahramanca didindiği bir zaaftı bu. Daha başından yenilgiye mahkum bir mücadele değildi kuşkusuz.
Bolşevikler, Avrupa devrimini doğru öngördüler ve bu devrimi başarıyla sonuçlandırabilecek bir liderlik oluşturmak için var güçleriyle çalıştılar. Buna çalışmakla iyi etmişlerdi. Marks’ın bir zamanlar dediği gibi, “ancak şaşmaz biçimde olumlu fırsatlar bulunması koşuluyla mücadeleye girilecek olsa, dünya tarihini yapmak gerçekten çok kolay olurdu.”28
Kautski’nin Alman Devrimi’ne karşı tutumu neydi? Tabi burada, günümüzün ikinci en ileri sanayi ülkesinde, geri ülkelerde sosyalizmin olamayacağına dair argümanların hiçbiri geçerli olmasa gerek. Yani Kautski, geri kalmış Rusya’da sosyalist devrime karşı çıkarken, ileri Almanya’da destekleyecek miydi? Tabii ki öyle bir şey yok. Kapitalist demokrasi adına Kautski, Almanya’da da Rusya’da olduğu gibi her türlü sosyalist devrime şiddetle karşıydı. Rosa Luksemburg’u en az Lenin kadar tehlikeli ilan etmişti. Kautski’nin partisinden bir lider olan ve bu çelişkiden habersiz görünen Hugo Haase, Luksemburg’la girdiği bir tartışmada şöyle diyordu:
“Bolşevik devrimini burada harfi harfine taklit edemeyiz, çünkü nesnel koşullar tümüyle farklı. Rusya köylü bir ülke... Nüfusunun ancak yüzde 10’u sanayi işçisi. Öte yandan Almanya, gıda kaynaklarına ihtiyaç duyan gelişmiş, sanayileşmiş bir devlet. Nüfusunun çoğu proleter.”29
Robin Blackburn de tabii ki aynı kanaatte. Rus Devrimi geri bir ülkede gerçekleştiği için hatalıysa, günümüzde, İngiltere için aynı uyarı geçerli olamaz. Yine de Robin Blackburn, bugün İngiltere’deki devrimci bir stratejiye tıpkı bolşeviklerin 1917’deki stratejisine olduğu kadar şiddetle karşı. Kaçınılmaz olarak bundan çıkarılacak sonuç, hem Robin Blackburn’ün hem de Kautski’nin iddialarında ‘prematüre’ devrime ilişkin bütün sözlerin, devrimci sosyalizme karşı ciddi bir argüman değil, amaca erişmek için uydurulmuş bir bahane olduğudur.
Şubat 1917’de kendiliğinden gelişen kitlesel ayaklanma ile Ekim 1917’deki ‘bolşevik darbesi’ arasındaki karşıtlık, devrime ilişkin sağ kanat yorumların tükenmez gıdalarından biridir. Doğu Avrupa’daki olaylardan ötürü taze güç kazanmakta olan bir görüştür bu. Yakın zamanda bir tarihçinin belirttiği gibi:
“Bolşevik zaferinin, acımasız, komplocu bir azınlığın örgütlenme yeteneklerinin ürünü olarak gösterilmesi, Batı’da beylik düşünceyi öyle uzun zamandır biçimlendirmektedir ki, geniş kitlelerin devrime yönelik tavırları üzerinde değişmez bir etkisi vardır. Yakın zamanda uzmanların yaptığı çalışmalar bunun getirdiği önermelerin pek çoğu üzerinde kuşku düşürmüşse de, bu görüşü benimseyen çalışmalar hala yapılmakta ve bu görüş, Batılı medya yorumcularının ortak dili olmayı sürdürmektedir. Üstelik perestroykanın, tövbekar komünizmin gözlüğü de buna taze kan vaat etmektedir. Sovyetler Birliği’nin sıkıntıları ne kadar artarsa, bu görüşün savunucuları da o kadar cüretkar olacağa benzer.”30
Yani Pipes için devrim, ‘modern bir darbe modeli’ydi.31 Anarşistler bir yana, az sayıda sosyalist, sağcıların bu hikayesini yutmaya istekli olmuştur. Ama Ekim’in gerçek bir kitle ayaklanması olduğunu kabul ederken, ilk başta devrimi mümkün kılabilmek için bolşeviklerin bütün diğer sosyalist partilerle nasıl savaşmak zorunda kaldığını da vurgulama eğilimindedirler. Ayrıca karşı devrim tehdidini önemsemeyerek, devrim sırasındaki yoğun kutuplaşmayı olduğundan az görmekteler. O zaman bütün bu argümanlar, bolşeviklerin Ekim sonrası eylemlerine yönelik eleştirilerine destek sağlamak için kullanılmıştır: Bu eylemler Kurucu Meclis’in dağıtılması ve iç savaşta yapılanlardır.
Peki bolşevikleri iktidara getiren neydi? Programlarının ve taktik bakımından gösterdikleri esnekliğin çok önemli olduğu açıktır. Ama bu olayın ancak bir bölümüdür. Geri kalanı da diğer partilerin büyüyen bunalıma gösterdiği tepkiyle açıklanmaktadır. Şubat’tan Ekim’e uzanan yol yalnızca bolşeviklerin iktidara giden şanlı yolu değil, aynı zamanda devrimin getirdiği en önemli sorulara doyurucu yanıtlar vermeyi başaramayan diğer partilerin işçilerle köylülülerin gözünde yaşadığı kesin dönüşün öyküsüdür.
Şubat Devrimi üç anahtar konu getirdi gündeme: Savaş, toprak ve fabrikalar. Üç tane de kilit siyasal güç vardı. İlki, burjuva partisi anayasacı demokratların (Kadetler) - bazen çekinceler koyarak - desteklediği Çarlık ordusu subayları en güçlü kalıntısı olan eski düzen. İkinci olarak işçi sınıfının partileri -menşevikler ve bolşevikler vardı. Son olarak da, önderleri çoğunlukla aydınlar, hukukçular ve kentli orta sınıfın başka kesimlerinden gelse de köylülere yönelik olan ve kendilerini köylülerin temsilcisi sayan sosyalist devrimciler.
Şubat Devrimi’nin ürünü olan ve başında Geçici Hükümet bulunan rejime Kadetler egemendi. Bu rejim köylülere toprak dağıtmayı reddediyor, savaşa devam yemini ediyor ve işçilere çok az şey sunuyordu. Geçici Hükümet, Şubat Devrimi sırasında ve sonrasında mantar gibi çoğalan sovyetlerde çoğunluğa sahip menşeviklerin ve sosyalist devrimcilerin desteğini almıştı.
Rejimin uğradığı ekonomik ve siyasal felç, Geçici Hükümet ile işçi, köylü ve asker kitlelerini birbirinden koparmıştı. Geçici hükümetteki ilk bunalım, Nisan’da yaşandı. Konu, savaştı. Kadet lideri Miliukov, “Rusya kanının son damlasına kadar savaşacaktır”, diyerek bunalıma neden olmuştu. General Sir Alfred Knox’a göre Rus askerlerinin “ateş altında ölenler sayesinde ellerine tüfek geçene kadar hallaç pamuğu gibi savrulduğu savaş alanlarından acı bir karşılık gördü bu duyuru.”32
Mitingler, protestolar, savaş yanlısı ve savaş karşıtı göstericiler arasındaki sokak çatışmaları ve sonunda da kitlesel gösteriler, Miliukov’un hükümetten uzaklaştırılmasına yol açtı. Aslında tümüyle burjuva nitelikte olan hükümete son vermişti bunlar. Ilımlı sosyalistlerin lideri yeni bir koalisyon hükümetine katıldı. Kadetlerden Prens Trubetskoy’un yazdığı gibi, “bizimle sol arasında kesin bir duvar vardı, ama yıkıldı.”33 Geçici Hükümet halkın desteğini gitgide yitirdikçe, inandırıcılık kazanmak için sosyalist devrimcilere ve ılımlı sosyalistlere daha çok dayanır oldu ve sonunda Kerenski gibi bir lider buldu.
Menşeviklerle sosyalist devrimciler, bulundukları yere gönüllü olarak atanmışlardı. Devrimin burjuva ufuklarıyla sınırlı kalması gerektiğine inandıkları için Geçici Hükümet’te yer almaktan memnundular. Troçki’nin belirttiği gibi, “İlk devrim olduğundan beri menşevikler, devrimin burjuva karakterinden liberallerle birlik kurmanın gerektiği sonucunu çıkarmışlardı.”34 Kadetlerin lideri de aynı görüşteydi.
“Şu andaki sosyalist partilerin çok daha akıllıca bir bakışı var... şu anda devrim, burjuvazinin siyasi zaferinden öteye gidemez... Sosyalistler kendi gelenek ve öğretileriyle bağlarını koparmayı bile başarıp hükümete girdiler. Bu ileri doğru, büyük bir adım demektir...”35
Robin Blackburn ile Hobsbawm gibi ‘sistemli düşünürler’in şimdi Ekim Devrimi’ni ‘prematüre’ olduğunu gösterdiği için yücelttikleri bu ‘akıllıca bakış’, o zamanlar yaratıcılarına işçilerle köylülerin büyük çoğunluğunun nefretini kazandıran teorinin ta kendisiydi.
Ilımlı sosyalistler, yalnızca Kadetlerden oluşan hükümetin politikalarını yansıtan politikalarla kazanmıştı bu nefreti. Kerenski, birliklere “Rus askerlerinin yüreğine, kendini feda etmenin kaçınılmazlığı ve gerekliliği hakim olmalıdır” diyerek ve “sizi bir şölene değil, ölüme çağırıyorum” sözleriyle savaş çabasının çılgınlığını sürdürdü. Köylülerden biri şöyle karşılık vermişti bu sözlere: “Ben ölür de toprak falan alamazsam, köylülere toprak vermenin ne yararı var”. Bu iddianın temelindeki güç, yüzbinlerce askerin uzun bir yol katederek köyüne geri dönmesini sağladı. 1917 yazında yürüyerek terkettiler cepheleri.
Ordu karargahında ise ‘üniforma içindeki köylüler’ sayılanlar, kışlalarla siperlerde bulunanlardan çok farklı bir yaşantı sürüyordu. Victor Serge anlatıyor:
“En yüksek devrimci otorite... Sosyalist Devrimci Parti denetimindeki ordu komitesiydi. Bu komitenin Genel Kurmay’la arasından su sızmıyordu. Bolşeviklerin komplolarını lanetliyor, ordunun anavatana ve ittifak devletlerine karşı şaşmaz sadakatini beyan ediyorlardı...”36
Yurt içinde de durum farklı değildi. Menşeviklerle sosyalist devrimciler, köylüler çoktan kendi başlarına harekete geçmiş olmalarına rağmen, toprağın köylülere verilmesi gerektiğini durmadan tekrarlayarak zamana ayak uydurmaya çalışıyorlardı. Martov’un da aralarında bulunduğu menşevikler ise fabrikaların işçi denetimine girmesine şiddetle karşı çıkıyorlardı, oysa yine bu, daha bolşeviklerin sloganı haline bile gelmeden önce bir gerçeklik olmuştu. Ama işçileri fabrika işgaline, köylüleri de toprağa el koymaya yönelten bunalımı durdurmak için hiçbir şey yapmıyorlardı: Şubat ile Ekim arasında fiyatlar yüzde 2.300 artmış, reel ücretler neredeyse yarı yarıya azalmıştı.37 İflaslar ve işyerlerinin kapanması inanılmaz bir hızla sürüyordu. Bu düzeyde bir toplumsal parçalanışla mücadele etmede grevler tek başına yeterli değildi.
Temmuz’da Kerenski’nin askeri saldırısı başarısızlığa uğrayıp Geçici Hükümet savaşı bırakanları cepheye döndürmek için Çek paralı askerleri kullanınca ikinci bir bunalım patlak verdi. şçilerle askerlerin öfkesi kendiliğinden neredeyse bir ayaklanmaya dönüştü. “Gösteriden fazla, devrimden az” birşeydi bu Lenin’in sözleriyle.38 Bir keresinde öfkeli bir kalabalık sovyete dalmış ve yüzü öfkeden bembeyaz olmuş bir işçi kürsüye fırlayıp, yumruğunu sosyalist devrimcilerin lideri Çernov’a sallayarak şöyle demişti: “Sana verildiğinde al iktidarı, orospu çocuğu.”
Oysa sosyalist devrimcilerle menşeviklerin “Bütün iktidar sovyetlere” demeye hiç niyeti yoktu. Genellikle bolşeviklere sıcak bakmayan bir tarihçinin yazdığı gibi:
“Petrograd Sovyeti’nin başına geçmek için ön saflara çıkanlar, devrimci pratik konusunda bilgisiz olmalarına rağmen, devrim teorisinin karmaşıklığı üzerine tartışmakta çok fazla zaman geçirmişti... Rusya proleterlerini temsil etmede ürkek kaldıklarını ortaya koydular... bu tereddüt dolu teorisyenler, devrimin “ne Rusya’da hızlı bir sosyalist dönüşüm gerçekleştirecek pratik güce sahip olduğu, ne de koşulların olgunlaştığı” konusunda söylev verip duruyordu. Siyasal iktidarın, öncelikle Rusya’nın mülk sahibi insanlarını temsil eden ağırbaşlı politikacılara verilmesi gerektiği konusunda ısrarlıydılar... Petrograd’ın işçileriyle askerleri ise yeni kazandıkları devrimci zaferi elden çıkarmaya pek gönüllü olmadıklarını gösterdiler.”39
Temmuz günlerinin ilk eldeki sonucu, bolşeviklerin kazandığı desteğin azalması değildi. Devrim dalgası, henüz Geçici Hükümeti çevreleyen duvarları yıkacak güçte değildi, ancak gedikler açmayı başarmıştı. Hareket geçici olarak gerilediğinde, ılımlı sosyalistlerin de kitlelerden kendisi kadar korktuğundan emin olan karşı dalga, şansını denemeye çalıştı.40
Nasıl ki sovyet saflarında kutuplaşma oluyorsa, burjuvazi saflarında da eşit, ama karşıt bir kutuplaşma söz konusuydu. nasıl askerler, işçiler ve köylüler, Geçici Hükümet ile sovyetlerdeki ılımlı çoğunluğun duruma kendileri lehine kesin bir çözüm getirmesi için sabırsızlanıyorsa, generallerin, fabrikatörlerin ve toprak sahiplerinin de Geçici Hükümet’in duruma kendileri lehine kesin ve toptan bir çözüm getirmedeki beceriksizliği karşısında sabrı tükenmekteydi.
Burjuva saflarında askeri diktatörlükten yana bile hava egemen olmaya başlamıştı. Kerenski, Lenin’i yakalayıp gördüğü yerde vuracak olan özel bir manga kurulmasını emretti.41 Troçki ile öteki önde gelen liderler hapse atıldı, bolşevik sempatizanları öldürüldü ve örgütün matbaası yakılıp yıkıldı. “şçi sınıfının aklını başına getirecek ‘örnek’ bir Alman zaferi, günlük sohbetlerin ortak konusu olmuştu”42 Marc Ferro, “küçük çaplı terör” diye adlandırdığı bu durumu şöyle anlatır:
“Bir anti bolşevizm modeli oluşturulmuştu ve iç savaş sırasında bu yeniden kuruldu. Şubat ile Ekim arasında biçimlendirilmişti ve sonradan İtalya ve Almanya’da ortaya çıkan faşist modelle arasında bazı benzerlikler vardı: Önde gelen bankerlerle sanayicilerin temel rolü olarak toplumsal devrime direnme ordu ve kilisenin harekete geçmesiyle, sınıf mücadelesinin reddiyle ve askerler arasındaki erkekçe dayanışmanın yüceltilmesiyle başladı; “Özel eylem gruplarının” kurulması, hükümetin zaaflarının teşhir edilmesi, yeni adamların (genellikle savaşı desteklemiş olan eski devrimciler) ortaya çıkması, liderlik kültü, Yahudi düşmanlığı, demokratik örgütlere yönelik saldırılar ve son olarak da müttefik hükümetlerin sempatisi ve silahlı mücadelesiyle devam ettirildi.”43
General Kornilov’un Ağustos 1917’de devlet konferansı için trenden subayların omuzlarından inerek Moskova’ya gelmesi, dönüm noktası oldu. O andan itibaren Geçici Hükümet tarihe karıştı. 0 görüntü ardında bolşevikler, ikili iktidara sovyetler lehine son vererek devrimi savunmaya hazırlanıyordu. Sağ ise devrimi, sovyetleri ve Geçici Hükümeti asker çizmeleri altında ezmeye. Seçim ya devrim ya da karşı devrimdi. Troçki şöye diyordu:
“Nasıl Petrograd kitlelerinin heyecanıyla Temmuz’daki yarı ayaklanma başladıysa, mülk sahiplerinin sabırsızlığından da Ağustos’daki Kornilov ayaklanması çıktı. Tıpkı bolşeviklerin, mümkünse başarılarını garantiye almak ve her durumda yok olmayı önlemek için kendilerini silahlı ayaklanmadan yana olmaya zorunlu hissttiği gibi, Kadetler de benzer nedenlerle kendilerini Kornilov ayaklanmasını desteklemeye zorunlu hissetmiştir. Bu sınırlar içinde bakınca iki durum arasında şaşırtıcı bir simetri var. Ama bu simetrik çerçevenin içinde hedefler, yöntemler ve sonuçlar açısından tam bir karşıtlık söz konusu.”44
Kornilov, kendisinin ve yoldaşı subayların “gerektiğinde bütün sovyet üyelerini asmakta tereddüt etmeyeceği”ni açıkça belirtti, ama Kerenski hükümetinin kanatları altında çalışmayı umuyordu. Sonra bir Kurucu Meclis toplanabilir, çabucak dağıtılır ve “Kerenski ve ortakları benim yolumu açar”dı.45 “Renşçina kisvesi altında Kornilovşçina” başlayacaktı.46 Kerenski, Kornilov’un planlarının sonunda kendi mahvını getireceğini geç de olsa fark etti ve Kornilov darbesini yenilgiye uğratmak için sovyetlere yanaştı. Sovyetlerse artık Kerenski’ye güvenini yitirmişti ve liderlik için bolşeviklere gittikçe daha çok yaklaşıyorlardı.
Böylece, halk desteğinin, Geçici Hükümet’ten sovyetlere kaymasına yol açan sürecin aynısını, bu kez sovyetler içinde işleyerek desteğin ılımlı sosyalistlerden bolşeviklere kaymasına neden oluyordu. Ağustos 1917’de menşeviklerin lideri, örgütün tam bir karışıklık” içinde olduğunu belirtti: “Kimse ne yapacağını, nasıl yapacağını bilmiyordu... Menşeviklerle sosyalist devrimciler halktan ve askerlerden aynı ölçüde soyutlanmıştı.” Plehanov’un çalışması, devrimin “prematüre” olduğu teorisiyle biçimlenen yapıtını gözden geçiriyor ve şu sonuca varıyordu: “Menşevik Parti ard arda yenilgi alıyor, hızla çöküp gideceğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok.”47
Bu koşullarda ılımlı sosyalistler, siyasal gerçeklik üzerindeki hakimiyetlerini tümüyle kaybetti. Giderek etkileri azalıyor ve ikinci bir devrim önleme isteği ile ileri gitmezlerse karşı devrimin kucağına düşecekleri kaygısı arasında gidip geliyorlardı. Kerenski’nin giderek histerik bir nitelik kazanan kararsızlıkları, bu tutumun onun kişiliğindeki yansımasıydı.
Bolşeviklerin, Kornilov darbesini yenilgiye uğratmada oynadığı hayati rol, sovyetlerde çoğunluğun desteğini kazandırdı onlara. Kornilov Darbesi, Ağustos sonunda yenilgiye uğratılmış ve 9 Eylül’de bolşevikler Petrograd Sovyeti’nde çoğunluğu kazanmış, Troçki sovyetin başına geçmişti. Kornilov’un yenilgisi ile Ekim ayaklanması arasında partinin işi, destekçilerini sovyetler içinde örgütlemek ve Geçici Hükümet’in, dağılmış hurdasının son kalıntılarından da ayıklanabilmesi için partinin kendi liderlerinden bir bölümünü ikna etmekti.
Lenin, ayaklanmanın bir parti darbesi değil, ancak kitle devrimini taçlandıran bir eylem olabileceği konusunda ısrarlıydı. Petrograd Sovyeti’ndeki Askeri Devrimci Komite’nin bolşevik başkanı Nikolay Podvoiski,
Ekim Devrimi arifesinde Lenin’le yaptığı şu konuşmayı hatırlıyordu:
“Yoldaş Lenin, Askeri Devrimci Komite’nin çalışmaları hakkında ne düşündüğümü sordu.
“‘Askeri Devrimci Komite’ dedim, ‘aslında partimizin Merkez Komitesi Askeri Örgütleri’nin uzantısı olan bir bürodur.’
“‘Doğru değil!’ dedi Vladimir İlyiç, ‘tam yetkisi ve işçilerle askerlerin her kesimiyle bağlantısı olan parti dışı bir ayaklanma organı olmalı o. Komite sınırsız sayıda işçiyle askerin silahlanıp ayaklanmaya katılmasını sağlamalı. Askeri Devrimci Komite’deki her üyenin insiyatifi ve etkinliği ne kadar geniş olursa, bir bütün olarak komitenin kitleler üzerindeki etkisi de o kadar güçlü ve sonuç getirici olur. Askeri Devrimci Komite üzerinde askeri örgüt diktatörlüğüne ilişkin en ufak bir ima olmamalı.’”48
Bu, Lenin’in devrim ile darbe arasındaki farkı açıklamak zorunda kaldığı ilk durum değildi kuşkusuz. Devrim için askeri hazırlıklara girişilmesini istediğinde hem menşevikler, hem de başta Zinovyev ve Kamenev olmak üzere kendi destekçileri, Lenin’in darbe hazırladığını söyleyerek karşı çıkmıştı. Değişik biçimlerde Lenin, jakobenlikle, anarşist Bakunin’in ya da komplocu Blanqui’nin izinden gitmekle suçlandı. Lenin’in cevabı, burada uzun bir alıntıyla verilmeye değer, çünkü hem onun darbe yapmaya hiç niyeti olmadığını, hem de Ekim’de gerçekleştirilen devrimin önkoşullarını kesin bir biçimde göstermektedir. Bu argümanları, Ekim Devrimi öncesinde binlerce baskısı yapılan Marksizm ve ayaklanma adlı broşüründe de yer alır:
“Eğer belirli bir sınıfın partisi tarafından düzenlenmişse, eğer onu örgütleyenler genelde politik anı, özelde de uluslararası durumu analiz etmişse, eğer parti, nesnel olguların gösterdiği biçimde halk çoğunluğunun desteğini toplamamışsa, eğer devrimci olayların gelişimi, küçük burjuvazinin uzlaşma yanılsamasının pratikte çürütülmesini sağlamamışsa, eğer yetkili kabul edilen ya da pratikte öyle olduğunu ortaya koyan sovyet tipi devrimci mücadele organlarında çoğunluk kazanılmamışsa, eğer (savaş varsa) orduda, tüm halkın isteğine rağmen haksız savaşı uzatan hükümete karşı bir duygu olgunlaşmamışsa, eğer başkalarının sloganları (“bütün iktidar sovyetlere”, “köylülere toprak” ya da “tüm savaşan uluslara derhal demokratik barış”... gibi) halk arasında yaygınlaşmamışsa, eğer ileri işçiler kitlelerin durumunun çaresizliğinden ve kırsal kesimin desteğinden, bir köylü hareketi ya da toprak sahipleri ile toprak sahiplerini savunan hükümete karşı çıkan ayaklanma aracılığıyla ciddiliği anlaşılan bir destekten emin değilse, eğer ülkenin ekonomik durumu, bunalımın barışçı ve parlamenter araçlarla olumlu bir çözüme kavuşturulabileceği konusunda gerçekten umut veriyorsa, askeri konspirasyon Blanquiciliktir. Bu kadarı yeter herhalde.”49
Lenin, Temmuz günlerinde bu koşulların mevcut olmadığına inandığında, prematüre bir ayaklanmayı önlemek için tüm çabasını gösterdi. Alman Devrimi’nin de göstereceği gibi Avrupa’daki pek çok devrimci, benzer bir değerlendirme yapamamayı hayatlarıyla ödeyecekti. Ama Ekim’de Lenin’in siyasal düşmanları bile onun Jakoben olmadığını kabul etmek zorunda kalmıştı. menşevik N. N. Suhanove şöyle yazar:
“Halkın ezici çoğunluğu partinin ardından geliyorken, parti zaten filiyatta bütün iktidar ve otoriteyi ele geçirmişken, ulusal ayaklanmadan değil, askeri konspirasyondan söz etmek, açıkçası abesle iştigaldi. Bolşevizmin düşmanları için bu, kasıtlı bir abeslikti, ama “yakın dostlar” (Zinovyev, Kamenev) için, panikten kaynaklanan bir sapmaydı. Burada haklıydı Lenin...”50
Ya da Rober Service’in yalın ifadesiyle:
“Sonbahar sonlarında toplumsal kargaşa ve ekonomik çöküş doruğa vardığında, artık gerçekten önemli olan, bolşevik politik programının işçi, asker ve köylü kitlelerine gittikçe daha çok çekici gelmesiydi. Ama bu yüzden Ekim Devrimi olmayabilirdi.”51
Martov, “Karşımızda proletaryanın zaferle sonuçlanan ayaklanması olduğunu anlayınız lütfen-proletaryanın neredeyse tamamı Lenin’i destekliyor ve ayaklanmadan toplumsal kurtuluşunu bekliyor,” diye yazmıştı.52
Sonuçta Ekim, menşevizm ile bolşevizm arasında, burjuva demokrasisi ile sovyet iktidarı arasında bir yarış değil, bir yanda burjuva gericiliği ve askeri diktatörlük ile diğer yanda sovyet iktidarının olduğu bir yarıştı. Menşevikler, devrim olduğunda, Kurucu Meclis dağıldığında ve iç savaş sırasında anlamadılar bunu. Bolşeviklerin üstünlük sağlayabilmeleri ise bunu anlamalarında yatıyordu.
Bugün Ekim 1917’deki “prematüre” devrimin önünü alacak bir “üçüncü yol” olsaydı diye düş kuranların iki konuda düşünmesi gerekir. İlk olarak bu yol, 1917’de Rusya’nın işçilerine önerildi ve onlar da reddettiler, ikinci olarak bunu, bir anlamda Kerenski’nin kararsızlığının ardında Kornilov’un süngüsünü gördükleri için reddettiler. Faşizmin, devrimle oynayanların ödediği bedel olduğunu söylerken haklıydı Troçki.
Çoğunlukla stalinizmin köklerini bolşeviklerin tiranca ve anti demokratik parti yapısında yattığı söylenir. Bir kuşak boyunca soğuk savaş tarihçilerinin tekrarladığı, şimdi de Rus medyasında yankı bulan sözlerdir bunlar. Bu tarihçilerin düşüncesine merkez olan argüman, liberal tarihçi Stephan Cohen tarafından bir parça ironiyle özetlenmişti:
“Ekim 1917’de küçük, temsil niteliği olmayan ve şimdiden totaliter nitelik kazanmış ya da totaliterliği embriyo aşamasında bir parti olan bolşevikler (komünistler), iktidarı ele geçirerek Rus Devrimi’ne ihanet ettiler. O andan başlayarak Sovyet tarihi, 1917’deki gibi Komünist Partisi’nin totaliter dinamiğiyle belirlendi; partinin başlangıçtaki lideri Lenin’in kişiliğinde canlanan tekelci politika, acımasız taktikler, ideolojik ortodoksluk, programda dogmatizm, disiplinli liderlik ve merkezi bürokratik örgütlenmeyle.”53
Sol, Cohen’in “kötü niyetli ve kaçınılmaz olarak tek doğrultulu” dediği bu teoriye kesin biçimde sırt çevirmişti. Oysa şimdi işler değişti. Sam Farber, sovyet devletinin ilk zamanlarında Lenin’in legallik karşısındaki tutumunu “en iyi haliyle amaca yönelik kullanma, en kötü haliyle hiçe sayma” diye niteler ve “Lenin’in, yasa ya da başka bir şey olsun, kağıda dökülmüş kurallara karşı kronik antipatisi” ile ilişkilendirir. Farber’in iddia ettiğine göre bu tutum, “onun parti içi örgütlenmeye ilişkin politik uygulamalarında zaman zaman önemli rol oynaması”,54 ‘kurallar’ ve ‘legallik’ karşısındaki bu hürmetsizlik, Stalin’in yolunun açılmasında rol oynamıştı. Robin Blackburn’e göre “Lenin’in bolşevik akımı, bir tür politik gönüllülüğü temsil eder hale geldi”. Lenin’in “parti örgütlenmesi ve disiplini kültü”, kendisinin de ancak hayatının sonunda farkına vardığı gibi, “kendi onaylamadığı amaçlar için de kullanılabilecek bir siyasi gücü biçimlendirmeye yarayan iki ucu keskin bir buluştu.” ve Lenin “tam sorumluluk taşımasa da”, o ve Troçki, “Stalin için bizzat zemin hazırlamış olma suçlamasından kurtulamazlar”.55
Sosyalistlerden duyulması düşündürücü görüşlerdir bunlar, özellikle de son 30 yıl boyunca liberal tarihçilerin yaptığı çok sayıda araştırma, 1928’de Stalin’in iktidara gelmesinden kısa bir süre öncesine kadar bolşeviklerin yalnızca bir konuda, yani kendi içlerinde tartışma ve çekişme kararlılığında fanatik bir örgüt olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde göstermişken.
Lenin’in ilk başlarda, Ne Yapmalı?’da (1902) disiplin ve örgütlenme konusundaki ısrarı, o zamanlar devrimci harekete egemen olan kaos ve anarşinin ürünüydü. Durmadan birbiriyle ilişkisiz yerel gruplar çıkıyordu ortaya. İlkel ve amatör yapılarıyla polis ajanlarına yem oluyor, çoğu zaman daha ilk broşürlerini çıkarmadan tutuklanıyorlardı. Köken buldukları grev dalgası, onlara mücadeleye katılmak gibi sağlıklı bir istek kazandırmış, ama aynı zamanda onları, bu mücadeleyi toplum içinde sosyalist değişim gibi daha kapsamlı konularla birleştirme konusunda belirgin bir isteksizlikle donatmıştı.
Ne Yapmalı?’nın ünlü temaları bu zaafları ele almıştı. Yalnızca broşürlerin olduğu bir ortamda Lenin, bir parti matbaası talep etti. Amatörlüğün olduğu yerde profesyonellik talep etti. Sendikalizm ve ekonomizm olan yerde sosyalist politika talep etti. Yerellik olan yerde koordinasyon ve merkez talep etti. Bütün bunlarda pasif değil, aktif bir üyelik istiyordu. İllegal koşullar, “profesyonel” devrimcilerden son derece büyük bir bağlılık istiyordu. Ne Yapmalı?’nın bütün bu formülasyonları, o zaman Troçki ve Martov tarafından da desteklenmişti.
Bazı durumlarda Lenin’in argümanları işi abartıyordu biraz; içinden çıkmaya çalıştığı kaos göz önüne alındığında gerekli bir kötülüktü bu. Sosyalizmin işçilere ancak “dışarıdan” gelebileceği doğru değildi, işçilerin kendi başlarına ancak sendika bilincine varabilecekleri de doğru değildi. Lenin’in ancak üç yıl sonra, işçilerin 1905 Devrimi sırasında “kendiliğinden” sosyalist olduğunu ve partinin mümkün olduğunca çok işçiyi almak için kapılarını ardına kadar açması gerektiğini söylerken memnuniyetle kabul edeceği hatalardı bunlar.56 llegalite ve baskılar bolşevikleri daha sıkı bir örgütlenme geliştirmeye zorladığında bile, totaliter örgütlenme efsanesinin çok uzağındaydı onlar. Liberal tarihçilerden birinin belirttiği gibi:
“Düşmanlarını büyük bir hararetle beslediği sıkıca kenetlenmiş bir grup iflah olmaz komplocu imajı... onların gerçek durumlarıyla acımasızca alay etmek demekti. Aslında halkın gözündeki imajları gerçeği hiç yansıtmıyordu. Lenin, yeraltı komiteleriyle ilişkiyi sürdürmeyi başardığında bile, plan ve politikaların tek geçerli kaynağı olarak görmediler onu. Ne yapmalı?’ya örgütlenme şablonu olarak bakmıyorlardı... Aslında kurabildikleri anda kitlesel bir sosyalist parti kurmak istiyorlardı.”57
Bolşevikler monolitik bir parti olmaktan öyle uzaktı ki Lenin bir çok komiteyi menşeviklerden ayırmakda büyük güçlük çekmişti. 1917’de bile Rusya’nın bazı yerlerinde ortak komiteler vardı hala. Ne açıdan bakarsak bakalım bolşevikler, 1905’ten 1917’ye kadar ateşli tartışmanın norm olduğu bir partiydi. Duma’yı boykot etme, sonradan da Duma’ya katılma konusunda, polisin kurduğu sendikalara girme konusunda, Lenin ile Bogdanov arasındaki felsefi tartışma konusunda ve daha önemsiz bir sürü konuda bölündüler.
1917 yılında “tartışma, Merkez Komitesi faaliyetlerinin can damarıydı”.58 Devrimin yapısı konusunda, ikinci devrimin yapılıp yapılmayacağı ve ne zaman yapılacağo konusunda tam anlamıyla bölünmüşlerdi. Devrimden sonra da diğer sosyalistlerle koalisyon olup olmayacağı, Kurucu Meclis seçimlerinin yenilenip, yenilenmeyeceği ve Alman emperyalizmiyle barış yapılıp yapılmayacağı konusunda bölündüler. Bu sonuncusu “bir süre için... tam anlamıyla parçalanmanın eşiğine getirdi partiyi”.59 Yine de iç savaş sırasında askeri politika, sosyalizmde sendika rolü ve tekrar tekrar ekonomik konularda yeni tartışmalar çıkmasını engellemedi. Bolşeviklerin iç örgütlenmesine ilişkin çalışmasında Robert Service, iç savaş gibi yıkıcı bir deneyimin parti içi hayatı felce uğratmasına rağmen şunları söylemektedir:
1920’lerin ortalarındaki Bolşevik Partisi’nin, 1930’lardaki sistemli groteksliği gösterdiği anlamına gelmez bu... 1920’leri kasıp kavuran bütün o tartışmalar dikkate alınınca, tüm mekanizmanın iç savaştan kısa bir süre sonra bolşevik hayatın dışında kaldığını savunmak gülünç olur.60
Devrimci bir partideki herhangi bir ciddi tartışmadan bekleneceği gibi bu tartışmalar, çoğunlukla bolşevikleri en tepeden en alta kadar ikiye ayırıyordu. Her zaman, ama özellikle 1917’de, “ne zaman partinin alt organları önemli konuların tehlikede olduğunu düşünse, itaatsizlik tipik davranış oluverirdi.”61 1917’de partinin Vyborg komitesi, Petrograd komitesinin Geçici Hükümet’e yönelik hoşgörülü tutumuna karşı Baltık’ı dolaşıp propaganda yapmaları için kendi ajitatörlerini göndermişti.
“En tepedeki merkez komitesinden tabandaki temel “hücreler”e kadar uzanan hiyerarşik zincirde doğru dürüst bir itaat ve disiplin sistemi de yoktu. Gerilim ve çatışma istisna değil, kaideydi. Bir şey çıktığında komiteler, hesap vermeye yukarıdan değil aşağıdan çağırılırdı genellikle. Tabanı oluşturan üyeler ile alt düzeydeki eylemciler, genel açık toplantılarda görüşlerini duyurabildiği gibi, sık aralıklarla yeniden temsilci seçebiliyorlardı da... uzun bir süre boyunca çok az lider, komitedeki çalışma arkadaşlarının görüşüne karşıt iş yapmayı başardı.”62
Ne yapacakları konusunda daha belirgin biçimde yol gösterilmesi talebiyle Merkez Komitesi sekretaryasını basan, genellikle yerel parti komiteleri oluyordu. Sekreteryanın sorumlusu olan Sverdlov, çoğu zaman yol gösterici olarak Pravda’ya bakmalarını söylerdi onlara. Ekim yaklaşırken, soru soranlardan birine şundan başka söyleyecek laf bulamamıştı: ”Anlamalısın yoldaş. ‘Bütün İktidar Sovyetlere’den daha somut bir talimat vermek çok zor... ancak şunu da eklemeliyim ki, posta ve telgraf büroları ile demiryollarını ele geçirmek son derece önemli.”63 Bu asgari düzeydeki talimata da Petrograd’da bile her zaman uyulmuyordu: Merkez Telgraf bürosunu ele geçirmekle görevli kolun başındaki yoldaşlardan ikisi de, yanlarına tabanca almayı unutmuştu.
Peki bu tablo bolşeviklerin nasıl çalıştığını doğru yansıtıyosa, örgütlenmenin ve demokratik merkeziyetçiliği işletmenin öneminden ne kaldı geriye? Aslında pek çok şey. Devrimci bir parti, hem işçi sınıfı kitlesiyle, hem de sıradan parti üyeleriyle gerilim ve çatışma ilişkisi içinde işler.
Bu baskı olmadan, devrimci bir örgütün olağan işleyişi olan gürültülü demokrasi ve tartışma olmadan, partinin sınıf içinde olup biteni öğrenmesi, kendi deneyimlerini tartışıp görüşmesi ve politika oluşturması olanaksızdır. Ancak çalışmasını ve argümanlarını rasyonel ve sistemli kılmaya yönelik aralıksız çaba olmadan da parti, sınıfa önderlik etmeye soyunan organ işlevini yerine getiremez -işte bu yüzden parti, en olumlu biçimde karşılandığında bile tartışma ve çekişmeleri disipline etmeye çalışmalıdır. Parti liderliğinin bunu gerçekleştirmesini sağlayacak tek yol da argümanların gücü ve önceki tartışmaların kaydıdır. Bu kayıtlar ne kadar sağlamsa, parti ve liderliği mücadelede o kadar çok haklı çıkar, sınıf içinde ve kendi üyeleri arasında o kadar ağırlığı olur.Son çare olarak da liderliğin argümanlarının gücü, mücadele içindeki işçilerden, teorinin tk gerçek kaynağı olan ne kadar çabuk ve çok şey öğrenildiğine bağlıdır.
Bolşevikler, ileri düzeyde iç tartışmaya tahammül gösterebiliyordu, çünkü yıllar içinde genel politikalar üzerinde ileri düzeyde bir anlaşma yaratmışlardı ve marksist gelenek konusunda geniş bilgileri vardı. Eşit ölçüde önemli olan bir şey de her fırsatta işçisınıfı içinde kök salmaya çalışmaları, üyelerini asla mücadeleye uzak kalmayacak ve partinin fikirlerini, mücadele içindekilerin deneyimlerine uygun terimlerle ifade edecek şekilde eğitilmeleriydi. Buna karşılık Rosa Luxemburg’un Spartaküs Birliği’nin ne ortak bir teorik çerçevesi vardı, ne de en azından işçiler içinde ileri bir azınlıkla sağlam bağları. Ne mücadelenin önemli dönüm noktalarında uyum içinde davranmayı, ne de örgütü dağıtma tehlikesine girmeden sert tartışmalara dayanmayı başarabilmelerinin nedeni budur.
Bolşevikler ile işçi sınıfı arasındaki bu diyalektik ilişki bir kez kopunca, iç savaştan sonra bizzat işçi sınıfının bel kemiği kırıldığı için parçalanınca, tartışma özgürlüğü yavaş yavaş ve kaçınılmaz biçimde önce partinin kendi kendisiyle girdiği bir monoloğa, sonra da yalnızca parti liderleri arasında bir çekişmeye dönüştü.64
Bolşeviklerin Ocak 1918’de Kurucu Meclisi dağıtması, en ihtilaflı eylemlerinden biriydi. Kautski’den büyük tepki gören bu eylem, onun Ekim Devrimi’ne karşı kaleme aldığı polemiği Proletarya Diktatörlüğü’ndeki en önemli suçlamalardan biri oldu. Robin Blackburn, Martov’un “burjuva demokratik devrimine marksistler öncülük etmelidir” görüşüne açık bir sempati besliyor. Blackburn şöyle der:
“Bu tavra uygun olarak Martov, sovyetler ve sendikalar için hala bağımsız bir rolden yana olmakla birlikte, 1918’de Kurucu Meclis’in dağıtılmasına karşı çıktı”. Martov diyor, Blackburn, “otoriter bir devlete dayalı hukuki ve demokratik bir politika kurmanın önemini göremeyen bir tür lümpen anarşizmi ile suçladı bolşevikleri”.65 Ancak Robin Blackburn, “ta başından parti diktatörlüğünü reddeden” Kautski ile Rosa Luxemburg’u “günün önde gelen marksistleri” olarak aynı kefeye koymamaktadır.”66
New Left Reviev’un önceki sayılarından birinde Tim Wolforth, aynı türden bir argümanı daha genel terimlerle ortaya koyuyor. “Genç sovyet devletinin, leninist öğretide şiddetle suçlanan parlamenter ‘burjuva’ demokrasisi sistemlerinden yapısal olarak üstün olduğunu söylemek zordur,” diyor Wolforth. Devam ederek sovyetlerin, “en yüksek karar verici hükümet organının, partiler arasında özgürce rekabete dayalı evrensel oy hakkı ve gizli oy verme ilkeleriyle doğrudan seçilmesi” ile tamamlanması gerektiğini belirtiyor.67
Sam Farber, bolşevikleri savunmaya tam olarak gönüllü değil, ama “ancak, sovyet sistemini savunmaya yönelik argümanlarının... bu alternatif demokratik yönetim biçimine olan gerçek bir uzun vadeli inancı temsil ettiğini sayarsak durum değişebilir”.68 Yine bu, Farber’in varsayma konusunda istekli olduğunu göstermez kesinlikle, çünkü tüm kitabı, bolşeviklerin böyle bir inanç gösteremediğini ispata ayrılmış. Rosa Lüksemburg’dan da alıntı yapıyor Farber. Lüksemburg’un bolşeviklerin Kurucu Meclis’i dağıtmasına yönelik, eleştirileri, yazdığı başka tek bir kelimeyi asla onaylamayacak sağcılar tarafından da kullanılır. Özellille de bunlar, “uluslararası sosyalizmin onurunu kurtardıkları için” Lenin ile Troçki’den övgüyle söz etmesini unuturlar onun.69
Bütün eleştirilerin özündeki mesele, şu soruyu sormalarıdır: İşçi anayasasını yazan biz olsaydık, nasıl bir demokratik şablon önerirdik? Sormadıkları ise şu: İktidar mücadelesinde hangi kurumlar işçilerin çıkarını, hangileri hakim sınıfın çıkarını temsil eder? Muhalif sınıflar, hangi kurumların çevresinde toplanır? Bir devrim döneminde bu soruları dikkatle incelemek gerekir, çünkü farklı kurumların oynadığı rol, sınıf güçleri arasındaki dengeye bağlı olarak önemli değişimler gösterebilir.
Ekim Devrimi’nden önce bolşevikler dahil tüm sosyalist partiler, Kurucu Meclis’in toplanmasından yanaydı. Ama Geçici Hükümet, hem sosyalistler ona katılmadan önce, hem de sonra, Meclis’i toplamakta gecikti. Bu gecikmenin toplumsal bir temeli vardı. Seçim yapılırsa menşevikler ve sosyalist devrimciler çoğunluğu alabilirdi. Bu da onları toprak meselesini, savaşın sona erdirilmesini ve fabrikaların işgalini gündeme getirmek zorunda bırakabilirdi. Demek ki ya bolşeviklerin programına -”Toprak, ekmek ve barış”- uymak zorunda kalacaklar, ya da devrimin, şimdiden bir ölçüde kurumlaşmış kazanımlarını geri çekmeye çalışacaklardı. Bu da işçi ve köylü kitleleri karşısında karşı devrimci saflarda yer almak demekti.
Böylece Geçici Hükümet en iyi bildiği şeyi yaptı: Savsaklayıp, bahane uydurdu. Bir yandan günün önemli sorunları üzerinde karar veremeyeceğini, çünkü yalnızca geçici bir hükümet olduğunu söylerken, diğer yandan da buna yetkili olduğunu belirttiği tek organı, Yani Kurucu Meclis’i bir türlü toplamadı. Bu şartlar altında bolşevikler, burjuva demokratların, burjuva devrimin gereklerini yerine getirmeye bile niyetli olmadığını göstermek için bütün güçleriyle Kurucu Meclis’in toplanmasına çalıştılar. Bu arada devrimin gerektirdiklerinin de ancak bütün iktidarı sovyetlere vererek yerine getirilebileceğini ısrarla vurgulamaya devam ettiler.
İşçi kitleleri, sovyetlerin kendi örgütlenmeleri olduğunu, onların ihtiyaçlarına cevap verdiğini, Meclis’in ise hakkında pek birşey bilmedikleri ve zaten pek bir şey beklemedikleri bir hayal olduğunu Ekim Devrimi’nden önce bile anlamıştı. Sosyalist devrimci liderlerden Boris Sokolov, bunu canlı biçimde açıklıyor:
“Bütün siyasi partiler içinde Sosyalist Devrimci Parti, Kurucu Meclis düşüncesine son derece sıkı, hatta diyebilirim ki organik bağlarla bağlıydı... Onlar için en önemli konu, ‘ülkeyi Kurucu Meclis’e getirmek’ti; bu yalnızca onlar için böyle değildi tabii. Teorik olarak belki ve fiilen büyük ihtimalle bunda büyük bir haklılık vardı, ama pratikte bu tuhaf idealizm, en can sıkıcı sonuçları ve sıkıntıları barındırıyordu. bunun nedeni özellikle halkın, Kurucu Meclis’in kurtarıcı gücüne tam bir inanç duymaktan çok uzak oluşuydu... Başlangıçta, devrimden sonraki ilk birkaç ay içinde Kurucu meclis, ön saflardaki asker kitleleri için kesinlikle bilinmeyen ve açık olmayan birşeydi... sempatileri tümüyle, açıkça ve içtenlikle sovyetlere yönelikti. Onlara yakın ve sıcak olan, köy meclislerini hatırlatan kurumlardı bunlar. Daha ilk günlerden itibaren sovyetlerin toplantıları, onların kararları üzerindeki etkili olmuştu. Hem askerlerin ‘bizim sovyetimiz’ dediği ordu komitesi, hem de büyük kentlerdeki sovyetler onlara yakın geliyor, faaliyetleri anlaşılır görünüyordu. İlk bir kaç ayda askerlerin Kurucu Meclis’e nasıl itiraz ettiğine birkaç kez tanık oldum, üstelik içlerinde en az akıllı olanlar da değildi bunlar. Meclis çoğunluğa Duma’yı yani kendilerine uzak olan bir kurumu çağrıştırıyordu. “Temsilcilerimizin toplanacağı, her şeye karar verip, herşeyin nasıl yapılacağını bilecek sovyetlerimiz olduktan sonra bir Kurucu Meclis’e ne gerek var?”70
Ekim Devrimi, iktidarı sovyetlere verdikten sonra, sosyalist devrimcilerle menşevikler Kurucu Meclis toplamayı daha fazla geciktirmek istemedi, çünkü artık meclis, sıkıntı veren uzak bir hayal olmaktan çıkıp, yeni kaybettikleri herşeyi geri almalarını sağlayacak potansiyel bir üs durumuna gelmişti. Parti üyeleri arasında yine çok farklı bir hava hakimdi. Sokolov, güneybatı cephesindeki askerlerin kongresinden söz ediyor; burada, bolşevik etkisinin kuzeybatı cephesine göre çok daha az olduğunu dikkate almak gerekir.
“Kongrenin çoğunluğu, delegelerin yaklaşık üçte ikisine sahip olan Sosyalist Devrimci Parti’dendi. Kalan üçte bir de bolşeviklerden yada -daha az sayıda olmakla bereber- Ukraynalılardandı. Ancak sosyalist devrimcilerden bazısı, öncelikle ardçı birimlerin cephe önlerine yolladıkları, en iyi şekilde şöyle özetlenebilecek belirsiz bir tavır takındı: Artık Geçici Hükümet olmadığına göre ve Kurucu Meclis de henüz toplanmadığına göre, ülkede tüm iktidar sovyetlere verilmelidir...Bu sorun çevresinde gelişen tartışmalar delegeler arasında bile ne kadar çelişkili bir havanın egemen olduğunu gösteriyordu... Sovyet sisteminin palamenter sistem karşısında üstünlüklerini tartışıp, çoğu için tartışılmaz görülen şu gerçeği vurguladılar: Sovyetler, Geçici Hükümet’ten daha iyiydi, çünkü “biliyorsunuz sovyetler bizim”di. Geçici Hükümeti’in eski bakanlarından Avksentiev’in kongreye gelip bir çok konuşmasında “Bütün iktidar Kurucu Meclis’e” sloganını savunması da çoğunluğu ikna edemedi... Çok büyük bir çoğunluğu temsil etmese de cephe kongresi bolşeviklerin önerdiği formülasyondan yana tavır alıyordu. İktidarın sovyetlere, esas olarak da bolşeviklere verilmesi talebini diler getirmişti.”71
Böylelikle bu askerler, Marks’ın devrimci teoride bir kilometretaşı olan Paris Komünü yazılarından bu yana olanları, kendi deneyimleri aracılığıyla kavramıştı: Sovyet, daha üstün bir demokrasi biçimidir çünkü, politik ve ekonomik gücü birleştirmektedir, oysa parlamento, burjuvazinin en önemli gücüne, ekonomik güce dokunmaz; çünkü sovyet, hükümetin yönetim ve yargı işlevlerini demokratik denetim altına alır, oysa parlamento, devlet memurluğunu, orduyu ve polisi, seçimle gelmemiş kişilerin eline bırakır; ve herşeyden önemlisi çünkü sovyet işçilerin iradesine duyarlı ve grev, protesto ve benzeri eylemleri doğrudan örgütleme gücü olan bir mücadele organıdır.
Parlamento, devrimleri sırasında burjuvazi için ancak bir toplanma noktası olabilirdi, çünkü onlar yalnızca siyasal iktidarı hedefliyordu. Genel olarak onlar, zaten ekonominin hakimi olmuş ya da bu noktaya çok yaklaşmışlardı. Dolayısıyla İngiltere’de 1640’da kurulan uzun parlamento ile Fransa’da 1789’da kurulan Kurucu Meclis zaten ekonomik olarak güçlü bir sınıf adına devlet iktidarını ele geçirmekle sınırladı kendini. Bu durumda bile parlamenter kurumların sırasıyla Yeni Model Ordu’nun silahları ve jakoben hizbin öncülük ettiği büyük halk hareketlerinin gücüyle ileri itilmesi gerekiyor. Hem İngiliz, hem de Fransız devrimlerinde burjuvazinin en radikal kesimleri bile devrimin başarısı için kendi parlamenter kurumlarını tasfiye etmek zorunda kalmıştı.
Ama sosyalist devrim tıpkı burjuvazinin sarayın karşısına parlamentoyu koyması gibi parlamentonun karşısına sarayı koymak durumundadır, çünkü eski devleti yıkıp yerine daha demokratik bir işçi devleti koymak için ekonomik -grev yapabilme ve işyerlerini denetimini ele geçirme gücünü- siyasal iktidarı ele geçirmeye yönelik ayaklanma hareketiyle birleştiren bir organa gerek duyar.
Burjuvazi ve sosyalist devrimciler bunu açıkça anlatmıştı ve karşı devrime giden yolda ilk adım olarak burjuva devletinin yapısında varolan bütün eski ayrımları yeniden oluşturmak için fırsat kolluyorlardı. Kurucu Meclis, sağın toplanma yeriydi. Sosyalist devrimciler, Kurucu Meclis’in açılmasıyla aynı sıralarda gerçekleştirmek üzere fiilen karşı devrim olan bir şey planladılar:
“Olayı ayaklanmaya dönüştürmek için her şey hazırdı. Otuz zırhlı araç Smolni’ye (bolşevik karargahına) ilerleyecekti; sosyalist devrimci alayları darbeyi destekleyecekti.”72
“Haftalar boyunca bütün hazırlıklar bu amaca göre yapıldı. Ama yeni yılla birlikte tümüyle askeri nitelikte bir darbenin başarılı olamayacağı ortaya çıktı” diyor sosyalist devrimcilerin tarihçisi Radkey.73
Sosyalist devrimci liderleri, son dakikada ayaklanmadan vazgeçti. Yine de terörist sosyalist devrimci fraksiyonu Lenin ile Troçki’yi kaçırma planlarını sürdürdü ve 2 Ocak 1918’de, meclisin açılış tarihinden üç gün önce Lenin’in arabasına iki el ateş edildi. Bu arada Rusya’nın güneyinde de General Kaledin komutasındaki ilk Beyaz “gönüllü ordu” Kurucu Meclis bayrağı altında sovyet iktidarıyla savaşmaya başlamıştı bile. Bu koşullar altında bolşeviklerin karşı devrime davetiye çıkaran meclisi açık tutması saçmalık olurdu; meclis seçimleri parlamenter demokrasi ölçütlerine göre tam bir adalet içinde yapılmış olsa bile.
Aslında bu sınırlı ölçütlere göre bile adil değillerdi. İlk olarak seçimlere ancak yüzde 50 katılım sağlanmış, Rusya’nın bazı kesimlerinde sandık bile kurulmamıştı. Cephede bazı yerlerde subaylar Geçici Hükümet’in düştüğünü saklıyordu. İkinci olarak sosyalist devrimciler, seçim listeleri oluşturulduktan sonra bölünmüştü. Demek ki, hakimiyet “sol” Kadetlerden pek farkı olmayan sağ sosyalist devrimcilerdeydi. Bolşevilere yakın olan sol sosyalist devrimciler ise ancak Rusya’nın orta kesimindeki bazı bölgelerde liste çıkarabilmişti.
Dolayısıyla üç hafta süren ve sağ sosyalist devrimciler ezici bir çoğunluk kazanırken oyların yaklaşık yüzde 25’inin bolşeviklere gittiği seçimler hiç de gerçek durumu temsil etmiyordu. Sol sosyalist devrimcilerin aday çıkarmayı başardığı bölgelerden üçüne kısaca göz atmak, her yerde aday çıkarabilselerdi durumun ne kadar farklı olacağını gösterektedir. Petrograd’da sol sosyalist devrimciler oyların yüzde 16,2’sini, sağ sosyalist devrimciler de yüzde 0,5’ini aldı; Kazan’da sol sosyalist devrimciler yüzde 18,9, sağ sosyalist devrimciler yüzde 2,1 oy aldı; Baltık filosunda seçime katılanların yüzde 26,0’u sol sosyalist devrimcilere oy veirrken, ancak yüzde 11,9 sağ sosyalist devrimcilere oy verdi.74 Buraların sol sosyalist devrimcilerin güçlü olduğu bölgeler göz önünde bulundurulsa bile, seçim sonuçlarının 1917 Rusya’sındaki gerçek durumu yansıtmadığı açıktır.75
Sovyetlerin bugün Rusya kongreleri için yapılan seçimler, bolşeviklerin sağladığı desteği daha doğru gösteren bir tablo sunmaktadır:76
Kongreler Delege sayısı Bolşevik sayısı %
1 Haziran 1917 790 103 13
2 Ekim 1917 675 343 51
3 Ocak 1918 1232 795 64
5 Temmuz 1918 1164 773 66
Burjuvazinin gerçek zayıfılığı, Kurucu Meclis’in dağılması sırasında simgesel olarak ortaya konmuştu. “Bu beceriksizce girişilmiş ayaklanma atmosferinde toplanan Kurucu Meclis, kendini yok olmaya mahkum hissediyordu”, diyor Victor Serge.77 Kızıl Muhafızlar’ın anarşist komutanı, salondan gelen “Yeter! Yeter!” bağırışları üzerine oturum başkanına yaklaşıp, “muhafızlar bıktığı” için meclisin dağıtılması gerektiğini söyleyince delegeler gereken uysallıkla oradan ayrıldılar.
Tek önemli tepki, denizciler tarafından birkaç kayıpla dağıtılan ve Sokolov’un bile “anlamsız, saçma” bulduğu küçük bir gösteriydi. Victor Serge şöyle diyor: “Kurucu Meclis’in feshi, yurtdışında büyük sansasyon yarattı. Rusya’da ise farkedilmedi bile.”78 Soğuk savaşçıların duayeni Leonard Shapiro da şu yorumu yapıyor: “Kurucu Meclis’in sonuydu bu. Feshedilmesi ülkede pek ses getirmedi ve orduda da kayıtsızlıkla karşılandığı bildirildi.”79 1920’lerde Christian Science Monitor’un Moskova muhabiri olan W. H. Chamberlin de anti bolşevik olmakla birlikte değerli çalışması The Russian Revolutian’da (Rus Devrimi) Kurucu Meclis’in dağıtılmasından “kitleler açısından çok az heyecan ve ilgi yarattı” diye söz etmektedir. Pipes bile, “Meclis’in lağvedilmesi şaşırtıcı bir kayıtsızlıkla karşılandı” diye kabul etmek zorunda kalmıştır.80
Bu durumun tam tersi olsaydı, yani sağ kanadın elinde hala yeterli silahlı güç varken bolşevik ağırlıklı bir Kurucu Meclis seçilmiş olsaydı, hiç kuşkusuz onlar da Meclis’i kapatırdı.
Bolşeviklerin Kurucu Meclis’e karşı tutumunun doğruluğu konusunda Alman Devrimi bir kez daha negatif kanıt sağlamaktadır. 9 Kasım 1918 Devrimi grevler, ayaklanma ve işçi konseyleriyle kazanılmıştı. Ama Şubat Devrimi ertesinde Rus sovyetleri gibi Alman sovyetleri de reformistlerin egemenliğindeydi. Reformist SPD ile merkezci USPD’den oluşan Halk Komiserleri hükümeti, sovyetlerin Kayzer’i başlarında atmakla çok iyi bir iş yaptığını, ama artık iktidarı bir Kurucu ya da Ulusal Meclis’e bırakmaya hazırlanması gerektiğini savunmaya başladı. Bu aylar boyunca Kautski de aynı temayı tekrarlıyordu.81
Pratikte “Ulusal Meclis mi, sovyetler mi?” sorusuyla yüz yüze kalan Rosa Lüksemburg, bolşeviklerin Kurucu Meclis karşısındaki tutumlarına yönelttiği ilk eleştirilerinin üzerinden bir yıl geçmeden, bunlardan vazgeçiverdi. Sam Farber, bu tutum değişikliğine birkaç kısa sözle değinmekte, ama sonra yoluna dilenci çıkan zengin bir adam gibi telaşla oradan uzaklaşmaktadır. Bu suçlu vicdanı kendi haline bırakıp Lüksemburg’un söylediklerine bakalım. Lüksemburg, hem devrimi, hem de işçilerle askerlerin konseylerini katle yönelik bir çaba olarak Ulusal Meclis’i teşhir etmekteydi.82 Rote Fahne adlı incelemesinde de şöyle demişti:
“Ulusal Meclis, proletaryayı aldatıp iktidarını elinden almak, sınıf enerjisini kullanılmaz kılmak ve nihai hedeflerinin uçup gitmesini sağlamak için bir araçtır. Alternatif, tüm iktidarı proletaryanın ellerine vermek, başlangıç aşamasındaki bu devrimi sosyalist düzen yolunda güçlü bir sınıf mücadelesine dönüştürmek ve bu amaçla işçi kitlelerinin siyasal üstünlüğünü, işçi ve asker konseylerinin diktatörlüğünü kurmaktır. Sosyalizm için, ya da sosyalizme karşı. Ulusal Meclis için, ya da Ulusal Meclis’e karşı. Üçüncü bir seçenek yoktur.”83
Kahince cümlelerdi bunlar. Sonunda reformistlerin önündeki karşı devrim, Ulusal Meclis’in toplanmasını beklemeden vuracak kadar güçlü hissetti kendini. Ama Meclis için yürütülen propaganda, işçi konseylerinin moralini ve hareket yeteneğini yok ederek amacına ulaşmıştı. Almanya’da ikili iktidar mücadelesi, Ulusal Meclis propagandasının da yardımıyla burjuvazinin lehine çözüldü.84
Sağ, feci bir bedel ödetti. Kollarında gamalı haç, ağızlarında Kurucu Meclis sloganıyla sağcı silahlı birlikler, yani Freikorps, terör estirmeye başladı. Rosa Lüksemburg, Karl Liebknecht, Leo Jogiches ve Eugene Levine, Alman Devrimi’nin önde gelen liderleri öldürüldü. Freikorps’la girişilen sokak savaşlarında yalnızca Berlin’de 3.000 işçi katledildi. Reformist SPD’nin planlayıp, önayak olduğu bir karşı devrimdi bu. Önde gelen kişisi de SPD milletvekili Gustav Noske idi. Noske’nin kendi sözleriyle:
“Silahlı kuvvetlerle asayişin sağlanması gerektiği görüşünü ifade ettiğimde kimse itiraz etmedi. Savaş Bakanı Albay Reinhardt, General Hoffmann’ı başkomutan atayan bir emir hazırladı... Bu generalin işçiler arasında hiç sevilmediği gerekçesiyle itiraz edildi... Ben bir karar alınması gerektiği konusunda ısrar ettim... Biri şöyle dedi: “Belki bu işi kendin yaparsın değil mi?” Kısa ve kararlı bir biçimde yanıtldım bunu: “Fark etmez birinin av köpeği olması lazım. Sorumluluktan korkmuyorum”. “Berlin’de asayişin sağlanması için hükümetin bana olağanüstü yetkiler vermesi yönünde hemen karar alındı. Reinhardt, hazırladığı emir kağıdından Hoffmann’ın adını silip, benimkini yazdı. İşte başkomutanlık görevine böyle getirildim.”85
Lüksemburg ile Liebknecht’in öldürülmesinden dört gün sonra Ulusal Meclis seçimleri yapıldı. Meclis toplanınca SPD, iki burjuva partisiyle koalisyon oluşturdu. Rusya’da bolşeviklerin iktidarı ele geçirmek için sovyetlerde çoğunluğu elde etme yeteneği, en azından Rusya’nın göbeğinde bir karşı devrim odağı olarak Kurucu Meclis’in yok edilmesi anlamına geliyordu. Bundan böyle karşı devrimci meclisler, Urallar’ın güneyine doğusuna itilmişti. Almanya’da Spartaküs Birliği’nin zayıflığı ve deneyimsizliği, işçi konseylerinde devrimi ezip iktidarı burjuva meclisine verecek reformist bir liderliğe izin verdi.
Bu trajedinin büyüklüğü, Berlin’den Petrograd’a ve Moskova’ya kadar yayıldı. Alman Devrimi başarıya ulaşamayınca bolşevikler çok sınırlı kaynaklarla kanlı bir iç savaşa sürüklenmiş oluyordu. Devrim, kuşatma altındaydı.
İç savaş kanlı ve vahşet dolu bir dönem oldu. Bir çok durumda sovyet rejiminin hayatı, pamuk ipliğine bağlıydı. Varlığını sürdürebilmek için rejim, sovyet iktidarının ilk döneminde herkes gibi bolşeviklere de değişmez görünen temel özgürlüklerde önemli değişiklikler yaratan keskin bir dönüşüm geçirdi.
Bir çok yazara göre stalinizmin ilk tohumları, Savaş Komünizmi döneminde atılmıştır. Joe Slovo, “hem partide hem de toplumda sosyalizm ile demokrasinin kurumlaşmış bir şekilde birbirinden ayrılmasının temeli, ekonomik açıdan imtiyazlı tabakaların ortaya çıkmasından önceki ideolojik uygulamalarla atılmıştı,” demektedir. Troçki’nin Savaş Komünizmi dönemindeki yazılarından alıntı yaparak bunların ‘komünizmin düşüncelerini küçülten birkaç ideolojik tavır içermesi’nden söz eder.86 Robin Blackburn’e göre:
“Görüş alışverişinin yerine tek taraflı emir ve tebliği koymaya yönelik uzun erimli çabasıyla ‘Savaş Komünizmi’... bu geri kalmış ülkedeki küçük ölçekli üretimin yıkılmasına yol açtı. Ayrıca hiçbir muhalefete tahammülü olmayan yoğunlaşıp, sertleşmiş bir bolşevik kadercilik duygusuyla birleşti.”87
Sam Farber, Robert C. Tucker’ın bu döneme koyduğu “stalinist leninizm” adını memnuniyetle tekrarlayarak şu iddialarda bulunuyor:
“Savaş Komünizmi’nin yönetim sarhoşluğu, ana bolşevizm akımının politik ve ideolojik önceliklerini de üstü kapalı biçimde gösteriyordu. Yani, bu politikalar toplamı bir yandan merkezi devletin gücünü büyük ölçüde genişletip tüm kuvvetiyle pazarın rolünü en aza indirmeye çalışırken, bir yandan da yalnızca Kızıl Terör’ü pekiştirmekle kalmayıp işçilerin sovyetlerde her türlü niyet ve amaçla sanayiyi ve demokrasiyi denetlemesini sona erdirdi. Lenin’in ya da bolşevik akımından herhangi bir liderin, işçilerin denetiminin ya da sovyetler içindeki demokrasinin yok olmasından üzüntü duyduğunu gösteren hiçbir kanıt yoktur yine.”88
Slovo, Sam Farber ve daha az olmakla birlikte Robin Blackburn, bu tutumu desteklemekten benzer biçimde yöntemsel olarak kaçınmaktadır. Şöyle bir akıl yürütme çıkıyor ortaya: Evet, iç savaş sırasında nesnel durumlar kötüydü, ama herşey bununla açıklanamaz. “Bu basitleştirilmiş ekonomik determinizm biçiminin sınırları vardır,” diyor Slovo.89 O zaman bolşevik teoride bir zayıflık olmalı. Sam Farber’a göre bolşevikler arasındaki 1ideolojik sarhoşluk, Savaş Komünizmi’nin... yalnızca nesnel gereklilik yüzünden hükümete dayatıldığı iddiasını çürütmektedir.90
Sofistike bir marksizme benziyor bu: ‘Politik etkenler’i hesaba katma adına kaba ekonomik determinizmin reddi. Ama doğru biçimde kullanılırsa marksizm, siyasal irade ya da ideolojinin her durumda kilit rol oynayacağını ileri sürmektedir. İşçilerin ‘kendi tarihini yapma’yı ne ölçüde başarabilecekleri, onları harekete geçirecek nesnel etkenlerin ağırlığına bağlıdır. Devrimci dalganın yükseldiği anda bu özgürlük, dikkate değer düzeydedir; toplama kampında ise fiilen sıfıra inmiştir.
Kuşkusuz devrimci cephede, bilinç teori ve örgütlenmenin o anda bolşevik devrimi için belirleyici olduğu bir nokta vardı: Bu nokta Avrupa, özellikle de Alman devrimiydi. Oysa Rusya’da eylem sınırları, gittikçe artan kısıtlamalar içinde bir kuşatma karşısında dayanmaya indirgenmişti. İşçi devletinin yenilgiye uğramaması için irade gücünün ve siyasi bilinçliliğin her damlasına ihtiyaç vardı. ‘Öznel etken’, Beyazlara teslim olma ile devrimi eldeki bütün araçlarla savunma arasında bir seçime indirgenmişti. Bu sınırlar içinde bolşevik politikası belirleyiciydi. Ama sınırlamaları ortadan kaldırıp, temiz bir sayfa açamıyordu. Gerekli önlemleri alıp, bu kadar uzun süre kuşatmaya dayanmaları, bolşevik politikası ve örgütlenmesine saygının göstergesiydi.
Herhangi bir durumda öznel ve nesnel etkenlerin ağırlığı arasında karara varmak, güçler dengesinin somut bir analizini gerektirir. Çoğu değerlendirmede eksik olan işte budur. Sam Farber, siyasal boyut üzerinde yoğunlaşma arzusunu keyifle ortaya döküp “demokrasi sorununu sanki bir şekilde ekonomiden türemiş gibi” gören diğerlerini eleştiriyor. Bu mantığa göre demokrasi, açlık vebanın pençesindeki feodalizm de 20. Yüzyıl kapitalizmindeki kadar olanaklı galiba. Sam Farber’ın iç savaş analizinde, “Beyaz Terör’ün gerçekleştirdiği zulüm verili sayılıyor,” deniyor bize boş bir şekilde.91 Yine de verili sayılamayacak olan şey, bu ekonomik bunalımı, uluslararası durumu ve Beyaz Terör’ün şiddetini tam olarak anlatmadan bolşeviklerin ne dereceye kadar zorunluluktan öyle hareket ettiğini değerlendirmemiz nasıl beklenir? Durumun neyi, nereye kadar dayattığını, nasıl değerlendirebiliriz?
Peki bolşeviklerin karşılaştığı koşullar neydi? İç savaş zaten Birinci Dünya Savaşı’nda nüfusun onda birini kaybetmiş olan bir ülkede çıkmıştı. 1918’e gelindiğinde Rusya, 1913’de ürettiği çeliğin yüzde 12’sini üretebiliyordu. Her sanayi sektörü aşağı yukarı aynı durumdaydı: Demir cevheri, 1913’teki rakamın yüzde 12.3’üne düşmüştü; tütün yüzde 19, şeker yüzde 24, kömür yüzde 42, keten yüzde 75’e düşmüş durumdaydı. Ülke, 1913’de ürettiği demiryolu rayının ancak kırkta birini üretebiliyordu.92 Ocak 1918’de ülkedeki lokomotiflerin yüzde 48 kadarı çalışmaz durumdaydı.93 Fabrikalar kapanmış, Petrograd, 1918 sonbaharına kadar eski işgücünün yalnızca üçte biriyle kalmıştı. Hiperenflasyon, sonraları ancak Weinmar Cumhuriyeti’nde görülecek düzeylere fırlamıştı. Ücret dışında kaynaklardan gelen işçi gelirlerinin oranı 1913’de yüzde 3.5 iken 1918’de yüzde 38’e çıkmıştı; bir çok durumda çaresizlik, işçileri hırsızlığa sürüklüyordu. İşçilerin devleti de işçiler kadar kötü durumdaydı: 1918 devlet bütçesinde gelirler, harcamaların yarısından azdı.94
Ekonomik çöküş altında açlık başlamıştı. 1918 baharında Moskova ve Petrograd’da karneyle verilen gıda miktarı yüzde 10’a düşmüştü.95 İlk olarak milyoner Rıyabuşınski’nin savurduğu tehdidi alaycı bir şekilde tekrarlayan, Dışişleri Halk Komiseri Çiçerin’di şimdi: “Açlığın kemikli eli, Rus Devrimi’ni boğabilir.”96 Açlıkla kol kola gezen hastalıklar da iç savaş sırasında belki 7 milyon can aldı; Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı sırasında verdiği kayıplara eşitti bu sayı. lenin’in 1918’deki şu çığılığının şiddeti, bunalımın ciddiyetini doğrulamaktadır:
“Allah aşkına en enerjik ve devrimci önlemler alarak tahıl, tahıl, daha fazla tahıl gönderin... Yoksa Piter (Petrograd) yok olabilir.97
İç savaş, bu ekonomik felaket zemininde gerçekleşti. Ekim Devrimi’in geleceği için kesin bir dönüm nokrası olmuştu, ama mücadelenin sonu değildi hiçbir şekilde. Chamberlin’in dediği gibi, “İç savaşın güçlüklerine dayanabilseydi, bolşevizmin alternatifi... bir kurucu meclis açan Çernov değil... beyaz bir atın sırtında Moskova’ya giren askeri bir diktatör, bir Kolçak ya da bir Denikin olurdu.”98
Çoğu tarihçi iç savaş ile devrimi ayrı birer süreç olarak ele alır. Oysa ikisi birdi. Temmuz 1917’de bolşevikleri bastırma girişimi ve ertesi ayki Kornilov ayaklanması, devrim öncesinde iç savaşın habercileri olmuştu. devrimden tam üç gün sonra, devrimin kendisi henüz Moskova’da sallantılı durumdayken, Petrograd işçileri General Krasnov’un Kazaklarına karşı savunma için kent önlerinde siper kazıyordu; bu arada Kerenski, başkentin bir kaç mil dışındaki Tsarskoye Selo’yu ele geçirmişti bile.
Ertesi gün Albay Polkovnikov, Petrograd’daki askeri okuldan genç öğrencilerle birlikte ayaklanma başlattı. Geri püskürtülmeden önce telgraf merkezini ve Komiser Antonov’u ele geçirdiler. Antonov, güvenliklerini garanti edeceği yolundaki sözünü tuttu. Ama öğrenciler sovyetlere karşı silahlanmama sözlerini yerine getirmediler ve serbest bırakılır bırakılmaz Kızılların ellerindeki bölgeleri aşıp Don ve Kuban bölgelerindeki Beyaz direniş merkezlerine ve Beyaz orduların yeni kurulduğu Ukrayna’ya gittiler.
Öğrenci ayaklanmasından sonraki gün, sosyalist devrimci liderlerin de ekatılımıyla Krasnov’un kuvvetleri, Petrograd dışındaki Pulkovo Tepeleri’nde Kızıllarla savaştı. Krasnov yenilince Beyazlar, güneye ve doğuya gittiler. Henüz ülkenin büyük bölümünde Sovyet iktidarı yoktu ve iç savaş tam olarak sona ermemişti. Sonraki aylar boyunca özellikle Ukrayna’da çarpışmalar sürdü. Troçki, Mart 1918’de Dışişleri Komiserliği görevinden alınıp Savaş Komiseri oldu. Devrime karşı silahlı direnişleri böyle sıralayınca, Pipes’in ‘bolşevik terörü’nün, “bolşeviklere karşı herhangi bir örgütlü direnişin ortaya çıkma fırsatı bulmasından çok önce” başladığı yolundaki iddiası anlamsızlaşmaktadır.99
Aslında çoğu tarihçinin de kabul ettiği gibi Kızıl Terör, 1918 yazının sonuna kadar gerçekten başlamadı. Ama ondan üç ay önce bolşevikler, Finlandiya’da Beyazlardan acı bir terör dersi almıştı. Ekim Devrimi’ne kadar Finlandiya, 1905 Devrimi sonucunda kendi demokratik anayasasını kazanmış olmasına rağmen Rus İmparatorluğu’na bağlıydı. 1917’de sosyal demokrat çoğunluk bağımsızlıktan yana oy kullanınca, Kerenski Fin parlamentosunu dağıttı. Yeni seçimlerde sosyal demokratlar, 200 sandalyeden 92’sini kazandı, ama artık devrimci durum gelişmekteydi. Rusya’da Ekim Devrimi, Finlandiya’da bir genel grevle selamlandı. Ocak 1918’de bir halk temsilcileri konseyi kurulmuştu ve belli başlı kentlerde kızıl bayraklar dalgalanıyordu. Ama Beyaz muhafızlar bu tehdide karşılık vermek üzere hazırlanmış ve Alman birliklerinin desteğini kazanmışlardı. Çıkan kısa iç savaşta Kızıllar yenildi, ama olaylardan sonra intikam amacıyla kitlesel katliamlar yapıldı.
Helsinki’de Beyazlar, kenti sokak sokak ele geçirirken birliklerin önünde işçilerin karılarıyla çocuklarını yürütüyordu. Kadınlarla çocuklardan yüz tanesi öldü. Sokaklarda toplam 300 kadar ceset bulundu. Daha sonra 40 kadın buzların üstüne yatırılıp vuruldu. Tavastehus’ta 10.000 esir alındı ve bunların bir çoğu, “yaralıları öldürmenin kural olduğu” katliamda öldürüldü. Kuumen’de savaştan sonra 500 kişi, Rauma’da 500 kişi daha kurşuna dizildi.100 Sveaborg’da halka açık idamlar gerçekleştiriliyordu. Lahti’de ise “Bir gün içinde 200 kadar kadın kurşunlandı. Et parçaları her yere savtuluyordu.” Viipuri’de 600 Kızıl Muhafız üç sıra halinde dizilip makineli tüfeklerle öldürülmüştü.101
“...28 Nisan’dan 1 Haziran’a kadar yasadışı infazların sayısı 4745’ti, yani bu tür bütün infazların yarısından biraz daha fazla. 5-11 Mayıs arasında bu doruğa tırmandı ve günde ortalama 200 infaz gerçekleştirildi. Esir düşen ya da başka bir şekilde ele geçirilen Kızıllara yönelik yasa dışı infazlar toplam 8380’di; bunlar arasında yaşı 16’nın altında 58 kurban ve 364 de kadın vardı.”102
Ayrıca 265 de “yasal infaz” vardı, ama “resmi soruşturmalar göstermelikti” ve “suçlamalar, yasal olmayan mesnetlere oturtulmuştu.”103 Beyaz Terör bununla da bitmiyordu. Mayıs’ta 80.000 kadar esir alındı:
“Oracıkta kuruluveren hapishanelere tıkıldılar; bunlar genellikle aşırı kalabalık, sağlıksız ve en temel ihtiyaçları karşılamaktan uzaktı... Kazanan taraftan hiç kimse, esirlerinin yiyeceklerinin bitmiş olabileceğini düşünmeye gerek duymuyordu.”104
Dört ay içinde 11.738 esir, bu kasıtlı ihmal yüzünden öldü.105 Fin Beyaz Terör’ü, toplam 23.000 Kızıl öldürdüğü iddiasındaydı.106 Bolşeviklerin zihnine kazınmış ve iç savaş sırasında yüreklerini taşlaştırmış olması gereken bir yazgıydı bu. Yine de ne Pipes, ne de Sam Farber, Finlandiya’daki Beyaz Terör’den tek kelimeyle söt etmeye gerek duyuyorlar.
Beyaz Terör Fin işçilerinden hırsını alırken, Rusya’ya yönelik emperyalist müdahale de ilerlemeye başlamıştı. Amacı, Rusya’daki ekonomik ve siyasal bunalımı bolşevik rejimin paramparça olmasını sağlayacak noktaya getimekti. Ukrayna’nın Almanlar tarafından işgali, Rusya’nın savaş öncesi tahılının yüzde 80’inin bolşevik denetiminden çıkması demekti. Mart 1918’de bolşevikler, Alman işgalini onaylayan bir barış olan Brest-Litovsk Anlaşması’nı imzaladıktan sonra, Çarlık Rusyası’nın şeker kamışı tarlalarının ancak yedide biri ile kömür madeni, demir dökümhaneleri ve demir çelik fabrikalarının ancak dörtte birini ellerinde kalıyordu.107 1918’de İttifak Devletleri’nin Rusya’ya uyguladığı abluka başladı. Ertesi yılın başında “Kızıl Rusya’ya tek bir mektup, tek bir yiyecek paketi, eşya dolu tek bir paket, tek bir yabancı gazete giremiyordu.”108
Nisan 1918’de İngilizlerle Japonlar doğuda Vladivostok’u ele geçirdi. Yılın sonunda yalnızca Sibirya’da Kızıllarla savaşan 73.000 Japon askeri, 60.000 Çek askeri, 8.000 ABD askeri, 2.500 İngiliz askeri, 1.500 İtalyan askeri ve 1.000 Fransız askeri vardı.109 İç savaş boyunca bolşevikler, içlerinde bütün emperyalist güçlerin de bulunduğu 14 değişik ülkenin ordusuyla karşılandılar. Bunlar doğudan Kolçak’ın Beyaz Kuvvetlerini desteklerken, Urallar üzerinden Moskova’ya doğru akın ediyordu. Kuzeyden ngiliz ve Amerikan kuvvetleri Beyazlara destek oluyor, bir yanda da güneye, Petrograd’a gitmeye çalışıyorlardı. Güneyden Fransızlar ve başkaları, General Denikin ile Don ve Kuban Kazaklarını destekleyip kuzeye, Moskova’ya yöneliyordu. Daha sonra Polonya’da doğrudan saldıracak ve General Iudenich, Petrograd’a bir kurşun atımı kadar yaklaşacaktı. 1919’da Beyazları destekleyen 200.000’den fazla ttifak askeri vardı.110 Troçki Ağusos 1918’deki cepheyi şöyle anlatmaktadır:
Moskova’ya gittikçe daha da sıkan bir cendere... Toprağa bile panik bulaşmıştı sanki... her şey un ufak oluyordu. Tutunacak hiçbir şey kalmamıştı, durum umutsuz görünüyordu.
Son kez olmamakla birlikte bolşeviklerin elinde “artık eski Moskova Prensliği’nin boyutlarına inmiş” bir bölge kalmıştı. “Doğru dürüst ordusu yoktu; her yandan düşmanla çevriliydi.”111
Savaşın, çarpışan taraflar arasında korkunç bir simetri yarattığı söylenir çoğunlukla. Özellikle iç savaş için geçerlidir bu. Troçki, tıpkı Cromwell’in Rupert’ten öğrendiği gibi, Beyaz Kazaklardan süvari taktikleri öğrenmişti. Ve Troçki de Cromwell gibi hocasını geçti. Feci ekonomik koşullarda geçen Rus iç savaşı, iki tarafa da gözle görülür bir vahşet kazandırmıştı. Zulme karşı zulüm, Beyaz Terör’e karşı Kızıl Terör vardı. Ancak savaşın simetrisi içinde, yine savaşın açıkça ortaya çıkardığı çok önemli bir farklılık da görünüyordu: Savaşan orduların sınıfsal temelindeki farklılık. Beyaz General Krasnov, kendi ordusunun bileşimini şöyle anlatıyordu:
“Yarıdan çoğu savaşa uygun değildi. Geri kalanı da papazlardan, hemşirelerden, çeşitli işler yapan kadınlardan, karşı istihbarat servislerinin subaylarından, polislerden, varolmamış alayların komutanı olarak kaydolmuş eski albaylardan ve son olarak da çeşitli ‘kişiler’den oluşuyordu; hepsinin de şöyle ya da böyle renkli bir geçmişi vardı ve hepsi de valilik, vali yardımcılığı ya da belediye başkanlığı gibi mevkiler peşindeydi.”112
General Iudencich’in birlikleri kuzeyden Petrograd üzerine ilerlerken, “eski memurlar, eski toprak sahipleri, eski polisler, onların peşinden gitmeye kalkıyordu,” bir gözlemcinin deyimiyle.113 İç savaşın ilk evrelerinde de General Denikin Ekaterinador’u ele geçirdiğinde, Kadetlerden biri şöyle haykırmıştı: “Jandarmalarımız var evet, aslında eski, devrim öncesi jandarmalar.”114 Ekaterinador’dan çekilirken de General Denikin, sayısı 4.000’e yaklaşan ve 2.368’i eskiden subay olan (içlerinden 36’sı general, 200’ü albaydı) bir kuvvetin başında buldu kendini. Ayrıca bunların 1036’sı da eskiden çavuş ve onbaşıydı.115
ABD’nin Japonya Büyükelçisi şöyle diyordu: “Kolçak hükümeti, gericiler, monarşistler ve eski ordu görevlilerinden oluşan gözden düşmüş küçük bir grup dışında kimsenin güvenini kazanamadı Sibirya’da.” Sibirya hükümetinin, “kapitalist sanayi biçimlerini ortadan kaldırmak imkansızdır... kapitalist sanayi biçimleri var olmalı ve kapitalistlerin de bir sınıf olarak bunları yönetmesine izin verilmelidir,” biçimindeki görüşü hesaba katılınca, bu hiç şaşrıtıcı değil.116 Tabii her yerde ve her zaman Beyazların gelişi, eski toprak sahiplerinin topraklarını geri almaya ve kamçıya dayalı eski yönetime dönmeye çalışması demekti.
Beyazların önde gelen çevrelerinin toplumsal bileşimi ve eylemlerini dayandırdıkları açıkça karşı devrimci program göz önüne alınınca terörün her iki tarafça da uygulanmış olmasına rağmen en eksiksiz biçimde, çok daha büyük bir barbarlıkla, kan döküp, can alarak Beyazlar tarafından uygulandığını görmek şaşırtıcı değil. Beyazlar için mutlak bir gereklilikti bu, çünkü bolşeviklerin kazandığı başarıya benzer bir yoldan halk arasında destek toplayamıyorlardı. Beyazların denetimindeki bölgelerde ilk başta var olan demokratik yönetim görünümü de hemen terk edildi. Hem Ukrayna, hem de Sibirya’daki kısa ömürlü Kurucu Meclis’ler, yerlerini çabucak askeri diktatörlüklere bıraktı. Serge şöyle diyordu:
“Orta sınıfn demokratik partilerinin kara gericiliğin yolunu açmaktan başka birşey yapamadığı Ukrayna’da yaşanan deneyim, Sibirya’da da harfi harfine tekrarlandı. Bu partilerin iç savaşlardaki kaçınılmaz işlevleri de budur aslında, çünkü burjuvazinin tuhaflığı, kendine ait bir politikasını olmamasıdır. Her zaman iki diktatörlük arasında yer alır; proletaryanın ve gericilerin. Yazgısı, belli bir noktaya kadar bunlardan ikincisinin yolunu hazırlamak, sonra da boyu eğmektir.”117
Beyazların egemen olduğu yerde, kısa süre içinde ancak sonradan Nazilerinkine rakip olabilecek diktatörler kuruldu. “Terör ne kadar büyükse, zaferimiz o kadar büyük olur,” diyordu Kornilov. Rusya’yı kurtarmalıyız diyordu, “yarısını ateşe vermek ve tüm Rusların dörtte üçünün kanını dökmek zorunda kalsak bile.118 Zaman zaman bu tür beyanların ne anlama geldiği açıktı bolşevikler için, özellikle de iç savaşın başlarında, Beyazlar üç yük vagonunu cesetle doldurup üstüne “Taze et, istikamet Petrograd” yazdığında.119
Ağustos 1919’da Beyazlar Kiev’i geri aldığında, “Denikin’in generallerinin halk önünde yaptığı konuşmaların bazılarından Yahudi düşmanlığı zehri sızıyordu yavaş yavaş.” Bunlardan biri şöyle ant içiyordu: “Yahudi komünistlerin yüreğinde yaşayan şeytani kuvvet, yok edilecektir.”120 Bolşevik yanlısı olmayan tarihçi W. Bruce Lincoln, Denikin hakkında şunları yazıyor:
“Belirleyici özelliği... Yahudilere karşı şiddetli nefreti olan bir rejim getirdi. Ukrayna’daki Yahudilere yönelik 1919 pogromları inanılmaz bir vahşetle sürerken, bolşevizmin düşmanları, Batı dünyasının modern tarihindeki en barbarca saldırılardan bazılarını gerçekleştirdiler.”121
Bu pogromlarda “Yahudilerin bolşeviklerle özdeşleştirilmesi önemli bir rol oynadı.”
Artık ırksal ve dinsel nefretin kendiliğinden dışa dökülmesi olmaktan çıkan pogromlar, soğukkanlılıkla hesaplanmış toplu tecavüz, aşırı vahşet ve eşi görülmemiş yıkım olaylarına dönüşmüştü. Ağustos sonunda tek bir gün içinde Beyazlar, Yahudi yerleşim merkezi Kremençug’da 350 kadının ırzına geçtiler; aralarında gebe kadınlar, yeni doğurmuş kadınlar ve hatta ölmek üzere olan kadınlar da vardı.122
Kiev’deki yahudi düşmanı Kadet Şulgin, “beş altı katlı koca binalar çatıdan temele doğru kağıt gibi çöküveriyordu,” diye hatırlıyor.123 Felşin kasabasında Yahudi nüfusunun üçte biri yok edildi. Yalnızca 1919’da sırf Ukrayna’da Beyazlar, 150.000 Yahudi’yi öldürdü; ancak Nazi Soykırımı’nın geçebildiği bir rakamdı bu. Ukrayna Yahudi nüfusunun 13’te biri katledildi.124
Kolçak’ın Sibirya’sında da aynı yöntemler geçerliydi. Kadet Nikolay Ustrialov bile şöyle tanımlıyordu bu durumu: “En karanlık, en akılsızca askeri mukabele... sonsuzluğa kaymakta olan bir geçmişin takipçisidir.”125 Kolçak’a bağlı Ataman Semyanov: “Masum erkeklerle kadınlar gruplar halinde başkentin yakınlarındaki telgraf direklerine asılmıştı ve adamları, demiryolu boyundaki infaz alanlarında kurbanlarla dolu yük vagonlarını makinalı tüfeklerle tarıyordu.”126 Kolçak’ın yanında çarpışanlardan biri de, Kolçak’ın kendi görevlilerinden Baron Budberg’in ‘sadist bir haydut’ ve ‘tam ehliyetli savaş suçlusu’ diye tanımladığı van Kalmikov’du.
Bir başka Beyaz lider Baron Urgan-Sternberg’in emirleriyle, “erkekler ve kadınlar dövülerek, asılarak, kafaları kesilerek, bağırsakları dökülerek ve onları canlı birer insan olmaktan çıkarıp bir tanığın deyimiyle ‘şekilsiz bir kanlı yığın’a dönüştüren sayısız işkenceyle öldürüldüler.” Kendi askeri hekimlerinden biri bile Baron’un yazılı emirlerini şöyle niteliyordu: “Bir sapığın ve insan kanına susamış bir megolamanyağın hastalıklı beyninin ürünü.”127 Hükümetin yürütme organlarından bazı üyeler reformlar yapılmasını önerdiğinde Amiral Kolçak’ın kendisi de “masayı yumrukladı, herşeyi yere savurdu, eline bir çakı geçirip sandalyenin kollarını öfkeyle yardı” ve cevap verdi:
“Gidin başımdan. Böyle sorular sormanızı yasaklıyorum. Bugün Bakanlar Kurulu’na gidiyorum ve... ke-sin-lik-le yapılmamasını emredeceğim.”128
Kurban Kazaklarının generali Şkuro için muhafazakar bir tarihçi şunları yazmıştı: “Kendilerine verilen en büyük prim yağmaydı, ama Şkuro için nerede nasıl yağma yapılacağının özel bir önemi yoktu... birilerinin öldürülmesi gerekiyorsa onların bolşevik olmasını tercih ederdi.”129 Bu arada yine Kurban’da:
“Kadetler... gerici general Dragomirov Yahudilere karşı tam bir pogroma döüşecek baskıları başlattığında seyirci kaldılar... ve sadist General Pokrovski de penceresinin baktığı avluda ‘iştah açması için’ sosyalistleri topluca astırdı.”130
Denikin ordusunun gediklilerinden General Mai-Maevski, “en büyük zalimliği yapma yeteneğine sahipti ve toplu sekse düşkünlüğü vardı.”131 Denikin’in selefi Vrangel, kendi subaylarının birinden, Slasçev’den şöyle bahsediyor: “Uyuşturucu ve alkole fena halde müptela.” Slasçev’in karargahını ziyaretinde Vrangel, kenarları sırma ve kürkle çevrili uzun beyaz Türk kaftanından fantezi bir üniforma içinde bir sürü içkü şişesi arasına sere serpe uzanmış durumda bulmuştu onu. “Orada” diyordu Vrangel,
“Bir turna ile bir kuzgun, bir kırlangıç ve bir de sığırcık vardı... oradan oraya uçuşup sahiplerinin kafasına ve omuzlarına tünüyorlardı... Tamamen aklı başından gitmiş bir adamla uğraşıyordum.”132
Beyazlar safının bütün varlığı - toplumsal bileşimi, politikaları, yöntemleri ve önde gelen kişilerinin karakterleri, Kızılların toplumsal profiliyle tam bir zıtlık içindedir. Bu yaşamsal farklılıklar anlaşılmadan, bolşeviklerin iç savaşı nasıl kazandığını açıklamak olanaksızdır. Bizzat Beyazların bile kendi rejimleriyle Kızıllar arasındaki yaşamsal farklılığı kabul ettiğini bir çok kez görüyoruz. Kolçak’ın Savaş Bakanlığı’na sunulan ve ordularından birinin durumuna ilişkin ayrıntılı bilgi veren resmi bir raporda şöyle denmektedir:
“Ataman Krasilnokov tümüyle yararsız, kendini yalnızca içkiye ve uygunsuz davranışlara vermiş; subayları da aynı şekilde davranıyor: Askerler hırsızlık ve kadınlara sarkıntılık amacıyla keyfi aramalar yapıyor. Halkın tümü bolşevizmi istiyor. Durum, kritik.”133
Sibirya’da ABD’li General Graves, “bolşevik kelimesi... Rusya’da otokrasinin yeniden iktidara gelmesine... izin vermeyen insan anlamına geliyor,” diyordu. “Devlet memur ve asker sınıfları dışında Omsk (Kolçak) hükümetinin yüzde birden az yandaşı vardı,” demeye devam ediyordu.134 Kadetlerden Ustriyalov, Omsk’ta “yoksullar bolşevikleri açıkça destekliyor ve gelmelerini bekliyor” diye bildirmişti.135
Diğer Beyaz bölgelerinde de durum aşağı yukarı aynıydı. Kuzey Toprakları’nda sosyalist devrimci Boris sokolov, “Arhangelsk ve köylerdeki halkın duyguları, nüfusun çoğunluğunun bolşeviklere sempati duyduğuna inandırdı beni” demişti.136 Kuzeydeki, Beyaz yönetimini destekleyen bir başkası, “halk kitleleri bolşevizme yöneliyor” diye itiraf ediyordu.137 Chamberlin de güneydeki Denikin rejimi hakkında şunları söylemektedir:
“Bütün eksiklerine rağmen Sovyet rejimi, İnogorodni (yabancılar, Kazak olamayan ve hakları kısıtlı köylüler) kitleleri arasında popülerdi; bunlar Kazak Radası’nın (parlamento) iktidara dönmesinin yalnızca Kazaklara ait bol miktarda mülke el koyma düşlerinin sonu olacağından değil, aynı zamanda çok kanlı bir intikam ve baskı dönemini başlatacağından haklı olarak korkuyorlardı.”138
Denikin kendi valilerini şöyle anlatmaktadır:
“Gerçekleşen ayaklanmaya psikoloji, dünya görüşü ve alışkanlıklar bakımından öyle yabancıydılar ki, onu ne anlayabiliyor, ne de onla başa çıkabiliyorlardı. Onlara göre herşey geçmişteydi ve biçim ve ruh olarak bu geçmişi yeniden canlandırmaya çalışıyorlardı. Onların peşinde de eski rejimin daha alt düzeyden temsilcileri vardı; bunların bir bölümü devrimden dolayı korku içinde, bir bölümü de kırgınlık ve kin doluydu.”139
Chamberlin, “Beyazların yenilgisinin temel nedeni”nin, son aşamada Denikin’in halkın desteğini alamaması olduğunu kabul etmektedir.140
Bolşeviklerin işçilerle köylülere farklı tutumunun yanında Beyazların sosyal politikasında Kızılların zaferine katkıda bulunan başka bir yaşamsal fark daha vardı: Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına karşı tutum. Tabii ki Beyazlar, böyle bir hakka kesinlikle karşıydılar. Durmadan ortaya attıkları slogan, “Rusya büyük, birleşik ve bölünmez olacaktır”dı. Beyazların büyük Rus şovenizmi, davalarının sonunu hazılayacağı açık da olsa, kaçınılmaz olarak böyle bir tavır almalarına yol açıyordu.
Kuzeybatıda, ‘büyük bölünmez Rusya’ düşüncesine takmış Beyazların, Petrograd’a karşı harekatlarda kendileriyle işbirliği yapmaları beklenebilecek olan Finlandiya ile Estonya’nın bağımsızlığını tanımayı inatla reddetmesi, yenilgilerinde gözden kaçırılmayacak nedenlerden biriydi.141
Rusya’nın batısında General Kont Rudiger von der Goltz’un komuta ettiği Beyaz ordu:
“Letonyalılar, Estonyalılar ve bolşeviklere yönelik zulmüyle nam salmıştı. Bazılarının ‘Nazizmin ileri kolu’ diye andığı Freikorps birlikleri... bir ngiliz diplomatın ‘gerçek terör dönemi’ diye adlandırdığı ve yalnızca Riga’da 3.000 Letonyalının hayatından sorumlu olan eylemleri gerçekleştirdi.”142
Güneyde:
“Denetimi altındaki topraklarda nüfusun büyük bölümünün Rus olması ve askeri zafer beklentilerinin de büyük ölçüde Ukraynalılar ile Polonyalılar, Gürcüler ve Kafkas kabileleriyle uzlaşma sağlamasına bağlı olması, Denikin’in talihsizliğiydi; Hiç de ona göre olmayan bir işti bu...”143
Zaten Denikin, Ukrayna dilinin öğretilmesini yasaklamıştı. Beyaz bölgelerinin nüfusları arasında bu kadar antipati topladıktan sonra, yerli, Rus ya da yabancı müdalaheciler olsun, çoğu zaman Beyaz orduların üyeleri arasında da benzer tutumların gelişmiş olması pek şaşırtıcı değil. Tabii Kızıl Ordu’dan da kaçanlar ve Beyazlara katılanlar olmuştu. Ama Beyaz birlikler arasında bu tür olaylar çok daha fazlaydı. 1919’da Kuzey Rusya’da iki hafta içinde Beyaz birliklerin neredeyse yarısı, 6.000 kadar kişi, komutanlarının kendilerine tercih hakkı tanıması üzerine Kızıllara katıldı. Bütün bir alay, topluca gidiyordu. Aynı sıralarda bölgedeki ngiliz ve Fransız birliklerinde de isyan çıkmış ve ABD’li bir çavuş günlüğüne şöyle yazmıştı:
“Burada halkın çoğunluğu Bololara (bolşeviklere) sempati duyuyor. Onları suçlamıyorum, aslında ben de onda dokuz Boloyum.”144
Bir kızıl subay, hayatını tehlikeye atarak Kolçak’a katıldı. Ama herkesi etkisine almış disiplinsizlik ve sefillik karşısında öyle tiksinti duydu ki, kendi anlatımına göre sarhoş bir subayın karşısına çıkan ilk komiser tarafından vurulacağı Kızıl Ordu’yla keskin bir karşıtlık gördüğünü söyledi. Chamberlin şu sonuca varıyor:
“Bütün Komünistler de ermiş ya da püriten değildi elbette. Ama genel davranışları ve ahlakları, karşıtlarına göre daha iyi görünüyordu.”145
Kolçak rejiminin sonlarına doğru diktatörün kişisel korumaları bile aynı sonuca varmıştı: Kolçak’ın, ardından gitmeye devam etmek ya da bolşeviklere katılmak arasında özgür tercih hakkı tanındığında, “Sadakatlerine kesin inanç duyduğu adamlar bolşeviklere katılarak bu güveninin karşılığını verdiler.”146
İşte iç savaşın sonlarında Beyaz safları böyle dağıldı. Ama bu zaferi kazanabilmek için bolşevikler de en büyük fedakarlıklara katlanmak ve işçi-köylü kitlelerinden de en büyük fedakarlıkları talep etmek durumunda kalmıştı.
1918’de ülkedeki ekonomik çöküntü, yabancı müdahalesi ile ablukanın dayattığı aralıksız baskı ve Beyaz Terör’ün ürkütücü vahşeti, iç savaşı kazanmak için gereken fedakarlıkların, yalnızca normal politik tartışma yöntemleriyle zamanında yapılmış olmayacağı ya da olamayacağı anlamına geliyordu.
Sosyalist devrimciler bolşevikleri katlederken, sırf yaptıkları hatayı onlara göstermek için siyasal yeniden eğitim yöntemine güvenmek, intihar olurdu. Beyazlar köylünün kafasına silahı, çoğunluğun gırtlağına süngüyü dayamışken, köylüyü beyazlarla dövüşmeye ikna etmek için hiçbir türden siyasal propaganda tek başına yeterli olamazdı. Emperyalist ordular Moskova’ya yaklaşırken zorunlu askere alma bir gereklilikti, çünkü disiplinli, yaygın tam bir siyasal bilince sahip silahlı bir nüfusu onları karşılamaya hazırlanacak biçimde örgütlemeye zaman yoktu. On yıllık bir soluklanma böyle bir silahlı nüfus yaratabilirdi belki, ama bolşeviklerin zamanı haftalarla ölçülüyordu. Kentler açlıktan kırılırken köylünün, çok daha büyük bir ödül olan makineler karşılığında tahıl vermesi sağlanabilirdi belki -ama bunun için de Almanya’da devrim ya da en azından sanayinin canlanması lazımdı. Her iki koşul da olmadığına göre, işçi devleti ile onun Kolçak ve Denikin’in ellerinde yok olması arasında bir tek şey duruyordu, tahıla el koyulması.
Gönüllülük ve zorunluluk arasındaki bu diyalektik kuşkusuz her işçi devriminin bir yönünü oluşturmaktadır. Otuz yılı aşkın bir süre önce Tony Cliff, bu durumu şöyle açıklamıştı:
“Kapitalizmde disiplin, sermayenin dışarıdan dayattığı zorlayıcı bir güç olarak çıkar işçinin karşısına. Sosyalizmde disiplin, bilinçliliğin sonucu olacak, özgür insanların alışkanlığı olacaktır. Geçiş döneminde ise iki unsurdan kaynaklanır: Bilinçlilik ve zorlama. Üretim araçlarının işçiler tarafından kolektif mülkiyet altına alınması, yani üretim araçlarının işçi devletinin mülkiyetinde olması, emeğin disiplinindeki bilinç unsurunun temelini oluşturacaktır. Aynı zamanda işçi sınıfı da kolektif bir yapı olarak kurumları -sovyetler, sendikalar vb.- aracılığıyla üretim içinde tek tek işçilerin disiplini konusunda zorlayıcı bir güç olarak belirecektir.
“Birey ile kolektif arasındaki bu çelişki, iknayı çirkin karşıtıyla, zorlamayla birleştirme gereği, işçi sınıfının, kapitalist barbarlıkla savaşmak için kapitalizmden kalan barbarca yöntemleri kaçınılmaz olarak kullanması, kapitalizmde işçilerin manevi alanda özgür olmadığının ve tam anlamıyla insan mertebesine ulaşmak için uzun bir tarihsel dönemden geçmeleri gerektiğinin bir başka kanıtıdır.”147
İşçi sınıfının nüfus içinde azınlık oluşturduğu, sanayinin yıllarca süren savaşta ve Beyazlarla emperyalistlerin kuşatması altında yıkıma uğradığı bir ülkede, denge, gittikçe daha çok zorlanmaya doğru bozuldu. Bolşeviklerin yolu her adımda sıkıntıyla ve kendini dayatan zorunluluklarla doluydu. Her zorlama unsuru, tek alternatif karşı devrimin zaferi olduğu için, uygulanan acil bir önlemdi. Bir çok işçi ve köylünün Savaş Komünizmi rejimi altında yaşadığı engellemelere rağmen o rejimi Beyazlara karşı savunmak için ölümüne savaşmasının altında yatan neden, bu gerçeğin kavranmasıydı. Savaş Komünizmi rejiminin her yanında en gaddarca baskı biçimlerinin, en dikkate değer kahramanlık eylemleriyle iç içe geçmiş olmasının nedeni de buydu.
Ekonomi alanında bolşeviklerin Ekim Devrimi’nden sonra hemen uyguladığı önlemler ılımlıydı. Toptan devletleştirme istemiyorlardı ve fabrikalardaki işçi denetiminin mevcut fabrika sahiplerini zorlayıp ikna etmesini sağlayacak bir durumu yavaş yavaş deneyip sistemleştirmekten memnundular. S. A. Smith’in, fabrikalarda işçi denetimine ilişkin ayrıntılı çalışması Red Petrograd’da ( Kızıl Petrograd) yazdığı gibi:
“Bu tuhaf gerçek, Batılı tarihçilerin, iflah olmaz merkeziyetçi Lenin’in iktidarı eline geçirir geçirmez ‘sendikalist’ fabrika komitelerini ezmeye kalkıştığı iddiasını anlamsız kılmaktadır.”148
Tabii işçilerin artık devlet aygıtının denetimini almış olması, karma şirketlerin zorlukla gelişebileceği sınırları çizmeye yarayan güçlü bir silahı ellerine geçirdikleri anlamlna geliyordu. şçi devleti iktidarının sanayiyi yapılandırmada kullanılmasını ilk isteyen, yerel fabrika komiteleri oluşmuştu. Her şeyin ötesinde bunlar, fabrikalardaki işçi denetiminin tüm ekonomide işçi denetimiyle tamamlanmasının zorunlu olduğunu anlamıştı. Zaten devrimin hemen ertesinde de Tüm Rusya Fabrika Komiteleri Konseyi, ekonomiyi düzenlemek için merkezi aygıt kurulmasını gerektiren bir kararname talep etti, Lenin’in işçi denetimine ilişkin kararnamesi, bu talebi yumuşattı.149
Sendikaların rolü konusundaki tartışmada da, farklı işçi örgütleri arasında rekabetin sonucu olarak hüküm süren anarşiye son vermeye yönelik bir dürtü görülebilir. Fabrika komitelerinin sendikalar tarafından yutulması, komiteleri etkisizleştirmeye yönelik bir bolşevik tezgahı olarak yansıtılmıştır hep. Aslında bu, devrim sırasında türeyen bir sürü örgüte akılcı bir çerçeve kazandırma ve komitelerin yapısındaki yerelliğin üstesinden gelme doğrultusunda tabanlardaki militanlardan gelen talebin bir bölümüydü. İlk Bütün Rusya Sendikalar Kongresi’nde komiteleri sendikalara katma önerisi karşısında yanlızca altı oy çıkmıştı. Hem bolşevikler, hem de menşevikler bu birleşme doğrultusunda oy kullandı.150 Petrograd fabrika komitesi de Ocak 1918’deki altıncı ve son toplantısında birleşmeyi onayladı. Komitelerin sendikalara katılması, sendikalara her fabrikadaki komitenin bir parçası olarak üretimi denetleme rolü vererek onların işlevini genişletti.151
Bütün bunlar, bir işçi devletinin ekonomisini nasıl örgütleyeceğine ilişkin son derece sağlıklı tartışmalardır. Bu noktada ekonomik yapı, rejime hızla dayatılacak olan toptan devlet denetiminin çok uzağındadır henüz. Devriminin gücünü toparlayabilmesi için bir soluklanma arası verme gereği, Lenin’in devrimin hemen ertesinde savunduğu devletçe düzenlenmiş kapitalizm stratejisinin özünü oluşturuyordu. Çok büyük iki göç, bolşevikleri bu “reformist” yoldan ayrılmaya zorladı.
Bunlardan biri kapitalistlerin, kalan güçlerini sistemi çalışmaz hale getirmek için kullanmasıydı. 1917’nin sonunda Bütün Rusya İşverenler Kongresi, “yönetime aktif müdahale yoluyla denetim sağlayan fabrikalar kapatılacak,” demişti.152 Bunu izleyen fabrika kapatma dalgasına işçilerin doğal tepkisi, devletlerinin fabrikalarına el koyması oldu. Dolayısıyla, Temmuz 1918’e kadar devletleştirilen şirketlerin yalnızca beşte biri devlet insiyatifiyle, beşte dördü de yerel komitelerin insiyatifiyle devletleştirilmişti.153 Ama ikinci bir etken olmasaydı, rejimi izlediği yoldan ayırmaya Rusya kapitalistlerinin tek başına gücü yetmezdi.Bu etken, iç savaşın başlaması ve ittifak halindeki müdahaleydi. Bir ekonomi tarihçisi silahlı tehdidin etkisini şöyle anlatıyor:
Patlak veren iç savaş atmosferinde sermaye ile proletarya diktatörlüğünün her türlü ortak çabası (işçi denetimi, anonim şirketler vb), hızla sönüp giden bir Ütopya olarak görünüyor.
“Dünya sermayesinin, Rusya’da tükenmekte olan karşı devrimci direnişe yeni bir güç veren müdahalesi, proletaryaya da yeni şeyler dayattı: Büyük ölçekli sermayenin ve genelde sermayenin amansızca devletleştirilmesi, hakim sınıfların mülklerine el konması, pazarın bastırılması ve sırtını pazarın alt edilmesi ile kullanılmasına dayamış, bütün proletaryayı kapsayan bir politik ekonomi örgütlenmesine gidilmesi.”154
Demek ki, Savaş Komünizmi sırasındaki devletleştirmeler, Sam Farber ve başkalarının iddia ettiği gibi özü gereği anti-demokratik olan bolşevik politikasının bir örneği değil, bolşeviklerin izlemeyi tercih edeceği daha yavaş, daha ölçülü bir yoldan keskin bir biçimde ayrılmalarını gerektiren, bu duruma özgü bir önlemmiş. Aslında Haziran 1918’de bütün ağır sanayinin ve anonim şirketlerin devletleştirilmesi, Brest-Litovsk Anlaşması’nın, 1 Temmuz’a kadar şirketleri devletleştirmemiş olan Alman yatırımcılara tazminat ödenmesini gerektiren hükmünü uygulamaktan kurtulmak için aceleyle alınmış bir önlemdi.155 Bruce Lincoln, bolşeviklerin Ulusal Ekonomi Yüksek Konseyi’nin yaptıklarını, “çok az bir tutarlı planlama yansıtıyor,” diye özetlemektedir. Kararları, ancak çok az durumda içeriden oluşturuluyordu:
“Yüksek Konsey’in yaptığı daha çok, fabrikaların anti-bolşevik yöneticilerce kapatılmasını önlemek ya da kaba bir şekilde tasarlanmış yerel müsadereleri dengelemekti... Yüksek Konsey’in Rusya’daki sanayileri devletleştirme yolunda ilk girişimleri, bolşeviklerin kendini savunma ve ayakta kalma konusundaki derin kaygısından kaynaklanıyordu olsa olsa.”156
Bolşevik lider Milyutin, şunları yazmıştı: “Devletleştirme süreci aşağıdan işledi ve sovyet liderleri, yerel örgütlerin kendi başına devletleştirmeye kalkışmasını yasaklayan onca emre rağmen bu gidişe yetişemedi, dizginleri ele alamadı.”157 Lenin, devletleştirme politikasının işçi devletine yıktığı korkunç yükün farkındaydı. Nisan 1918’de, “sermayeye bu bedelle el koymaya devam edersek, kesin olarak yeniliriz,” demişti.158
Beyazlarla emperyalistlerin rejim üzerindeki baskısı arttıkça, bir kuşatma ekonomisi de o kadar kaçınılmaz oluyordu. İç savaşla birlikte daha sıkı bir işçi disiplini ve fabrikaları işleten komünistlerin yerine “tek adam yönetimi”nin geçmesi gerekti. Her iki süreç de savaşla başa baş gidiyordu. 1919’da Rusya’daki şirketlerin yalnız yüzde 10,8’i tek adam yönetimi altındaydı. Bu oran, ertesi yıl içinde hızla yükseldi. Ama bu durumda bile 1920’de Petrograd’da, 200’den fazla işçi çalıştıran fabrikaların ancak yüzde 31’i tek adam yönetimine girmişti.159 İşçi disiplini, iç savaş sırasında da sıklaştı, ama S. A. Smith’in dediği gibi:
“1918 boyunca işletme içindeki otorite ilişkilerinde dönüşüm yaratma isteği, yerini verimliliği artırma güdüsüne bıraktı... Yine de bunu, bolşevik partinin fabrika komitelerine karşı zaferi olarak göremiyor insan. Baştan beri komiteler, hem üretimi sürdürüp, hem de fabrika hayatını demokratikleştirmeye adamıştı kendilerini, ama sanayi öyle bir durumdaydı ki, bu iki hedef birbiriyle çelişir olmuştu. Genelde fabrika komiteleri, üretime öncelik verilmesine rıza gösterdiler: Daha sıkı bir işgücü disiplinine yönelik teşvikleri kabul ettiler, hatta bunlara ön ayak oldular.”160
Kasaba ve kentlerde işçiler, Savaş Komünizmi’nin sertliklerini, memnuniyetle olmasa da devrimi savunmak için gerekli diye kabul ettiler. Ama kentlilerin ötesinde köylüler, ayrı bir sorundu. Kırsal kesimde gıdaya el koyma -köylülerin tahılını, çoğu zaman zor kullanarak alınması- açlık hayaletini savmak için kaçınılmaz olmuştu. Gıdalara el konması, Sam Farber’ın öne sürdüğü gibi “pazara baskı uygulama” yolunda dogmatik bir girişim değil, çaresizlikten kaynaklanan bir eylemdi. Bolşevikler, başka hiçbir nedenle değilse bile, devletin tüm yapısının dayandığı işçi-köylü ittifakını yıkma tehdidini getirdiği için kaçınmak isterlerdi bundan. İaşe Halk Komiseri Tsiurupa’nın belirttiği gibi:
Yanlız iki olasılık var, ya açlıktan öleceğiz ya da (köylü ekonomisini) bir ölçüde zayıflatıp geçici sıkıntılarımızdan kurtulmayı başaracağız.161
Bolşevikler, sürekli devrim perspektifinin ışığında köylü sorununa şu çözümü tercih ederdi: Köylülerin verimliliğini artırmak ve onları işçi sınıfının yönetimine bağlamak için kentlerin sanayi gücünün kullanılması. Köylülerin de isteğiydi bu. 1920’deki Sekizinci Sovyetler Kongresi’nde köylü delegelerce dile getirilmişti:
“Bütün toprağı ekmemizi istiyorsanız... tuz ve demir verin bize. Başka bir şey söylemeyeceğim”. At, tekerlek,tırpan gerek bize, diye yankılandı başka sesler. Aletlerimizle barakalarımızı onarmak için metal verin bize...”162
Basit bir istekti bu, ama iç savaş koşullarında bir değişiklik ve Avrupa’da devrim olmaksızın bolşeviklerin karşılayamadığı bir istek. Diğer tek alternatif, tahıla el koyup yolları kesmeleri için kentlerden birlikler göndermekti. 1918’de aşe Halk Komiserliği’ne yağan telgrafların gösterdiği gibi, kasabalarla kentlerden tahıl diye çığlıklar geliyordu:
EKMEĞİMİZ YOK. DURUM ÜMİTSİZ. AÇLIK HÜKÜM SÜRÜYOR.-19 Mayıs, Pokrov köyünden.
GIDA KAYNAKLARI BAKIMINDAN YAROSLAV İLİ, KESİNLİKLE EŞİ GÖRÜLMEMİŞ, FELAKET BİR DURUMDA. İKİ HAFTADIR HİÇ TAHIL GELMEDİ. -24 Mayıs, Yarsolav il merkezinden.
AÇLIK İÇİNDEKİ İŞÇİLER MAKİNELERİN ÜSTÜNE YIĞILIYOR... EKMEK GÖNDERMENİZ İÇİN YALVARIYORUZ SİZE... BU BİR TEHDİT DEĞİL, SON BİR ÜMTSİZLİK ÇIĞLIĞIDIR. -25 Mayıs, Vıska kasabasından.163
Bu politikanın ardında yatan çaresizliğe, Lenin’in Temmuz 1918’deki çağrısından daha iyi bir yanıt olamaz; Lenin boş fabrikalarda oturup açlıktan ölmenin bir “suç” ve “aptallık” olduğunda ısrar ederek Petrograd işçilerini “on binler halinde Urallar’a, Volga’ya ve güneye” gitmeye yöneltmişti. Açlıktan ölümü önlemek için devrimin sınıf temelini bilinçli olarak yıkmak üzücü bir zorunluluktu. Eylül 1918’de Petrograd işgücü, 1917’deki rakamın yüzde 30 altına düşmüştü.164 Çok riskli bir politikaydı bu. Kırsal alan, köylü ayaklanmalarıyla alevler içinde, tahıla el koymaya giden birlikler her an pusuya düşürülüp öldürülme tehlikesi altındaydı. Ama aşe Komiserliği’nde bir görevlinin haykırdığı gibi:
Ne sanıyorsunuz, İaşe Halk Komiserliği kendi keyfi için mi yapıyor bunu? Hayır, yeterince yiyecek olmadığı için yapıyor.165
Tahıl oradaydı tabii: “Yaz ortasında (1918) bolşeviklerin küçülen topraklarındaki Kulak (zengin köylü) ambarlarında hala 1917 hasatından dörtte üç milyon ton, artı önceki yıllardan kalma çok daha fazla tahıl vardı.”166
Tahıla el koyma politikasına işlerlik kazandırmak için köylerin yoksullarıyla zengin köylüler arasındaki farkı öne çıkarmak da gerekiyordu. Bunlardan birincisinin işçilerden yana olma olasılığı daha yüksekti. Bolşeviklerin örgütlediği Yoksul Köylü Komiteleri, kısa vadede birleşik köy cephesini iki düşman kampa bölüp yiyeceklere el koymakla görevli birliklere yardımcı oldu. Ama sonunda, bolşeviklerin yeniden toprak dağıtımının başarısı uğruna kurban edildiler. Çok zengin köylülerin ve yoksul köylülerin sayısını azaltarak bu yolla birleşik köylüler cephesinin bileşimi yeniden düzenlendi. İç savaşın sonunda tahıla el koyma politikası çok yıpranmış durumdaydı: Yeni Ekonomik Politika (NEP), köylüler ile işçi devleti arasındaki ilişkilere yeni bir dayanak bulma gereğinin kabul edilmesiydi.
Hem toptan devletleştirme, hem de tahıla el koyma, koşulların bolşeviklere dayattığı birer geri adımdı. Bolşeviklerin başarısı, bir ölçüde zorunluluğu kabul edip onunla yüzleşmelerine dayanıyordu. Ancak zaman zaman da bu zorunluluğu kendi başına bir erdem haline getirip iç savaş sırasındaki katı önlemlerin sosyalizmin doruğu olduğunu iddia etme eğilimi gösteriyorlardı. Bir ölçüde anlaşılabilirdi bu; zorunluluğun milyonlar tarafından anlaşılabilmesi için her politikanın bir retorik gücü olmalıdır. Ama tarihçilerden, özellikle de marksistlerden beklenen, öz ile sözü birbirinden ayırmaktır. Sam Farber ve Robin Blackburn’un beceremediği de işte tam budur. Bunun yerine Lenin’in ya da Troçki’nin savaşın ortasındaki emirlerini alıp, olaylara ilişkin düşünülüp tasarlanmış birer analiz olarak sunuyorlar.167
Kızıl Ordu, siyasal bilinç ile koşulların dayatmasından doğanzorlama arasındaki çelişkiyi iç savaş yılları boyunca başka bütün kurumlardan daha fazla barındırdı. Bir yandan, Kızıl Ordunun oluşumu bir geri adımdı: Gönüllü değil, Zorunlu asker alan bir orduydu; subaylar seçilmiyor, atanıyordu; binlerce eski Çarlık subayı atanmıştı; idamı da içeren sert bir askeri disiplin vardı; bazen bütün bir birliğin gerçekleştirdiği firarlar ve zulümler oluyordu. Ama Kızıl Ordu aynı zamanda muazzam bir sosyalist bilinçle doluydu. Zorunlu askere alma, bir köylü ülkesinde kitle ordusu kurmak için gerekli görülmüş olabilir, ama en tehlikeli görevler için tekrara tekrar gönüllü olanlar, en aktif ve sınıf bilinci en yüksek işçilerdir (herkesten önce bolşeviklerdi).1919’da binlerce kişi Denikin’e karşı savaşmaktansa ordudan ayrıldı, ama ‘parti haftaları’ sırasında daha binlercesi katıldı orduya; o zamanlar, bir merkez komitesi bülteninde dendiği gibi, ‘Bu koşullarda parti kartı almak, partiye kaydolmak, bir ölçüde Denikin’in darağaçları için aday olmak demektir. ‘1920’de Varşova’ya yönelen saldırıda Kızıl Ordu, kuvvetlerinin yüzde 33’ünü kaybetti ama ordunun ‘kemikleşmiş Bolşevikleri’nin yaklaşık yüzde 90’ı yaşamını yitirdi.
Kızıl Ordu disiplini sertti, ama herkesten çok subaylar ve komiseler için sert. Firardan sonra Kızıl Ordu’ya dönen sıradan askerler çoğunlukla yemin ettirilip geri alınıyordu; Firar eden birliklerin komiserleri çoğu zaman vurulurdu. Kızıl Ordu’da yağma yasaktı. Yahudi düşmanlığı ve pogromlar, Beyaz ordularda yaygındı; Kızıl Ordu’da Yahudi düşmanı yayınlar yasaktı. Ukrayna’da Yahudi bölgelerin halkları topluca hatlarının gerisinde yaşar, onlar ilerledikçe çekilirdi.
Beyaz Ordu’nun Kızıl Ordu’daki okuma-yazma ve eğitim gruplarından kurulabileceğini kim hayal edebilir? Beyaz Kazakların, arkadakiler ilerlerken bir yandan okuma öğrensin diye ön sıradaki süvari saflarının arkasına harf panoları koyduğunu kim görmüş? Ve Kızıl Ordu’nun şu yürüyüş marşı gibi bir şeyin Beyaz Ordu’dan çıktığını kim görebilirdi?
“İki gün ders, sonra bir hafta savaş,
İki gün kalemlerle, bir hafta süngülerle.”168
İki ordu arasındaki farklılık köylüleri de etkilmiyor değildi. Güneyde Beyaz Ordu’ya ‘Grabamarmiya’, yani çapulcu ordu adını takmışlardı. Hem güneyde, hem de doğuda, Kızılların düzenli aralıklarla gelip mallarına el koymasını, Beyazların vahşi yağmalarına tercih eder olmuşlardı. Beyazlarla Kızılların sınıf programı arasındaki farklılık, hem halkın her iki tarafa verdiği desteği, hem de Kızıl ve Beyaz orduların moralini kesin biçimde etkiliyordu. Kuşkusuz bir çok köylü, Bolşeviklerin tahıla el koyma politikasına büyük tepki duyuyor ve sık sık onlara karşı ayaklanıyordu, ama tahıla el konması karşısında duydukları nefret toprağın yeniden eski toprak sahiplerinin mülkiyetine girebileceği düşüncesi karşısında duyduları nefret kadar derin değildi. Kızıl birlikler de zulüm yapıyordu elbet, ama bu, beyazlarda olduğu gibi “Kızıl komutanların politikası” değildi. Bolşeviklerin sosyal politikası, işçilerle köylülerin güvenini kazanmak için başka zeminler sağlıyordu, oysa Beyazlar, ancak kaba güce dayanabilirdi sırtlarını. Kızıl terör kuşkusuz vahşiceydi, ama Beyaz terör gibi cılız ve gözden düşmüş eski düzen adına işçi ve köylü kitlelerine yönelmiş değildi. Kentlerde Kızıllar, iç savaş dönemi boyunca kitlelerin çoşkulu ve bölünmemiş bağlılığıyla karşılaştı.
Kızıl Ordu, iç savaşın çelişkilerini tipik biçimde temsil ediyorsa, Kızıl Terör de bu çelişkileri uçlara götürmüştür. Hiç kuşkusuz her işçi devrimi eski kapitalist sınıf ile onun devletinin kalıntıları tarafından düzenlenecek karşı devrimci ayaklanmaları ve sabotajları bastırmak için kuvvet kullanmaya gerek duyacaktır. Kızıl Terör ilk olarak bu insanlara yönelmişti. Chamberlin, şöyle diyor:
“Beyaz Rusya’da da terör, her yerde hüküm süren casusluk, sık sık görülen idamlar, kalabalık hapishaneler vardı. Temel farklılık bir yanda Moskova ile Petograd’ın öbür yanda Omsk ile Rostov’un hapishanelerinde karşımıza çıkacak insanların tiplerindeydi. Çeka’nın baskınları esas olarak zengin ve orta sınıflara yönelikti. Beyaz polis ise daha çok işçileri ve yoksul sınıflardan insanları topluyordu.”169
Kızıl Terör’ün ilk andaki nedenlerinden biri Rus beyazlarının düzenleyip emperyalist güçlerin desteklediği çeşitli karşı devrimci komplolardı. Örneğin Britanya’nın Moskova’daki temsilcisi R. H. Bruce Lockhart, bolşevikleri devirmek için giriştiği başarısız askeri darbeden sonra Kerenski’nin Rusya’dan kaçmasına yardımcı olmuştu. Ayrıca kendisinin de kabul ettiği gibi Bruce Lockhart, bolşevik karşıtı gruplara para taşıyordu. ngiliz istihbarat ajanı Sidney Reilly, “Moskova’da bir karşı devrim başlatabileceği”170 konusunda Lockhart’ı iknaya çalışmış, ama başaramamıştı. Ama Reilly’e göre planın bir bölümü, Ağustos 1918’de vaktinden önce uygulanmaya kondu: Sosyalist devrimci Fanny Kaplan, Lenin’e yakın mesafeden iki el ateş ederek onu ölümün eşiğine getirdi. Daha önceden Reilly, Troçki’nin Dışişleri Bakanlığı’ndaki belgeler ulaşabilen bir sovyet memuru olarak kabul ettirmişti kendini. Bir başka İngiliz ajanı George Hill de Troçki’nin askeri danışmanı olmuştu.171 Bütün İngiliz gizli servisi:
“Bütçesinin en büyük bölümünü Rusya’ya ayırmıştı....şebekeler kurma, karşı devrimcileri finanse etme ve bolşevik belasını tam büyümeden ezmek için bütün güçlerini kullanma konusunda fiilen inisiyatif vererek en iyi ajanların-ülkeyi ve halkını uzun zamandır tanıyan, Rusçayı çok akıcı kulanan kişilerdi bunlar-Moskova ile Petrograd’a gönderdi.”172
Ama Kızıl Terör bu grupların ötesine de geçti. Bir kez daha Kızıl Terör’ün kapsamının nihai nedeni, Rus işçi sınıfının tek başına bırakılmasında yatmakatadır. Köylüler denizi, karşı devrimin içinde yüzdüğü unsurdu. Köylüleri temsil iddiasındaki sosyalist devrimciler’ler kızıl hatlar ardında karşı devrimin önde gelen destekçileriydi. Devrimi kırsal alanda tahıl saklayan köylülere karşı para değil güç kullanmak zorunda bırakanda onun yoksulluğuydu.
Kışlık Saray’da yakalanıp afla salıverilmelerinden iki gün sonra (sosyalist devrimci destekli) askeri öğrencilerin ya da Kurucu Meclis dağıtıldığı sırada sosyalist devrimcilerin yaptığı türden suikast ve karşı devrim girişimleriyle karşı karşıyaydı bolşevikler. Lenin, devrimin halka ateş açmaya kadar varacak ve halka ateş açmayı da içeren bir terör uygulamak zorunda kalabileceği gerçeğini hiçbir zaman saklamaya ya da maskelemeye çalışmadı. Devrim ile karşı devrim arasındaki mücadelede her iki taraftan da insanlar davaları uğruna ölmeye hazırdı: Bırakın affı, hapis bile pek çok karşı devrimciyi caydırmayacaktı.
“İdam mangası olmadan nasıl devrim yapılır? Silahlarınızı bırakarak düşmanlarınızla başa çıkabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Başka ne tür baskı araçları var elinizde? Hapis mi? Her iki tarafında kazanmaya umduğu bir iç savaşta kimse umursamaz bunu.”173
Burada Lenin, Fransız Devrimi’nin izinden gidiyordu; Fransız Devrimi de yabancı işgalin ve köylülerden gelen karşı devrimci baskıların etkisiyle varlığını sürdürebilmek için en karanlık anlarında terör uygulamıştı. Marks da 1848’de, “karşı devrimin kan emiciliği”ne tepki olarak “eski toplumun kan revan içinde can çekişmesini ve yeni toplumun doğum sancılarını kısa kesmenin kolaylaştırmanın ve sınırlandırmanın tek bir yolu vardır, bir tek yol -devrimci terör,” diyordu.174
Aralık 1917’de Sovyetler, Bütün Rusya Karşı Devrim ve Sabotajla Mücadele Olağanüstü Komisyonu’nu, yani Rusça kısaltmasıyla Çeka ya da Veçeka’yı kurdular. Çeka, Kızıl Terör’ün unsurlarından yalnızca biriydi ve en önemlisi de değildi. Kızıl Ordu ve tahıla el koyup yolları kesen birlikler daha da önemliydi. Ayrıca Çeka özellikle bolşeviklerin önerisi de değildi. Sovyet içinde bir dizi soruşturma komisyonundan ve Sovyet’in ayaklanmayı gerçekleştiren Askeri Devrimci Komitesi’nden gelmişti. Aşırı sağcı Çeka tarihçisi George Leggert şöyle yazıyor:
“Bolşevik Partisi’nin.... Veçeka’nın kururluşunda herhangi bir rol oynadığına dair hiçbir kanıt yok; belki de bu o anda bir soruşturma komisyonunun aceleyle uyduruverdiği bir şeye nispeten ne kadar az önem verildiğini göstermektedir.”175
Belirli önlemler üzerine tartışmalar çıksa da devrimci terörün gerekli olduğu, devrimin safındakiler arasında ortak bir görüştü. Çeka’nın kuruluşu çok aleniydi. Sovyet gazetesi zvestia’da büronun açılışı ve açılış saatleriyle birliklte duyurulmuş ve karşı devrimle savaşta yardım sağlamaları için halka çağrı yapıulmıştı. Bir süre çıkarılan Ve çeka Haftalık Bülteni’nde kurşuna dizilenlerin adları da verilerek komisyonun faaliyetleri kamuoyu önünde tartışılıyotdu. Bruce Lockhart, Çeka’nın düzenlediği ilk baskında şahit olarak alınmıştı.176 İlk günlerde Çeka’nın küçük bir kadrosu vardı ve başkanı bolşevik Feliks Dzerjinski, bütün dosyalarını çantasıyla yanında taşıyabiliyordu.177
Sol sosyalist devrimciler, hem Sovyet hükümetinde yer aldıkları sırada, hem de daha sonra -Mart 1918’de Brest-Litovsk Alaşması’nı protesto amacıyla hükümette ayrldılar-Çeka’da önemli bir rol oynadılar. Ama Kızıl Terör’ün sertleşmesine yol açan, iç savaşın kötüye gitmesi ve emperyalist müdahalenin güçlenmesinin yanı sıra sol sosyalist devrimcilerin eylemleriydi.
1918’in baharı ile yazı, işçi devleti için bir bunalım dönemi oldu. Nisan’da görmüş olduğumuz gibi Finlandiya’da Beyaz terör başlamıştı. Brest-Litovsk Anlaşması’nın ardından Almanlar Ukrayna’yı işgal etti. Kırsal alanda 200 kadar Kulak isyanı çıktı. Haziran’da Halk Komiseri Volodarski öldürüldü. Ağustos’ta Petrograd Çeka’sının başı Uritski, bir sosyalist devrimci tarafından öldürüldü. Bu bunalımın tam ortasında, Temmuz 1918’de Beşinci Bütün Rusya Sovyetler Kongresi toplandı. Sol Sosyalist devrimciler, Brest-Litovsk Alaşması’na karşı sürdürdükleri muhalefetin artık bolşeviklerle silahlı çatışma biçimini alacağını duyurmak için bu anı seçmişti. Liderleri Maria Spiridonova Kongre’de ortaya çıkıp “tabancanızı ve el bombanızı alın” talimatıyla partinin terörüst geleneğine geri dönüşü ilan etti. Ertesi gün kendi öğüdünü tuttu ve Kongre’de elinde bir Browning’i sallayarak “Yaşasın Ayaklanma” diye bağırdı.178
Sol sosyalist devrimci ayaklanması Yaroslav ile diğer kentlerde aynı anda başladı. Simbirsk’te doğu cephesi komutanının isyanıyla da aynı zamana denk geliyordu. Moskova’da sol sosyalist devrimciler planlarını uygulamak için Çeka’daki üslerini kullanıyordu. Çeka karşı-istihbaratının sol sosyalist devrimci lider Yakov Bliumkin bir pasaportta Dzerjinski’nin imzasını taklit ederek Moskava’daki Alman diplomatik temsilcisinin yanına girdi ve Brest-Litovsk Anlaşması’nı bozup Almanya’yla yeniden savaş başlatma umuduyla onu vurdu. Daha sonra Bliumkin, sol sosyalist devrimcilere sıcak bakan Çeka Savaş Bölüğü’nün kışlasına kaçtı. Dzerjinski, büyük bir kahramanlık, ama az bir taktik duyarlılık göstererek kışlaya gidip Bliumkin’in teslim edilmesini istediğinden komutan onu tutukladı. Bir başka Çeka lideri olan Latsis’de sol sosyalist devrimciler tarafından Çeka Merkez Bürosu’nun içinde tutuklanmıştı.
Uritski’nin öldürüldüğü günün ertesinde Lenin, sosyalist devrimci Fanny Kaplan tarafından vuruldu. Ağır yaralı olmasına rağmen hekimin sol sosyalist devrimci sempatizanı olacağından korkulduğu için hastaneye götürülmedi. Lenin iyileşti ve sol sosyalist devrimci ayaklanması bastırıldı, ama devrimci saflardaki kuşatma atmosferi yükselmişti. Ayaklanmanın tüm sorumluluğunu üstlenen Spiridonava’ya bir yıl hapis cezası verildi, ama daha önce “devrime yaptığı hizmetler”den ötürü hemen affedildi. Başka yerlerde Kızıl Terör, vahşetin doruğuna tırmanmıştı, Kronştadt’ta denizciler ile Çeka, bir gecede 400 kişiyi öldürdü. Ayaklanmanın merkezlerinden Yaroslav’da 200 kişi öldürüldü. Tek bir gün içinde 3 Ekim’de ülkenin çeşitli yerlerinde 200 kişinin öldürüldüğü bildirilmişti. Lenin tüm kalbiyle desteklediyse de sol sosyalist devrimci ayaklanmasına ve ona karşı gerçekleştirilen suikast teşebüsüne yönelik öfkeden kaynaklanan vahşeti kısıtlamaya çalıştı. Bruce Lockhart, şunları anlatıyor:
Lenin olaylara el koymayı başarana dek durum tamamıyla umutsuz görünüyordu. Kendine geldiğinde ilk sözü söylendiğine göre “terörü durdurun” olmuştu.179
Kuşkusuz terör, Lenin’in hayatına yönelik girişimden sonra eriştiği popülerliğe ülke içindeki yoğunluğa bir daha pek erişemedi. Bir çok sağcı tarihçinin Çeka zulmüne ilişkin en ürkütücü hikayeleride bu dönemden alınmıştır zaten. Sık sık karşımıza çıkan üç tanesini ele alalım. Bunlardan ilki işkence konusuyla ilgilidir. Çeka’nın bir taşra kolundan gelen ve Ekim 1918 tarihli Çeka gazetesinde yayımlanan bir mektupla şu soru sorulur: “Niye böyle yumuşaksanız?” Bruce Lockhart’ın tutuklanmasına değinen mektupta, onun “en incelikli işkencelerden” geçirilip sonra ‘öbür dünya’ ya yollanması istenmektedir.180 Ama Bolşevik Merkez Komitesi’nin derhal yazı kurulunu azarlayıp bülteni kapattığı ve sovyetin terörü savunmakla birrlikte işkenceyi lanetlediğini yinelediği pek sık anlatılmaz.181
En aşırı örnekler (kurbanların kafa derisinin yüzülmesi, kurbanın midesine dayanmış sıcak bir borunun içine fare sokup hayvanın eti yarıp geçmesini beklemek) Leggett’inde kabul ettiği gibi hemen hemen yalnızca Beyaz literatürden-Denikin Çeka Komisyonu ve sağ sosyalist devrimci lider Çernov’un belgeleri- gelse de sorun Çeka birimlerinin hiç işkence uygulamadığı değil.182 Sorun Bolşevik Partisi liderliğini, sovyetin ve bizzat Çeka’nın işkencesinin her duyuluşunda bunu ortadan kaldırmaya çalışmasıdır. Sovyet yasaları işkenceyi yasaklamıştı. Lenin, terörü ve Çeka’yı savunuyordu ama bunun gücünün kötüye kullanılması karşısında acımasızdı.
“Dikkatini çeken her olayda, tutuklanmanın tümüyle pragmatik güvenlik nedenleri açısından gerekli olup olmadığını anlamaya çalışırdı. Kotelniçi Çekası öğretmen Lubnin’i niye tutuklamıştı.? Veçeka iki parti üyesinin verdiği güvenceye rağmen neden Kiril Semenoviç Ginsburg’u serbest bırakmıyordu? Samara ili Çekası Türkistan’a giden tarımsal sulama uzmanları grubunun üyelerini niye tutuklamıştı? Yiyeceğe el koymakla görevli birlikler ile Çavrilovo-Posadnaya Çekası tahıla el koymakla doğru mu davranmıştı? Petrograd’da tutuklu bulunan Viktor İvanoviç Dobrovolskiyi, serbest bırakılamaz mıydı? Onun hasta apolitik ve ailesini geçendiren tek kişi olduğu söyleniyordu.... 20 Mayıs 1919’da Lenin, Novgorod Sovyeti’ne bir kopyası da bölge Çeka’sına gönderilen bir telgraf çekti: Bulatov’un bana bir şikayeti olduğu için tutuklandığı anlaşılıyor. Sizi uyarıyorum bunun için başkanını ve yürütme komitesinin başkanıyla üyelerini tutuklatacak ve idam edilmeleri için baskı yapacağım. Soruma neden zamanında cevap vermediniz.”183
İkinci konu Kızıl Terör dönemindeki hapishane düzenidir. Savaş Komünizmi’nin hapishaneleri ile toplama kamplarının doğrudan Stalin zamanın gulagına yol açtığı, sağ kanadın, belki de en ünlü örneği Soljenitsin’in Gulag Takımadaları olan standart iddialarındadır. Buna ilk ve en belirgin itiraz rakamlar sorunudur: Stalin döneminde milyonlar kamplarda kaybolurken iç savaşın en azgın zamanında bile hapishanelerde, adi suçlular dahil 100.000 kişi vardı. 1922’de Çeka’nın yalnızca 24.750 kişi kapasiteli 56 kampı vardı. Ertesi yıl kampların sayısı yarıya inmişti.184 Soljenitsin, rakamların düşük olmasının toplu idamlardan kaynaklandığını söyler. Tabi mahkumlara yönelik böyle idamlar oluyordu, ama bunlar Çeka’nın politikası değildi ve en ciddi olanları, Çeka’nın emirlerine rağmen yapılmıştı.185 Beyaz bölgelerde aynı nedenle Pipes’in “Beyaz ordular... asla terörü politika düzeyine çıkarmadı” şeklindeki gülünç iddiasına karşıt olarak toplu idam politikası olduğu için çok az kamp vardı.186 Krasnov ile Kaledin önderliğindeki Beyazların denetiminde bulunan Don’da mesela 2428 sayılı emir şöyleydi:
“İşçileri tutuklamak yasaktır. Asılmaları ya da vurulmaları emredilmiştir.”
2431 sayılı emir daha ayrıntılıydı:
“Emirlere göre bütün tutuklanan işçiler sokakta asılacak. Cesetler üç gün süreyle teşhir edilecek.”187
Savaş Komünizmi dönemindeki hapishane sistemi Stalin dönemindekinden yalnızca kapsam değil, esas olarak da farklıydı. Soljenitsin’in çok etkileyici bir dille anlatığı gibi mahkumlara yönelik sistemli aşağılama ve işkence onun savunduğunun aksine Stalin öncesi dönemin bir özelliği değildi. 1924’teki slah Çalışma Yasası’nda şöyle deniyorduı.
“Alayda zalimce ya da kötü amaçlı muamelenin hiçbir izi olmamalı, şunlar kesinlikle yasaktır: Kelepçe, ceza hücreleri, tek başına hücreye koyma, yemek vermeme, ziyaretçilerle görüşme sırasında mahkumları parmaklık arkasında tutma.”188
Medvedev, “çoğu durumda bu yasa zamanında uygulandı” demekte ve “1920’lerin başında mahkumlara yönelik aşağılayıcı muameleler olarak nitelenebilecek birkaç olay” olmasına rağmen “bunlar kaide değil istisnaydı,” diye devam etmektedir.189 Aslına bakılrsa bolşevikler, mahkumlara da dışardakilere verilen yemekten verilmesinde -bu yemek kıt olsa da- ısrar etmişti. Mahkumlara ifade ve basın özgürlüğü tanınıyordu. Genellikle yönetime düşmanca görüşlerin dile getirildiği gazetelerini çıkarırlardı. İrkutsk’ta mahkumlar ‘Parmaklıklar Ardındaki Düşünce’yi çıkarıyor, Vitebsk, Omsk ve başka yerlerde ‘Mahkumların Düşüncesi’ çıkıyor, Harkov, Penza ve başka yerlerde de ‘Mahkumların Sesi’ yayınlanıyordu.190 Stalin zamanında bu rejimin izinin bile kalmadığını söylemek gereksiz. Her durumda bolşevikler, hapishane rejiminin iç savaşın ürünü olduğunu açıkça ifade ediyordu. Ocak 1921 tarihli bir Çeka emrinde şöyle denmişti:
“Hapishaneler ağzına kadar dolu; yalnızca burjuvalarla değil, çoğunlukla işçi ve köylülerle (hırsızlık ya da spekülasyon suçundan). Bu mirastan (iç savaşın mirası) kurtulmalıyız; hapishaneler boşaltılmalı ve yalnızca Sovyet rejimi için gerçekten tehlikeli olanların orada kalmasına dikkat etmeliyiz.”191
Sağ kanat tarihçilerin sık sık kullandığı üçüncü iddia da Çeka lideri Latsis’in 1918’de bir sanığın kapitalist mi işçi mi olduğunun onun suçlu ya da masum olduğu konusunda karar vermek için yeterli olduğu şeklindeki sözlerine dayandırılır. Şöyle devam ediyordu Latsis: “Birinin Sovyet’e başkaldırısı silahlı mı, yoksa yalnızca sözlü müydü diye kayıtlara bakmayın.”192
Sam Farber, Latsis’ten alıntı yapıyor ama Lenin’in şu kızgın cevabını alıntılama zahmetine girmiyor: “Yoldaş Latsis kadar saçmalılığa vardırmak gerekir işi” Latsis, “Kızıl Terör, kendi yöntemini yeniden kurmaya çalışan istismarcıların zor kullanarak bastırılmasıdır,” demek istedi diye ısrar etmiştir Lenin, “ama onun yerine sorunu bu şekilde koydu... Sovyet’e başkaldırı silahlı mı yoksa yalnızca sözlü müydü diye kanıtlara ilişkin kayıtlara bakmayın (!!?).”193
Lenin’e özgü de değildi bu tutum. Dzerjinski’nin kendisi Çeka’nın hedeflediği yüksek ideallerin cisimleşmiş kişisiydi. Ömrünün üçte birini siyasi inançları uğruna hapiste geçirmişti ve görevini kötüye kulanmaktan suçlu Çekacıları acımasızca cezalandırırdı. Çekacıların “kafası serin, yüreği sıcak ve elleri temiz” olması gerektiğini vurgulardı hep.194 Dzerjinski tam anlamıyla dürüst bir insandı: Rusya’daki korkunç açlık sırasında kendisine pastırma ve patetes getiren yoldaş bir işçiyi öfkeyle terslemişti. İşi ağır bir yük bindiriyordu omuzlarına. 1919’un arifesinde terörün en kötü günlerinde yoldaşı bolşeviklere dönüp şöyle demişti:
“O kadar kan döktüm ki artık yaşamaya hakkım yok. Hemen vurmalısınız beni.”195
Başka pek çok Çekacıya da aynı ruh hali egemendi. Bir keresinde Buharin şöyle diyordu:
“Geriye kalanlardan kaç tanesinin sinirlerini harap olduğunu ve bazılarının da amansız hastalıklara yakalandığını unutmayalım. Çünkü işleri tam bir işkenceydi, muazam konsantrasyon gerektiriyordu, öyle bir cehennemdi ki gerçekten demir gibi karakter istiyordu.”196
Tabii bütün Çekacılarda “demir karakter” yoktu. Bazıları yetkilerini kötüye kullanıyor, bazıları işkence yapıyor, haksız yere insanları hapse atıp idam ediyordu. Gösterdiği patlama yukarıda belirtilen Latsis de buna rağmen Dzerjinski gibi Çeka’nın görevinin karmaşıklığını anlıyordu. Çeka’nın üyelerini yozlaştıran gücünün önüne geçmek için üyelerde üç kıstasa bakılması konusunda ısrar etti: Bunlar parti üyesi olmalı, yüksek düzeyde dürüst bir kişilik sergilemeli ve Çeka hizmetinde uzun bir süre kalmalıydılar.197 Kadroda kısmi rotasyon uygulanıyor ve birçok bolşevik en azından bir süre Çeka’da kalıyordu.
Bunlar yalnızca anektod ya da biyografi düzeyinde ayrıntılar mıdır? Hayır tam anlamıyla rejimin yapısını anlatmaktadırlar. Beyazlar arasında yozlaşma ve tümüyle ayrımsız terör, rejimin en tepesinden en aşağısına kadar etkiliydi; aslına bakılrsa görmüş olduğumuz gibi en berbat gaddarlıkların bir bölümünden komutanlar kişisel olarak sorumluydu. Bolşeviklerde ise gaddarlık, rejimin doğasına çarpıyor ve Kızıl Terör’ün zorunluluğu vazgeçilir olduğu anda bolşevikler hızla onu kısıtlıyordu. İç savaşın en azgın olduğu dönemde bile tehlikenin en yakın olduğu anlar atlatıldıktan sonra Çeka’nın rolü sınırlanmaktaydı. Leggett şöyle diyor:
“Çeka’nın keyfi şiddeti ile sovyet hukuk sistemi arasında kaçınılmaz çatışmadan Adalet Halk Komiserliği doğdu. Rejim tehdit altındayken Çeka komutayı ele alıyor, kriz yavaşladığında (Halk Komiserliği) ağır basmaya başlıyordu.”198
Latsis’in kendisi de Çeka’yla ilgili olarak şunları savunmaktaydı:
“...Anayasal sistemimizde yeri yoktur. ç savaşın iktidarı için olağanüstü varoluş koşullarının günü geçecek ve Çeka bir fazlalık haline gelecektir.”199
Ama iç savaş uzadıkça proletarya sınıf niteliğinden uzaklaştıkça köylülerle ilişkiler kötüleştikçe Çeka da gitgide büyüdü ve üyelerinin kalitesi düştü. Latsis “Bazıları kişisel kazanç amacıyla olmak üzere değersiz unsurlar, hatta bazen karşı devrimciler, Veçeka’ya girdi” diyordu.200 Serge,”mesleki yozlaşmanın Çekacılar arasındaki “hızlı etkiler”ine değinerek şunları söylemişti: “Bizzat Dzerjinski bunları ‘yarı yarıya çürümüş’ diye niteliyor ve Çekacıların en kötülerini vurup mümkün olduğu kadar ölüm cezasını kaldırmaktan başka bu şerre çözüm göremiyordu.”
İç savaş biter bitmez bolşevikler Çeka’yı kaldırmak üzere harekete geçti. 1921’de Dzerjinski, Çeka’da reform için kendi önerilerini getirdi. Bunların yeterli olmadığına inanan Kamenev, Lenin’e kendi önerisini yazmıştı:
“1. Siyasi suçlar, casusluk, eşkiyalık, demiryollarıyla depoların güvenliği dışında her şeyi Çeka’nın elinden alın. Bunlar yeter. Kalan konular Nklu’da (Adalet Halk Komiserliği) olmalı.
“2. Çeka’nın soruşturma aygıtı Nklu bünyesine verilmeli....”202
Lenin’in cevabı:
“Yoldaş Kamanev! Tavrım, Dzerjinski’den çok size yakındır. Tavrınızdan vazgeçmemenizi ve konuyu politbüroya açmanızı tavsiye ederim. Sonra yapabileceğimizin en fazlasını yapmaya uğraşırız. Ayrıca... Veçeka’nın kusur ve hatalarını politbüro’ya bildirme konusunda her türlü ihmalden Nklu’nun sorumlu olacağını söyleriz.”203
Şubat 1922’de Sovyet hükümeti Çeka’yı kaldırıp yerine GPU adlı yeni bir güç kurdu. GPU, ancak siyasi davalarla ilgilenebilecekti, hüküm verme ve infaz yetkisi yoktu. Gözaltına alma ve arama yetkileri bile bugün Britanya’daki Özel Daire’ninkilerden daha katı biçimde tanımlanmıştı. Gözaltına alınan kişiye 14 gün içinde kendisine yöneltilen suçlama bildirilecek ve kişi sekiz hafta içinde ya mahkemeye çıkarılacak ya da serbest bırakılacaktı.204 Kuşkusuz bu reformlar tam işlerlik kazandığında bile iç savaş deneyimlerinin acımasızlaştırdığı kurumlara dokunulamadı. Yine de GPU’nun yeni bir bürokratik yönetici sınıfın terör organı haline gelmesi, ancak 1920’lerin sonlarında Stalin’in eli devrimin boğazını sıkmaya başladığında gerçekleşti:
“Çeka-GPU’nun yeniden yapılandırılması 1920’lerin ilk yarısında bir kaç yıl devam etti. Ama Lenin ile Dzerjinski’nin ölümlerinden sonra yavaşladı; aslında işler tümüyle başka bir yönde gelişmeye başlamıştı. GPU, ancak bir iç savaş dönemine uygun düşecek işlevleri yavaş yavaş yeniden üstlenmeye başladı. Stalin’den gelen baskıyla, cezalandırıcı bir örgüt doğdu; insanları hapse ya da kampa koyma, ücra yerlere sürgün etme ve sonraları herhangi bir yargı işlemi yapmadan yalnızca idari bir işlem olarak vur yetkisi vardı bunun.”205
1930’da Stalin’in kurbanlarından biri sorgucusuna, uyguladığı yöntemlerin Dzerjinski zamanında imkansız olduğunu söylediğinde sorgucu bir kahkaha atıp şu cevabı vermişti: “Tam adamın buldun”. Dzerjinski-devrimimizin kapanmış bir sayfasıdır o.206 Buharin de 1938’de idam edilmeden kısa bir süre önce şu gözlemi yapmıştı:
“Dzerjinski gitti; Çeka’nın dikkate değer gelenekleri tüm eylemlerine devrimci düşüncenin yol gösterdiği geçmişe gömüldü yavaş yavaş.”207
Bolşevikler iç savaşı kazandı, ama çok büyük bir bedelle. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülke yıkılıp kana bulanmış, büyük sanayi kesimleri harap, tarım darmadağınık olmuştu. İç savaştan sonra durum daha da kötüydü. 1920’de Rusya’yı geçen H. G. Wells, “tamiri imkansız dev bir çöküntü” görmüştü yalnızca.208 İşçileri Askere Alma Merkez Komitesi şöyle bildiriyordu.
“Kentlerde ve bazı köylerde işçiler, açlıktan kırılıyor. Demiryolları güç bela ilerliyor. Kentler çöp dolu. Salgın hastalıklar yayılmakta, ölüm sağı da solu da vurmaktadır. Sanayi harap durmdadır.”209
Bunların hiçbiri abartma değildi. Pravda iç savaş boyunca çöp toplanamadığını, Petrograd’da her evden 17 el arabası çöp çıktığını bildiriyordu. Devrimin ilk başladığı kentin ıssız sokaklarında otlar ve çicekler kaldırım taşlarını yarıp fışkırmıştı. 1921’de Pravda 25 milyon insanın açlık içinde olduğunu yazdı. Kırsal kesimde insanlar at leşlerini gömüldükleri yerden çıkarıp yiyordu. Bazı bölgelerde ölümün tek alternatifi yamyamlıktı. “Gündelik hayat tarih öncesine dönmüştü” diyordu İlya Ehrenburg, “mağara devrinin gündelik hayatına yani”210 1920’lerin bir Rus iktisatçısı şöyle yazmıştı: “Yüz milyonluk dev bir toplumda üretim güçlerinde böylesi bir düşüş... insanlık tarihi boyunca görülmemiştir”211 Belki de Rusya’daki yoksulluğu en çarpıcı biçimde gösteren gerçek, Rusya’da ortalama gelirin 1688 Britanyası’ndakinden yüzde 20 daha az oluşudur. Üstelik bu 1913’teki orandır; iç savaştan sonra daha da düşmüş olmalıdır.212
Zararın büyük bölümünün doğrudan sebebi, Beyaz ve emperyalist ordulardı tabii. İşçi devleti, 1920’ye kadar pamuk, 1919 sonlarına kadar Baltık’tan keten ve Bakü’den petrol 1920’ye kadar Ukrayna’dan demir ve kömür alamamıştı. Emperyalist güçlerin ekonomik ablukası, ancak 1920’de kalktı. Sanayinin kalan bölümünü de büyük ölçüde savaş yiyip bitirmişti. Bolşevikler diyordu eleştirmen Victor Şklovski, “(Makinelerin) pervane kayışlarından çizme yapabilmek için koca fabrikaları mahvettiler.”213 Bir bütün olarak Rusya’da, işçi sınıfı yarı yarıya küçülmüştü. Büyük kentlerde işçilerin nüfusa oranı, daha da keskin bir düşüş gösteriyordu. Şubat 1921’de Pravda “işçi cephesinde ağır bir yenilgi”den söz etti. Petrograd’daki en büyük fabrikalardan atmış dört tanesi yakıt yokluğundan kapanmıştı. Bunlar arasında, devrimin beşiği olan Putilov işletmeleri de vardı.214
1920’nin ortalarında Polonya ordusu Rusya’yı Batı’dan işgal etti ve Rusya’nın Avrupa topraklarındaki son Beyaz Ordu da General Vrangel komutasında Kırım’dan kuzeye ilerlemeye başladı. Bu bunalımın ortasında kırsal alanda bir kez daha isyanlar başladı.
1920’deki zayıf hasada rağmen tahıla el koyma uygulaması hala yürürlükteydi. 1920 ile 1921’deki iki köylü isyanı siyasal önem kazandı: Antanov’un Tambov ilinde başlatığı “Yeşil” ayaklanma ile Mahno’nun Ukrayna’daki ayaklaması. Sam Farber’a göre “toplumsal ve siyasal açıdan Beyaz ayaklanmalarından son derece farklı” olan bu ayaklanmalara bolşeviklerin verdiği karşılık kısmen “marksist sınıf analizinin şekilsiz ve şematik bir taklidine dayanıyordu ve bu da devrimin “iç gücünü ve stalinist politikanın mantığına karşı koyma yeteniğini” etkilemişti.215
Aslında Tambov ve Ukrayna ayaklanmaları, tam olarak Beyaz ayaklanmalarıyla aynı nedenden halk desteği kazandı: Köylülerin tahıla el konmasına karşı çıkması. Tabii Beyaz ayaklanmaların başında Çarcı eski düzenin kadroları vardı, ama Tambov ve Ukrayna ayaklanmalarında öyle değildi. Yine de köylü ayaklanmalarının Kızıllar karşısında kazanacağı bir zaferden karlı çıkacak olanlar, Beyazlardı: Antonov ya da Mahno’nun sınırlı coğrafi bölgeler dışında desteğinin de, kendilerine ait bütünsel bir politik programlarının da olmadığına kuşku yok. Aslında, tıpkı yoldaşı sosyalist devrimcilerin (Antonov’un ayaklanmasına uzak durmalarına rağmen iç savaş boyunca Beyazları desteklemesi gibi, Antonov da Vrangel’i desteklemişti. Sık ormanlarla kaplı, tümüyle kırsal nitelikli Tambove bölgesinde sosyalist devrimcilerin etkisi altındaki Çalışan Köylüler Birliği ise “bolşeviklerle sonuna kadar dövüşmeye” ant içmişti.216
Mahno ile Antonov’un Kızıl Ordu’yla savaşta uyguladığı yöntemler de çoğunlukla Beyazların yöntemlerini yansıtıyordu. Tambovlu Yeşillerin yakaladığı bolşevikler, ağaçlara çivileniyordu; demiryolu raylarında kullanılan türden kocaman tek bir kabara sol el ve ayaklarından geçirilip yerden bir metre kadar yukarıda tutuluyorlardı. Bruce Lincoln’ın yazdığına göre:
“Yeşiller, kurbanlarını sakat bırakır ve organlarını keserdi, kiminin derisi yüzülür, kiminin gövdesi dörde bölünür, bazılarının bağırsakları dökülürdü...göz oyar, kol, bacak ve cinsel organları keser, kasları koparır... bağırsakları çıkarırlardı... çoğu zaman kurbanları diri diri gömer, ama bunu yaparken başlarının toprağın üstünde kalmasına özen gösteririlerdi; böylece köylü kadınlar gelip üstlerine işedikten sonra köyün köpekleri de yüzde ve kafasının üstündeki canlı etleri kemirebilirdi.”217
Buna karşılık Kızıl Ordu, “başlangıçta köyleri bütünüyle ateşe vermek gibi uygulamalar ile mahkumlara toplu af çıkarmak gibi aşırı yumuşaklık örnekleri arasında gidip geldi.”218 Sonraları Kızıl Ordu, kendilerine yataklık eden köylülerden kolay ayrılamayan düşmanla girdiği gerilla savaşında batağa saplanmaya başladıkça, toplu idamlar yaygınlaştı. Karakteristik olarak Sam Farber, idamlardan söz edip aflara değinmemekte, Kızıl Terör’den söz edip Yeşil Terör’ü es geçmektedir.
Mahno’nun Ukrayna’da çıkardığı daha ufak çaplı ayaklanmayı Tambov ayaklanmasından ayıran tek şey, liderinin sarsak anarşizmidir. Mahno’nun bolşeviklerle ilişkileri, Ukrayna’nın iç savaş boyunca hızla değişen askeri durumunu yansıtır biçimde karışık ve değişkendi. Devrimle birlikte hapisten kurtulan Mahno, Lenin ve Sverdlov’un yardımıyla Temmuz 1918’de hala Almanların kuklası Hetman Skoropadski’nin yönetiminde olan Ukrayna’ya dönmüştü. Skoropadski’ye karşı savaşmak için partizan bir Ayaklanma Ordusu örgütleyip Aralık 1918’de Beyazların üstüne yürüyen Kızıl Ordu’yu destekledi. şbirliği, Haziran 1919’da Ayaklanma Ordusu’nun Kızıl Ordu’dan kopuşuna dek sürdü. “Mahno cepheden ayrılır ayrılmaz arkadaşlarıyla birlikte bolşeviklerin ardından yeni partizan birlikleri örgütlemeye başladı; sonradan bunlar müstahkem mevzilere, birlikleri örgütlenmeye başladı; müstahkem mevzilere, birliklere, polise, trenlere ve yiyecek toplayanlara saldırdılar.”219
Denikin’in 1919 sonbaharında Mahno’nun topraklarına doğru ilerlemesi çabucak bolşeviklerle anlaşmanın yenilenmesini zorunlu kıldı. Mahno, Denikin’in birliklerine geriden taciz harekatına girişerek ilerlemelerini zorlaştırdı. Ama 1919’un sonuna gelindiğinde Beyaz tehdidi o an için ortadan kalkmıştı. Mahno, her an beklenen işgale karşı birliklerini Polonya cephesine göndermeyi reddetti ve Kızıl Ordu’yla arasındaki düşmanlık daha da geniş bir ölçekte yeniden başladı. Mahno’nun karısının günlüğündeki notlar hareketin bu dönemdeki niteliğini ele vermektedir:
“23 Şubat 1920-Adamlarımız bolşevik ajanlarını yakalayıp kurşuna dizdi.
“25 Şubat 1920- Mayarova’ya gidildi. Tahıl toplayan üç ajan yakalandı. Kurşuna dizildi.
“14 Mart 1920-Bu gün Velikaya Mihailovka’ya gittik orada bir kömünisti öldürdük.”220
Sovyet Ukrayna cephesinden gelen raporlar da aynı tabloyu çizmektedir:
“18 Haziran-Mahno Grişno istasyonuna baskın düzenledi, orada üç saat kalıp sovyet ve işçi örgütlerinde görevli on dört kişiyi yakalayıp vurdu, telgraf haberleşmesini bozdu ve demiryolu işçilerinin yiyecek deposunu soydu.
“26 Temmuz-Konstantinograd Bölgesi’ne saldıran Mahno iki gün içinde 84 Kızıl Ordu askerini kesti.
“16 Ağustos-Mirgorod’u bir buçuk gün elinden tutan Mahno yandaşları bölge yiyecek komitesinin bütün ambarlarını soydu, sovyet ve işçi örgütü binalarını tahrip etti, 15 telgraf aygıtını parçaladı, 21 işçi ile Kızıl askeri öldürdü."221
Bu eylemler, Ayaklanma Ordusu’nun “işçi-köylü devrimi için gerçek tehlike bolşevik rejiminin eylemleridir” ifadesine yer veren eski bir kararına uygundu. Aslında Mahno’nun Kızıl Ordu’ya karşı eylemleri “Beyazlara kısa bir dönüşü olanaklı” kılıyordu.”222 General Vrangel, Mahno’nun kuvvetleri Kızıl Ordu’yla dövüşürken saldırıya geçti: “Vrangel ilerlerken... köy ve kasabalarda bolşevik yönetim aygıtı ile ikmal üstlerine gizlice yok edecek küçük partizan birliklerini geride bırakarak... Mahno da kuzeye çekildi.”223 Bu faaliyetler o kadar iyi sonuç verdi ki Beyaz Albay Noga Mahno’nun Vrangel’in ilerliyebilmesi için elzem olduğunu bildirdi karargaha.224 Aslında Vrangel resmi bir ittifak için Mahno’ya yanaşmış ve bunun gerçekleşmemesine rağmen Mahno, Ekim 1920’de Vrangel Mahno’nun üssüne ilerleyene kadar Kızıllarla tekrar savaşmamıştı. Beklenebileceği gibi her iki tarafında işine gelen bir anlaşmaydı bu ve yılın sonunda Vrangel yenildikten hemen sonra Kızıl Ordu Mahno mücadeleden vazgeçip Ağustos 1921’de Diniester Nehri’nin geçerek Romanya’ya gidene kadar savaştı onunla.
Mahno bolşeviklere karşı liberter bir alternatif miydi? Cevap Mahno’nun hareketinin niteliğinde yatmaktadır. Öncellikle bu hareket işçi sınıfından hiçbir gerçek destek almamıştı. İşçilere çekici gelecek bir program oluşturmakla da özel olarak ilgilenmiyordu. Anarşistlere sempati duyan tarihçi Paul Avrich Mahno hakkında şunları yazar:
“İşçiler içinde küçük bir azınlık dışında kimsenin desteğini kazanamadı çünkü kendi işini kendi görmeye alışık bağımsız birer üretici olan çiftçilerle zanaatkarların tersine fabrika işçileriyle madenciler karmaşık bir sinai mekanizmanın birbirine bağımlı parçaları olarak iş görüyordu.... Mahno kent ekonomisinin karmaşık yapısını asla anlamadığı gibi bunu anlamak da umurunda değildi.”225
Mahno’nun işçilere tavsiyeleri kırsal kesimin küçük burjuva modellerini yeniden üretmeyi hedefliyordu Aleksandrovsk’ta haftalardır ücret alamayan demiryolu işçilerinin yolculardan uygun bir fiyat talep edip kendi ücretlerini kendileri toplamasını önermişti.226 Tabii kırsal kesimde böyle politikaların daha fazla çekiciliği vardı. Ama burada bile geleneksel köylü ekonomisini aşmaya yönelik her girişim yenilgiye mahkumdu. Anılarında Mahno kendi kurduğu ve ancak birkaç yüz aileyi barındıran köylü kömünlerine “halkın çoğunluğu gitmedi” diye itiraf eder.227 Mahno’nun sağladığı desteğin asıl temeli onun anarşizmi değil tahıla el konmasına karşı çıkışı ve köylü ekonomisini yıkmama konusundaki kararlılığıydı:
“Mahno tarımdaki eşitsizliklere son vermedi. Amacı köylerle çelişkiye düşmekten kaçınmak ve tüm köylüleri kapsayan bir tür birleşik cephe kurmaktı.”228
1919’da yerel bolşevik yetkilileri Mahno’nun eline koz veren hatalar yaptılar: Lenin’in öğüdüne rağmen Ukrayna milliyetçiliği’ne büyük tepki duyuyorlardı ve toprağı köylülere vermek yerine kamulaştırılmasını tamamlamaya çalıştılar. Ama 1920’nin ilkbaharına gelindiğinde politikalarını köylülere yöneltip Yoksul Köylü Komiteleri kurmuşlardı bunlar “Mahno’yu yaraladı... yüreği taşlaştı ve bazen idam emirleri verdi.”229 Bu politika bolşeviklerin nüfuz kazanmasına yardımcı oldu.
Bu sosyal temel göz önünde bulundurulunca Mahno’nun liberteliğinin kağıt üzerindeki kararnamelerden başka pek bir yere varmaması şaşırtıcı değil. Kağıt üzerinde Ayaklanma Ordusu’nun subayları seçimle geliyordu-pratikte en önemli komutanlar Mahno tarafından atanıyordu.230 Bir partizanlar toplantısında kabul edilen bir kararname hareketin niteliğini yansıtmaktadır: “Komutanlar emir verecek kadar oturaklıysa komutanların emrine uyulurdu.”231 Teoride gönülü bir orduydu Mahno’nunki, gerçekte ise “Kuvvetlerini yenilemek için bir tür zorunlu askere alma uygulamasına başvurmak zorunda kaldı.”232 Mahno seçim yaptı, ama hiç bir partinin katılmasına izin yoktu. Yayın yapılabiliyordu, ama bolşevik ve sol sosyalist devrimci basının devrim çağrısı yapmasına izin yoktu.233 Mahno “Komiserlikler ve Çeka gibi sovyet şiddet kurumları”nı vakit geçirmeden lanetledi, ama “Mahno’nun özel Çekası...onun hayatına yönelik bir suikast yapacağından kuşkunulanılan herkesi anında gözden çıkarırdı.”234 Mahno’nun ordusunda fiilen iki güvenlik gücü vardı, Çeka benzeri Razvedka ile “başında Mahno’nun karısını olduğu anlaşılan” Ceza Komisyonu.235 Faaliyetleri gözden kaçacak gibi değildi:
“Mahno’nun sonraki harekatları tarihteki en kanlı ve en öç dolu eylemler arasındadır ve bu koşullarda rahatlıkla varsayabilriz ki bu güvenlik servisleri sık rastlanan haksızlarla zulümden sorumludur. Volin (Mahno’nun yakın dostu), bunların fiilen hiçbir denetim altında olmadığının tanığıdır.236
Ayaklanma Ordusu’nda içlerinde bir tümen komutanının da bulunduğu bir bolşevik hücre ortaya çıkartıldığında, bolşeviklerin açık mahkemede yargılanması reddedildi ve hemen Mahno’nun Razvedka’sı tarafından kurşuna dizildiler.237
Mahno’nun ne sosyal programı, ne de siyasal rejimi bolşeviklere alternatif olabilirdi. Askeri taktikleri bile ancak sınırlı durumlarda ve kırsal kesimin yüzlerce yıllık sınıf yapısına dokunmadıkça etkili olabiliyordu. Son olarak da anarşizmi, köylü ayaklanmasının üstüne atılmış ince bir cilaydı.238
Mart 1921’de Kronstadt’ta çıkan ayaklanma da köylü ayaklanmalarıyla aynı kökene dayanıyordu. Ciddi ama kısa sürede çözüme ulaşan bir grev dalgasının ardından başladıysa da, Kronstadt ayaklanmasındaki motivasyon, kentli işçi sınıfından geriye kalanlar arasındaki hoşnutsuzluktan çok köylüler arasındaki hoşnutsuzluğa yakındı. Kuşkusuz 1917’de devrimin kalelerinden biriydi Kronstadt-ama 1921’de köylülere egemen olan ruh halinin etkisi altındaydı artık. Kırsal kesimi egemenliğine alan ruh halinin tuzağına nasıl düştüğü konusunda bazı karmaşık nedenler vardır.
İlk olarak garnizonun bileşimi değişmişti. Eylül ve Ekim 1920’de yazar ve Bolşevik Partisi öğretmenlerinden eronimus Yasinski, deniz kuvvetlerine yeni katılan 400 askere ders vermek için Kronstadt’a gitti. “Sabanlarını bırakıp gelmişlerdi.” “Bir kaç parti üyesi de dahil”, birçoğunun “siyasal olarak cahil, kendisini derinden etkilemiş, son derece politize gazi Kronstadt denizcilerinden dünyalar kadar farklı” olduğunu görmek şok etmişti onu. Yasinski, “devrim ateşinde çelikleşmiş” olanların yerini “tecrübesiz, yeni seferber olmuş genç denizcilerin” almasından kaygı duyuyordu.
Aralık 1920’ye kadar Baltık Filosu’na Yasisnki’nin görüştüklerine benzer 1.313 yeni asker geldi yalnızca (oysa toplam 10.383 kişinin gelmesi planlanmıştı). Mart 1921’de Kronstadt’ın patlak vermesinden önce daha kaç kişinin geldiğini bilmiyoruz. Ama Kronstadt’ta üslenen başka bazı birliklerin bileşimini biliyoruz; Mahno gerilalarıyla ilişkisi iyi olan bölgelerden toplanan ve aralarındaki bolşeviklerin oranı yüzde 2’nin altında olan 2.500 Ukraynalının oluşturduğu 160. Piyade Alayı gibi.239
Üsteki bolşeviklerin toplumsal temelinin çöküşüne bakarak garnizonun değişen sınıf bileşimine ilişkin başka kanıtlar da çıkarılabilir. Ayaklanmadan altı ay önce Eylül 1920’de bolşeviklerin Kronstadt’ta 4.435 üyesi vardı. Bunların yaklaşık yüzde 50’si köylü Yüzde 40’ı işçi ve yüzde 10’uda aydındı.240 1921’de bir bütün olarak bolşevikler için aynı rakamlar şöyleydi: Yüzde 28.7 köylü, yüzde 41 işçi ve yüzde 30.8 de kafa emekçileriyle diğerleri.241 Demek ki Kronstadt örgütünde köylülerin oranı, ülke ortalamasının çok üstündeydi. 1921’de partiye katılan yeni üyeler arasındaki alışılmadık biçimde yüksek köylü oranının da üstündeydi.242 Bolşevik Partisi’nin bileşiminde üstte bulunanlara göre daha fazla işçi olduğunu varsayarsak, Troçki’nin öne sürdüğü gibi köylülerin Kronstadt’taki ağırlığının artmış olduğu ihtimali ortaya çıkmaktadır.
Sam Farber, yeni gelen köylü askerlerin, diğer denizcilerindeki ruh halini değiştirmek için yeterli olamayacağını savunur. “1920’deki Kronstadt, 1917 Kronstadt’ı değildi. Denizcilerin sınıfsal bileşimi değişmişti,” savından ötürü genel olarak troçkist geleneği, özel olarak da Chris Harman’ın How The Revolution Was Lost’unu (Devrim nasıl Kayboldu?) eleştirmektedir.243 Sam Farber’in bu kanıtlara ilişkin yorumunu kabul ettiğimizi varsaysak bile (üstelik bolşeviklerin bileşimine ilişkin rakamlara da bakmamaktadır), görüşleri ancak istatistikleri bir kenara koyduğumuzda geçerlilik kazanmaktadır. Ama gerçekte bu bileşim değişimi, köylülükle bağları kısa süre önce başka biçimlerde de güçlenmiş olan bir filoda gerçekleşmiştir. Özellikle de Kronstadt denizcilerine iç savaştan beri ilk kez izin verilmiş olması önemlidir. Birçoğu köylerine dönüp kırsal kesimin koşullarıyla ve tahıla el konması karşısında köylülerin yaşadıklarıyla yüzyüze gelmişti. Kronstadt ayaklanmasının önderi Stepan Petriçenko, Nisan 1920’de memleketi Ukrayna’ya dönerek sonbahara kadar orada kaldı. Gözlemleri şöyleydi:
“Eve döndüğümüzde ailemiz, niye zalimler uğruna savaştığımızı sordu bize. Bu bizi düşünmeye sevketti.”244
Aslında Petriçenko öyle rahatsızlık duymuştu ki, Beyazlara katılmak istemiş ama önceden kısa bir süre Komünist Parti üyesi olduğundan kabul edilmemişti.245 Baltık Filosu Şikayet Bürosu’na gelen yüzlerce mektubun gösterdiği gibi, başka birçok denizci de köyüne döndüğünde Petriçenko’nunkine benzer şeyler yaşamıştı.
İşte ayaklanmanın ortasında, Petropavlovsk savaş gemisinden bir denizcinin yazdıkları:
“Bizimki sıradan bir köylü çiftliğidir, ne kulak ne de asalak; ama kardeşimle birlikte Sovyet Cumhuriyeti’nin askerlik hizmetini bitirip döndüğümüzde herkes harap olmuş çiftliğimize dudak büküp şöyle diyecek bize: “Niye askerlik yaptınız siz? Sovyet cumhuriyeti ne verdi size?246
Firarlar artmaya başlayınca izinler kaldırıldı. “1921’de artık filo örgütlü bir askeri güç olmaktan uzaklaşıyordu.”247 Ayaklanmaya temel sağlayan, filonun köylülerle bağlarıydı, ama durumu kızıştıran başka etkenler de vardı. Kronstadt garnizonun ideolojisi, bu etkenlerden biriydi. Kahramanlık günlerinde bile aşırı sol bir hava egemen olmuştu garnizonda. Kronstadt’çıların çoğu Brest-Litovsk zamanında sol komünistlerin safında yer almış, bir bölümü 1918 yazındaki sol sosyalist devrimci ayaklanmasına katılmıştı. 1918’de tahıla el konmasına karşı çıkmışlardı ve Kızıl Ordu tipi disipline kesinlikle karşıydılar.248
Ayaklanmadaki bir başka etken de bolşeviklerin Kronstadt’taki etkisinin azalmasıydı. 1917’nin en iyi bolşevik militanlarının çoğu iç savaş sırasında ölmüş ve ayaklanmadan önceki altı ay içinde parti, garnizondaki üyelerinin yarısını yitirmişti.
Ayaklanma başladığında denizciler savaş gemilerini ve garnizonu ele geçirdi. Birikmiş baskıların kolay bir çözüme elvermeyeceği daha başından belliydi. Zaten Petrograd’da Zinovyev, grevlere cevap olarak Savaş Komünizmi’nin en çok tepki uyandıran uygulanmalarından bazılarını geri çekmişti. Kronstadt denizcilerinin cevabı, What We Are Fighting For’da (Ne için savaşıyoruz?) veriliyordu:
“Komünistlere karşı mücadelede orta yol yoktur.... Taviz verir gibi görünüyorlar: Petrograd ilinde yol kesen birlikler kaldırıldı ve yiyecek alınması için 10 milyon altın ruble ayrıldı... Ama aldanmamak gerekir... Hayır, orta yol olamaz. Ya zafer ya da ölüm.”249
Kronstadtçıların, “üçüncü bir devrim” için savaştıklarını vurgulamaları, ayrıca ifade özgürlüğü ile “partisiz sovyetler” üzerinde ısrarla durmaları, birçok tarihçiyi bu isyanın Beyaz ayaklanmalarından temelde farklı olduğuna inandırmıştır. Ama isyancıların bilinçli hedefleri ile eylemlerinin olası sonuçları arasındaki farkı incelerken dikkatli olmak gerekir. Bolşevik rejimi, işçi sınıfının darmadağınık olmuş kalıntıları üstünde duruyordu hala. Kronstadt denizcilerinin Petrograd işçilerine yaptığı çağrılar yanıtsız kaldı, ya da çok az yanıt aldı. Denizciler, köylülüğün Savaş Komünizmi rejimine duyduğu öfkeyi temsil ediyordu, ama Kronstadt’ın ülke çapında bir örgütlenmesi yoktu ve başka hiçbir köylü ayaklanmasında da Kronstadtçıların talepleri dile getirilmemişti.
Kronstadtçıların “partisiz sovyetler” talebi gerçekleşseydi, köylülerin özelde bolşeviklere, genelde de kentlere duyduğu vahşi, ilkel düşmanlığı ifade etmiş olacaklardı. Bolşeviklerin devrilmesinin ardından iktidara gelen de, ılımlı sosyalistler olmayacaktı. Onlar, her durumda bolşeviklerden güçsüzdü ve bolşevik olmayan bölgelerde ne zaman yönetimi üstlenmeye çalışsalar her seferinde askeri diktatörlüklere boyun eğmişlerdi (ve çoğu zaman da yardımcı olmuşlardı) savaş meydanında orduların yenilmiş olmasına rağmen Beyazlar henüz tükenmemişti; Kronstadt ayaklanmasına mültecilerin gönderdiği yanıt da bunu gösteriyordu. Bolşeviklerin devrilmesinin ardından doğacak olan boşlukta, kalan siyasal güçler içinde karlı çıkacak olan yalnızca Beyazlardı. Kronstadt ayaklanmasının amacı bu değildi belki, ama ütopik programı ve sınıfsal kökeni hesaba katıldığında sonucu bu olacaktı.
Beyazlar hemen sezdi bunu. Kronstadt’ta bir ayaklanma olacağını kehanetinde bulundular ve yurtdışındaki Beyaz Ulusal Merkezi, Kronstadtçılara yiyecek sağlamak için tüm gücünü kullanıp yalnızca iki hafta içinde toplam olarak yaklaşık 1 milyon Fransız frangı 2 milyon Fin Markı, 5000 pound, 25.000 dolar ve 900 ton un topladı. Aslında Ulusal Merkez, ayaklanmanın başarıya ulaşması halinde Fransız Deniz Kuvvetleri ile o anda Türkiye’de 70.000 adamın başında bulunan General Vrangel’i Kronstadt’a çıkarma planları yapmaya başlamıştı bile.250 Ayaklanmanın yalnız kaldığı açıkça anlaşıldığında Petriçenko, sınıf güçleri arasındaki denge gerçeğini kabul etmek zorunda kaldı. 13 Mart’ta Petriçenko, Ulusal Merkez’in baş temsilcisine ve General Vrangel’in Finlandiya’daki resmi temsilcisine gıda yardımı için telgraf çekti. 16 Mart’ta “bolşeviklerin haklı olarak Beyaz ajan dediği” Grimm’in dostu Baron PV Vilkin’in yardım önerisini kabul etti.251 Yardımların hiçbiri, garnizon yenilmeden önce oraya ulaşamadı, ama olayların akışı denizcileri Beyazların kucağına süreklemişti; Beyazların beklediği de buydu zaten.
Ayaklanma bastırıldıktan sonra ayaklanmanın liderleri ile Beyazlar arasındaki ilişkiler iyice ortaya çıktı. Kronstadt ayaklanmasına sıcak bakan tarihçi Paul Avrich, ayaklanma bastırıldıktan sonra liderlerinin Beyazlarla anlaştığına dair “yadsınmaz kanıtlar” bulunduğunu belirterek şöyle demektedir. “Bunun, daha uzun zamandır süren bir ilişkinin uzantısı olabileceği ihtimali gözardı edilemez.”252 Bizzat Petriçenko, bir kez daha Grimm’i aracı Vrangel’le temasa geçmişti. Petrograd’daki bir karşı devrimci yeraltı savaş örgütüne denizci toplayarak Vrangel’le güçbirliği yaptı. Üstelik Vrangel’e, yalnızca “elverişli bir siyasal manevra” olarak “partisiz sovyetler” sloganını kullanmasını önerdi. Bolşevikler yenildikten sonra “slogan rafa kaldırırlıp geçici bir askeri diktatörlük kurulur”du. Sınıf güçleri dengesi sonunda ideoloji ile gerçekleştiği aynı çizgide buluşturmuştu.253
Bolşeviklerin ayaklanmayı bastırmaktan başka seçeneği yoktu. Bekleseler Finlandiya Körfezi’ndeki buzlar eriyip savaş gemilerinin Petrograd’a saldırmalarına izin verirlerdi. Garnizonu ele geçirmek için yapılan savaş kanlı oldu, özellikle bolşevikler için. Buzları yarıp, ilerledikçe, savaş gemilerinden ve adalardaki kalelerden gelen çapraz top ateşiyle yere serildiler. Yüzlerce Kızıl Ordu askeri buzdaki deliklere düşüp kayboldu. Ölüm bilançosu, üst ele geçirildikten sonra vurulanlarla birlikte 600 Krosdtadt denizcisi ve en az 10.000 Kızıldı; Kızıllar arasında bolşevik Paertisi’nin 10. Kongresi’nde delege olan ve saldırıya katılan 320 kişiden 15’i de vardı. Troçki’nin de dediği gibi trajik bir zorunluluktu bu.
Kronstadt’ta ayaklanma olsun olmasın, Savaş Komünizmi sona erecekti. Ama ayaklanma, bu dönemin sona erdiğini mutlak biçimde ortaya koydu. “Kronstadt olayları, gerçeği başka herşeyden daha fazla aydınlatan parlak bir ışık gibiydi” diyordu Lenin.254 10. Parti Kongresi’nde, tahıla el koyma uygulamasını sona erdiren Yeni Ekonomi Politikası (NEP) kabul edildi. Lenin şöyle seslenmişti Kongre’ye: “Başka ülkelerden devrim olana kadar sosyalist devrimi ancak köylülerle varılacak bir anlaşma kurtarabilir.”255 NEP, kendisi de Ekim Devrimi’nin hemen ardından uygulanan politikalardan bir geri adım olan Savaş Komünizmi’nden geriye doğru bir adımdı. Devrim tek başına kalıp Rusya’da ekonomik durum kötüleştikçe, bu geri adım kaçınılmaz olarak daha da ağır ve tehlikeli olacaktı.
İç savaş, sanayiyi bir yıkıntıya çevirmişti. şçi devletinin temelini oluşturan, bolşevik iktidarının yaslandığı kaya tabakası olan işçi sınıfı, Beyazları yenmek için arka arkaya seferber olup parçalanmıştı. Bolşevikler, üç yıl süren iç savaştan ve müdahalelerden sağ çıkmayı başardı, ama işçi sınıfının atomlarına ayrılmış, bieryselleşip ayrışmış bir kitleye, eski büyüklüğünün küçük bir parçasına asla 1917’deki gibi kolektif bir iktidar sağlayamayacak bir parçaya indirgemek pahasına. Lenin şöyle yazıyordu:
“Sanayi proletaryası...savaş ve korkunç yoksulluk ile yıkım yüzünden sınıf niteliğinden koptu... sınıf olarak oturduğu temelden ayrıldı ve bir proletarya olarak varlığı sona erdi..Bazen istatistiklerde yer almaktadır, ama ekonomik açıdan tutarlı bir bütün halinde değildir.”256
İşçi devleti bürokrasisi havada asılı kaldı, sınıfsal temeli aşınmış ve yıkılmıştı. Bu koşullar devlet mekanizmasına ve Bolşevik Partisi örgütlenmesine yardım edemez, ama etki edilebilirdi.
Bolşeviklerin iktidar tekeli karşılarında yer alan bütütn partilerin teker teker silahlı karşı devrim saflarına geçmiş olması gibi basit bir gerçeğe dayanıyordu. Tabii Kadetler daha Ekim Devrimi öncesinde bile Kornilov’la içli dışlıydı ve iç savaş sırasında ortaya çıkan bütün Beyaz diktatörlüklerin temel dayanağı olmuşlardı. Sağ sosyalist devrimciler, Kurucu Meclis dağıtıldığı sırada ve iç savaş boyunca Kadetlerden ayırt edilemez hale gelmişlerdi. Sol sosyalist devrimciler de 1918’deki Sovyet hükümetinde yer aldılar ve aynı yılın yazında hükümeti silahlı bir darbeyle devirmeye kalkana dek yasal bir muhalefet olarak kaldılar.
Menşevikler farklıydı. Kararsızdılar. Bazı menşeviklerle, bazı sol sosyalist devrimciler ayrılıp bolşeviklere katıldı, bazılarıda Beyazlara. Geri kalanı kah hükümetin meşruluğunu kabul edip kah onu devirmek için ajitasyona giriştiler. Bolşevikler de onlara karşı buna uygun davrandı. Menşevikler, Ekim Devrimi’ni tanıdıkları dönemlerde meşru kabul edilip, kendilerine daha geniş özgürlükler verilirken, Ekim öncesi rejime dönme andı içtikleri dönemlerde baskı gördüler. E. H. Carr’ın dediği gibi:
“Bolşevik rejimin ilk birkaç aydan sonra örgütlü muhalefete dayanmaya hazırlıklı olmadığı doğruysa hiçbir muhalefetin yasal sınırlar içinde kalmaya hazır olmadığı da doğruydu. Diktatörlük gerekçesi, her iki tarafın iddiası için de geçerliydi.”257
İç savaşın mengene gibi sıkan baskısı, devlette başka biçimlerde de dönüşüme yol açtı. Bürokrasinin, ordunun, Çeka’nın ağırlığı iç savaş sırasında muazzam biçimde arttı. Bu kurumlar olmasa Ekim Devrimi, kanlı, gerici bir karşı devrim içinde savrulur giderdi. Bu kurumlarla da kemikleşmiş ve otoriter hale geldi. Bir merkez komitesi üyesinin 8. Parti Kongresi’nde dediği gibi “Birçok parti üyesi arasında insanın tüylerini diken diken edecek kadar çok sarhoşluk, sefahat, yolsuzluk, soygunculuk ve sorumsuz davranış” vardı.258 Bürokrasinin gücü ve bürokrasi içinde de üst katmanların gücü, artıyordu.
Bolşevik Partisi’nin kendisi de çok önemli değişimler yaşamıştı. ç savaşın sonuna gelindiğinde her on parti üyesinden ancak biri bir fabrikada fiilen çalışıyordu.259 Her on üyeden altısı hükümette ya da parti mekanizmasında görevliydi ve parti üyelerinin dörtte biri de Kızıl Ordu’da çoğunlukla siyasi ya da askeri yetkili olarak bulunuyordu. Troçki’nin ‘İhanete Uğrayan Devrim’de belirtiği gibi askerler sık sık memleketlerine dönüp “yerel sovyetlerde, ekonomide ve eğitimde önemli görevler alıyor ve iç savaşta başarının güvencesi olan rejimi yılmadan her yere götürüyorlardı.”260
İç savaş sırasındaki disiplin ve merkezileşme gerekliliği, yalnızca liderliğin partiye dayattığı bir şey değildi. Sıradan üyelerin de en az liderlik kadar yoğun hissettiği, kendini dayatan bir zorunluluktu:
“Gerçekten de 1918 ile 1921 arasında Lenin ile arkadaşlarının, yerel bakış açısından kaynaklanan ve merkezileşme ile disiplin eğilimlerinin gelip güçlenmesin zorlayan gürültülü kitlenin gerisinde kaldığı zamanlar oldu...261
“...İşi bitiren iç savaştı. Neredeyse bir gecede görüldüki 1917’de yerel hakları hiç vazgeçmeden savunanların hemen hemen hepsi askeri bunalımın katı bir iç disiplin uygulanmasını zorunlu kıldığını isteksizce de olsa kabul etmeye hazırdı şimdi..”262
10. Parti Kongresi sarsıcı bir deneyimdi. Savaş Komünizmi’nin bunalımı, bolşevikler arasında kitlesel bir ihtilaf ve muhalefet dalgası yaratmıştı. Farklı gruplar ya da bireylerin ortaya attığı en az sekiz değişik platform vardı. İşçi muhalefeti, rejimin yöneldiği doğrultuya ilişkin kapsamlı bir eleştiri getirdi. İşçi muhalefeti iktidarı, sendikalara ve fabrikalardaki işçilere vererek sistemde reform gerçekleştirmek istiyorldu. Zorluk görmüş olduğumuz gibi işçi sınıfını sayıca çok azalmış olmasından kaynaklanmaktaydı. İşçi Muhalefetinin planları ancak rejimin parçalanmasın getirebilirdi.
Lenin’in farkı, iki aşamalı bir çözümü vardı. İlk olarak “hasta, hummalı” diye nitelediği- partinin olayların baskısı altında dağılıp gitmesini önlemek istiyordu. Şöyle demişti:
“...geçmişteki tezahürleri ne olursa olsun, en ufak bir fraksiyonculuk olmamalıdır, hiçbir koşulda...ülkede köylülerin muazam bir üstünlüğü (olduğunda) proletarya diktatörlüğüne yönelik hoşnutsuzlukları tırmandığında ve köylü ordusunun terhis edilmesiyle yapacak işi olmayan elinden gelen tek iş savaşmak olan ve haydutluk üreten yüzlerce binlerce adam başıboş kaldığında bile olmamalı bu....Tartışmanın atmosferi son derece tehlikeli olmakta, proletarya diktatörlüğüne doğrudan tehdit yaratmaktadır.”263
Kongre, franksiyonların yasaklanması yönünde oy kullandı. Bir kez daha, yalnızca liderliğin zorlanması değildi bu. Radek kongreye şunları söylerken pek çok kişi adına konuşuyordu:
“...bu karar lehine oy kullanırken, pekala aleyhimize dönebileceğini hissediyor, yine de onu destekliyorum... Bir tehlike anında merkez komitesi, gerekli görüyorsa en iyi yoldaşlara karşı en sert önlemleri alsın. Hatta bırakın merkez komitesi yanılsın! Şu anda görülen duraksamadan daha az tehlikelidir bu.”264
Ayrıca yasaklama, tam ya da sürekli görülmemişti de. Kıdemli bir bolşevik merkez komitesi seçimlerinde ayrı platformların yasakllanmasını kongreye kabul ettirmeye çalıştığında, şöyle cevap verdi Lenin:
“Partiyi ve Merkez Komitesi üyelerini temel konular üzerinde uyuşmazlık olduğunda partiye başvurma hakkından yoksun bırakamayız... Örneğin diyelim ki Brest barışının sonuçlandırılması gibi bir sorunla karşı karşıyayaız. Böyle sorunların ortay çıkmayacağını garanti edebilir misiniz? Hayır edmezsiniz. Bu durumda, seçimlere platformların temel olması gerekebilir.”265
İkinci olarak Lenin, hayatının son savaşını bürokrasiye içeriden reform vermek için verdi. Şöyle diyordu:
“..köylü bir ülkede Çar’ı devirebilirsiniz, toprak sahiplerini de devirebilirsiniz ama bürokrasiyi “deviremezsiniz”.. Ancak..uzun yıllar içinde ağır ilerleyen ve inatçı bir çabayla azaltabilirsiniz onu.”266
Lenin, Stalatin’in büyüyen gücünü durdurmak için Troçki’den yardım almaya çalıştı. Bürokraside görevi kötüye kullanmaya karşı oluşturulan İşçi-Köylü Müfetişliğini güçlendirmek için mücadele etti ve devlet aygıtında giderek büyüyen Rus şovenizmiyle savaşmaya çalıştı. Ama bozulan sağlığı engeledi onu. lk olarak 1921’in ortasında hastalandı, Mayıs 1922’de inme indi, Aralık 1922’de işine döndü, ama yeniden hastalandı. Mart 1923’de bir kez daha inme inince felçli kaldı ve Ocak 1924’te ölene kadar bir daha konuşamadı. Son notlarında Stalin’in Genel Sekreterlik görevinden alınması için ısrar etti.
Ama Troçki’nin 1923’te başlatığı muhalefet gibi Lenin’in son savaşı da temel bir zaaftan zarar görmüştü. Savaştan sonra rejim karaya oturmuş, yenilenme ve köklü reformun kaynağı -işçilerin etkinliğ- kuruyup gitmişti. Bürokraside görevi kötüye kullanma ve yolsuzluk bunun kaçınılmaz sonuçlarıydı. İşçi muhalefetinin istemiş olduğu gibi mekanizmanın dışında boy göstermek olanaksızdı. Lenin’in ve sol muhalefetin son savaşının trajedisidir bu. Sorunun ne olduğunu biliyorlardı, ama ellerindeki araçlar amaca uygun değildi. Savundukları önlem de (bürokrasinin kendi kendini reforme etmesi) işte bu yüzden yetersizdi. Troçki’nin yenilgisi buradan kaynaklanmaktadır. Bürokrasi içinde savaşmak Troçki’den çok Stalin’in lehine olan koşullarda savaşmak demekti. Troçki’nin gücü de Lenin’inki gibi işçilerle arasındaki bağı hep korumuş olmasında yatıyordu. Onlardan esin alıyordu. Sosyalist bir topluma ilişkin umutlarını onlara bağlamıştı. zlediği stratejinin doğruluğunu onların deneyim ile sınamıştı. Ve hepsinden önemlisi her büyük mücadelede işçilerin bilincine ve örgütlenmesine dayıyordu sırtını.
Stalin ise tersine mekanizmaya-komiteye, tehdite, düzene ve rüşvete-sırtını dayıyordu. Troçkizmi gömmeye kararlıydı; Troçkist “kadrolar ancak iç savaşta temizlenebilir” diye diretiyordu. İşte iç savaş buradaydı. Muhalefet sözcvülerinin susturulup saldırıya uğramasıyla başladı. Sonra bürokrasinin bütün o koca propaganda aygıtı onların karşısına geçti, sonra da sürgün edildiler, hapse atıldılar ve kurşuna dizildiler.
Troçkist muhalefet yiğitçe dövüştü. Kimi zaman tezlerinin parti üyeleri arasında önemli destek sağladığını gördü. Birçok parti üyesi özellikle 1917’yi yaşamış ve 1917’de savaşmış olan deneyimli parti üyeleri muhalefet’i destekliyordu.
Ama sonunda Rusya’da mücadele yeniden canlanmadan ya da başka bir yerde başarıya ulaşan devrim olmadan, muhalefet’in sonu geldi. Ancak önceden bilinemezdi bu. Bastığı zemin çökmekte olmasına rağmen iç ya da uluslararası mücadelede devrimci bir zaferin imdadına yetişeceği umuduyla mücadeleye devam etti Troçki. Bunun dışındaki tek seçenek teslim olmaktı.
Troçkistlerin mücadelesi Stalin’in iktidara yükselişini geciktirdi, ancak 1928’de sol muhalefet kırıldıktan sonra tamamlandı bu yükselişi daha önce değil. Tarihçilerinin çoğunun 1928’den sonra tepeden gelen “devrim” ile 1928 öncesi arasındaki farka değinmemesinin nedeni budur. Sol Muhalefetin mücadelesi ayrıca Stalin’in devrime ihanet ettiğini ve onun rejiminin, Ekim Devrimi’nin karşı devrimci antitezi olduğunu da açıkca ortaya koydu. Stalin’in rejimi Ekim Devrimi’nden kalan bütün kazanımları tesine çevirmekle kalmayıp, Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren liderliğn tümünü ve sıradan bolşeviklerin büyük çoğunluğunu yok etmek zorunda kaldı. Bunu silahlı karşı,devrimle iktidarı ele geçirmek gibi daha normal bir yoldan değil de yönetimin terörüyle yapabilmesi işçi sınıfının atomlarına ayrılmış olmasının sonucuydu. Daha fazla güç kullanmaya, sıkıyönetime, sokağa çıkma yasağına ya da sokak savaşlarına gerek yoktu, çünkü işçi sınıfının durumu devrim ile karşı-devrim arasındaki savaşı tümüyle değilse bile Bolşevik Partisi’nin farklı kesimleri arasında bir mücadeleye indirgemişti.
Gerçekleşen karşı devrimin ölçütleri Stalin’in iktidarı ile1920’lerin rejimi arasındaki farkı görmemize engel olmamalıdır.
Stephen Cohen şöyle diyor:
“Stalin’in 1929-33’teki yaygın adıyla “büyük değişim” bolşevik programına uygun düşünceden radikal bir kopuştu. Hiçbir bolşevik lider ya da fraksiyon dayatılan kollektivizasyona varlıklı olduğu öne sürülen köylülerin (kulaklar) ‘tassfiyesi’in tehlikeli bir hızla ağır sanayiyi kutsamaya, tüm pazar sektörünün yok edilmesine ve aslında faal olmayan, yalnızca ekonominin denetiminde aşırı bir merkeziyetçilik artı emirle yönlendirme getiren bir “plan”a benzer bir şey önermemişti. Bu “yukarıdan devrim” yılları, tarihsel olarak ve program açısından Stalinizmin doğuş dönemiydi.”267
Michal Reiman’ın çok değerli eseri The Birth of Stalinism (Stalinizmin Doğuşu) bu kopuşun büyüklüğünü çarpıcı ayrıntılarla gözler önüne sererek benzer sonuçlara varmaktadır.268 Cohen, şunları da söyler:
“Resmi ideoloji Stalin yönetiminde köklü biçimde değişti. Bu değişimlerden bazısı Batılı ve Sovyet bilginlerce de kaydedilmişti: Milliyetçiliğin canlanması, devletçilik, Yahudi düşmanlığı ve muhafazar ya da gerici kültür ve davranış normları; işçilerden, kadınlardan, öğrenci çocuklardan azınlık kültürlerinden yana birçok yasanın, ayrıca eşitlikçiliğin yanısıra çok sayıda devrimci bolşevik simgenin de kaldırılması; ve tarihi yaratanlar olarak artık sıradan insanların değil liderlerle resmi patronların öne çıkarılması. Bunlar basit düzeltmeler değil, ‘öz itibariyle değişmiş’ yeni bir ideolojiydi ve “1917’de iktidara gelen hareketi temsil etmiyordu”.269
Sorun, 1920’lerin başındaki bolşevik rejimini idealize etmek değil. Elbette onlar da 1917’nin hedeflerine çok uzak bir noktaya gelmişti. Bu analizin amacı yalnızca iki noktayı göstermek: 1) Bolşevikleri bu hedeflerinden o kadar uzağa çekilmek zorunda bırakan, koşulların karşı koyulmaz dayatmasıydı. O dönemde gösterilen retorik gerekçeler ne olursa olsun- teorileri yüzünden değil, teorilerine karşı çıkarak kat etmişlerdi bu yolu ve 2) o sırada mevcut olan alternatifler, bolşeviklerden daha kötüydü. Kağıt üzerinde daha demokratik bir program sunar gözüken hareketler (İşçi muhalefeti, Kronstad, Mahno) bile ya sahtekardı (Mahno) ya da ütopyacı. Ütopyacıydılar çünkü 1917’nin kurumlarını yaratan sınıf artık siyasal hayatı yönledirecek kollektif gücü elinde bulundurmadığı halde o kurumları unutmuyorlardı. 1920’lerin başındaki trajedidir bu: Bolşevikler önlerinde durdukları temeli yıkarak yenmişti düşmanlarını -cephede gelen ölümle, ya da açlık, hastalık ve kırsal kesime göç sonucu kentlerin boşalmasıyla kelimenin gerçek anlamında yıkılmıştı bu temel. Demokrasinin yokluğu bunun ilk nedeni değil sonuçlarından biriydi. Stalinist bürokrasinin başasının sırrı, işçi devletinin çökmesinde ve tek başına kalmasında yatıyordu.
Belli başlı sanayileşmiş ülkelerin pek çoğunda 1980’ler, iktidarda ister sağ hükümetler (Reagan, Thatcer, Kohl) ister sağ kanat sosyal demokrat hükümetler (Mitterand, Hawke, Gonzales) olsun, işçi hareketi ve sol açısından çoğunlukla bir gerileme dönemi oldu. Bu koşullar altında solun hatırı sayılır kesimleri ilk olarak sol reformizm doğrultusunda bir dönüşüm geçirmeye başladı. Britanya’da İşçi Partisi’nin sol kanadıyla, Fransa’da Sosyalist Parti’yle, Yunanistan’da PASOK’la balayı, İtalyan devrimci solun çöküşü ve uluslararası planda çeşitli toplumsal hareketlerin yükselişi belirledi bu dönemi. Sonraları bu projelerin başarısızlığı karşısında ve Doğu Avrupa’daki olaylar ile bunun sonucu Batı’daki komünist partilerin çökmesinin fazlasıyla etkisi altında kalarak en azından aydın çevrelerde bu dönüşüm burjuva demokrasisiyle doğrudan ve neredeyse ayrımsız biçimde özdeşleşmeye yöneldi.
Bazı sosyalistlerin (sözgelimi İngiltere’de Norman Geras ile Fred Halliday’in) ABD ve İngiliz Emperyalizmini destekleme kararı aldığı İkinci Körfez Savaşı sırasında bu süreç hızlandı. Başka pek çok sosyalist de özellikle New Left Review editörler kurulu sınırlarını burjuva demokrasisinin çizdiği terimlerle (yaptırımlara destek, Birleşmiş Milletleri Savunma) kısmi muhalefetlerini dile getirmede dikkatli davrandılar en fazlasından. Sonuç olarak şu anda sosyal düşünce diye ortaya atılanların çoğu, beylik liberalizmden ayırt edilemez durumda. Yurttaşlık, demokratik ve anayasal reform, sivil toplumun erdemleri ve benzerleri üzerine giderek kabaran literatür bu sürecin şaşmaz simgeleridir. Bu dünyada pazarın üstünlüğü kendinden menkül kabul edilir.
Bu gelişmelerde Ekim Devrimi tarihi kilit bir konumdadır. Lenin’in Stalin’in yolunu açtığı tezi bir kez yerleştikten sonra pazara ve burjuva demokrasisine herhangi bir alternatif oluşturmak çok daha zorlaşmaktadır. J. S. Mill ve Adam Smith’in yürürdüğü düz ve dar yoldan ayrılmak, Gulaa davetiyeyi çıkarmaktır, olabilecek en iyi dünyada yaşıyoruz, diye sürer gider bu tez. Ekim Devrimi’nin kaderi de göstermektedir ki onu değiştirmeye çalışmak gözükara bir enayilikten başka bir şey değildir. Şu anda sivil haklar grubu Charter 88’in önde gelen kişilerinden biri olan Paul Hirst, serbest piyasa ile hukuk devletinin yaşayabilir tek toplum biçimi olduğuna son zamanlarda öyle inanmıştır ki ister Lenin’inki, ister Vaclav Havel’in ek-sosyal demokrasisi olsun her türlü alternatif düşünceyi tehlikeli birer ütopik düş olarak görmektedir.270
Robin Blackburn’in serbest piyasanın başpapazları von Mises ve von Hayek ile Troçki’yi birleştirdiği farz edilen o var olmayan bağı arayıp bulma çabası bu gelişmeler bir başka yanıttır. Troçki komünist topluma geçişte bir tür piyasa mekanizmasının kullanılacağını öne sürdüğüne göre Rus Devrimi’nin lideri ile von Hayek ve von Mises’in bugünkü mirasçıları arasında ortak bir şeyler olmalıdır gibi bir sonuç çıkıyor Blacburn’in görüşünden. Hangi sınıfın kapitalist sınıfın mı, yoksa işçi sınıfının mı iktidarda olacağı gibi sorunun bu analizde yeri yoktur. Ya da piyasanın, devrim bir kez başarıya ulaştıktan sonra büyük ölçüde değişmiş koşullar altında kullanılacak bir mekanizmadan çok, iktidara ulaşmada uygulanacak bir strateji olduğu ölçüde yeri vardır. Dolayısıyla, sadece devrim ile reform arasındaki farktır o.
Kısmen ya da tamamen bu tezlerin pek çoğu Rus Devrimi’nin temelde soğuk savaş dönemine ait bir yorumunun yeniden yaşam bulmasına dayanmaktadır. Yine de eğer Ekim Devrimi’nin tarihi, bir zamanların eski sosyalistlerinin bizi inandırdığı gibi değilse günümüz işçi sınıfı hareketinin cephaneliğinde hala güçlü bir silah var demektir. Kitlesel işsizlik, savaş ve emperyalizm, Üçünçü Dünya’da açlıktan ölüm ve Birinci Dünya’da yoksulluk, evsizlik ve ekonomik sömürü, ırkçılık ve cinsiyetçilik, sendikalara karşı yasalar ve ancak iğdiş edilmiş durumdaki siyasal haklar, bu dünyanın sunabileceklerinin tamaı değildir. Öyleyse benzeri görülmemiş siyasal özgürlük, kültürel ve sanatsal patlama, benzersiz ekonomik serbestlik, ezilen cins ve ulusların yükselişi gibi Ekim Devrimi’nin ilk günlerine damgasını vuran ve devrimin karanlık günlerinde kaleme alınan, bu makalenin hesaba katmaya pek vakit bulamadığı şeyler, hala ulaşılabileceğimiz bir mesafede. Ekim Devrimi bizim geçmişimizdir. Aynı zamanda geleçeğimizdir de Onu bu kadar kolay gözden çıkarmamalıyız.
[1] W. Rees-Mogg, Independent 14 Ekim 19189, R. Pipes, The Russian Revolution (Londra, 1990).
[2] Moskow News, hafatalık gazete, sayı 2, 1991.
[3] Bak. Jonathan Steele, “Solzhenitsyn Off The Press, Trotsky Under Wraps”, Guardian, 6 Mayıs 1991.
[4] Moskova’daki bir sosyalistle özel görüşme.
[5] Bak. “A shade Lees Red”, Daily Mail, 8 Şubat 1990.
[6] “Waking from History’s Great Dream”, Independent on Sunday, 4 Şubat 1990.
[7] Bak. J. Slova. “Sociallist Aspirations and Sociallist Realities”, The African Communist, sayı 124, (Johannesburg, 1991), s. 9. J. Slevo’nun Has Socialism Failed’inde benzer, ama daha üstü kapalı formülasyonlar yer almakatadır. (Londra,1990).
[8] R. Blackburn, “Fin de Siecle: Socialism after the crash”, New Left Review,185 Ocak/Şubat 1991, s 21.
[9] P. Hirst, “The State, Civil Society and the Collapse of Soviet Communism”, Economy and Society, cilt 20, Sayı 2, Mayıs 1991, s. 219.
[10] S. Farber, Before Stalinism, (Polity Press, 1991), s 99-109.
[11] Bak. Against The Current, sayı 29 ve 32 (Detroit). Özellikle sağcı, anti-Leninist olan yazı T. Smitht’in “The ethics of Socialist Praxis”idir, Against The Current, sayı32, s 43-45.
[12] S. Farber, age s12.
[13] B. Kagarlitski, The Thinking Red, (Londra 1988), s 41-65. ancak Kagarlitski’nin yazısında genel olarak bir sonraki The Dialect of Change’e göre Bolşeviklere yönelik daha az eleştirel bir hava hakimdir. Büyük ihtimalle bunun nedeni The Thinking Red’in henüz muhalefet hareketi cılızken ve rejimin çöküşü bu kadar ilerlememişken yazılmış olmasıdır.
[14] R. Blackburn, age, s 8.
[15] L. Troçki, Results and Prospects; The Permanent Revolution and Results and Prospects (New York, 1969), s 105.
[16] E. H. Carr’ın alıntısı, The Bolshevik Revolution 1917-1923- Cilt III ( Londra, 1966), s 9.
[17] age, s 17-18.
[18] age, s 53.
[19] R. Blackburn, age, s 24.
[20] E. H Carr, age, s 59.
[21] L. Troçki’nin alıntısı, age, s, 105.
[22] K. Kautsky, The Dictatorship of the Proletariat (Universty of Michigan, 1964), s 64.
[23] V. Serge, Year one of the Russian Revolution, (Londra 1972) s 14-315.
[24] V. Serge, Destiny of a Revolution, (Londra 1937), s, 314-315.
[25] V. Serge, Year One... age, s.325.
[26] T. Cliff alıntısı, Lenin Cilt 4: The Bolsheviks and the World Revolution, (Londra 1979), s 8.
[27] Bak. T. Cliff, Trotsky, 1917-1923, the Sword of the Revolution, (Londra, 1979), s 8.
[28] Marx, Selected Correspondance, (Moskova, 1956), s 320.
[29] Bak. “The Berlin USPD debate on the National Assembly” The Third International in Lenin’s Time, The German Revolution and the Debate on Soviet Power, documents: 1918-1919 (New York, 1986), s 128.
[30] E. Acton, Rethinking the Russian Revolution, (Londra, 1990), s 2.
[31] R. Pipes, age s 491.
[32] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, Red Victory, (New York, 1989), s 28, 39-40.
[33] M. Ferro’nun alıntısı, October 1917, a Social History of the Russian Revolution, (Londra, 1980), s 14.
[34] L. Troçki, History of the Russian Revolution, (Londra, 1977), s 240.
[35] R. Medvedev’in alıntısı, The October Revolution, (New York, 1979), s 69.
[36] Victor Serge, Year One... age, s 109.
[37] L. Jones, “A year of Two Revolutions”, M Jones (der), Storming the Heavens, Voices of October, (Londra, 1987), S XLIII.
[38] age, s XLV.
[39] W. Burce Lincoln, age, s 35.
[40] Temmuz günlerinin yenilgisinden sonra Bolşevikler, sovyetlerde liderliğin geri alınamayacak bir şekilde ılımlı sosyalistlerin eline geçtiği konusundaki kaygıları nedeniyle “Bütün iktidar sovyetlere” sloganının geri çektiler. Bunun yerine bir süre için stratejilerini daha duyarlı olan fabrika komiteleri üzerine kurdular. Kitlelere egemen olan hava kesin biçimde Geçici Hükümet ve Sovyetler içindeki ılımlılar aleyhine dönünce Bolşevikler de ilk formülasyonlarına geri döndüler. Bunlardan hiçbiri, iktidarı geçici hükümetten alıp, işçi sınıfı iktidarının Halk organlarının eline vermek şekilndeki Bolşevik stratejinin özünü değiştirmez- sonradan Troçki de Ekim Devriminin Dersleri’nde bu konuya açıklık getirmiştir.
[41] M. Jones, age, s XLV.
[42] age.
[43] M. Ferro, age, s 37.
[44] L. Troçki, History..., age, s 668.
[45] Bak. M. Ferro, age, s 51.
[46] age, s 46.
[47] R. Medvedev’in alıntısı, age, s 70-71.
[48] N Podvoisky, “Lenin Organiser of the Victorius October Uprising”, M Jones (der), Storming the Heavens, age, s, 116.
[49]Lenin Collected Works, 26, s 212, Marxism and Insurrection için bak. Collected Works, Cilt 26, s 22-27. Ayrıca bak. N. Harding, Lenin’s Political Thought, cilt 2, Theory and Practice in the Socialist Revolution (Londra 1983), s 154.
[50] N. N. Sukhanov, The Russian Revolution 1917, a Personal Record, (Princeton University Press, 1984), s 576.
[51] R. Service, The Bolshevik Party in Revolution: A Study in Organisational Change 1917-23, (Londra, 1979), s 62.
[52] T. Cliff’in alıntısı, Lenin , The Revolution Besieged, Cilt 3 (Londra,1978), s 2.
[53] S. Cohen, Rethinking the Soviet Experience (OUP, 1985), s 5. Soğuk savaş tarihçileri içinde belki en tanınmışı, Leonard Shapiro’dur. Cohen Lenin’den Stalin’e uzanan “düz çizgi’yle ilgili çok çarpıcı bir alıntılar listesi vermektedir, s 42-43.
[54] S. Farber, age, s 149-150.
[55] R. Blackburn, age, s 20-22.
[56] Bak. Lenin, Collected Works, Cilt 8, s 117. Ayrıca bak. s 141: “Sosyal demokrasi... hala zayıftı, aktif proleter kirlelerin sosyal demokratik liderlik konusundaki yoğun talebine göre zayıf.”
[57] R. Service, age, s36.
[58] age, s 58.
[59] age, s 84.
[60] age, s 210-211.
[61] age, s 52.
[62] age, s 3.
[63] Alıntı age’den, s 61.
[64] Bu konulara ilişkin ayrıntılı bir değerlendirme için bak C. Harman, Germany, Lost Revolution (Londra, 1982), özellikle 5. bölüm.
[65] R. Blackburn, age, s 23.
[66] age, s 10.
[67] T. Wohlforth, “Transition to the Transition”, New Left Review, 130, Kasım/Aralık 1981, s 79.
[68] S. Farber, age, s 56.
[69] R. Luxemburg, The Russian Revolution, Mary- Alice Waters (der), Rosa Luxemburg Speaks, New York, 1970), s 375.
[70] R. Medvedev’in alıntısı, age, s 103-104.
[71] age, s 108.
[72] Victor Serge, Year One... age, s 130.
[73] M. Liebman’ın alıntısı, Leninizm Under Lenin, (Londra, 1975), s 245.
[74] R. Medvedev, age, s 110-111. Seçimler nispi temsil sistemine göre olduğundan Sol SD’lerin aldığı sonuçlar ilk bakışta görüldüklerinden de çarpıcıdır.
[75] Bak. R. Medvedev, age, s 110-112.
[76] Rakamlar Lenin’den, “The Proletarian Revolution and Renegade Kautsky”, The Third International in Lenin’s Time... age, s 357.
[77] Victor Serge, Year One... age, s 131.
[78] age, s 130-131.
[79] L. Shapiro, The Russian Revolutions and the Origins of Present-Day Communism, (Londra, 1984), s 149.
[80] W. H. Chamberlin, The Russian Revolution, Cilt 1, 1917-1918, From the Overthrow of the Tsar to the Assumption of Power by the Bolsheviks, (Princeton University Press, 1987), s 370. W. H. Chamberlin’in tarihi, anlatısı Moskova’da kaldığı sırada (1922-1934) topladığı malzemelere dayandığından önemlidir, ama Stalin ve Soğuk Savaş dönemlerinin bir çok tarihçisi tarafından incelenememiştir. R. Pipes, age, s 555, böyle bir nitelik taşımamaktadır.
[81] Bak. örneğin K. Kautsky, “National Assembly and Council Assembly”, The Third International in Lenin’s Time... age, s 95-105.
[82] age, s 138.
[83] age, s 94.
[84] M. Liebman, age, s 236.
[85] Victor Serge, Year One... age, s 342-343.
[86] J. Slovo, “Socialist Aspirations...”, age, s 9. şu anda Moskova'daki müze yöneticilerinin izlediği taktiğin yazı alanındaki karşılığıdır bu: Troçki’nin portleri galerilere yeniden asılmaya başlanmıştı, ama mutlaka Stalin portlerinin yanına. Bunun anlamı telaffuz edilmese de, açıktır: “Stalin kötüydü, ama Troçki de öyle, demek ki alternatif olarak ona yönelmenin anlamı yok.”Slovo, bu noktayı açıkca ifade etmektedir: Pallo Jordan’ın komünist muhayyilenin gerçek anlamın keşfetmek için (Troçki de dahil) “muhalifler”in çalışmalarına bakmamız gerektiği yolundaki oldukça genel yargısını kabul etmeden önce biraz dikkat göstermemiz gerektiğine inanıyorum.” age.
[87] R. Blackburn, age, s 21.
[88] S. Farber, age, s 44.
[89] J. Slovo, age, s 8.
[90] S. Farber, age, s 47.
[91] age, s 117.
[92] Victor Serge, Year One... age, s 350.
[93] T. Cliff, Lenin Cilt 3, (Londra, 1978), s 68.
[94] Victor Serge, Year One... age, s 350-352.
[95] W. Burce Lincoln, age, s. 50.
[96] W. H. Chamberlin’in alıntısı, The Russian Revolution, Vol II, 1918-1921, (Princeton University Press, 1987), s 78.
[97] age, s59.
[98] W. H. Chamberlin, age, s 371.
[99] R. Pipes, age s 790.
[100] Victor Serge, Year One... age, s 187-188.
[101] age, s 189.
[102] A. F. Upton, The Finnish Revolution, 1917-1918, (University of Minnesota Pres, 1980), s 519.
[103] age, s 521.
[104] age.
[105] age.
[106] age, s 522.
[107] age, s 89-90.
[108] Victor Serge, Year One... age, s 349.
[109] W. Burce Lincoln, age, s. 99.
[110] age, s198.
[111] L. Troçki, My Life, (New York, 1960), s 396-397.
[112] W. Bruce Lincoln’ın alıntısı, age, s 204.
[113] age, s 225.
[114] age, s 226.
[115] age, s 88-89.
[116] age, s 100.
[117] Victor Serge, Year One... age, s 333.
[118] W. Burce Lincoln’in alıntısı, age
[119] W. Burce Lincoln, age, s. 48-49.
[120] age, s 321.
[121] age, s 317.
[122] age, s 322-323.
[123] age.
[124] age, s 319-320. Unutmamak gerekir ki, Çeka’nın öldürdüğü kişiler konusundaki en abartılı iddiaların -iç savaşta ölenlerin toplamından 140.000 kişi fazla -(bak. Pipes, age, s 838) doğru olduğu kabul edilse bile bu rakam, Beyazların yalnızca bir yıl içinde, yalnızca bir bölgede, 1919’da Ukrayna’da öldürdüğü Yahudilerin sayısının altındadır.
[125] Alıntı age’den, s 259.
[126] age, s 256.
[127] Bak. age, s 256-257.
[128] Alıntı age’den, s 259.
[129] R. Luckett, The White Generals, (Londra, 1971), s 184.
[130] W. Bruce Lincoln, age, s 210.
[131] R. Luckett, age, s 255.
[132] W. Bruce Lincoln’ın alıntısı, age, s 436-437.
[133] W. H. Chamberlin’in alıntısı, age, Cilt II, (Prınceton University Press, 1987), s 197.
[134] W. Bruce Lincoln’ın alıntısı, age, s 247 ve s 263.
[135] Alıntı age’den, s 263.
[136] W. H. Chamberlin’in alıntısı, age, Cilt II, s 403.
[137] W. Bruce Lincoln’ın alıntısı, age, s 283.
[138] W. H. Chamberlin, age, Cilt II, s 138.
[139] Alıntı, age, s 261.
[140] age, s 283.
[141] age, s 169.
[142] W. Bruce Lincoln, age 294.
[143] W. H Chamberlin, age, Cilt II, s 258.
[144] W. Bruce Lincoln, age 280-282.
[145] W. H Chamberlin, age, Cilt II, s 461.
[146] W. Bruce Lincoln, age 266.
[147] T. Cliff, “Trotsky on Substitionism”, International Socialism, (eski seri), sayı 2, Sonbahar 1960.
[148] S. A. Smith, Red Petrograd, (Cambridge University Press, 1983), s 210. Aslında Lenin’in devrimden sonra ekonomi üzerine yazdığı ilk makalelerden birinin başlığı, “Rekabet nasıl örgütlenmelidir?” di ve şu konuda ısrarlıydı Lenin:Artık Sosyalist hükümet iktidarda olduğuna göre işimiz, rekabeti örgütlemektir.” Collected Works, Cilt 26, s 404.
[149] S. A. Smith, age, s 209.
[150] age, s 220-221.
[151] age, s 222-223.
[152] T. Cliff, Lenin, Cilt 3, age, s 81.
[153] age, s 81. S. A. Smith, age, burada da söz konusu süreçayrıntısıyla verilmemektedir., örneğin s 238-239’a bakın. Smith’e göre ayrıca işçilerin işletmeyi üstlendiği bazı durumlarda amaç, hükümeti işletmeye katılmaya yöneltmekti, çünkü “işçiler”in işletme yönetiminin özellikle büyük fabrikalarda üretimi etkileyen dev sorunlar karşısında etkisiz kaldığı ortay çıkmıştır.
[154] Kritzman, T. Cliff’in alıntısı, Lenin, Cilt 3, age, s 83.
[155] Bak Bruce Lincoln, age, s 116.
[156] age, s 115-116.
[157] S. A. Smith’in alıntısı, age, s 239.
[158] Victor Serge, Year One... age, s 353.
[159] S. A. Smith, age, s 242.
[160] S. A. Smith, age, s 250-251.
[161] L. T. Lih’in alıntısı, “Bolshevik, Razvertsha and War Communism”, Slavic Review, Cilt 48, Sayı 4, 1986, s 679.
[162] P. Avrich, Kronstad 1921, (Prınceton University Press, 1991), s 19.
[163] Aktaran W. Bruce Lincoln, age, s 63.
[164] Bak. S. Farber, age, s 70.
[165] L. T. Lih’in alıntısı, age, s 678-679.
[166] W. Burce Lincoln, age, s. 65.
[167] age, s 480 ve s 416.
[168] Alıntı age’den, s 345.
[169] W. H Chamberlin, age, Cilt II, s 347.
[170] W. H Chamberlin, age, Cilt I, s 332 ve Cilt II, s 68-69.
[171] P. Knightley, The Second Oldest Profession, (Londra, 1986), s 57-72.
[172] age, s 57-58.
[173] T. Cliff’in alıntısı, Lenin, Cilt 4 age, s 18.
[174] Bak. T. Cliff, Trotsky, The Sword of the Revolution, Cilt 2 (Londra, 1990), s 32-33.
[175] G. Leggett, The Cheka: Lenin’s Political Police, (Oxford, 1981), s 21.
[176] W. Burce Lincoln, age, s. 138.
[177] W. Burce Lincoln, age, s. 138.
[178] age s, 127
[179] Knightley’in alıntısı, age, s 75.
[180] Bak., örneğin W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 364.
[181] G. Leggett, age, s 130-131.
[182] age, s 197. Leggett, S. P. Melgounov’un The Red Terror in Russia’sından da alıntı yapar. Ancak Leggett, Melgonov’u ‘saygın bir sosyalist siyasetçi’ (s 185) diye tanımlarken fena halde yanılmaktadır. Melgonov’un anlatısı taraflıdır ve dengesiz yargılarla doludur. Örneğin, “Çeka yani Bütün Rusya Olağanüstü Komisyonu adını simgeleyen üç harfin aynı zamanda Rusçada “Herkese ölüm” demek olan üç kelimeyi de simgelemesi boşuna değildir.” (!), s 41.
[183] G. Leggett, age, s 168-169.
[184] Bak. G. Leggett, age, s 176-182.
[185] Sözgelimi Çeka, 1920’de ölüm cezasının kaldırılmasından önceki gece idamlar gerçekleştirilmiştir; bak Mary MCAuley, Bread and Authority, State and Society in Petrograd 1917-1922, (Oxford 1991) s 391. Ayrıca Çeka, iç savaşta cephe gerisinde idam cezası kaldırılmış olduğu sırada, mahkumları cephenin ön saflarına taşıyarak da idamlar infaz etmişti. McAuley, s 386’da Beyaz Terör’ün tersine Kızıl Terör’ün liderliğin alanından uzaklaştıkça da şiddetlendiğine ilişkin başka kanıtlar vardır: Fransız Devrimi’nde de olduğu gibi ... taşra kentlerinde terör... büyük kemtlerdekinden daha kötüydü. Ekim-Aralık 1918’deki parti yayınlarında endişe yaratan taşrada korkunç bir şekilde kan dökülüyor olmasıydı.. Eylül ve Ekim’deki terör parti içinde tepki doğurunca kan dökülüyor olmasıydı.. Eylül ve Ekim’deki terör parti içinde tepki doğurunca açıkca beyan edilmeksizin birkaç hafta içinde bundan vazgeçildi.”
[186] R. Pipes, age, s 792.
[187] Victor Serge, Year One... age, s 326-327
[188] R. Medvedev’in alıntısı, Let History Judge, (Oxford, 1989), s 502.
[189] age.
[190] Bak. B. Kagarlitski, age, s 53.
[191] R. Medvedev’in alıntısı, age, s 655.
[192] age, s 654.
[193] Lenin, Collected Works, Cilt 28, s 389.
[194] G. Leggett, age, s 187.
[195] W. Burce Lincoln’in alıntısı, age, s. 139.
[196] G. Leggett’ın alıntısı, age, s 162.
[197] age, s 161.
[198] age, s 171.
[199] Alıntı age’den, s 357.
[200] age, s 188.
[201] Alıntı age’den, s 189.
[202] age, s 342
[203] Alıntı age’den.
[204] age, s 345.
[205] R. Medvedev, Let History Judge, age, s 656.
[206] age, s 657.
[207] G. Leggett’ın alıntısı, age, s 163.
[208] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 364.
[209] age, s 371.
[210] age, s 364.
[211] age, s 372-373.
[212] Bak. T. Cliff, Lenin, Cilt 3, age, s 95.
[213] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 358.
[214] W. H Chamberlin, Cilt II, s 122-124. age, s. 364.
[215] S. Farber, age, s 122-124.
[216] W. Burce Lincoln, age, s. 468-470.
[217] age. s 471.
[218] age.
[219] M. Palij, The Anarchism of Nestor Makhno, (University of Washington Press, 1976), s 177.
[220] W. H. Chamberlin, Cilt II, age, s 237.
[221] age, s 237-238.
[222] Bak. W. Burce Lincoln, age, s. 237.
[223] M. Palij, age, s 219.
[224] age, s 214.
[225] P. Avrich, Anarchist Portraits, (Prınceton University Press, 1988), s 120-121.
[226] age, s 120.
[227] M. Armstrong, “Nestor Makhno: The Failure of anarchism”, Socialist Review, (Avustralya) Yaz 1990, Sayı 3, s 114.
[228] M. Palij, age s 214.
[229] age, s 213-214.
[230] P. Avrich, Anarchist Portraits, s 114.
[231] W. H. Ckamberlin, Cilt II, age, s 236.
[232] P. Avrich, Anarchist Portraits, s 121.
[233] Bak M. Palij, age s 152.
[234] W. H. Ckamberlin, Cilt II, age, s 234 ve s 232.
[235] Bak. F. Sysyn, “ Nestor Makhno and the Ukrainian Revolution” T Hunczak (der) The Ukraine 1917-1921, a Study in Revolution, (Harvard University Press, 1977), s 290 n 49. Galiba Makhno’nun iki “karısı” varmış. Ceza komisyonunu başında olanla metinde daha önce alıntılanan aynı değil.
[236] D. Footman, Civil War in Russia, (Londra, 1961), s 288.
[237] age, s 282.
[238] I. Getzler, Kronstad 1917-1921, (Londra, 1983), s 206-207.
[239] Bak. D. Fedotoff White, The Growth of the Red Army, (Princeton University Press, 1944), s 154.
[240] age, s 140.
[241] age, s 142.
[242] age, s 143.
[243] S. Farber, age, s 192-193.
[244] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 495.
[245] P. Avrich, Kronstad..., age, s 94-95.
[246] I. Getzler’in alıntısı, age, s 209-210.
[247] P. Avrich, Kronstad..., age, s 68.
[248] age, s 63-66.
[249]What we are fighting for, P. Avrich, age, s 242-243.
[250] P. Avrich, Kronstad..., age, s 240.
[251] age, s 107-121-122.
[252] age, s 110-111.
[253] age, s, 127-128.
[254] T. Cliff’in alıntısı, Lenin, Cilt 4, s 134.
[255] P. Avrich’in alıntısı, Kronstad..., age, s 222.
[256] T. Cliff’in alıntısı, Trotsky, Cilt 2 (Londra, 1990), s 188.
[257] Alıntı age’den, s 193.
[258] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 479.
[259] Aslında durum bundan da daha kötüydü: Fabrikalarda çalışanların çoğu da “iş tezgahı”nda değil, yönetimdeydi.
[260] M von Hagen’in alıntısı, Soldiers in the Proletarian Dictatorship, (Cornell University Press, 1990), s 5.
[261] R. Service, age, s 8.
[262] age, s 208.
[263] T. Cliff’in alıntısı, Lenin, Cilt 4, s 136.
[264] age, s 138.
[265] age, s 137.
[266] W. Burce Lincoln’ın alıntısı, age, s. 380.
[267] S.. Cohen, age, s 62.
[268] M. Reiman, The Birth of Stalinism, (Londra, 1987)
[269] S. Cohen, age, s 52.
[270] P. Hirst, age, s 224-225.
John Rees’in, Ekim’in Savunusu (International Socialism, IS, 52) makalesi, 1917-1921 Rus Devrimi’nin liderlerini aklayıp, son günlerde Bolşevizm’in dengeli resmini çizmeye çalışan, sosyalist yazıları çürüttüğünü iddia ediyor. Bolşevikleri aklamayı kısmen başarmış olmasına rağmen aynı başarıyı Farber, Hobsbawm, Slovo ve benim iddialarımızı çürütmekte gösterememiş. Bunu söylememe rağmen makaleyi okurken rahatsızlık duymadığımı itiraf etmeliyim. Rees eleştirdiği kişiler arasındaki farklılıkları daha iyi açıklayabilirdi. Ancak ne beni eleştirilenlerin arasına alınmaktan ne de makalemden sık sık alıntı yapılmış olmasından rahatsızım. Kısa zamanda yazarın, Bolşevik Tarihi’ni savunmaya kitlenmiş bir kafa yapısına sahip olduğunu anladım. Bana ve diğerlerine yapılan referanslar polemiği süslemekte kullanılmış. Büyük bir iddiaya sahip bu yazıyı yazmada, yazara belki de düşmanca şevki yardımcı olmuştur. Bolşevizm’in usta eleştirisi kapsadığı materyallerle doldurulmalı, ancak Rees az sayıda sol yazarı hedeflemiş. Bir yazarın birinci görevi her ikisini başarmak oldukça etkileyici olmasına rağmen diğerlerinin tartışmalarından önce kendi tartışmasını haklı göstermektir. Rees’ten daha fazla Rus Devrimi’nin savunulmasında yarar görüyoruz. Ben, Nazizm’in askeri yenilgisinde oynadığı ölümcül rol ve anti-emperyalist, anti-kolonyalist mücadelelere verdiği genel destek, Batılı işçilerin daha iyi koşullar ve haklar mücadelesi vermesini kolaylaştırması nedenleriyle Rus Devrimi’ne ve onun kurduğu devlete kesinlikle sahip çıkarım. Burada devrimin ve onun kurduğu devletin genel sonuçlarına değiniyorum; Sovyet yöneticilerinin genelikle kapitalist güçlerle uzlaşmaya yönelik politikalarına değil. John Rees uzun makalesinde, oldukça tuhaf bir şekilde Rus Devrimi Tarihi’nin önemli bir parçası olan bu konulara hiç değinmemiş.
Rees’in Ekim’in Savunusu iki tartışmayı içeriyor; birincisi Rus Devrimi’ni Paris Komünü’nden daha dayanıklı, gericiliğin barbarizmine karşı halkın veya proleterlerin kahramanca zaferi olarak görüyor. Bu görüş, devrimin liderlerinin hatalarını “koşulların zorlaması” ve tarihi koşullar, bahaneleriyle gizler. Ben, Slovo, Hobsbawm ve Farber, Rus Devrimi’nin tarihi ihtişamını ve Lenin’in muhaliflerinden daha ileri bir politik idrak yeteneğine sahip olduğunu inkâr etmiyoruz.
Ancak Rees, bunlardan başka Rus tipi devrimlerin bize hâlâ bir model sunduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Buna çeşitli nedenlerle karşı çıkarım. Rus Devrimi burjuva kurumlarının zayıf olduğu, narin bir ithal burjuva demokrasisi koşullarında gerçekleşti. Rees’in Kurucu Meclis’e halkın itibar etmediği iddiasının bu koşullara uygun olduğunu düşünüyorum. Rusya’daki 1917- 1918 yılları arasındaki burjuva demokratik kuruluşlara itibarsızlık bu gün sadece bir kaç ülkede vardır. Kurucu Meclis’in, bu gün temsil ettiği kuruluşlar için kural olan monopol genel politik temsile, sahip olmasını Sovyetlerin varlığı engelledi. Gerçekten 20. Yüzyıl tarihine baktığımızda “ikili iktidar” deneyiminin bir istisna olduğu görülür. Rusya’da koşullar, can çekişen feodal Mutlakiyetçiler düzeniyle istisnai olarak zayıf olan burjuvazinin dışında, yeni bir anti-burjuvazi gücün, kendisini güçlendirip Kurucu Meclis’in üstünden atlamasını sağladı. Bolşevikler, kısa zamanda burjuva temsilci kuruluşlarının Avrupa’nın genelindeki sağlam ve etkili gücünü keşfettiler.
Hem Lenin, Sol Komünizm: Bir Çocuk Hastalığı kitabında, hem de Troçki Almanya üzerine yazılarında burjuva demokrasisini ve ondaki kuvvetli devrimci içeriği hafife almamayı anlatılar. Tabi ki Lenin ve Troçki hâlâ Rus Devrimi’ni bir model olarak alacaklardır. Ancak biz şimdi yarım yüzyılın deneyimine sahibiz. 1940’larda Almanya ve talya’da, 1970’lerde spanya ve Portekiz’de faşizm, işçi meclisleri devlet yapısına muhalefet oluşturamadan yenildi. Kolonyalizm her yerde işçi meclislerinin anahtar rolü olmadan püskürtüldü. Stalinizm Sovyetlerde ve Doğu Avrupa’da “ikili iktidar”ın hiçbir kuruluşu olmadan yıkıldı. Macaristan’da, 1956’da işçi meclisleri, Polonya’da 1980’de Dayanışma Hareketi vardı. Burjuva temsilci kuruluşları yeterince mücadele etseydi Macar ve Polonya işçi sınıfı bunların kurulmasını ister miydi? Sanmıyorum. 1968’de Fransa’da ve 1974-1975’de Portekiz’de işçiler, burjuva demokratik kuruluşlarının seçimleri için işçi meclisleri yıkıldığında karşı çıkmadı. Bu gün hâlâ Çarlık Rusya’sına benzeyen politik koşullara sahip tek ülke Suudi Arabistan’dır. Belki de işçi meclislerini -umut ederim ki- Suudi Arabistan’da göreceğiz ancak Suudi Devrimi aşılana kadar diğer ülkelerin aynı rotayı izleyeceklerini düşünmüyorum. Demokratik yapıların iktidarda olduğu yerlerde sosyalistlerin bunların üzerlerinde atlaması veya küçümsemesi pratik değildir. Tabii ki bu tür demokratik kurumların çevresi sosyalistlerin karşı kampanya sürdürmeleri gereken bir dizi anti-demokratik figürle çevrili. Bu figürler, bir dizi zayıf ve daha az demokrat olan kurumun birbirleriyle çeliştiği, bunun sonucunda ikili iktidarın oluştuğu dönemlerde ortaya çıkar. Örneğin: skoç Meclisi Westminster’a karşı zayıf olduğunda Britanyalı sosyalistler onu desteklemeyi düşünebilirler. Ancak bu 1917’den farklı bir senaryo oluşturacaktır. Hobsbawm’ın Rus Devrimi’ne “garabet sonuç” demesinin nedeninin bu olduğunu düşünüyorum.
Rees’in açıkça eleştirdiği yazarların hiçbiri, benim bildiğim kadarıyla Kurucu Meclis’in dağıtılmasını sorun yapmadı. Bu konuda en geniş açıklamayı yapan Samuel Farber, Bolşeviklerin haklı olduğunu vurguladı. Farber, Bolşeviklerin demokratik işçi sovyetleri üzerindeki seçimleri iptal etme, toplantı düzenlememe, azınlık haklarını tehdit etme, gibi şiddet olaylarını eleştiriyor. Onun eleştirilerini, makalemde yazdığım gibi o zamanın beyazların isyanı ve açlığın yaygınlaşması gibi kötü koşulları yeterince dikkate almaması yüzünden eleştirdim. Buna rağmen, akla uygun olduğunu ve bir dizi önemli sorunu öne çıkardığını düşünüyorum. Farber’in koşulların zorlamasını dikkate almadığını kabul etsem de; kitabı Ekim Devrimi’nin nasıl defolu bir model olduğu konusunu netleştirdiği ve Bolşevik eğilimlerin, acıklı veya talihsiz kararlar olduğuna dikkat ettiği için değerlidir.
Farber “koşulların zorlaması” tartışmasına yeterince dikkat etmemesine rağmen pek çok zor koşullardan dolayı alınan ihtiyari kararın esasında alınmasına hiç ihtiyaç olmadığını gösteriyor. Bu kararlar bir kez alındıktan sonra bunların ihtiyari olduğu unutulup devrimin bir zaferi ve partinin ruhu olarak taçlandırılmaya başlanıyordu. Bu kategoride işçi devletinin yasasız olmasının kutlanması, endüstri kuruluşlarında tek adam yönetiminin uygulanması, köylülerden zorla ürün toplanması, sovyet seçimlerindeki tahrifler, Sovyet Merkez Yürütme toplantılarının yapılmaması, Kızıllarla ittifak yapan anarşist ve Menşeviklerin bile saldırıya uğraması, idam cezasının konması, Sovyet yasalarına aykırı bir şekilde savaş bölgeleri dışında şüphelilerin tutuklanması ve daha pek çok şey Farber tarafından belgeleniyor. Ypres ve Somme standartlarına veya Avrupa sömürgecilik koşullarına göre Bolşeviklerin daha insancıl oldukları kabul edilebilir. Ancak bu tüm ihtiyari tedbirlerin gerekli olduğunu göstermez, aksine Farber’in gösterdiği gibi bunların çoğu beyazları yenmede bile etkisiz kalıyor, Rosa Lüksemburg’un belirttiği gibi çılgınca bir Jakobencilik yaşanıyordu.
John Rees, benim Lenin için “sistematik düşünen biri değildi” ifademe çok şaşırmış. Bu alıntı Lenin’in düşüncelerine iltifat eden “Lenin, sistematik düşünmemesine rağmen, Marks’tan daha ileri bir şekilde politiğin ve ekonominin birleşmesinin önemini kavramıştır” cümlesinden yapılmıştır. Bunları yazarken kafamda Marks’ın hiçbir zaman düşünmediği, Lenin’in parti üzerine yazıları, sendikalar üzerine düşünceleri, ve parlamentoya ilişkin tartışmaları vardı. Buna rağmen Lenin parti üzerine önceleri yazdıklarıyla daha sonra “Devlet ve Devrim”de yazdıklarını bağlayamamıştır. Parti diktatörlüğü pratiği bu yazılarda hiç yoktur. Lenin işçi hareketinde çoğulculuğu yaşarken bunu teorize etmemiştir. Yazılarından çıkarılabilecek sonuç işçi devletinde gerçek işçi haklarını savunan tek bir parti olduğudur. John Rees de bu görüşe katılıyor mu? IS’teki yazarların bir sosyalist demokraside yasaların önemli bir rol oynadığını düşünüp düşünmediklerini merak ediyorum. şçilerin orta sınıf üyelerinden, emeklilerden ve ev kadınlarından daha fazla oy hakkına sahip olmaları gerektiğini mi düşünüyorlar? Belki ben işçi meclislerinin parlamento egemenliğine meydan okuyamayacaklarını düşünürken yanılıyorum. Böyle düşünenlerin bizi işçi demokrasisinin yeni kurumları hakkında bilgilendirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bence burjuva demokrasisi daha da iyileştirilebilir, ancak parti yarışmasının olmadığı meclislerle, ya da muhalefet için yasal hakların kısıtlanmasıyla veya uluslararası ve eşit oy kullanma hakkı olmaksızın bu yapılamaz. Rees’in eleştirisini okuyanlar iddialarıma etraflıca cevap verildiğini sanabilirler.1 Aslında yazımın ana teması olan pratik bir sosyalist ekonomi modeli ihtiyacından bahsetmemiş bile. Bolşevikler askeri ihtiyaçlardan dolayı “Savaş Komünizmine” zorlandılar. 1919’da parti programında mülk ilişkilerinin bastırılması illüzyonuyla sevinçten sarhoş olmuşlardı. Ben diğer şeylerin yanı sıra Troçki’nin piyasa ilişkilerinin tamamen bastırılmasının gerekli ve arzu edilir olduğu fikrine karşı çıktığını göstermeye çalıştım. 1932 Kasım’da Muhalefet Bülteni’nde çıkan “Sovyet Ekonomisinin Karşı Karşıya Olduğu Tehlikeler” makalesinde, egemen bürokrasinin gücünü, piyasa ilişkilerini bastırmaktan aldığını gösteren harikulade bir analiz vardı. Bu bastırma kısa vadeli hedeflere ulaşılmasını sağlasa da büyük ekonomik tahribatlar yarattı ve üreticilerin zararına oldu. IS editörlerinin makalemdeki sonuçlara katılmayacaklarını düşünsem de, onların gerçek bir sosyalist ekonomik sistemde ne tür ekonomik kurumlar olması gerektiğini anlatmaları gerektiğini düşünüyorum. Kamu mülkiyeti, planlama ve işçilerin kontrolünün oluşturduğu bir sistemi savunacaklarını sanıyorum. Ancak onlar, Ernest Mandel’in New Left Review (NLR,) 159. ve Diane Elson’un NLR, 171. sayılarındaki yazılarındaki ya da Pat Devine’nin Democracy and Economic Planning adlı kitabındaki işçilerin kendi kendilerini yönetmeleri fikrine katılırlar mı? şçi Komitelerinin her şeyi yöneteceklerini söylemek kolay, ancak fiyatlar nereye çıkar? Bir komite diğeriyle uyuşmayınca ne olacak? ‘Toplumsal olarak gerekli emeğin gerçekten toplumsal olarak gerekli olduğunun teminatı ne? Herhalde bu konuda üreticilerin görüşleriyle tüketicilerin görüşlerinin harmonisini sağlamak gerekir (eşyalar kadar bireyler için de). Sosyalizm evrensel bir temelde oluşacağından dünya çapında bir planlama otoritesi üretimi ne dereceye kadar kontrol edebilecektir? şçiler her şeyin ne kadar üretileceğini ve kimin için üretileceği görevini çözmeden kapitalizmin mirası olan açlık, eşitsizlik ve çevre sorunlarını nasıl hal edecek?
Bu gün bu tür soruların yanıtlanması ya da en azından tartışılması çok önemli. Rus işçilerinin 1917 devrimindeki kahramanlıklarına ve yaratıcılıklarına ne kadar hayran olsak da devrimin kendisi yenildi ve gasp edildi. Kapitalizmin yıkılmasını savunanlar gelecek sefere her şeyin yolunda gideceğine neden inandıklarını açıklamalıdır. Bunu Ekim’in kahramanlık yönlerine dayanarak ve Bolşevizm’in Stalinizm’e öncü olduğunun üstünden atlayarak yapmak mümkün değildir.
Notlar:
[1] Bu makalem Çöküşten Sonra (Verso, 1991) adlı kitapta yeniden yazıldı. Rees beni Lenin’e karşı çok eleştirel bulurken, Neal Ascherson, 6 Mart 1992’deki, London Review of Books’da, kitabımda Lenin ve Bolşeviklerin yaptıklarına göz yumduğum için beni azarladı. Bu birbirinin zıttı eleştiriler olayı doğru kavradığıma inanmamı sağladı. Laf arasında, bir çeşit genişletilmiş olan makalemde Rosa’nın Bolşevikleri eleştirisinde tamamen haklı olduğunu düşündüğüm kadar çoğulculuğun hakkını savunması fikrinin temel olduğunu açıklamaya çalıştım.
Büyük devrim tarihleri, çağdaş siyaset prizmasında kırılır. İngiliz Devrimi’nin sağdan ve soldan düşmanca anlatıcıları oldu. Devrimin kaderi için liberal ve marksist tarihçiler kavga ettiler. Bu yorumların popülaritesini, yerli sınıf mücadelesinin çizgileri belirledi. Rus Devrimi’nin aleyhine yapılan yorumların popülaritesini ise bir yandan tabandan gelen popülist akımların başarısı, diğer yandan emperyalist güçlerin rekabetinin oluşturduğu uluslararası ilişkiler belirliyor. Devrimi anlamak kadar bu genel durumu, devrime ilişkin tarihi gerçekleri kavramak da önemli.
Ekim’in Savunusu Robin Blackburn’in iddia ettiği gibi sözde-psikolojik nedenlerle değil, Ekim Devrim’i tartışmalarında 1969’den beri ilk kez bir değişim yaşandığı için yazılmıştır. Soğuk Savaş, kin dolu Anti-Sosyalizm Ortodoksluğu, Ekim Devrimi’yle ilgili tartışmada Lenin’in Stalin’e önderlik ettiği yanılgısını yarattı. Stalinistlerin bunu desteklemek için kendilerince nedenleri vardı. 1960 ve 1970’lerde bu ortodoksluğa sadece Troçkistler ve Anti-Stalinistler değil, batıdaki sosyal isyanlardan ve süper güçler arasındaki gerginliğin yumuşamasından etkilenen akademisyenler de karşı çıktı.
Doğu Avrupa devrimleri ve bunları izleyen SSCB’nin yıkılışı kaçınılmaz olarak entellektüel manzarayı bir kez daha değiştirdi. Stalinist model yıkıldı. Ancak bundan şimdiye kadar en fazla kazancı devrimin tarihini çarpıtan sağcılar sağladılar. Bunun nedenlerinden biri bir çok solcu Rus toplumunun doğası hakkındaki düşüncelerini Stalinist modele dayandırdıkları için sağın karşısında ideolojik olarak silahsız kalmalarıdır.
Robert Service, Lenin’den Stalin’in 1930’lardaki programına kaçınılmaz bir geçiş olduğunu çok az akademisyen ve yazarın reddedeceğini iddia ediyor. Bu iddialar hakkında iki şey söylemek gerekir: Birincisi Ekim’in Savunusu ciddi sayıdaki delillerle, özellikle Stephen Cohen ve Edward Acton’un delileriyle bunun tersini kanıtladı. İkincisi II. Robert Service’in kendi makalesi bu tartışmanın yerinde olduğunu kanıtlıyor.
“Lenin Stalin’e önderlik etti mi?” yargısı, “kaçınılmaz” kelimesiyle “yalnızca körler bu sürekliliğin çok güçlü olduğunu göremez” iddiasından çıkarılmıştır. Stalinist rejim Robert Service'in tanımlamasıyla sürekli ve kesilmeyen bir süreçti:
Tek partinin inşası Ekim Devrimi öncesinde başladı. Duvarlarının iskelesi iç savaşın ortasında çıkılıyordu. Damı Yeni Ekonomik Politika’yla eklendi.... 1
Stephen Cohen’in makalemde alıntıladığım “öldürücü düz çizgi” teorisinin bu kadar özlü formülü az bulunur.2 Lenin’in Bolşevizmi “Stalinizmi yaratan pek çok gene sahipti”. Yani “Stalin değil de Troçki ya da Buharin veya Kamanev, Lenin’in ölümünden sonra parti lideri olsaydı, ultra-otoriter sistem yine egemen olacaktı.”
Devrim kendini içinde bulduğu çaresiz durumda kim lider olursa olsun aynı politikaları uygulamak zorunda mı kalacaktı? Hiç bir şey bu kadar tarihsel açıklanamaz. Robert Service’e göre gerçek sorun hem yüzyılın başından itibaren Bolşevizmde, hem de Ekim Devriminde var olan şiddet ve otoriter ruhtu. Bundan dolayı Troçki sadece “Stalin’den çok az farklı, daha yumuşak bir Bolşevizm” için tartıştı. Ancak Troçki’nin ki hâlâ Bolşevizm’di. Bu orijinal günahın teorisiydi: Lenin 1903’te elmayı yemişti ve lanet 1917’de onu izledi.
Bu nedenini kanıtlayacak çok az kanıt var: Yargı baştan veriliyordu. Yine de “Lenin, Stalin’e önderlik yaptı mı?” tartışmasında bazı yanlışları düzeltmek gerek. Bize söylenene göre Lenin, Stalin’in politik kariyerini yok etmemiştir; çünkü Lenin, Stalin’in partiden atılmasını istemiyordu. Yine de Stalin’in genel sekreterlikten uzaklaştırılması onu tüm gücünden yoksun bırakacaktı. Lenin bundan daha kötü hiç bir şey önermemişti. Lenin istediği herşeyi yaptırabilseydi; Ekim Devrimi‘ne aleni bir şekilde muhalefet ettikten sonra kendisini “grev kırıcı” olarak tanımlayan Zinovyev ve Kamanev partiden atılırdı. Lenin, hem Zinovyev ve Kamanev’le, hem de Brest-Litovsk Anlaşması’na muhalefet eden ve neredeyse Bolşevik Partisi’nin bölünmesine yol açaçak olan Bukharin‘le çalışmaya devam etmişti.
Lenin’in partinin 10. Kongresine kadar devam eden bu sabrı, Stalin’le paylaştığı iddia edilen “tek tartışılmaz ideoloji”ye sahip olduğunun bir masal olduğunu kanıtlıyor. Aynı şekilde Lenin ve Stalin‘in “Parti ne zaman tehdit edilse, terör kullandıkları” suçlamasının gerçeği gizlediği ortadadır. Lenin sadece zor kulananlara ve onlara yardım edenlere karşı zor kullanılmasını savunmuştur.
Robert Service’in anlattığı 1922’deki Rus Ortodoks Piskoposlarına davranışı da bunu gösterir. Bu despotik olarak gözüken davranış yaklaşık 5 milyon kişinin açlıktan öldüğü bir ortamda gerçekleşti. Piskoposlar açlıktan ölenleri kurtaracak olan altınları saklamaya çalışıyorlardı. Yasa, değerli şeyleri piskoposlardan, inananların önünde alınmasını sağlayacak şekilde düzenlenmişti. Böylece inançlarını sürdürecek değerli şeylerin alınmasını engeliyordu. Aşağıda açlık kurbanlarına yardım için kilise mallarının kamulaştırmasına ilişkin olaylar anlatılmıştır:
Patrik Tikhon, bu yasayı kutsal şeylere karşı saygısız, dini kanunlara karşı olarak damgaladı ve inananları yasanın uygulanmasını engelemek için her şeyi yapmaya davet etti. Bu kışkırtma 1918‘deki kiliseyi devletten ayıran yasa yürürlüğe girdiğindeki gibiydi ancak yasa tamamen insanların yararınaydı....
Daha yeni savaştan ve devrimden çıkmış olan ve milyonlarca insanının açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir ülkede devlet yasalarının mı, kilise topraklarının mı etkili olacağını tartışmak boş bir uğraştı. Dini gruplar yasal açıdan bile sadece kendilerini kullanan ve değişmesi için kontrat imzaladıkları devlete dönemezlerdi....
Patrik‘in isyanı yüzünden başlayan, kilise ve hükümet arasındaki çatışma sadece bir kaç kişinin canına mal olmadı. Kanlı isyanlar ve bunu izleyen baskıcı devlet yöntemleri vardı...
Olaylarla ilgili 45 idam ve 250 uzun hapis cezası rapor edildi. Kilise ülke çapında anarşi içindeydi. Özellikle açlık bölgelerindeki şubelerinde Patriğin isyanına karşı çıkıldı...3
Patriğin tutuklandığını herkes öğrendiğide, Piskopos Antonine ve rahipler; Vedensky, Belkoff ve Krastinsky, Patriğin isyanına karşı çıkan bir gruba liderlik ettiler:
Moskovalı rahiplerin idamından önce Patrik’in huzuruna çıkan grup, kilisedeki anarşi ve terörden O’nun sorumlu olduğunu ve O’nun isminin son yıllarda kilisedeki karşı devrimci politikalarda etkili olduğunu söylediler. Patrik’i emekli olmaya zorladılar ve kiliseye yeni sosyal düzenle barışmaları için çağrıda bulundular....4
Robert Service’in Lenin’in din adamlarına yönelik tavrı için söylediklerinden bir tek “O’nun planı anti-rejim komploların sonucu oluşmamıştır” doğruydu. Lenin‘i bunlara zorlayan en azından bir kaç milyon insanı kurtarma çabasıydı. Zorla el konulanlara rağmen kilisenin artı değerden oluşturduğu servet o kadar muazzamdı ki; hâlâ ziyaretçiler için alınanlar belli bile olmuyordu.5 Doğal olarak insan, Slav ve Doğu Avrupa Çalışmaları Fakültesi’nde (School of Slovonic and East Europan Studies) profesör olan birinden bu tarihi durumdan en azından bahsetmesini bekler.
Stalin‘in terörü ise açlığı engelemek için uygulanmadı. Stalin’in törörü ne devrimi ne de Bolşevik Partisi’ni korumak için uygulandı, aksine ikisini de yok etti. Stalin’in terörü halkı ve emekçileri yok etmek içindi. Terör Lenin’in Bolşevik Partisi’nin liderlerini ve tabanını zamanla tarihten sildi. Böylesi bir iç savaş gerekliydi, çünkü Lenin’in rejiminden Stalin‘in devletine geçmek Robert Service’in söylediği gibi sadece bir nicel değişiklik değildi, aksine bir işçi devriminin yozlaştırılarak yeni bir egemen sınıfın yaratılması mücadelesiydi.
Sam Farber, David Finkel ve Sam Farber’in ilişkilerinin yasal yönleriyle ilgilenen otorite, Robert Service’in makalesinin savunduğu tarihsel görüşle ilişkilendirmeye karşı çıkıyorlar. Stalinizm Öncesi’nin yanlış anlaşıldığını ve kendilerinin devrimci tartışmalara katkıları olduğunun kabul edilmesini istiyorlar. David Finkel, önemli konulara hiç değinmemiş ve kendini, özetine hapsetmiş durumda. Tüm konularda yanılıyor ve bunun niye böyle olduğunu bilmek isteyen okuyucular dipnotu okusunlar.6
Sam Farber, önemli bir kaç noktaya değiniyor. Onu ilgelendiren ilk şey sendikalar. Robert Service‘in kullandığı “Parti işçi hareketinin yüzüne balıkçı çizmesiyle vurmuştur” ifadesini kullanmamış ama ona benzer, sert bir üsluba sahip. Sam Farber, Zinoviyev’in işçi devletinde sendikaların gereksiz olduğu düşüncesini alıntılayıp onun “grev hakkının kullanılmasına karşı olduğunu” vurgulayarak, Bolşeviklerin 1917 yılından itibaren sendikaya karşı olduklarını söylüyor.
Tabi ki aynı konuda, 1921’de Lenin’in, Troçki’nin iddiasını çürüten konuşmasını alıntılamıyor:
Troçki işçi devletinde işçilerin maddi haklarını ve isteklerini sağlamanın sendikaların işi olmadığını söylüyor gibi. Bu yanlıştır. Yoldaş Troçki “işçi devletinden” bahsediyor. Bunun bir soyutlama olduğunu söylememe izin verin. “Bu burjuvasız bir işçi devleti olduğuna göre, işçi sınıfını kime karşı ve niye koruyaçağız?” demek açık bir yanlış yapmamızı sağlar. Bizimkisi bürokrasiyle bükülmüş (bulaşmış olabilir mi) bir işçi devleti.
Şimdi kalabalık, örgütlü işçilerin kendini ona karşı savunacağı bir devlete sahibiz, biz işçi örgütlerini kendilerini devletlerinden korurken, devletimizi de korumaları için kullanmalıyız.7
Sam Farber, Lenin’in bu sözlerini belki de “sembolik” bulduğu için kullanmıyordur. Acaba, sendikalar konusunda, Lenin‘in mi, Zinovyev’in mi düşünceleri uygulanmıştır? Sam, Stalinizm Öncesi’nde kendisinin verdiği cevabı unutmuş gibi. Orada 1920‘lerin ortasında sendikalara iilişkin hayal kırıklığı yaşanmasına rağmen:
Grevler hala yasadışı sayılmıyordu. Sendikalar greve karşı politikalar benimsese de 1921-1922‘de 43,000 işçinin katıldığı 102 tane grev, 1924‘de 42,000 işçinin katıldığı 267 grev olduğu rapor edilmişti. 1925‘te sendikalar onaylamasa da 43,000 işçinin katıldığı 186 grev oldu. 1926‘da kamu endüstrilerindeki 32,900 işçinin katıldığı 327 grev oldu...8
Bütün bunlar devrimin bu süreçte yozlaşmaya başladığını ya da bu yozlaşmanın sendikaları etkilediğini inkar etmemize izin vermez. Sendika demokrasisi üstünde yasal sınırlamalar olduğu zamanlarda bile sendikalar üzerine devrimin önemli enstitülerinde tartışma olmadığını söylemek yanlış olur. Örneğin: Arthur Ransome, Tüm Rusya Komünist Konferansı’nın 1920‘de Jaroslavla’daki hazırlık konferansında sendikalar üzerine tartışıldığını belgeliyor. Eski Menşevik Larin, endüstrideki tek adam yönetimine karşı çıkıyor. Ateşli bir tartışmadan sonra:
Larin ve Radek konuyu toparlamak için yaptıkları son konuşmalarda birbirlerinin görüşlerine karşı acımasızca saldırdılar. Sonra Radek‘in Merkez Komitesi‘nin tezlerine dayanan önerisi neredeyse oy çokluğuyla kabul edildi. Larin‘in 4 karşı önerisi 1,3,7 ve 1 oy aldı. Sonuç salondakilerin sevinç çığlıklarıyla karşılandı. Bu tür konferanslar, diktatörlüğün yumuşatılmasının yararlarını gösteriyordu, çünkü konferansın başında, sonuçta kabul oyu kullananların büyük bir kısmı Merkez Komite’ye muhalefet ettiği için Larin‘e sempati duyuyorlardı.9
Oylamadan sonra Tüm Rusya Konferansı’na seçilecek delegelere geldiğinde Larin oylamadan çekildi.
Rostopchin, Larin’le farklı görüşler paylaşılsa bile Tüm Rusya Konferansı’nda tartışmanın olması için Larin‘in kendi görüşlerini anlatma fırsatı olması gerektiğini söyledi. Konferans bu görüşe katıldı, Larin oylamadan çekilmedi ve delege olarak seçildi.10
Tabi ki bu tür tartışmalar sendikalar içerisindeki tartışmalar gibi değildi. Sam Farber, 1920’lerin ortasında sendika yöneticilerinin ve parti görevlilerinin atanmasının yaygınlaşmakta olduğunu vurgulamakta haklıdır. Ancak o bu görüşe sahip olan tek kişi değil. Onun sürekli kötülediği “Ana Bolşevik Gelenek” tam da bu noktaları vurguladı. Troçki bürokrasiye karşı, Sormovo, Kharkov ve Donets Basin’deki grev dalgasına ilişkin olarak yaptığı ilk saldırıda:
Bugün rejim savaş komünizmin en acımasız zamanından bile daha fazla işçi demokrasisine uzaktır. Parti aparatlarındaki bürokrasi, sekreterliğe ait seçim methodlarıyla gelişmekte, serpilmekte....
Tatminsizlik..... parti komitelerinin, sekreterlerinin vesairenin seçimle gelmelerine izin verilmeyerek parti örgütlerinin taban baskısıyla bürokrasiyi çürütmesi engelenmekte, aksine gizlice bürokrasi birikmekte ve iç baskılara neden olmaktadır...11
Sam Farber’in vurguladığı ikinci nokta: Sosyalist yasallık. Bu konuda da Lenin‘in “yasadışılığı proleterya diktatörlüğünün temel özeliklerinden biri olarak görmesi” noktasında yasal nihilizme vardıran Robin Service kadar ileri gitmiyor.
Ona göre, Lenin ve Bolşevikler adalete ve bireylere önem vermeyen, sırf sınıf orijinlerinden dolayı insanları yakalayan ve idam eden canavarlar mıydılar? “Ekim‘in Savunusunda” Lenin’in Çeka’nın şeflerinden Latsis‘in buna benzer görüşlerine karşı çıktığını ve bir dizi adaletsizliği gidermek için Lenin’in kendisinin müdahale edip düzeltiğini göstermiştim.12 Burada John Keep’in yakınlarda çıkan, düşmanca bir tavır takınan Bolşevik iktidarın ilk yıllarına ilişkin rekorlarını ekleyebiliriz.13 İlk olay anarşist iki gemicinin iki Kadet liderini öldürmesidir. Keep, Lenin‘in bu konuyu ciddiye aldığını bildiği için 7 Ocak’tan 31 Ocak’a kadar yedi dilekçe göndererek müfetişleri, bombardıma aldığını anlatır. Ancak olayı yapanlar bulunamadığından olay kapatılmak zorunda kalınmış.14 İkinci olayda Lenin suçlu olduklarını düşünmemesine rağmen keyfe bağlı araştırmalar ve Kızıl Muhafızlara ilişkin haksız kazanç sağlamalarına ilişkin ağır soruşturmaları destekledi.15
Sam Farber ve Robin Blackburn’in sorduğu daha genel soru için ne diyoruz? Devrimciler sistematik ve eşit yasal uygulamayı savunurlar mı? Rahatça herkesin verdiği cevap basit: Sosyalistler bir yana tüm demokratlar, herkesin yasaları bildiği ve açıkça ihlal etmeleri sonucu cezalandırılacakları bir adaletin uygulanmasını isterler. Bu kesinlikle bizim sosyalist bir toplumda istediğimiz uygulamadır. Ancak bu yalnızca yasa yapıcılarını etkileyen bir sosyal uzlaşmanın olduğu ve adalet sisteminin meşru olduğu bir durumda geçerli olabilir. Kapitalist toplumda çoğu zaman egemen düzen, zorbalık, hile ve propaganda karışımıyla halkın büyük bir kısmını, kendi egemenliklerinin “yasal egemenlik” olduğuna ikna ederler. Devrim ve iç savaş böyle bir uzlaşma ve meşruluğun olmadığı zamanlardır. Yukarıda kilisenin zenginliğini istif eden piskoposların örneğini vermiştik. Kilise, klise ve devletin ayrılmasını, tüm zenginliğini devletin kurduğu vakıflara bırakmayı kabul etmesine ve Patrik kamuya, politikaya karışmayacağını açıklamasına rağmen, ilk fırsata sözlerinin hepsini bozmuştur. Sözlerini öyle bir bozdular ki; normal gözaltı vu tutuklamalarla sorunu çözmek mümkün değildi. Kilise sınıfını savaşa, hükümete karşı ellerinden gelen herşeyi yapmaya çağırdı.
Bolşevikler, devrim ve iç savaş sırasında bu tür durumlardan daha da fazla sıkışmış halde, bir yandan sosyalist yasal düzenlemeyi kurmaya çalışıyor, diğer yandan da açık savaş yöntemlerini kullanmak zorunda kalıyordu. Savaş sırasında kişisel adalet (Bir asker size silah doğrultuğunda ona cevap vermek adil midir?) kaçınılmaz olarak kati sağduyuya, (“O sizin yanınızda mı değil mi?” sorusuna) kalıyor.16 Birinci yöntemi isteseniz de ikincisini uygulayamadan yönetemezsiniz. Bu nedenle orijinal makalemde düşman tanıklardan George Leggett’in anılarını vermiştim:
Çeka’nın keyfi şiddeti ile Halk Adalet Komiserliği’nin Sovyet yasal sistemini kurma mücadelesinde, rejim tehdit altındayken Çeka ileriye çıkıyor, krizler çözüldüğünde Halk Komiserliği avantaj sağlıyordu.17
Sam Faber, devrimin analizinin sağcılarınkine benzetilmesine karşı çıkıyor. Amacının sosyalist geleneği güçlendirmek olduğunu söylüyor. Ancak “Ana Bolşevizm” geleneğine karşı çıktığı, ve analitik methodu çatlak ve kusurlu olduğundan fikirleri sağcıların kullandığı fikirlere yakınlaşıyor. Sam, 1920‘lerde Sağ ve Sol Bolşeviklerin, Lenin’in eleştirisini gizlediği ve olayları farklı yorumlamayı yasaklayacağı için “Ana Bolşevizm”e karşı çıkıyor. Stalinizm Öncesi’ndeki “Lenin‘e Alternatifler” bölümünde bol bol Sağ Bolşevikler, Sol Bolşevikler, Anarşistler ve Sol Sosyalist Devrimcilerden bahsetmesine rağmen Sol Muhalef’ten hiç bahsetmemiş, Troçki‘den ise çok az bahsetmiş. Bundan dolayı Sam, “Benim, Lenininizm iktidardayken”e ilişkin tüm eleştirilerim, “o zaman Genç Sol ve Sağ Bolşevik muhalifler tarafından yapılmıştı‘ derken doğru söylüyor. Ancak O Sağ ve Sol Bolşeviklerin programlarını toplayıp karıştırarak tarihsel olmayan, gerici bir alternatif bileşim oluşturmuş. Eğer yarısı koyun, yarısı domuz olan bir hayvan olsaydı, biz bir hayvan ölüsünden, hem domuz hem de koyun pirzolayı mutlulukla dilimlerdik. Sağ ve Sol Bolşevikler, her konuda-dış işlerinde, köylülük sorununda, ekonomide, askeri işlerde- birbirleriyle uzlaşmaz programlara sahiptiler, hatta bu yüzden Troçki ekonomik ve sosyal tabana dayanan demokratik bir alternatif üretene kadar bürokrasiye karşı etkili bir muhalefet ortaya çıkamamıştır.
Ancak, Stalinizm Öncesi’nin Ana Bolşevizm’e alternatif aramasının nedeni 1920 Rus Tarihi değildir. 1990’ların politik organizasyonlarına ilişkindir. Sam Farber’in, hem devrimin dejenere olmasında önemli bir etken, hem de “Jakoben” olarak gördüğü parti modelini, Lenin 1902’lerden beri savunduğuna göre, kendi tezlerinin, sağcıların iktidardaki Leninizm‘in otoriter karakterine, Bolşevizm’in orijinal yapısında sahip olduğu iddiasını, desteklediğine karşı çıkması anlaşılır, ancak faydasızdır.
“Jakobenizm”, suçlamasının kendisi yanlış. Burjuva devrimlerinin inşa ettiği otoriter toplumlar, devrimcilerin uyguladığı politik örgüt formlarından doğmaz. Aksine, burjuvazinin azınlık olmasından dolayı, çoğunluğu eski sisteme karşı yönetirken, kitleleri harekete geçirirken aynı anda burjuvazinin çıkarlarını kitlelere karşı korumak zorunda olduklarından dolayı otoriter toplumlar yaratılmaktadır.
Devrimci parti ihtiyacı, değişik bir profile sahip olan işçi devrimi sırasında ortaya çıkar. Burada problem devrim “büyük çoğunluğun çıkarları için büyük çoğunluğun hareketi”yken, sınıfın mücadeleye katılımı ve politik bilinçlenme sürecinin uzun ve düzensiz olmasıdır. Günlük mücadelelerden kazanılan devrimci azınlık, yaşamak ve mücadele üzerinde etkili olmak için, küçük olsalar da, kendi örgütlenmelidirler. Bu azınlığın çoğunluk olması devrimci taktik ve stratejilere bağlıdır. Tabi ki bunun tehlikeleri vardır; azınlık sabırsız davranıp kendini sınıfın yerine ikame edebilir, morali bozulup kendini dağıtabilir, ya da devrimci politikalara karşı körleşebilir. Ancak bu sorunların hiç biri “Jakobenizm” tartışması ile çözülemez.
Bu tür politik pozisyonlar methodolojik boyut taşırlar. Sam, Stalinizmin yükselişi üstüne olağanüstü, şaşırtıcı yazılarla 1930’ların Rusya’sında nasıl bir toplum olduğuna hiç değinmeden kocaman bir kitap yazmış. O toplum, yeni bir sınıflı toplum muydu, devlet kapitalisti miydi, yoksa başka bir şey miydi? Bu sorunun cevabı çok önemli. Çünkü Stalinizmi karşı devrim olarak gördüğünüzde, rejimin ekonomik ve uluslararası izolasyonu yaşamsal bir öneme sahip olur. Çünkü izolasyon, Bolşevikleri sosyalizmin temelinden mahrum bırakmıştır. Böyle görülmediği takdirde sosyalizme geçiş sadece politik seviyede görülür. Sam Farber, Rakovski‘nin bürokrasinin işaretleri olarak gelir farklılıkları ve politik etkilerini vurgulamasını alıntılılayarak bu düşüncede olduğunu gösteriyor.18 Daha fazla kanıtı, Stalinizm Öncesi’nde bu tür baskıcı toplumların orijinalerinin Çin, Küba ve Vietnam‘da olduğu iddiası veriyor. Bize, devrimci liderlerin, demokratik olmayan politik anlaşmaları, daha az kötü olmayan ekonomik ve diğer objektif zorlukları bilinçli olarak tercih ettiklerini söylüyor.19
Bütün bunlar, demokrasi, yasallık ve sosyalist yapılarla Troçki’nin yenildiği yerden, karşı devrimin engellenebileceğini anlatan değişik bir Ekim Devrimi analizi yapıyor. Bu yüzden Sam pozisyonunu şöyle özetliyor:
İşçi sınıfı toplumda gücü temsil eden enstitüler üzerindeki demokratik kontrolunü kaybettiği an gücünü kaybetti.
Bunun bir genelleme olduğunu söylemek bize bir şey kazandırmaz, ancak Rus Devrim’nin dejenere olduğunu açıklamak da bir işe yaramaz. Bu arada “İşçi sınıfı sosyal bir güç olmamaya başladığı an, en demokratik enstitüler bile toplum üzerindeki güçlerini kaybederler.” açıklamasını yapmak uygun olur. Devrimin izolasyonu işçi sınıfının iç savaşta imhasına ve onu izleyen açlığa neden oldu; bu politik yöne ağırlık vermenin sadece determinizmin panzehirini oluşturmadığını aynı zamanda marksist methodun en basit gereklerini görmeyi bile engelediğini anlatır.
Robin Blackburn, Ekim Devrimi üzerine yazılarını Sam Farber‘in yazılarına dayandırdığından şimdiye kadar‚ John Rees’e cevap yazısındaki bazı noktalara yeterince cevap vermişimdir. O ayrıca, Ekim Devrimi‘ne ilişkin cevaplandırılması gereken bir dizi soru sormuş.
Robin Blackburn’un sorduğu iki direkt soruya cevap vererek başlamama izin verin: IS’in içinde bulunduğu gelenek sosyalist yasallığa ve çok partililiğe inanıyor mu? Sosyalist topluma ilişkin herhangi bir ekonomik tasarımız var mı? Tabi ki biz sosyalist yasallığa ve çok partililiğe inanıyoruz, aynı zamanda Bolşevikler de iç savaşın karanlık günlerine kadar buna inanıyorlardı. Ancak bu tür özgürlükler, şimdiye kadar Sam Farber’e anlattığım gibi bir sınıf savaşımının zaferini gerektirir. Yasallığın herhangi bir formunu inşa etmek için bu anlaşma zemini gereklidir. Bu mücadelede bazen savaş yasaları, nazik tartışmalara izin vermez. Biz 160 milyondan 3 milyonu işçi olan, köylülüğün egemen olduğu bir ülkede değil, nufüsun çoğunluğu işçiler olan ve sanayisi gelişmiş bir ülkede devrimi yapmayı umut ettiğimizden zafere ulaşmak için Bolşeviklerden daha fazla şanslıyız.
Sosyalist toplumun ekonomik yapısının tamamını burada inceleyemiyeceğim. Ancak Robin Blackburn, bizim geleneğimizde bunun tartışılmadığına inanarak yanılıyor. Ekim’in Savunusu'nda Bolşeviklerin, devlet ve özel girişimi birlikte uygulamaya çalıştıkları ilk ekonomik uygulamalara değinmiştim. Robin Blackburn’un kendisi Troçki‘nin bu konudaki yazılarına değiniyor. Aynı konular hem Chris Harman’ın Market Miti (IS,42) yazısında yer alıyor, hem de Alex Collinicos, Tarihin İntikam’ı kitabında oldukça önemli bir kısımı sosyalist bir toplum için gerekli ekonomik ve politik yapılara ayırıyor.
Robin Blackburn’un Ekim’in Savunusu’nda en çok karşı çıktığı şey Bolşevik deneyimin bize hâlâ bir sosyalist strateji sunmasıdır. Tartışmayı, Bolşeviklerin “Avrupa‘nın geri kalan yerlerinde burjuvazinin temsili enstitülerinin iyice yerleştiğini” anlamadıkları ve ancak “burjuvazi enstitülerinin çok zayıf ve burjuva temsili demokrasisinin zayıf bir ithal” olduğu Rusya‘da başarılı bır devrim gerçekleştirebilecekleri iddiasıyla devam ettiriyor. 20. Yüzyılın başarılı devrimci isyanlarından sadece 1956’da Macaristan ve 1980’de Polonya işçilerin güçlü olduğu enstitüleri kurabilmiş ve bunlar bile burjuva demokrasisi iyice oturmuş olsaydı kolaylıkla dağıtılabilinirdi.
Robin Blackburn’un analizinde göze çarpan, sınıf politikalarının ayırdedici özelliklerini fark edememesidir. Ekim’in Savunusu’nda, Bolşevik geleneğe soldan saldırıların “Şimdi, sosyalist kabul edilen düşüncelerin çoğunu eski liberal fikirlerden ayırt etmek zor” sonucunu doğurduğunu söylemiştim. Ne yazık ki Robin Blackburn’da bu düşünceye çarpıcı bir örnek oluşturdu.20
Bu değişimi belirleyen tarihi “gerçekler” yanlıştır. 1919-1923 yılları arasında, Büyük Alman Devrimi’nde işçi meclisleri, burjuva parlamentosuna karşı sıralanmışlardı. Devrimin yenilmesinin asıl nedeni Ulusal Meclis’in meşruluğu değil, devrimcilerin deneyimsizliğiydi. 1918’de Finlandiya Devrimi, 1936’da İspanya Devrimi de aynı nedenle yıkıldı. 1970’lerin başında politik değişmezliği yüzünden “Latin Amerika‘nın Britanyası” denilen Şili’de, Kordonlar ve İç İşler Komiteleri, işçiler için Allende‘nin sol hükümetine merkezi bir alternatif yarattılar. Aynı şekilde 1968’de Fransa’da ve 1970’lerin ortasında Portekiz’de krizlerin devrime dönüşememesi burjuva enstitülerine duyulan bağlılıktan değil, politik liderliğin eksikliğindendir. Ancak bunu dar ve aceleci anlamıyla anlamamak lazım. Bu olayların çoğunda kesin faktör Stalinizm’in populist etkisiydi, Robin Blackburn onun yeniden 88 Bölüm halinde yeniden dirilmesini çok istiyor. Burjuva demokrasisinin meşruluğu ileri kapitalist ülkelerde bile işçilerin ebedi tarihsel bağlılığından değil, onların halkın geçim standartlarını sağlayabilmelerinden kaynaklanıyor demeye ihtiyaç olmamalı. Yine de öyle bir zamanda yaşıyoruz ki; 1970’lerin başında başlayan krizler derinleşirken ve bataklık Stalinist ülkeler yok olarken, Amerikan işçileri aynı kuşakta gerçek gelirlerinin %17’sini kaybettiler. Ekonomik olarak Avrupa‘nın en dengeli ülkesi olan Almanya bile savaş sonrası dönemin en değişken ekonomisine sahip. Ben bu yazıyı yazarken, Los Angeles‘te 10,000 asker ve tankla dayatılan sokağa çıkma yasağı var, The Observer Gazetesi “Süper güçler ikinci şehri yeniden ele geçiriyor” gerçeğini, başyazıda, “New York ve diğer bölgelerdeki öfkenin, böyle hızlı yükselmesi normal düzenin ne kadar dayanıksız olduğunu gösterdi” cümlesiyle verdiler.21 Bugün, Fukuyama’nın burjuva demokrasisinin dokunulmazlığını tartışmak için kötü bir zaman.
Bu yazıları birbirine bağlayan, 1960 ve 1970 mücadelesinin heyecanının bitmesi ve Stalinizm’in yıkılması, etkisinde kalarak Ekim Devrimi’ni yeniden değerlendiren yazarlar tarafından yazılmalarıdır. Moda, Bolşevikler için devrimci politikalarla kesinlikle tanımlanamayacak, sempatik bir açıklamayı zorla kabul ettirdi. Şimdi entellektüeller, devrim hakkında çok az yeni tarihi gerçek ortaya çıkmasına rağmen, değişik bir vurgu modasını zorla kabul ettiriyorlar. Bu yöntemlerle fani bir kötü tanınma sağlanabilir, ancak sosyalist haraket daha sadık arkadaşlar gerektirir.
Notlar
[1] Ekim’in Savunusu IS, 52, sayfa(sf) 10,11,18.
[2] a.g.e.,sf 18
[3] JF Hecker, Religion and Communism (Londra, 1933),sf 207-20. Mike Haynes’e bu referans için minettarım.
[4] a.g.e., sf 209-210.
[5] a.g.e., sf 209.
[6] David Finkel’in bu tartışmaya katkısı sadece tarzı açısından önemli. Niye özellikle saldırgan bir üslupla yazdığı bilinmiyor. Belki de Ekim’in Savunusu’nun, Stalinizm öncesiyle tartışmasını abarttı. 270 ‘ten 8 referans oldukça zorlanmayla “belirleyici polemik” şeklinde anlaşılabilir. Buna rağmen vurguladığı konulara değinmeme izin verin:
1 ve 2. referanslar: Birinci itirazı, benim Sam Farber’i, Lenin’in iç savaş öncesi politikalarının Stalin’i yönlendirdiğini inandığı için suçlamam. İkincisi: ‘Farber’in politik analizinin merkezini oluşturan iç savaş sonrasına ilişkin eşsiz anlatılarını görmemezlikten gelmem. David Finkel, aynı sayfada kendi kendini çürüttüğü için cevaplanması kolay bir vurgu. Finkel, Sam Farber’in “Parti içi örgütlenme söz konusu olduğunda Lenin’in kodlanmış kurallara karşı tiksintisi pratik politikalarında bazen önemli bir rol oynamıştı” pasajıyla ikinci itirazını anlamını düzeltmeden yeniden yaratıyor. Finkel, daha sonra 1903- 1909 yılları arasında tarafların mücadelelerini örnek olarak gösteriyor. Başka bir deyişle, 1921 öncesi bir kenara, Lenin’in 1917 öncesi politikaları yasal sürece ilişkin “kronik tiksinti”nin kanıtları olarak kullanılıyor. Finkel daha sonra bunlara, “Bolşeviklerin bir çeşit monolitik parti oldukları karikatürüyle hiç bir ilişkisi yoktur” yorumunu ekliyor. Okuyucular bunu ne kadar doğru olduğuna kendileri karar verecek.
3. referans: Bu “Ekim’in Savunusu”ndan yapılmış Finkel’in bile istemeden çarpıttığını kabul ettiği uzun bir alıntı. Daha sonra Finkel’in benim söylememi istediği ancak gerçekte söylemediğim şeyleri eleştiriyor.
4. referans: Bu benim, Lenin ve Bolşeviklerin Savaş Komünizmini bir geri adım olarak kabul ettiklerini (Bunu NEP’in tanıtımında yaptılar) bilmemezlikten geldiğimi iddia ediyor. Hâlbuki “Ekim’in Savunusu”nda Lenin’in Savaş Komünizmi altında zorlandıkları milliyetçilikten şikayet ettiğini ve eğer devam ederlerse “kaçınılmaz olarak yenileceklerini” söylediğini açıkça alıntılamıştım (sf43). Aynı zamanda Yiyecek Komiserliği’nden bir Bolşevik liderin, Savaş Komünizmi’nin diğer bir büyük sosyal politikası olan yiyeceklere zorla el koyma hakkında söylediği “Yiyecek Sağlayan Halk Komiserliği’nin bunu kendi kendini tatmin için mi yaptığını sanıyorsun? Hayır, bunu yapıyoruz çünkü yeterince yiyecek yok” sözlerini de alıntılamıştım (sf45). Savaş Komünizmi’nin zor koşullarda yapılmış bir değişiklik olduğu, Troçki ve diğer Bolşeviklerin daha sonra bu dönemin zor doğasını anlatmalarına gerek kalmaksızın o zamanki açıklamalar da bile var. “Stalinist Leninizm” tabirini kullanma hakkında, ise pek çok kişinin Stalinizm’in karşı devrimci doğasından haberdar olmadığını düşünüyorum, aksi takdirde Stalinist Gelenek ile Devrimci Gelenek arasındaki kanlı ırmağı bilip böyle bir tabiri kullanmak hayal bile edilemez.
4. referans a ve c: David Finkel, Farser’dan yaptığım alıntıda Beyaz Terör konusunda ‘bu durumda’ sözünü almamamı “karşısındakinin kötü olduğuna inanan bir manipulasyon” olduğuna inanıyor. Bilakis, bu benim vurgumu hiç bir şekilde değiştirmez, asıl Beyaz Terörden ‘politik boyut’tan kaçınma bahanesiyle hiç söz etmeme Rus İç Savaşı Tarihi anlatımının “karşısındakinin kötü olduğuna inanan bir manipulasyon”udur ve bu anlatım kötü tarih bilgisi ve kötü methodun karışımından çıkmıştır. Üstelik burada manipulasyon daha fazla çünkü köylü ayaklanmalarının vahşeti beyazlarınkinden dahada az bilinmektedir.
4. referans b: “Ekim’in Savunusu” Sam Farber’in, Latsis’i alıntıladığını, Lenin’den bahsetmediğini iddia ediyor. David Finkel’in, Stalinizm Öncesi’nden yaptığı alıntı beni doğruluyor. Farber, Lenin’in itirazından iki kelimeyle bahsediyor ancak alıntılamıyor. Bu Lenin’in güçlü müdahalesinin etkisini azaltarak, Stalinizm Öncesi’nin bir kısım cümleleri değiştirerek Lenin Hükümeti’nin gelişmesindeki anahtar bölümlerin önemini gizleme çabasının bir parçasını oluşturuyor.
[7] T. Cliff’in Troçki, 2.Cild Devrimin Kılıcı’ndan (Londra,1990), sf 176-177’den alıntılanmıştır.
[8] S. Farber, Stalinizm Öncesi (Londra,1990), sf 88.
[9] A. Ransome, The Crisis in Russia 1920 (Londra, 1992), sf 52-53. Bu kitabın ve ilişkili olan bölümün, Sheilla McGregor tarafından yazılmış eleştirisi bu dergide var.
[10] İbid, s. 53
[11] 1923 Muhaliflerinin Belgeleri (Londra 1975), sf 2-3
[12] Ekim’in Savunusu, sf 53-51
[13] J. Keep ‘Lenin’s Time Budget: the Smolny Period’ in J. Frankel and B. Knei paz(eds), Revolution in Russia, reassesments of 1917 (Londra,1992)
[14] a.g.e., sf 348
[15] a.g.e., sf 350-351.
[16] Savaş dönemi iyi bir benzerlik oluşturur, ancak sınıf savaşında düşmanını karıştırmak normal bir savaştakinden daha önemli olduğunu unutmamak gerekir. Farber’in işçilerin bombalarını benzetmesi ise çılgınlık. Nükleer bombaların kullanılmasının işçi sınıfının yok olmasına neden olacağını yüksek bir olasılık olarak söyleyebiliriz, ancak kategorik cezalandırmaya başvurmanın sonucunun bu olacağını söyleyemeyiz.
[17] ‘Ekimin Savunusu’, s. 54. Leggets, Çeka’nın operasyonlarını keyfi şiddet olarak abartsa da.
[18] Stalinizm Öncesi.
[19] a.g.e., sf3
[20] Robin Blacburn’in bir yıl içinde, sosyalistlerin, 1992 Britanya genel seçimlerinde Muhafazakârları yenmede hiç şansı olmayan liberallere oy vermesini isteyeceğini hayal bile edemezdim. Bunu yapsaydık liberallerin işçi desteğini yüzyılın başında İşçi Partisi’nin yaptığı gibi yok edeceklerini görecektik.
[21] The Observer, 3 Mayıs 1992.
[22] En iyi kitabı Devrim Sürecinde Bolşevik Parti (Londra, 1979) “Bolşevik ideolojiyi gerçek günah ve Lenin’i en büyük günahkar olarak kabul eden” (sf6) Robert Daniles, Leonard Shapiro ve Merie Fainsod’u aşağılayan, Robin Service için bu kanı daha da doğru.
[23] İstisnalardan biri Alman arşivine dayanarak yazılmış, M Reiman’ın Troçki’nin muhalefetinin eskiden düşünüldüğünden daha güçlü olduğunu ve Stalinizm ile devrimci geleneğin arasındaki kopuşu anlatan Stalinizmin Doğuşu’dur.