Sanayi 4.0: Bildiğimiz kapitalizmin sonu mu?

ENTERNASYONAL SOSYALİZM
Tipografi
  • Daha Küçük Küçük Orta Büyük Daha Büyük
  • Varsayılan Helvetica Segoe Georgia Times

Levent Özyıldırım, Özdeş Özbay

Dördüncü Sanayi Devrimi veya Almanya’nın dijital versiyonlama literatürüne gönderme yaparak markalaştırdığı ismiyle Sanayi 4.0, günümüz teknolojisinin üretim alanında yol açtığı veri paylaşımı ve otomasyon dönüşümünü tanımlamak için kullanılıyor.

Bu isimlendirmeye göre Birinci Sanayi Devrimi, yani Sanayi 1.0, mekanizasyon, su ve buhar teknolojilerinin üretim süreçlerinde uygulandığı dönem için kullanılıyor. 1765 yılında bulunan buhar makinesi elektrik bulunana kadar üretimde esas enerji kaynağı olarak kullanılıyordu. Makineleşmenin başladığı bu dönemde çığır açan teknolojik buluşlar; çırçır makinesi, dikiş makinesi ve telgraf olmuştu.

Sanayi 2.0, elektriğin üretimde kullanılması ile yaşanan dönüşümü anlatıyor. Bu dönemde su buharından çok daha güçlü motorlar ve makineler yapılabildi ve üretim bantları devreye girdi. Fordizm denilen üretim süreci yaygınlık kazandı. Bu dönemin öne çıkan gelişmeleri telefon, pikap gibi ürünler, içten yanmalı motorun icadıyla elektrifikasyonun yayılması ve çelik üretimiyle birlikte yayılan tren hatları olmuştu.

Sanayi 3.0 veya Dijital Devrim, analog ve mekanik cihazlardan bugün kullandığımız dijital cihazlara geçişi anlatıyor. 1950’lerden itibaren başlamakla birlikte esas olarak 1980’ler ve sonrasında yaygınlaşan bu dönemin belirleyici icatları, transistör, mikroçip, kişisel bilgisayarlar ve internet.

Sanayi 4.0 ise üretim alanındaki fiziksel, dijital ve biyolojik sistemlerin birbirlerinden haberdar olduğu ve birbirleriyle uyum içerisinde çalışabildiği “akıllı fabrika” ve “akıllı nesneler” dönemini anlatmak için kullanılıyor. Bu yeni dönemin öne çıkan teknolojileri; robot bilimi yani robotik, internet ve ağ bağlantısının (endüstriyel robotlardan güvenlik kameralarına, buzdolaplarından kişisel bilekliklere) hayatın her alanına yayılmasını anlatan nesnelerin interneti 1 (IoT), insan ve makinenin ortak çalışmasına olanak veren co-botlar, maddenin neredeyse atomik düzeye kadar kontrolünü sağlayan nanoteknoloji, 3 boyutlu yazıcılardan da tanıdığımız katmanlı imalat, yeni sistemlerin ürettiği büyük veri (big data) ve bu veriler üzerinden yapılan hesaplamalarda ölçeklenebilirlik ve yönetimi mümkün kılan bulut bilişim, bilgisayarlı görme, makine öğrenmesi, doğal dil işleme gibi alanlardaki gelişmeleri anlatan yapay zeka ve bunlara bağlı olarak geliştirilen otonom cihazlar.

AB Parlamentosu’nun ilgili raporunda Sanayi 4.0 şöyle tanımlanıyor: “Sanal bilgisayar modellerinde değer zinciri boyunca birbirleriyle özerk bir şekilde iletişim kuran teknolojiye ve cihazlara dayalı üretim süreçlerinin organizasyonu”. Raporda Sanayi 4.0 ile ilgili olarak kullanılan başka kavramlar da var; sanayi interneti, gelişmiş imalat, siber-fiziksel sistemler ve akıllı fabrikalar.2

Sanayi 4.0’a dair üzerinde en çok durulan beklentilerden biri “akıllı fabrikalar” veya “karanlık fabrikalar” (lights out factories). Karanlık denmesinin sebebi hiç insan çalışmayan, sadece birbirleri ile iletişim kurabilen robotların çalıştığı fabrikalar olması ve insan olmadığı için fabrikada ışıklandırmaya da ihtiyaç olmaması. Bu fabrikaların özellikle insanın dayanamayacağı derecede yüksek sıcaklıkta üretim yapılan, yüksek oranda zehirli gaz içeren ve büyük ağırlıkların kaldırıldığı iş kollarında kullanılacağı öngörülüyor. Bu aslında sermayenin hep isteyegeldiği ama hep başarısızlıkla sonuçlanmış bir sistem. (Bu başarısızlıkların nedeninin teknolojik yetersizlikten çok kârın kaynağının canlı emek olması gibi köklü bir sorunda yattığı tartışmasını ilerleyen sayfalarda yapacağız). Örneğin 1980 yılında General Motors, insansız fabrika sistemini denemiş ancak başarısız olmuştu. Önlerindeki araçlar yerine birbirlerini boyayan robotlar, yaptığı hata sonucu bir anda tüm üretimi durduran kaynak makineleri, GM’un araştırma ve geliştirme faaliyetlerine harcadığı milyarlarca dolara rağmen beklenen geri dönüşü sağlayamamıştı.3 O günden bugüne robotik, nesnelerin interneti ve dijital teknolojide pek çok ilerleme kaydedilmesine rağmen insansız fabrikalar halen tam olarak gerçekleştirilebilmiş değil. 2016 yılında Çin’de faaliyete geçen ve çeşitli cep telefonu modüllerini üreten ilk karanlık fabrikada, bu sisteme geçiş sonucu 650 işçi ile gerçekleşen üretim 60 işçi ile gerçekleştirilebilir oldu ve hatalı ürün çıktısı da radikal bir şekilde azaldı. Ancak bu sistem muazzam bir planlama ve programlama gerektirdiği için ve sürekli olarak sistemde çıkan arızalara insan müdahalesi gerekli olduğu için insansız işlemiyor.4 Bunun dışında özellikle nanoteknoloji ile mikroçip üretimi yapılan fabrikalarda clean room (temiz oda) bölümleri yer alıyor. En ufak bir toz zerresinin olmaması gereken bu odalarda üretim sırasında insan bulunmuyor. Ancak tüm cihazlar oda dışından ve yine insanlarca kontrol ediliyor.

Sanayi 4.0’ı ayırt eden şeyin üretim zincirinin daha önce izole edilmiş elementlerinin, çeşitli duyarga (sensör) ve bağlantılarla (Wi-Fi, radyo frekansı tanımlama-RFID) birbirine bağlanması olduğunu söylemek mümkün. Yani her bir ürün ve makine, üretim hattı boyunca paylaşılabilen dijital bilgilere sahip olabilecek ve insan müdahalesinden bağımsız olarak birbirleriyle iletişim kurabilecekler. Bu şekilde üretilen bilgiler, fabrika üretim hattında yaşanan makine bozulması, parça aşınması gibi görünmez sorunların tespit edilmesine ve ele alınmasına olanak tanıyan büyük veri ve bulut bilişim süreçleriyle analiz edilebilir hale gelecek. Akıllı cihazlar üretim işlemlerini yönetme yeteneğinde olacaklar ve bitmemiş bir ürünün belirli özelliklerini algıladıkları için kendi parametrelerini ayarlayarak özerk bir şekilde optimize etme yeteneğine sahip olacaklar. Ayrıca, üreticilerin değişen müşteri taleplerine ve ani değişen piyasa koşullarına daha hızlı bir şekilde cevap vermeleri sağlanacak.5

Sanayi 4.0’ın ve buna bağlı devrim anlatısının bir gerçeklikten çok bir iddia olduğunu hatta ideolojik bir iddia olduğunu söylemek gerekiyor. Teknoloji gerçekten gelişiyor ancak teknolojinin kim tarafından, hangi amaçla kullanıldığı tartışması yapılmaksızın öne sürülen “devrim” ve “yeni toplum” anlatıları daha çok burjuvazinin özlemlerini temsil ediyor. Bu yüzden Avusturyalı sosyolog Christian Fuchs Sanayi 4.0’ı, Marx’ın Alman İdeolojisi kitabına gönderme yaparak, “Yeni Alman İdeolojisi”6 olarak tanımlıyor.

Neden Almanya’da ortaya çıktı ve Almanya’nın hedefi ne?

Sanayi 4.0 kavramı ilk olarak 2011 yılında Almanya’da, Hannover Teknoloji Fuarı’nda ortaya atıldı. Avrupa’nın en büyük üreticisi olan Almanya emek gücünün çok düşük olduğu ülkelere kaybettiği sanayi yatırımını geri kazanmak ve ayrıca yeni teknoloji ürünlerin üretiminde rakipleri olan Çin ve ABD’yi geçebilmede yardımcı olması düşüncesiyle Sanayi 4.0’a büyük önem veriyor. Almanya, 2011’de programını ilan ettikten sonra 2013 yılında Sanayi 4.0 Platformu’nu kurdu. Şirketler, bakanlıklar ve sendikalardan oluşan bu platformun Türkiye ve birçok ülke tarafından benzerleri oluşturuldu. Platformun sitesinde amaçları şu şekilde sıralanıyor: Almanya’yı dünyanın en büyük fabrika ekipman üreticisi (yani üretim araçları üreticisi) haline getirmek, ülkeyi yeni teknolojiyle birlikte hemen her türlü sektörün üretim merkezine dönüştürmek ve yeni teknolojinin ihtiyaç duyduğu küresel standartların belirlenmesinde öncü ülke yapmak. Bunlar, eğer gerçekleşirse Alman burjuvazisine büyük bir rekabet üstünlüğü sağlayacak. Alman burjuvazisi Sanayi 4.0 ile hem kendi sanayisinin rekabet gücünü korumuş, hem de çok sayıda sektörün üretim alanında liderliğe oturmuş olabilecek.

Almanya yazılım konusunda ABD’nin hatta Hindistan gibi yazılım konusunda esasen görece ucuz mühendis gücüyle yükselen ülkelerin dahi çok gerisinde kalmış durumda. Bu konuda en büyük Alman şirketi, şirket muhasebelerinin kullandığı yazılımları üreten SAP. Buna karşılık ABD, Google, Oracle, IBM, Microsoft, Symantec ve daha birçok dev yazılım şirketine sahip. ABD ayrıca, Facebook, Whatsapp, Instagram, Twitter gibi sosyal medya platformları ile bu alanda da lider durumunda. Almanya yazılım konusunda ABD’nin Silikon Vadisi ile yarışabilir durumda değil ancak aralarında önemli bir fark var. ABD yazılımları bireysel kullanıcıları hedeflerken Alman yazılımları daha çok şirketler için yazılım geliştiriyor. SAP gibi muhasebe programları, çeşitli mühendislik programları yüksek fiyatlı ürünler olarak şirketlere satılıyor. Silikon Vadisi’nde geliştirilen bilgisayar ve telefon uygulamaları ise genelde ücretsiz olarak da indirilebilen ancak reklam gelirlerine bağımlı olan ürünler.

Dünyanın en büyük ihracatçısı Çin, 2017 rakamlarına göre 2,26 trilyon dolar ihracat gerçekleştirmiş. Hemen arkasından 1,5 trilyon dolarla ABD geliyor. Üçüncü sırada ise 1,4 trilyon dolarlık ihracat rakamıyla Almanya var. Bu ilk üç ülkeyi sırasıyla Japonya, Hollanda ve Güney Kore takip ediyor.7 Çin ucuz insan gücü ve giderek teknolojisi yükselen sanayisiyle hemen her alanda üretim yaparken, ABD yazılım ve yüksek teknoloji ürünlerinde en büyük üretici durumunda. Almanya ise otomobil üretimi, yüksek teknoloji ürünleri ve üretim araçları üretimi yani sanayi tipi robot üretiminde oldukça ileride. Almanya otomobil sektöründe BMW, Mercedes, Volkswagen, sanayi robotu üretiminde ise Siemens, Bosch, Kuka gibi dünya devlerine sahip ki Almanya’nın Sanayi 4.0 atılımının arkasında da aslen bu şirketler var.

2017 yılı verilerine göre dünya sanayi robotu ihracatında başı Japonya çekiyor. Japonya, 2,2 milyar dolarlık ihracat ile dünya ihracatının %36,6’sını gerçekleştirmiş. İkinci sırada ise 858 milyon dolar ihracatla Almanya geliyor ki bu dünya sanayi robotu ihracatının %14’ü demek. ABD dünya beşincisi, Çin ise altıncı sırada. Yani Almanya bu alanda en büyük iki rakibine göre oldukça avantajlı durumda.8

Uluslararası Robotik Federasyonu (IFR)’na göre 2015 yılında dünya çapında her 10 bin işçiye karşılık 66 sanayi robotu üretimde yer alıyordu. Bu sayı 2016 yılında 74’e çıktı. Güney Kore 10 bin işçiye düşen 631 sanayi robotu ile en yoğun robot kullanan ülke durumunda. İkinci sırada 488 robotla Singapur geliyor. Almanya ise 10 bine işçiye düşen 309 robotla dünya üçüncüsü. Bu ülkeleri Japonya ve Danimarka izlerken, ABD 10 bin işçiye karşılık 189 robotla altıncı sırada. Çin ise sürekli artan robot kullanımına rağmen 68 robot kullanımı ile ancak 14. sırayı alabilmiş. 9

Bu verilere baktığımızda Fuchs’un ‘Teknolojik Alman İdeolojisi’ tanımı yerinde görünüyor. Almanya bu alanda liderliği ele almak istiyor. Kurduğu Sanayi 4.0 platformları ile küresel düzeyde hukuk ve standardizasyonun başını çekmeye çalışıyor. Hatta geliştirdiği ‘akıllı fabrika’ modellerini tüm dünyaya pazarlıyor.

Burjuvazinin 4.0’dan beklentileri neler?

Sanayi 4.0 ilan edildikten sonra tüm dünyada bu konuya yönelik bir ilgi başladı. Dünyanın en zengin 1000 şirketinin oluşturduğu vakıf olan Dünya Ekonomik Forumu, 2016’daki Davos zirvesini ‘Dördüncü Sanayi Devrimi’ başlığıyla örgütledi. Zirve 2019 yılında ise ‘Küreselleşme 4.0’ başlığıyla gerçekleşti. AB Komisyonu 2015 yılında ‘Dijital Tek Pazar’ oluşturma planını duyurdu. AB Parlamentosu da 2016 yılında Sanayi 4.0 adıyla bir çalışma yaptırarak sonuçlarını yayınladı.

Dünya Ekonomik Forumu’nun internet sitesinde Sanayi 4.0 ve gelecekteki önemi konusunda çok sayıda yazı bulunuyor. Bunlar arasında en önemlilerinden biri freelance10 iş ve işçi bulma platformu Upwork’ün CEO’su Stephane Kasriel’ın yazdıkları. Kasriel, bir kapitalistin gözünden Sanayi 4.0’in işçilere neler vaat ettiğini Financial Times’ın 2018 verilerine yer vererek anlatmış. Buna göre, 2018 robotların üretimde kullanımı açısından rekor kırarken küresel işsizlik de %5.2 ile son 38 yılın en düşük seviyesine gerilemiş durumda. Kasriel bu olumlu tablodan yola çıkarak 4.0’ın işsizliğe yol açmak zorunda olmadığını hatta yeni işlerin çok daha erişilebilir, çok daha esnek ve çok daha özgürleştirici olacağını söylüyor. Makalesinde, gelecekte tüm dünyada dolaşan mobil bir nitelikli emek gücü oluşacağını ve 2027 yılına kadar işgücünün yarıdan fazlasının freelance olarak çalışır hale geleceğini söylüyor. Aynı şekilde esnek çalışmanın da yaygınlaşacağını ve önceki dönemlerin iş güvencelerinin geçersiz olacağını söylüyor. Bu güvencesizliğin beraberinde bir sosyal adaletsizlik sorununu getirmemesi için de hayat boyu öğrenme sistemleri ile sürekli olarak işçilerin kendilerini geliştirebilecekleri çalışmalara ağırlık verilmesi gerektiği sonucuna varıyor. Hatta Danimarka’daki flexicurity (esnek-güvence) uygulamalarını ve solda da kendine yer bulabilen Universal Basic Income (Evrensel Yurttaşlık Geliri) tartışmalarını yapmak gerektiğini söylüyor.11

AB Parlamentosu’nun Sanayi 4.0 raporu bu konuda hazırlanan raporların en kapsamlı olanlarından biri. Rapor, üretim süreçlerinin ve değer zincirlerinin dijitalleşmesinin yaratacağı ekonomik potansiyellere odaklanıyor.

Raporun Emek ve Nitelik Arzı bölümünde 4.0’ın üretim sürecindeki iş bölümünü değiştireceği iddia ediliyor. Rapora göre yeni operasyon ve örgütlenme yapıları çok daha fazla koordinasyon, kontrol ve destek hizmetleri gerektirecek. Yani daha kompleks bir üretim sürecinde aynı anda farklı alanlar, farklı sanal ve gerçek makineler ile üretim yerleri birbiriyle iletişim ve koordinasyon halinde olacak. Bu durumun sorumluluk paylaşımını artıracağı ve merkezi olmayan bir liderliğin gelişmesine sebebiyet vereceği, böylelikle daha esnek çalışmaya, iş yükü planlamasına, işçi katılımının sağlanmasına, işçilerin işyeri yönetiminde elinin güçlenmesine, iş organizasyonunda Taylorist çalışma koşullarının ortadan kalkarak daha bütüncül ve sosyo-teknik metotların gelişmesine yol açacağı söyleniyor.

Raporda muhtemel olumsuzluklara da yer verilmiş. Raporda emek süreçlerinin dijitalleşmesinin, işçilerin yabancılaşma ve kontrol kaybı hissine neden olabileceği, bunun da iş gücü açısından sağlıklı olmadığı söylenebilmiş. Bunun yanı sıra, aşırı çalışma, verimlilikte azalış ve süreç lehine yaratıcılığın düşüşü ihtimallerine de yer verilmiş. Yüksek nitelikli çalışanlar ile yönetici-idareciler arasında gerilimin artabileceği ve işyeri ve ev arasındaki sınırın belirsizleşmesi sonucu fiziksel ve ruhsal sorunların yaşanabileceğine değinilmiş. Almanya’daki en büyük metal işçileri sendikası olan IG Metall sözcüsü Detlef Wetzel’in dijitalleşme ile işçilerin performanslarının izlenmesinin ve ölçülmesinin yeni yollarının ortaya çıkacağı sözlerine dahi yer verilmiş. 12

Türkiye’de ise Sanayi 4.0 meselesinin başını TÜSİAD çekiyor. TÜSİAD, 2016 yılında ‘Türkiye’nin Küresel Rekabetçiliği için Bir Gereklilik Olarak Sanayi 4.0: Gelişmekte Olan Ekonomi Perspektifi’ raporunu yayınladı. TÜSİAD bu raporun ardından 2017 yılından beri “Sanayide Dijital Dönüşüm Günleri” organize etmeye başladı. Bu etkinliklerin amacı şirketleri ve girişimcileri sürece dahil etmek ve dijitalleşme konusunda farkındalık yaratmak olarak tanımlandı. Hükümet, TÜSİAD raporunun ardından 2016 Aralık ayında dijital dönüşüme yönelik politika ve stratejiler oluşturmak amacıyla TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV) ve Uluslararası Yatırımcılar Derneği’nden (YASED) oluşan “Sanayide Dijital Dönüşüm Platformu”’nu kurdu. Almanya’daki platform örnek alınsa da Almanya’nın aksine Türkiye’de kurulan platformda sendikalar yer almıyor. TÜBİTAK, 2016’da “Yeni Sanayi Devrimi Akıllı Üretim Sistemleri Teknoloji Yol Haritası”nı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ise 2018’de bu platformla birlikte “İmalat Sanayinde Dijital Dönüşüm Yol Haritası”nı açıkladı.

Hemen hemen birbiriyle aynı içeriklere sahip bu rapor, çalışma ve yol haritalarının hepsinin kökeninde TÜSİAD’ın çalışmaları var. Yukarıda bahsedilen ve devlet kurumları tarafından ilan edilen iki yol haritasında daha çok Türkiye’nin dijital dönüşüm konusunda atması gereken adımlar sıralanıyor ve dijitalleşmenin önemi anlatılıyor. Ama somut bir plan yer almıyor. Bu konuda atılmış olan en somut adım model fabrikaların hayata geçmeye başlıyor olması ve Sanayide Dijital Dönüşüm Platformu’nun kurulması. Ayrıca 2018 ortasında, seçimlere doğru açıklanan yol haritaları, seçimlerin hemen ardından başlayan ekonomik krizle birlikte gündemden düşmüş durumda. Bir tür sergi alanı (showroom) olan model fabrikalar ise 2019 öncesine planlanmasına rağmen hala açılabilmiş değiller.

“Türkiye’nin Dijital Yol Haritası”nda yer alan ve diğer ülkelerin yol haritalarında da görülen ortak noktalar şunlar: Devletlerin bu dijital sanayi dönüşümü için teşvikler vermesi, ucuz kredi olanakları sağlaması, gereken altyapı yatırımlarını yapması ve ihtiyaç duyulan iş gücü için eğitim kurumlarının düzenlenmesi. Tüm bu yol haritaları ve strateji planları, bilişim sektörü için çokça bahsedilen uluslararasılaşmanın aslında abartılı bir analiz olduğunu gösteriyor. Görüyoruz ki bilişim şirketleri lobi faaliyetleri sonucu kendi hükümetlerinin politikalarını belirlemeye çalışıyor ve bu konuda en fazla desteği elde ederek diğer ülkelerdeki rakiplerine göre avantaj elde etmeye çalışıyorlar.

TÜSİAD, Sanayi 4.0 yakalandığı takdirde Türkiye ekonomisinde dört önemli değişimin yaşanacağını öngörüyor: İlk olarak, verimlilik artışı yaşanacağını söylüyor. İkincisi, büyümenin artacağı tahmin ediliyor. Kazanılacak rekabet avantajı sayesinde sanayi üretiminde yıllık yaklaşık %3 kadar bir artış bekleniyor. Üçüncüsü, bu dönüşüm için sanayi yatırımlarının artacağını ve bunun da 10 yıllık bir süre içerisinde yılda 10-15 milyar TL olacağı tahmin ediliyor. Dördüncü olarak ise tüm bunlar gerçekleşirse istihdamda artış yaşanacağı bekleniyor. Üstelik genel bir istihdam artışı değil, “çok daha nitelikli, eğitim ve gelir düzeyi yüksek bir işgücü yapısının oluşacağı öngörülmektedir.” deniyor.13

TÜSİAD, raporunda Türkiye’nin neden 4.0’ı yakalaması gerektiğini anlatırken önemli bir bilgi de veriyor. Türkiye’nin günümüzde en önemli avantajının lojistik avantaj sağlayan coğrafi konumu ile birlikte “görece düşük maliyetli işgücü” olduğunu söylüyor. Bu sayede “Türkiye’deki ortalama doğrudan üretim maliyetleri Almanya’nın %23, ABD’nin ise %2 altındadır.” deniyor.14 Burası önemli çünkü Türkiyeli şirketlerin Sanayi 4.0’un öncü ülkesi Almanya’dan %23 düşük maliyetle üretim yaptığını anlıyoruz.

TÜSİAD önümüzdeki 10 yıl içerisinde (artık 8 yıl kaldı) bu dönüşüm sayesinde nitelikli olmayan yani vasıfsız, kol emeği gerektiren işlerde 400-500 bin iş kaybına rağmen 4.0 sayesinde yaşanacak ekonomik büyüme sonucu %5’lik bir istihdam artışı olacağını ve bunun da büyük oranda daha nitelikli iş alanlarında yaşanacağını öngörüyor.

Yapay zeka Sanayi 4.0’ın neresinde?

Sanayi 4.0 kapsamında konuşulan tüm teknolojiler içerisinde hakkında en fazla spekülasyon yapılan konu tartışmasız yapay zeka. Bunun çeşitli sebepleri var. Bunlardan ilki, yapay zekanın düşünme, duygulanma, hissetme, mantıksal çıkarım yapma gibi özelliklerinin olduğu yanılgısı. Oysa günümüzün bilgisayar bilimlerinde popüler olan “makine öğrenmesi” (machine learning) temelli yapay zeka uygulamaları, esas olarak kendilerine sağlanan “etiketlenmiş” veri üzerinden bir matematiksel model çıkaran ve çıkarılan bu modeli daha önce karşılaşmadığı veriye uygulayan programlardan oluşuyor. Buna örnek olarak binlerce kedi ve köpek fotoğrafında kedi ve köpeğin göründüğü bölgeyi işaretleyerek eğitilen ve sonrasında daha önce kendine gösterilmemiş bir fotoğrafta kedi veya köpeğin olduğu bölgeyi (elbette belli bir hata payıyla) bulan bir program düşünebiliriz.

Bu programda kedinin bir hayvan olduğu bilgisi yoktur. “Düşünme” yoktur, bağlam bilmez. Bir ressamın yapacağı kedi resmine de pekala “bu kedidir” diyebilir. Kedilerin havada duramayacağını bilmez. Tişört üzerindeki bir kedi baskısına “burada kedi var” diyecektir. Fotoğraflarda bir insandan daha yüksek bir doğruluk ve hızda kedi ve köpekleri bulabiliyor olmasına rağmen, kedinin miyavladığı bilgisinden dahi yoksundur.

Yine bu yapay zeka, eğitim verisindeki tüm hatalardan doğrudan etkilenir. Veriyi hazırlarken sandalyeleri de köpek olarak işaretlemişsek sandalyelere de köpek demesi kaçınılmazdır. Örneğin online çeviri programı olan “Google Translate”, Google müdahale edip düzeltene kadar içinde “hemşire” geçen cümlelerde dişi, “mühendis” geçen cümlelerde erkek zamir öneriyordu. Çünkü cinsiyetçi metinler üzerinde eğitilmişti. Twitter’da binlerce tweet üzerinden eğitilen deneysel bir bot, iki cümlesinden birinde ırkçı sözler sarf ediyordu. Bu yapay zekanın veya onu kodlayan programcının değil, yapay zekayı eğitirken kullanılan verinin ırkçı olduğunu gösteriyordu.

Bütün bu eksikliklerinden daha da önemlisi, bu “kedi köpek bulucu” yapay zekanın tek bir göreve hapsolmuş olmasıdır. Bir kedi köpek bulucu, ne yaparsak yapalım, bir at fotoğrafı gösterdiğimizde “bu attır” diyemez. Tek bir işte, spesifik olarak sadece kedi ve köpek bulma işinde eğitilmiştir.

Yapay zeka konusundaki kafa karışıklığının ikinci sebebiyse, bugün sahip olduğumuz bu tek göreve adanmış “dar” yapay zeka uygulamalarından birden fazla konu hakkında çalışabilecek “genel” yapay zekaya nasıl geçebileceğimiz hakkında herhangi net bir teorik izlek olmamasıdır. Bilgisayar bilimleri alanındaki bu muğlaklık, ister istemez bilim kurgu temelli spekülasyona alan açmakta ve bu sebeple de yapay zeka, robot biliminde de sıkça görülen “insansılaştırma” problemini yaşamakta.

Robot dendiğinde çoğu insanın aklına, dünyadaki robot popülasyonunun ezici çoğunluğunu oluşturan endüstriyel robotlar değil, eli, kolu, kafası ve bacağı olan ve hatta bizim gibi davranabilen insansı robotlar gelir. Nihayetinde bir otomotiv fabrikasında şişirdiği lastiği yandaki konveyöre taşıyan makine, bir devlet başkanıyla tokalaşarak poz veren ayaklı makinenin aksine “robot insan dostluğu” gibi haberleştirebilme olanağına sahip değildir.

Yapay zeka uygulamarı da benzer şekillerde insansılaştırılıyor. Örneğin öğrendiği kalıplar ile rastgele nota öneren bir programın yaptığı “yaratıcılık” gibi esasen insana özgü olan bir şekilde karakterize edilebiliyor, veya insan yaratıcısına başkaldıran kindar robot distopyaları, fantastik edebiyat ve sinemadan gündelik hayata kolaylıkla sıçrayabiliyor.

Yapay zekanın bu kadar konuşulmasının bir diğer sebebi ise son 15 yılda bu alanda yaşanan gelişmeler ve bu gelişmelerin çalışma hayatına getirdikleri. Aslında 1970’lerin ortasından beri teorik altyapısı çok değişmemiş “yapay sinir ağları” ve “derin öğrenme” gibi yapay zeka teknikleri, son yıllarda paralel hesaplama donanımlarında yaşanan gelişmeler sayesinde tekrar popülerlik kazandı. Bu tekniklerin, diğer makine öğrenmesi yöntemlerine nazaran görece kolay öğrenilmeleri ve uygulanmaları da endüstride artan oranlarda yapay zeka kullanımını beraberinde getirdi.

Bu dönüşüm, pek çok meslekte iş kaybına veya niteliksel değişime sebebiyet verdi ve solda da tartışmalara sebep oldu. ABD’de Demokrat Parti’den Andrew Yang, 19. yüzyıl İngiltere’sinde tekstil makinelerini kıran Luddistler’i hatırlatırcasına “işimizi elimizden alan yapay zeka otomasyonuna karşı savaşalım” programıyla 2020 için başkanlık kampanyası yürütüyor. Yine demokratların öne çıkan isimlerinden Alexandria Ocasio Cortez, (daha önce Bill Gates’in öne attığı) otomasyonu artıran firmalara “robot vergisi ” getirilen bir modeli savunuyor. Solda yapay zekanın post-kapitalist bir dönüşüm gerçekleştireceği iddiasıyla “Evrensel Yurttaşlık Geliri” adı altında bir para dağıtımı modeline geçilmesi gerektiğini savunanlar da var.

Tüm bu kafa karışıklığı, kapitalistlerin yapay zeka ve robotları “tüm iş yükünü üzerimizden alarak insanlığa bu dünyada cenneti getirecek teknoloji” olarak anlatmasını kolaylaştırıyor. Pek çok Sanayi 4.0 raporunun yapay zeka bölümlerinin bu ve benzeri fantastik ögelerle dolu olması bu açıdan şaşırtıcı değil.

Ancak bu önermelerin hiçbiri, dönüşümün niteliği hakkında gerçekleri yansıtmıyor. Yapay zekanın monoton işleri üzerimizden alacağı ve böylelikle hepimizin “daha nitelikli” mesleklerde çalışacağı anlatısı, yapay zeka firmalarının çoğu zaman güvencesiz ve çok ucuza binlerce Asyalı “veri etiketleme” işçisi çalıştırdığı gerçeği karşısında duvara tosluyor. Ayrıca yapay zeka çoğu zaman işçinin yerini alması için değil, veriminin artması için kullanılıyor. Kapitalist kar hırsıyla, çalışan sayısı aynı tutularak daha fazla üretim yapılıyor. Yapay zeka kullanılan herhangi üretim dalında makinenin sahibinin değiştiği, post-kapitalist bir dönüşüm yaşanan tek bir örnek dahi yok. Tüm bunların yanında finans sektöründe üst düzey yönetici pozisyonlarında da yapay zeka “istihdam” edilebiliyor. Örneğin VITAL isimli bir yapay zeka uygulaması 2014 yılında bir finans şirketinin yönetim kuruluna alındı. Finansal trendleri takip ederek oldukça başarılı yatırım tahminleri yapabildiği için yönetimde yer almasına karar verildi. 15

Gerçekte Sanayi 4.0’da yapay zeka, akıllı fabrika modelini gerçekleştirmek amaçlı kullanılıyor. Önleyici bakım (predictive maintenance) programları, üretim hattının her köşesinden toplanan veriyle hattaki makinelerin bakım zamanlarını kestiriyor. Yine bant hızı ve üretim frekansının analiz ve adaptasyonu için yapay zeka uygulamaları kullanılıyor. Hat üzerinde ürün geçerken çekilen bir fotoğraf yardımıyla hattan geçen ürünün defolu olup olmadığına karar veren bilgisayarlı görme sistemleri, kameraya stok takibi yapan sistemler, üretim hattının güvenliğini sağlayan senkronizasyon yazılımları ve fabrika içerisinde çalışan otonom araçlar da artan şekilde yapay zeka kullanmaya başladılar.

Teknoloji ve kapitalizm ilişkisi

Teknolojik gelişmelerin kapitalizmin sonunu getirmekte olduğu beklentisi özellikle dijitalleşme ve yapay zeka teknolojileri ile birlikte birçok sol entelektüel arasında yayılmaya başladı. Örneğin, Paul Mason 2015 yılında yayınladığı Post Kapitalizm kitabında, Nick Srnicek ve Alex Williams ise yine 2015’te yayınladıkları Geleceği İcat Etmek kitaplarında teknolojik gelişmelerin özellikle de dijitalleşmenin kapitalizmin sonunu getirmekte olduğunu iddia ettiler. Bu kitaplardaki argümanlara göre, dijitalleşme maliyetsiz üretim sağlıyor ve işçiler olmadan üretim yapmayı mümkün kılıyor. Oysa Marksizm, teknolojik yeniliklerin üretimde kullanımının kâr oranlarını düşme eğilimine sokacağını söyler. Çünkü Marx’a göre değeri sadece canlı emek yaratabilir. Dolayısıyla üretimde artan otomasyon ve dijitalleşme kaçınılmaz olarak ekonomik krizlere yol açacaktır. Bir diğer iddia ise dijitalleşme ile birlikte özellikle internet üzerinden yapılan üretimin Marksist değer teorisi ile açıklanamayacağıdır. İnternet üzerinden yapılan ticaretin, internet sitelerinin elde ettiği reklam gelirlerinin, internette sunulan bilginin ücretsiz olarak sonsuz kere paylaşılabilmesinin ve sosyal medya kullanımının emek-değer teorisi ile açıklanamayacağı söyleniyor. Bu iddiaya yanıt veren bazı Marksistler ise 180 derece öbür yana yatıp hemen her şeyi değer teorisi içine alıyorlar. Dolayısıyla dijitalleşmenin neden kendi kendine kapitalizmin sonunu getiremeyeceğini düşen kâr oranları eğilimi üzerinden açıklamamız gerekiyor. Ardından da internet kullanımının yaygınlaşması üzerinden başlayan değer teorisi tartışmasına yanıt vermemiz gerekiyor.

Robotlar, dijitalleşme ve kâr oranları

Sanayi 4.0, önceki bölümde belirtildiği gibi, asıl olarak üretim araçlarındaki teknolojik gelişmeleri yeni bir devrim olarak tanımlıyor. Bu devrimi dijitalleşmenin, yapay zeka teknolojisinin ve nesnelerin internetinin üretimde daha geniş bir alanda kullanılacak olmasına bağlıyor. Buradan yola çıkarak el emeği ve fizik güç gerektiren hemen her işin zamanla robotlar tarafından yapılacağı öngörülüyor. Dolayısıyla Marksizm açısından emek-değer teorisinin geçerli olmaya devam edip etmeyeceği sorusu ortaya çıkıyor.

Marx’ın yaşadığı dönem buhar gücüyle çalışan makinelerin yaygınlaştığı bir dönemdi. Marx, Kapital’de bunun üretim süreçlerine, işçi sınıfına ve kapitalizme olan etkilerini inceler. Burada Marx, her şeyi değeri üzerinden ölçenler kapitalistler olduğu için önce sermayenin gözünden bakarak, üretim sürecine, değer üretim süreci diyor ve bu sürecin iki bileşenini sabit sermaye (fabrika, makineler, aletler, hammadde vb. şeylerin toplam değeri) ve değişken sermaye (işçi ücretleri) olarak tanımlıyor. Ardından da aynı süreci bu kez emeğin gözünden analiz ediyor ve buna emek süreci diyor. Emeğin gözünden bakılınca da makineler, hammadde ve fabrika işçiler tarafından daha önce üretildikleri için ölü emek, işçiler ise üretimde çalışmakta oldukları an canlı emek oluyor. Değer üretim süreci ile emek süreci aynı anda gerçekleşiyor. Aralarında neden-sonuç ilişkisi değil, diyalektik bir birlik var.

Dolayısıyla üretimin bir değer boyutu bir de emek boyutu var. Üretim sürecinde ortaya çıkan metanın değeri, o metanın üretimi için gereken toplumsal olarak gereken emek zamanla belirleniyor. Marx bu hesap edilebilir toplumsal emeğe soyut emek diyor. Soyut emek üretilen metaların, pazarda mübadele edilebilmelerini sağlayan değerin ölçülmesini sağlıyor. Üretim sürecinde işçilerin harcadığı emeğe de somut emek diyor ki somut emek insanlar için kullanım değeri olan metalar yaratır.

Marx, değerin yalnız ve yalnızca canlı emek tarafından oluşturulduğunu söyler. Canlı emeğin emek süreci sonucunda oluşturduğu değer, kendi emek gücü karşılığında aldığı ücretten daha fazla olduğu için bir artı değer oluşturur. İşçi aldığı ücretten daha fazla değer ürettiği için buna değişken sermaye diyor. Diğer bütün üretim araçları (makineler ve fabrika) ve hammadde ise sabit sermaye oluyor çünkü bunlar üretime girdikleri anda sabit bir maliyete sahipler. Bunlar, değer üretmezler. Değerlerini yaşam ömürleri içerisinde ürünlere aktarırlar. Bu aktarım ise emek süreci içerisinde bu makineleri kullanan canlı emek yani işçiler tarafından gerçekleştirilir.

Makineler gibi robotlar, gelişmiş programlar ve yapay zeka denilen öğrenme yeteneği geliştirebilen sistemler de değer üretmezler. Bunların her biri işçiler tarafından üretilir. Her birinin fiyatı vardır ve üreten şirketlerden satın alınırlar. Yine her biri, bunları satın alan şirketlerdeki işçiler tarafından kullanılırlar. Eskiden her makine başında en az bir işçi durmak zorundayken robotların başında sürekli olarak bir işçinin durması gerekmeyebilir ama mutlaka robotları programlayan, çalışmasını izleyen ve müdahale eden teknisyenler veya mühendisler vardır. Bu teknolojik üretim araçlarının hiç biri kendilerini kullanan yani emek sarf eden insanlar olmadan çalışamaz. Bu nedenle de kendileri değer yaratmazlar. Maliyetleri vardır ve üretim sonunda çıkan ürünlere maliyetlerini aktarırlar. Örneğin Volkswagen’in eski CEO’su Horst Neumann ortalama 35.000 saat çalışan bir robotun maliyetinin, saatlik 5 Euro’ya geldiğini söylüyor.16 Almanya’da 2018 yılındaki saatlik asgari ücret ise 8,84 Euro idi. 17 Böylece uzun süre üretimde kullanılan robotlar kapitalistin maliyetlerini düşürebiliyor.

Yeni üretim araçlarının her biri onları kullanan işçilerin üretkenliğini arttırır. Mesela robotların devreye girmesi sayesinde 10 işçinin yaptığı üretimin çok daha fazlası 1 teknisyen ve 1 mühendis emeği ile üretilebilir hale gelir. Böylece tek bir işçinin mesai saatleri içerisinde patron için ürettiği artı değer artar. Ancak bu durum beraberinde bir çelişki getirir. Otomasyon ve dijitalleşme ile giderek daha az işçi ile daha fazla üretim yapmak mümkün olabildiğine göre, maliyetler ve üretim için gereken emek-zaman düşer. Daha ucuza üretilen metalar piyasaya sürüldüğünde o şirket büyük satış rakamlarına ulaşabilir. Bir süre sonra ya rakipleri bu kadar ucuza üretemediği için batar ya da aynı teknolojiyi veya daha iyisini üretime sokarak maliyetleri düşürür. Böylece şirket teknolojik gelişme ile başlangıçta elde ettiği avantajı zamanla kaybeder.

Marx’ın döneminde artan makineleşme günümüz dijitalleşme sürecinde çok daha hızlı bir teknolojik gelişim şeklinde seyrediyor. Intel’in kurucularından Gordon Moore tarafından belirtildiği için “Moore yasası” olarak bilinen tanıma göre, aynı fiyata sahip bilgisayarların gücü her 18 ayda 2 kat artıyor. Bu, bugün evlerimizdeki sıradan bir laptopun 40 yıl önceki süper bilgisayarlardan çok daha güçlü olduğu anlamına geliyor. Mikroçip teknolojisindeki hızlı gelişim sürekli olarak daha ucuza daha güçlü bilgisayarları piyasaya çıkarıyor. Burada çelişkili bir sonuç ortaya çıkıyor. Dijital maliyetlerin sürekli azalışı sermayenin organik bileşiminin artışını sınırlandırarak kâr oranlarının düşüşünü engelleyebiliyor. Ancak bu durum bilgisayarların teker teker maliyetlerindeki düşüşle ilgili. Makineleşme ve dijitalleşme bir bütün olarak canlı emeğin yerini almaya devam ediyor ve dolayısıyla kâr oranlarını yine düşme eğilimine sokuyor.18 Bu duruma örnek olarak mikroçip üretimi fabrikalarını verebiliriz. Bu fabrikalarda en gelişmiş bilgisayar ve robot teknolojisi kullanılıyor. 1966 yılında bir fab (yarıiletken silikon üretim tesisi) 14 milyon dolara kurulurken 2009 yılında günümüz teknolojisindeki bir fab için 6 milyar dolarlık bir yatırım gerekiyor.19 Makineleşme ve dijitalleşme sabit sermayenin maliyetini tek tek ürün bazında düşürse de toplamda çok sayıda yüksek teknoloji ürününü biraraya getirmek zorunda olması sonucu radikal bir şekilde yükseltiyor.

Şirketler makineleşme ve rekabetin neden olduğu düşen kâr oranları eğilimi ile baş edebilmek için Marx’ın Kapital’de bahsettiği üç yoldan birine veya birkaçına başvurmak durumunda kalıyor. Ya çalışma saatlerini arttıracak, ya işçi üretkenliğini arttıracak ya da ücretleri düşürecek. Otomasyon ve dijitalleşme ikincisini sağlıyor ancak yaygınlaşan teknoloji kullanımı zamanla kâr baskısı yaratıyor. Bu da şirketlerin birinci yola başvurmasını kaçınılmaz kılıyor. Buna günümüzde, sanki iyi bir şeymiş gibi, esnek çalışma deniyor. Aslında birçok sektörde açıkça mesai saatleri uzatılmış oluyor. Ancak bu durum da yaygınlaştığında kâr oranları yine düşüyor. Yapılabilecek bir diğer şey ise ücretleri aşağı çekmek oluyor. Çin ve Türkiye gibi ülkelerin avantajı ucuz emek gücüne sahip olması. Fakat ücretler de işçi mücadeleleri ile yükseltilebiliyor. Böylece bir kez daha avantajlı durumda olan şirketler zamanla avantajlarını kaybediyorlar. Her defasında düşen kâr oranları üretim yapmayı anlamsız kılmaya başlıyor. Bu durum hem işçilerin alım gücünü arttıran kredi kartları ve ihtiyaç kredileri hem de kapitalistlerin düşen kârlılığa rağmen dayanmasını sağlayan finans sistemi ile çok daha karmaşık bir hal alıyor. Sonunda kaçınılmaz olarak ekonomik kriz yaşanıyor.

Bugüne kadar makineleşme ve seri üretimin yaygınlaştığı 20. yüzyılda 1929 Buhranı gibi büyük krizler, dijitalleşmenin üretim süreçlerine girdiği 1970’lerde yaşanan krizler, 1990’larda robotların artan kullanımı ve finansallaşmanın yaygınlaşması ile yaşanan Asya krizi gibi çok sayıda ekonomik kriz ve son olarak Sanayi 4.0 devrinin başladığına dair ilk yazılar yazılırken 2008 yılında yaşanan küresel ekonomik kriz, teknolojik gelişmelerin ekonomik krizleri engelleyemediğini gösteriyor.

İnternet ve değer üretimi

Dijitalleşme ve onun bir çıktısı olan internet bir yandan üretim süreçlerinde yaygınlaşırken bir yandan da cep telefonları ve bilgisayarlar ile günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Bu değişim ağ toplumu (network society)20 ve bilgi toplumu21 gibi teorilerin gelişmesine neden oldu. Bu yeni teorilerin temelinde kapitalizmde radikal bir kırılma yaşandığı iddiaları var. Sanayi 4.0 bu eğilimin yeni bir halkası. Tabi bu teoriler ya Marx’ın değer teorisini hiç ciddiye almıyorlar ya da bu “yeni çağda” Marx’ın yazdıklarının geçerli olmadığını söylüyorlar. Ancak bu teorilerin yanında Marksist veya anti-kapitalist olduğunu söyleyerek benzer iddiaları dile getirenler de var.

Dijitalleşme ve internetin yaygınlaşması ile birlikte özellikle otonomcu Marksistler arasında Marx’ın emek-değer teorisi tartışılır oldu. Bir yanda Hardt ve Negri gibi dijitalleşme ile birlikte artık değerin emek-zamanla belirlenmediğini iddia edenler varken22 öbür yanda Christian Fuchs gibi sosyal medya kullanımının karşılığı ödenmemiş emek olduğunu iddia edenler var. İki taraf da “yeni dönemi” analiz ederek Marksist teoriyi güncellemeye niyet ederken giderek Marksizm’den uzaklaşıyorlar.

Hardt ve Negri dijitalleşme sayesinde hem sınıf bileşiminde hem de değer üretiminde radikal bir değişikliğin gerçekleştiğini söylemişlerdi. Onlara göre “Artık-değer üretiminde önceleri kitlesel fabrika işçilerinin maddi emeğinin oynadığı merkezi rolü, bugün giderek daha fazla entelektüel, maddi olmayan ve iletişimsel emek gücü oynamaktadır.”23 Dolayısıyla günümüzde sermaye-işçi ilişkisi Marx’ın anlattığı gibi işlememektedir. Artı değer kârın kaynağı olmaktan uzaklaşmaktadır: “Bugün sermaye sahibi artık sahneden çekilmiş durumda ve işçiler daha özerk bir şekilde zenginliği yaratıyor. Sermaye sahibi servetini asıl kâr olarak değil, kira (rant) yoluyla ediniyor”24

Burada karşımıza çıkan temel kavram maddi olmayan emek kavramı. Maddi olmayan emek, somut fiziksel bir meta üretmeyen daha çok zihinsel emek gücünün kullanıldığı üretim süreçleri için kullanılıyor. Hardt ve Negri maddi olmayan emeği “bilgi, enformasyon, iletişim, bir ilişki veya duygusal tepkiler gibi maddi olmayan ürünler yaratan” emek olarak tanımlıyor.25 Bu tanım üzerinden de kapitalizmin giderek artan oranda hizmetler alanında işçi istihdam ettiğini ve dijitalleşme sayesinde bu alanın daha da büyüyeceğini söylüyorlar. Oysa maddi olmayan emek kavramı yanlış bir tanım üzerinden yükseliyor.

Marksist akademisyen Carchedi, maddi olmayan emek teorilerine verdiği yanıtta zihinsel emeğin maddi olmadığını söylemenin doğru olmadığını anlatır. Öncelikle, zihinsel emek fiziksel bir süreçtir. İnsanın sinirleri aktif şekilde veri transferi yapar ve enerji harcanır. Dolayısıyla fiziksel olan bir sürecin ürünü de gayet maddidir. Böyle bir sürecin ürünü olan bilgi de maddi ve sosyaldir. Sosyaldir çünkü diğer insanlarla girilen bir ilişki sonucu bilgi edinilir. Zihinsel emek sürecinde kullanım değeri olan edinilmiş bilgi ve kitaplardan veya başka kaynaklardan edinilecek bilgi bilişsel bir dönüşüm geçirerek yeni bir bilgi olarak açığa çıkar.26 Buna kod yazımını örnek olarak verebiliriz. Algoritma bilgisi zihinsel bir çalışma sonucunda anlamlı bir veri ilişkisi sağlayan bir koda dönüştürülür. Bu süreç son derece fizikseldir. Hatta işin bir bölümü alenen el emeği gerektirir. Kod yazarı, maddi bir üretim aracı olan bilgisayar başında parmakları ile klavye kullanarak bu kodu yazar. Ayrıca her emek, el emeği ve zihinsel emekten oluşur. Birbirlerine olan oranları değişim gösterse de emek sürecinde fiziksel ve zihinsel süreç birlikte yer alır.27 Kod yazarı klavye başında el emeğini kullanırken, fabrika işçisi de makine başında dikkatini, deneyimini, bilgisini yani zihinsel emeğini kod yazarı kadar çok olmasa da kullanır. Sadece zihinsel olan veya sadece el emeği olan bir emek olamaz. Son olarak unutulmamalı ki bilgisayar oyunu, film, kitap veya kod yazımı ile elde edilen bir uygulama içeriği ağırlıklı olarak zihinsel emekten oluşsa da çoğu kez maddi bir varlığa da sahiptir. Kaç DVD, kaç kitap, kaç uygulama üretildi veya online olarak satılıp müşterinin bilgisayarına yüklendi hesaplanabilir.

Paul Mason da Post Kapitalizm kitabında Hardt ve Negri’ye benzer argümanlar ileri sürmüştü. Mason, dijital gelişmenin kapitalizm ile artık uyumlu olmadığını çünkü sıfır-maliyetli ürünlerin yaygınlaştığını söylüyordu. Buna göre dijitalleşme, kapitalizmin piyasa kurallarını kendi kendine çürütüyor, mülkiyet haklarını işlevsiz kılıyor ve gelir, değer, kâr ilişkilerini altüst ediyor. Kastettiği internet üzerinden maliyetsiz bir şekilde üretilip, çoğaltılıp, paylaşılabilen ürünler ve bilgi. Ayrıca internet kullananların ürettiği veriler. Örneğin, Amazon’un bizim yaptığımız aramaların verilerini toplayarak aslında bizlerin ürettiği bilgiyi kullanıp tekrar önümüze ilgi duyabileceğimiz reklamları çıkardığını ve bu sayede satış yaparak kazanç elde ettiğini söylüyor.28 Oysa Amazon’un esas kazancı yazılımdan kaynaklanmıyor. 2018 rakamlarına göre Amazon’da 647.500 kişi çalışıyor.29 Amazon kârını yüzbinlerce işçiyi dev depolarda, çağrı merkezlerinde, müşteri hizmetlerinde, yazılım işlerinde ve daha birçok farklı işte uzun saatler oldukça kötü koşullar altında çalıştırarak yani onların ürettiği artı değere el koyarak elde ediyor. Şirket, kârlarını sürekli olarak düşürmeyi başardığı ulaştırma maliyetleri sayesinde artırıyor. Onbinlerce depo çalışanını asgari ücretle çalıştırıyor.30 Bu depolarda sipariş edilen ürünlerin raflardan alınıp paketlenmesini giderek artan bir şekilde gelişmiş robotlar yapıyor.

Fuchs’un iddiası ise Facebook, Twitter ve Youtube gibi sosyal medya şirketlerinin kullanıcılarının ürettiği veriyi satarak para kazandığı yönünde. Yani her bir Facebook kullanıcısı, sayfasında geçirdiği zaman boyunca şirket için üretim yapıyor ama karşılığında alması gereken ücreti almıyor. Karşılığı ödenmeyen bu ücret şirkete kâr sağlıyor. Oysa sosyal medya kullanımı bu şekilde değer üretmiyor.

Değer üretimi her zaman için mübadele amacıyla yapılan üretim ile yani meta üretimi (mal veya hizmet) ile oluşur. Mübadele için yapılmayan üretim insanların kendi ihtiyaçlarını karşılaması için yapılan üretimdir. Bu üretim sadece kullanım değeri üretir, mübadele değeri değil. Örneğin marketten aldığımız ürünlerle evde yaptığımız yemek bir değer üretimi değildir. Kendi ihtiyacımızı karşılamak için harcadığımız emek sadece kullanım değeri taşır. Yaptığımız yemeği eşimizle, çocuğumuzla da paylaşabiliriz. Bu yine ihtiyaç karşılama amaçlıdır ve kapitalist anlamda üretken emek değildir. O yemeği ister 15 dakikada ister 1,5 saatte yapalım. Yemeğin yapımı için gereken emek zamanın bir önemi yoktur. Dolayısıyla o yemeğin değerini emek-zaman belirlemez çünkü gereken emek-zamana bakılmaz. Dolayısıyla evde bu şekilde harcanan emek kapitalist üretkenlik anlamında üretken emek değildir.

Metaların değerini belirleyen toplumsal emek-zaman bir ortalamadır ve ortalama olarak dahi olsa ölçülebilir olmalıdır. Değer, mutlaka meta üretiminde oluşur ve bütün metaların mübadele edilebilmesini sağlayan ortak içerik olan soyut emek, toplumsal olarak gereken emek-zamandır. Kullanım değeri ise hesap edilebilir bir değer değildir. Aynı ürünün veya metanın kullanım değeri kişiden kişiye değişebilir. Ortak bir özü yoktur. Sadece kullanım açısından bir ihtiyacı karşılaması gerekir.

Bu açıdan internet kullanımında tartışma noktası, internet ortamında üretilen içerik, veri ve bilginin değer üretip üretmediğidir. Ancak yukarıdaki gıda-yemek üretimi örneğinde olduğu gibi internette de üretken ve üretken olmayan zihinsel emek biçimleri var.

Carchedi, internette içerik üretimi yapanları üç gruba ayırıyor; sermayenin hizmetinde yani ücretli çalışan olarak zihinsel üretim yapanlar, bir kapitalist için çalışmasa da para kazanmak için interneti kullanan yani kendi hesabına zihinsel üretim yapanlar ve kâr amacı gütmeksizin interneti kullanan zihinsel üretim failleri (agents).31 İlk gruba örnek olarak Facebook’ta çalışan işçileri verebiliriz. İkinci gruba küçük start-up denen girişimcileri örnek verebiliriz. Üçüncü ve esas tartışmalı grup için de Wikipedia için gönüllü olarak içerek giren kullanıcıları veya Facebook kullanıcılarını örnek verebiliriz.

Fuchs gibi entelektüeller bu son grubun da değer ürettiğini söylüyorlar. Örneğin Facebook’ta geçirilen zamanın oyun emeği olduğunu ve bu sürenin Facebook şirketi için veri üretilen zaman olduğunu söylüyorlar. Şirket, kullanıcıların ürettiği verileri paketleyerek reklam şirketlerine veya doğrudan reklam vermeleri amacıyla diğer şirketlere satıyor. Dolayısıyla kullanıcıların ürettiği değere karşılığını ödemeden el koymuş oluyor.32 Bu kişilerin aynı anda hem üretim hem tüketim yaptıkları iddiası ile onların üretketici 33 (prosumer) haline geldiğini söylüyor.34

Carchedi’nin zihinsel emek failleri kategorisine giren sosyal medya kullanıcıları değer üretmezler ve bu nedenle üretken değildirler.35 Sosyal medya kullanıcısı bir işçi boş vaktini rahatlamak, eğlenmek veya ilgilendiği bir alanda bilgi üretmek için kullandığında kapitalist bir üretkenlik faaliyeti içerisinde değildir. Bir zihinsel üretim faili, internette şirketlere ait çeşitli uygulama veya sayfaların gönüllü olarak içerik üreticisi olabilir. Bu durumda üretken olmayan zihinsel emek harcamaktadır. Aynı fail internette bir uygulamayı kullandığında ise sadece tüketicidir.

Sosyal medya kullanıcılarının kendi hesaplarında geçirdikleri zamanda üretilen veriler ham haldeyken hiçbir değer taşımıyor. Bunlar şirkette çalışan kod yazarları ve içerik yöneticileri tarafından işlenerek anlamlı paketler haline getiriliyor ve reklam vermek isteyen şirketlere satılıyor. Algoritmaların kendiliğinden işlediği zaman aynı robotların işlemesi gibi kendi başına değer üretmiyor. Zaten bu nedenle bu şirketler başka şirketlere ve gerçek üretime de el atıyorlar. Eğer kullanıcı sayısı birkaç milyar insanı bulan Facebook her bir kullanıcısının geçirdiği zamandan kâr elde ediyor olsaydı siteyi ayakta tutan sınırlı sayıda çalışanla sürekli olarak en büyük kârları elde eden şirket olurdu. Ancak şirket sürekli olarak başka yazılım şirketlerini alarak büyümeye devam ediyor. Benzer şekilde esas olarak gelirini internet kullanıcılarının en çok kullandığı arama motoru olması sayesinde reklamdan kazanan Google ise yazılım şirketlerinin ötesinde doğrudan Meka Robotics, Redwood Robotics gibi çok sayıda robot üretimi yapan şirketi satın aldı. Üstelik elektronik cihaz üretimi de yapıyor.

Bu argümanların Sanayi 4.0 açısından biri önemi daha var. Eğer internet kullanımı, sosyal medya kullanımı değer üreten bir üretici emek ise nesnelerin internetinde yaşanacak gelişmeler hemen her saniyeyi üretici emek haline getirebilir demektir. Yataklara yerleştirilecek çipler yatak üreten şirket tarafından bütün bir uyku sürecimizin takip edilerek şirketin ürün geliştirmesini mümkün kılan veri üretimine girebilir. Ya da vücudumuza yerleştirilecek bir çip saniye saniye kan değerlerimizi ve tansiyonumuzu takip ederek bu veriyi hem kendi bilgisayarımıza hem de doktorumuza gönderebilir. Doktor, bizzat kendisi veya çalıştığı hastane bu verileri ilaç şirketlerine satabilir ve bundan kâr elde edebilir. Bu durumda uyumak ve yürümek gibi her faaliyet üretken emek olarak tanımlanabilir. Oysa bunların hiç biri değer üretimi içerisinde tanımlanamaz.

Dijital sanayide değer zinciri: Sadece zihinsel emek mi?

Maddi olmayan emek teorisyenleri genellikle hizmet sektörünü ve internet kullanımını ilişki içerisinde oldukları diğer sektörlerden soyutlayarak anlatıyor. Oysa bu alanlar son derece maddi olan hatta teknolojinin neredeyse hiç kullanılmadığı üretim süreçlerinin olabildiği değer zincirlerine bağlılar. Enformasyon ve iletişim teknolojilerinde (EİT) değer zincirinin aşamaları tedarik; donanım, ekipman, yazılım, işletim sistemi yazılımı üretimi; kullanıcı yazılımı satışı ve destek hizmetlerinden oluşuyor.36

Fuchs her ne kadar geliştirdiği üretketici teorisiyle Marksist teoriyi eğip büküyor olsa da dijital sanayideki değer zincirini ve buradaki çalışma koşullarını başarılı bir şekilde açıklıyor. Elimizdeki akıllı cep telefonları, iPad’ler veya dizüstü bilgisayarların üretim aşamalarının izini sürüyor. Öncelikle içerdikleri uygulamalar, kodlar ve programlarla çeşitli nesnelerle veya diğer insanlarla ilişki kurmamızı sağlayan ve giderek artan bir şekilde üretimde kullanılan bu cihazların maddi olarak nasıl üretildiğini anlatıyor. Tüm bu cihazlar alüminyum, demir, bakır, nikel, tantal ve platin gibi çeşitli madenlerden meydana gelirler. Bu madenlerin birçoğu açısından ve elmas gibi diğer başka madenler açısından da dünyanın en zengin ülkelerinden biri Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DKC)’dir. Ülkede, dünya kobalt rezervinin %45’i, elmas rezervinin %25’i, tantal cevheri koltan rezervinin %7-8’i, bunlar dışında zengin bakır, çinko rezervleri bulunuyor. Fakat DKC madenlerinde maden işçileri korkunç koşullarda çalışıyor. Free the Slaves (Kölelere Özgürlük) kampanyası 2011’de yayınladığı bir röportajda madenlerde çalışan işçilerle yapılan görüşmelere yer vermişti. 10-11 yaşında çocuk köleler, maden işçilerinin eşlerinin iş karşılığı sürekli olarak patronların tecavüzüne uğraması, çıplak elleriyle veya sadece kazma-kürekle gece gündüz çalışan işçiler anlatılıyor raporda.37 Sanayi 4.0 döneminde el emeği gereken işlerin robotlar tarafından yapılacağı tezlerinin aksine bu madenlerde hâlâ yüzlerce yıllık üretim teknikleri kullanılıyor ve hiçbir güvenlik önlemi de yok. Güney Afrika’da çıkarılan paladyum ve platin madenlerinde ise DKC’den görece daha iyi koşullar olsa da düşük ücret, çocuk işçiliği, çevre kirliliği, iş hastalıkları gibi kötü çalışma koşulları bulunuyor.38

Dijital sanayinin değer zinciri madenlerden başlıyor ve çıkarılan madenlerin işlenmesi ile devam ediyor. 2010 yılında tüm dünyada çıkarılan kobaltın %51’i DKC’de çıkarılırken sadece %8,8’i DKC’de işleniyordu. Aynı yıl en büyük kobalt işleyicisi Çin oldu. Dünya işlenmiş kobalt ihtiyacının %43,9’unu karşıladı.39

İşlenmiş madenler elektronik ve iletişim teknolojileri (EİT) imalatında kullanılıyor. Dünyanın en büyük EİT imalat ve montaj şirketi Tayvan merkezli Foxconn şirketi. Ancak Foxconn üretiminin büyük çoğunluğunu Çin’deki fabrikalarında yapıyor. Foxconn 2012 yılında 995.000 çalışana sahipken bunun 900.000’i Çin’de çalışıyordu. Bu fabrikalarda Apple’ın iPad, iMac, iPhone, Amazon’un Kindle ve Sony, Nintendo, Microsoft gibi firmaların çeşitli ürünlerinin montajı yapılıyor. Bu şirketlerin hepsi dünyanın en büyük donanım şirketleri arasında yer alıyor ama üretimlerini çoğunlukla başta Çin olmak üzere uzak Asya ülkelerinde yapıyorlar. Foxconn fabrikalarında aşırı ucuza, aşırı uzun saatler çalışılıyor. İşçilerin ezici çoğunluğu kırdan kente gelen göçmen işçiler. Çin’deki hane kayıt sistemi olan Hukou sistemine göre kırsal yurttaşlar olmaları dolayısıyla kentlerdeki kamu hizmetlerine erişimlerine izin verilmiyor. 2011’de Çin’de bu şekilde 252,78 milyon göçmen işçi vardı. Foxconn sık sık kötü çalışma koşullarına dayanamayan işçilerin intiharları ile de gündeme geliyor. SACOM gibi çeşitli kurumların Foxconn’da yaptığı araştırmalar ücretsiz fazla mesaileri, 12 saati bulan çalışma sürelerini, altı gün iş haftasını, iki hafta boyunca dinlenmeden çalışmayı, iş saatlerinde işçilere mola verilmemesini, bedenlerini esnetmelerinin dahi yasaklanmasını, fabrika ve yatakhanelerdeki askeri düzeni ve hatta fabrika etrafına gerilen intihar engelleyici ağları belgelemişti. 40

Elektronik cihazlara yüklenen yazılımların üretimi de EİT değer zincirinin bir diğer halkası. Bilgisayarların çalışması için gereken Windows veya diğer işletim sistemleri, Office ve benzeri programlar; telefonların kullanımı için gereken uygulamalar; web siteleri, oyunlar, şirket programları ve dahası ancak önceki halkalar oluştuktan sonra mümkün olabiliyor. Bu alanda ise ABD açık ara önde. Son yıllarda Hindistan’da da giderek büyüyen bir yazılım sektörü var. Fakat bu büyümenin sebebi ucuz iş gücü. Hindistan yazılım sanayinin %75’i ihracata yönelik üretim ve bu şirketler genellikle batılı yazılım devleri için taşeron görevi görüyorlar. Düşük seviyede kod yazma, yazılım tasarlama ve test etme gibi işleri yapıyorlar. ABD’li yazılımcılardan yüzde 7 ile 40 arasında değişen oranlarda daha az ücret alıyorlar.41

Dijital teknoloji dendiğinde bu teknolojinin doğduğu ve hâlâ da tartışmasız liderliğini yapan Silikon Vadisi, yazılım üretiminde en üst sırada. ABD’nin San Fransisco şehrinde yer alan kampüste HP, Dell, Apple, Facebook, Google, Yahoo ve daha birçok dev teknoloji şirketinin merkezi bulunuyor. Fakat Silikon Vadisi’nde bile sömürü koşulları mevcut. Facebook ve Google gibi şirketler çalışanlara tanıdıkları “rüya gibi” çalışma koşulları ile övünse de neredeyse bütün çalışanlar aşırı çalışmadan yakınıyor. Body shopping adı verilen uygulamalarla Hindistan gibi ülkelerden yazılımcı ve mühendisler kiralanarak ucuza çalıştırılıyor.

Silikon Vadisi deyince herkesin aklına yazılım gelse de aslında yüksek teknoloji ürünlerinin üretildiği büyük fabrikalar da burada bulunuyor ve bu fabrikalarda çalışan işçilerle, yazılımda çalışan profesyoneller ve özellikle yöneticiler arasında büyük ücret farklılıkları var. Yöneticiler ve profesyoneller büyük oranda beyaz iken vasıfsız işlerde ve hizmet işlerinde çalışanların çoğunluğu göçmen Asyalı işçilerden oluşuyor. Üstelik Vadi’de üretilen elektronik ürünler arsenik, asbest, klor gazı, siyanür vb. zehirli maddeler de içeriyor ve imalatta çalışan işçiler ciddi sağlık sorunları yaşıyor. Bu zehirli maddelerin salımı da hava, su ve çevre kirliliği sorunu yaratıyor. Baskı devre kartı veya kablo montajı gibi alanlarda parça başı ücret sistemi uygulanıyor. Sendikal örgütlülük ise çok düşük düzeyde. Silikon Vadisi’nin bulunduğu Kaliforniya’da işçilerin sadece %17,1’i sendikalı.42

Dijital sanayideki bu değer zincirini daha da uzatmak mümkün; lojistik, teknik servisler, çağrı merkezleri, ticaret vb. Üstelik bu değer zinciri mutlaka bahsedilen ülkeler ve şirketler arasında olmak durumunda da değil elbette. Hangi ülkeler içerisinde veya arasında ve hangi şirketler arasında olursa olsun dijital sanayi kol emeği ile zihinsel emeğin iç içe geçtiği, biri olmadan diğerinin olamayacağı bir ilişki içerisinde. Bu değer zincirinin son halkasına bakılarak yapılan yorumlar bu nedenle eksik sonuçlara varıyor. İnternet kullanımı, kod yazımı, e-ticaret vb. alanlara odaklanarak yapılan değer analizleri zihinsel emek ve yaratıcı emek gibi kavramlara gerçekte olduğundan çok daha fazla bir önem veriyor.

Sanayi 4.0’ın işçi sınıfına etkileri

Buraya kadar anlattığımız gibi dijitalleşme ve internet maddi üretimi ortadan kaldırmıyor. Marksist emek-değer teorisini de geçersiz kılmıyor. Teknolojik gelişim kapitalizmin temel dinamiklerinde bir değişim yaratmamakla birlikte elbette üretim süreçlerinde önemli değişimler meydana getiriyor ve bu değişimin işçi sınıfı üzerinde kaçınılmaz olarak etkileri olacak. Şimdi Sanayi 4.0 ile sorulmaya başlanan bazı temel sorulara bakabiliriz.

Sanayi 4.0 işsizlik yaratacak mı? Robotlar işlerimizi mi alacak?

Chris Harman 1979 yılında silikon mikroçiplerin sadece 10 yıl kadar bir süredir bilgisayarlara konmakta olduğu bir dönemde artık bir bilgisayarın bir bavul büyüklüğüne düştüğünü anlatarak kapitalizmin gelişimini anlatıyordu. Teknolojinin gelişimi ile gerçekleşebilecek potansiyelleri, “bu gelişmeler iş yaşamını nasıl devrimcileştirecek?” diye sorarak şöyle anlatmıştı:

“[Bu araçlar] pek çok işi zahmetli ve sıkıcı yönlerinden sonsuza dek kurtarabilir. Madencilik kazalarının yalnızca robot madencilere zarar verdiği; büro işçilerinin günde sadece birkaç saat ofise döndükleri ve makineler işleri yaparken kendilerinin boş zaman etkinliklerini sürdürdükleri; hemşirelik ve itfaiyecilik gibi çok az meslek dışında vardiyalı çalışmanın ortadan kalktığı; montaj hattındaki bıktırıcı çalışmanın geçmişte kalan bir kabus olduğu; sağırlık ve körlük gibi engellerin bile üstesinden gelindiği bir toplum üretebilirler.”43

Bu satırların üzerinden tam 40 yıl geçti. O gün bir bavul büyüklüğündeki bilgisayarların yüzlerce kat gelişmiş olanları akıllı cep telefonlarıyla avuç büyüklüğüne indi. Ancak bu öngörülerin hiç biri gerçekleşmedi. Daha yakın zamanda Soma’da gerçekleşen maden kazasında ölen 301 madenci, esnek çalışma ile artan çalışma saatleri, sağlıkta neoliberal dönüşüm ile sağlık hizmetlerine ulaşamayan yoksulları örnek vermek yeterli olacaktır. Harman elbette bunların gerçekleşmeyeceğini biliyordu. Teknolojinin kapitalist kullanımının, teknolojik iyimserlerin umduğu gelişmelere yol açamayacağını yazıyordu.

Harman mikroçip henüz yayılmaya başladığında Sendikalar Konfederasyonu TUC’un 1990’ların ortasında Birleşik Krallık’ta bilgisayarlaşma kaynaklı 5 milyon kişinin işsiz kalacağını öngördüğünü söylüyor. Bir başka raporda ise postacı, teknik ressam, proof reader44, sekreterler, dosyalama memurları, satış görevlileri, montaj işçileri gibi 29 mesleğin yok olacağı öngörülmüş. 45 Bu mesleklerin büyük kısmı bugün hâlâ var ancak önemli değişimler geçirdiler. Bugün Sanayi 4.0’ın çok sayıda mesleği ortadan kaldıracağı beklentisi de benzer bir abartıyı taşıyor. Örneğin ABD’de yapılan bir araştırmada on yıllık bir zaman içerisinde yüksek otomasyonlaşma potansiyeli ve makineleşme sebebiyle ücretli çalışanların %47’sinin risk altına gireceği sonucuna varılmıştı.46 Bu araştırma Almanya’ya uygulandığında da çalışanların %42’sinin risk altında olacağı sonucuna varılmıştı. Ancak bu araştırmalar dijitalleşmenin etkilerini abartıyorlar. Farklı kategorilerle yapılan bir başka araştırma ise Almanya’daki risk altında olan çalışan sayısı %15 olarak gösteriyor.47

Bir başka benzerlik ise o dönemin teknoloji anlatıcılarının aynı bugün Sanayi 4.0 anlatıcıları gibi işsizlik sorununa yanıt olarak yeni işleri göstermesi. Mikroteknoloji ile mikro işlemci yapımı, yazılım üretimi, hizmet sektörünün büyüyecek olması ve mikro elektronik alanında yeni ürünlerin üretimi gibi yeni iş alanlarının işsizliği değil artırmak daha da azaltacağı söylenmişti. 48

Ne kadar ilginçtir ki bugün Sanayi 4.0 ile 40 yıl önce mikroçip teknolojisinin geliştiği dönemle aynı ütopyalar tekrarlanıyor. Bir yanda Sanayi 4.0 ile herkesin nitelikli işlerde çalışacağını söyleyen iyimserler, öbür yanda işsizliğe neden olacağını söyleyen kötümserler var. Oysa sorun, teknolojinin kimin çıkarına kullanıldığında.

Harman yukarıdaki satırları yazdığında Birleşik Krallık’ta henüz sadece 200 robot üretim bandında kullanılıyordu. Bu rakam İsveç’te 700, Batı Almanya’da 500 ve ABD’de 3.000 idi. Mikroçip sayesinde robotların da önümüzdeki 15-20 yıl içerisinde hızla artacağını söylüyordu ve öyle de oldu. Ancak bugün gelinen noktada hâlâ daha robotlar tüm dünyada işçilere oranla kat be kat az sayıdalar ve robot kullanımı 10 kadar ülkede yoğunlaşmış durumda. Kapitalistlerin robotlara yatırım yapmasındaki en önemli engel Marx’ın belirttiği ‘sabit sermayenin yaşam ömrü’dür. Kapitalistler, yeni bir teknoloji ortaya çıkar çıkmaz henüz kullanmaya devam ettikleri makineleri değiştirmeyi istemezler. Öncelikle yaptıkları yatırımın kendi maliyetini çıkarmasını ve biraz da kâr sağlamasını beklerler ki bu da en az birkaç yıl sürer. Ayrıca yeni bir teknolojiyi ilk uygulayan olmanın verdiği riskleri de çoğu kez almak istemezler. Çünkü başarının garantisi yoktur.49 Bu nedenle gelişen teknolojinin sermaye tarafından üretime uygulanması ve bunun yaygınlaşması on yıllar alır. Örneğin, 2011 yılında Foxconn son yıllarda Çin’de yaşanan grevler, ücret artışları ve fabrikalarda işçi intiharları nedeniyle 3 yıl içerisinde 1 milyon robot alarak üretimde kullanacağını açıklamıştı. Böylece 500 bin işçinin maliyetinden kurtulmayı planlıyordu.50 Ancak 2016 sonunda Çin’deki tüm fabrikalarında 40 bin robotu faaliyete geçirebildi. Kushan eyaletindeki fabrikalarında işçi sayısını 60 bin kadar azaltabildi. 51

Dolayısıyla Sanayi 4.0 anlatıcılarının “önümüzdeki 10 yıl içinde olacak” dediği gelişmelerin abartılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu daha çok büyük burjuvazinin hükümetlere yönelik bir propagandası, teşvik ve altyapı talebinin sunumudur.

Her ne kadar Sanayi 4.0 bir ideolojik paket olsa da teknolojik gelişim kapitalizmin ayrılmaz bir parçası ve teknolojik gelişmenin işçi sınıfının bir bölümünü mağdur edeceği de bir gerçeklik. Teknolojik yenilikler kısa vadede kaçınılmaz olarak bazı işçileri işsiz bırakacaktır. Peki, bu işçilere ne olacak? Yıllarca belirli bir işte çalışan işçiler, basitçe yeni ve üstelik yeni nitelikler gerektiren işlere geçemezler. Marx, Ücretli Emek ve Sermaye makalesinde, makinelerin emek sürecine dahil edilmesi ile işten çıkan işçilerden söz eder. Bu işçiler hiçbir zaman eski koşullarında ve ücret seviyelerinde iş bulamazlar. Yeni işler, yeni bir işçi kuşağını istihdam eder. O ihtiyaca uygun yetenekleri geliştirmiş olanlar işlere alınır. Diğerleri aynı sektörde iş bulsa bile aynı koşullarda değil, daha kötü koşullarda iş bulabilirler. Her bir teknolojik atılım daha fazla basit iş yaratır. Dolayısıyla vasıfsızlaşmayı artırır ve ücretleri düşürür. Marx bu noktada çok önemli bir uyarı yapıyor. Bu sürecin dışında kalabilen tek sektörün makine üretim sektörü olduğunu söylüyor.52 Bu alandaki işçilere hep ihtiyaç olur ve hep niteliklidir diyor. 1970’lerde bu mikroçip üretimiydi günümüzde robot ve yazılım üretimini bu alana koyabiliriz. Ancak onlar da diğer alanlardaki işçiler kadar olmasa da vasıfsızlaşma sürecinden kaçınılmaz olarak etkileniyorlar.

Her bir teknolojinin yaygınlaşması çok sayıda mesleği olumsuz etkiler ve işsizlik yaratır ancak her biri yeni iş alanları da yaratır. Bugün sadece Facebook şirketinde 36.000 kişi çalışıyor.53 2004 yılında Facebook sayfası ilk açıldığında sadece 7 çalışanı var iken 15 yılda dev bir çalışan kitlesine ulaşmış durumda.54

Sanayi 4.0 üretim süreçlerine robotların çok daha aktif bir şekilde girmesi anlamına gelirken dünyadaki robotlaşma trendinde çeşitli geri adımlar da yaşanıyor. Örneğin Mercedes-Benz 2015 yılında üretim bandında yer alan robotların bir kısmını kalifiye işçilerle değiştirdi. Robotların yeteri kadar esnek olmadığı ve hızlı değişim gerektiren farklı parça ve modellere ayak uyduramadığı gerekçesiyle üretimini robotlarla insanları daha sıkı bir arada çalıştıran bir şekle döndüren şirket, kalifiye işçilerin üretim hattını sadece bir hafta sonunda yeni üretilecek otomobile göre değiştirebildiğini ancak robotların yeniden programlanmasının ve yeniden yerleştirilmelerinin haftalar aldığını açıkladı. Mercedes, ‘robot ekimi’ dediği, insanlar tarafından kullanılan daha hafif ama esnek robotların kullanımını yoğunlaştıran bir modele geçmeyi hedefliyor. BMW, Audi ve Toyota da benzer şekilde sabit robotlar yerine insanlarla ortaklaşa çalışan robotları kullanıma sokmaya başladı.55

Dolayısıyla Almanya’da ortaya atılan Sanayi 4.0 bir yandan insansız akıllı fabrika modelleri önerirken öteki yandan Alman otomotiv şirketleri üretimde robotları azaltarak robotlarla insanların birlikte çalışabildiği co-botlara yöneliyor. Sabit sermayenin üretimde giderek artan oranı kısa vadede işyerlerinde çok sayıda iş kaybına neden olacağı gibi uzun vadede yatırımların artmasına ve yeni iş alanlarının açılmasına da neden olabilir. Teknolojinin kapitalist kullanımı ve kapitalist rekabet hiçbir işçiye iş garantisi sağlayamaz, yoksulluğu sona erdiremez, işsizliği bitiremez. Bunun sebebi robotların ve yapay zekanın kullanımı değil kapitalizmin işleyiş biçimidir. Bu nedenle işsizlik tehdidine karşı verilmesi gereken mücadele teknolojiye karşı değil kapitalizme karşı olmak durumundadır.

Kol emeği bitecek ve herkes nitelikli ve yaratıcı işlerde mi çalışacak?

Sanayi 4.0 anlatıcıları, vasıfsız ve kol emeği gerektiren işleri robotların yapacağını ve çok daha nitelikli işleri insanların yapacağını iddia ediyorlar. Ancak burada kapitalistler açısından vasıflı ve vasıfsız iş ve işçinin ne olduğu tartışmasına girmek gerekiyor. Vasıf, kapitalistler açısından ihtiyaç duyduğu niteliklere sahip emek gücü demek ancak sadece bu değil, yetişmesi de görece zor olan ve uzun zaman alan bir emek gücü demek. Örneğin bir mühendis genelde vasıflı emek gücü olarak tanımlanır çünkü hem zorunlu eğitimi, hem de üniversiteyi bitirmesi ve hatta biraz da iş deneyimi kazanması gerekir. Bu, işgücüne katılım öncesi yıllarca eğitim ve deneyim biriktirmek demektir. Fakat her mühendis vasıflı işçi demek değildir. Üniversiteleşmenin giderek artması sonucu mühendis bulmak giderek kolaylaşmış durumda. Üstelik eskiden mühendislerin yaptığı birçok iş artık bilgisayar programları tarafından da gerçekleştirilebiliyor. Bu programları kullanmayı bilmenin yeterli olduğu işler çoğalıyor. Bu da mühendislik mesleğinin vasıfsızlaşmasına yol açıyor. Yani mühendislik eğitimi alanlar gerçekten mühendislik değil sıradan ofis işçiliği yapar duruma gelebiliyor. Bu durum mühendislerin ücretlerinde de düşüşe yol açıyor.

Vasıfsız işler denilen ve genellikle rutin, kol emeği gerektiren işler de her zaman sanıldığı gibi vasıfsız olmayabiliyor. Yine aynı örnekten gidersek bir inşaat firmasında çalışan ve oldukça deneyimli ve yetenekli olan bir duvar ustası, ofis çalışanı konumunda olan genç bir mühendisten çok daha ihtiyaç duyulan biri olabiliyor.

Dijitalleşme veya otomasyon aslında deneyimi ve eğitimi mümkün olduğunca ortadan kaldırarak işi sıradanlaştırmayı hedefliyor. Kapitalist, emek sürecini ne kadar vasıfsızlaştırırsa ve otomatikleştirirse, emek gücünden o kadar tasarruf edeceğini ve üretkenliğin artacağını umuyor. Ancak yukarıdaki bölümde de bahsedildiği gibi robotlaşmanın en yoğun olduğu otomotiv sektöründe bile tam otomatikleşmeden insan-robot işbirliğine dayalı bir üretime geçiş yaşanıyor. Bu da robotlarla çalışabilen yeni bir nitelikli işçi kesimi yaratıyor. Ancak bu meslek grubundaki iş gücünün artması beraberinde nadir değil kolaylıkla bulunabilen bir meslek grubu yaratacak ki bu da vasıfsızlaşma anlamına gelecek. Bu duruma benzer bir örnek olarak Kenya’da Silikon Vadisi’nin önemli yapay zeka şirketlerinden biri olan Samasource için çalışan gecekondu sakinlerini verebiliriz. Başkenti Nairobi’de, ülkenin en büyük gecekondu mahallesi olan Kibela’de ofisi bulunan şirket, Google, Yahoo ve Microsoft gibi müşterilere hizmet sunuyor. Bu gecekondu mahallesinde outsourcing denen yöntemle yapay zekanın öğrenme yeteneğinin geliştirilmesi için gereken rutin veri girme işlemlerini yürütüyor. Çoğunlukla kadınların istihdam edildiği düşük eğitimli Kenyalı işçilere günlük 9 dolar maaş ödüyor (ABD’de asgari ücret saatlik 11-13 dolar). İşçiler her gün yüzlerce fotoğraf görüntüsünü yapay zeka için tanımlıyor. Bu rutin faaliyet neredeyse hiçbir vasıf gerektirmiyor. İşçiler yoğun çalışma, yönetici baskısı ve ofis hastalıklarından şikâyet ediyor.56

Aynı şekilde kod yazımı da Sanayi 4.0 anlatıcıları tarafından çok önemli bir vasıf ve geleceğin en önemli mesleklerinden biri olarak görülüyor. Ancak kod yazma eğitimlerinin üniversite öncesi eğitime kadar düşecek olmasının sonucunda bu meslek de vasıfsızlaşarak büyük oranda sıradan bir beceri haline gelecektir.

Özetle, vasıf ve vasıfsızlık sürekli olarak meslek içerisinde değişiyor. Kapitalistler hem kâr elde etmek için vasıflı işçilere ihtiyaç duyuyor hem de rekabet baskısı nedeniyle maliyeti yüksek emek gücünü vasıfsızlaştırmak durumunda kalıyor. Dolayısıyla burada söz konusu olan şey üretim sürecinde büyük öneme sahip olan ve kapitalistin bağımlı olduğu nitelikli işin kapitalist lehine sıradanlaştırılması ve böylece o emek gücüne olan bağımlılığının azaltılması. Sanayi 4.0 için anlatılan geleceğin parlak meslekleri de kaçınılmaz olarak benzer vasıfsızlaşma süreçlerini yaşamak durumunda kalacaktır.

Sonuç yerine

Teknolojik gelişim işçilerin çoğunluğu açısından olumlu değil olumsuz etkiler gösteriyor. Ancak bunun nedeni, bilim ve teknikteki ilerlemeler değil teknolojinin kapitalist kullanımı. Tek amacı sermaye birikimini artırmak olan kapitalistler teknolojiyi rekabet gücünü artırmak, maliyetleri azaltmak, nitelikli ve deneyimli işçilere olan bağımlılığı azaltmak ve üretim süreci ile işçiler üzerindeki kontrollerini artırmak için kullanıyorlar. Dolayısıyla üretim süreçlerindeki dijitalleşme özellikle orta yaş üstü ve yüksek eğitimli olmayan işçilerin işlerini kaybetme riskini artırıyor. Bu işçilerin şimdiden işlerini savunmak sendikaların ve sosyalistlerin önünde en önemli görevlerden biri olarak duruyor.

Robotların ve yapay zekanın yaygınlaşması ile üretimin tamamen makineler tarafından yapılması ihtimali de son yıllarda oldukça sık dile getiriliyor. Robotlar, insana ihtiyaç duymadan robot ve diğer üretim araçlarını da üretirse, bu üretim kimin çıkarına gerçekleştirileceği sorunu ortaya çıkacaktır. Böyle bir durumda kapitalistlere yani üretim araçları sahiplerine ne olacak? Yazar Michael Roberts, teknolojik gelişimi kontrol eden azınlığın hakimiyetinin süreceği toplumların bir tür köleci toplum olacağını söylüyor. Nasıl ki Roma İmparatorluğu yüzyıllar içerisinde küçük bağımsız üreticileri yok ederek bir avuç aristokratın kontrolünde bir köle imparatorluğu kurduysa, robotları kontrol edecek azınlığın da artık hiçbir işlevi kalmayacak insanları umursamayacağı ve dolayısıyla artık kapitalist de olmayan başka bir distopik dünya kurulacağını belirtiyor. Böyle bir dünyada üretim artık sadece robotları kontrol eden azınlığın ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılacaktır, kâr elde etmek için ve toplumun geri kalanının ihtiyaçlarını gidermek için değil. Bu tür bir topluma örnek olarak da Elysium filmini gösteriyor.57 Ancak teknolojik olarak bu seviyeye gelinebileceği zaten şüpheli iken düşen kâr oranları eğilimi nedeniyle kapitalizm altında bu noktaya gelemeden ekonomik krizler, toplumsal ayaklanmalar ve rekabetin yol açtığı savaşların yaşanması kaçınılmazdır. Tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırarak üretimi kâr için değil ihtiyaçların karşılanması için organize ederek gerçek bir refah toplumunu yaratma potansiyeli bir tek kolektif olarak bütün bir yaşamı üreten işçi sınıfının elinde.

Kaynakça:

  • Alkan, Muhammed Ahmet, 2016, “Karanlık Fabrikalar ile İnsansız Üretim”, http://www.endustri40.com/karanlik-fabrikalar-ile-insansiz-uretim/ (Erişim tarihi: 05.03.2019)
  • Carchedi, Guglielmo, 2014, “Old Wine, New Bottles and the Internet”, http://marx2010.weebly.com/uploads/5/4/4/8/5448228/ old_wine_new_bottles_the_internet.docx (Erişim tarihi: 15.01.2019)
  • Castells, Manuel, 1996, The Rise of the Network Society, Malden, MA: Wiley-Blackwell.
  • Dengler, Katharina ve Matthes, Britta, 2018, “The impacts of digital transformation on the labour market: Substitution potentials of occupations in Germany”, Technological Forecasting & Social Change.
  • Desjardins, Jeff, 2018, “Visualizing the World’s Biggest Exporters in 2017”, (21 Haziran), https://www.visualcapitalist.com/visualizing-worlds-biggest-exporters-2017/ (Erişim tarihi: 10.02.2019)
  • Dyer-Witheford, Nick, 2015, Cyber-Proletariat: Global Labour in the Digital Vortex, Londra: Pluto Press.
  • European Parliament, 2016, Industry 4.0 Analytical Study. Expatica, 2019, “Minimum wage and average salary in Germany”, https://www.expatica.com/de/employment/employment-law/ minimum-wage-and-average-salary-in-germany-995112/ (Erişim tarihi: 07.03.2019)
  • Facebook, 2018, Company Info, https://newsroom.fb.com/company-info/ (Erişim tarihi: 10.01.2019)
  • Free the Slaves, 2011, “The Congo Report: Slavery in Conflict Minerals”, https://www.freetheslaves.net/wp-content/uploads/2015/03/The-Congo-Report-English.pdf (Erişim tarihi: 08.02.2019)
  • Frey, Carl Benedikt ve Osborne, Michael A., 2017, “The future of employment: how susceptible are jobs to computerisation?”, Technological Forecasting & Social Change, sayı: 114.
  • Fuchs, Christian, 2014, Dijital Emek ve Karl Marx, çev. Tahir Emre Kalaycı ve Senem Oğuz, İstanbul: Notabene Yayınları.
  • Fuchs, Christian, 2018, “Industry 4.0: The Digital German Ideology”, (27 Şubat), https://medium.com/@fuchschristian/ industry-4-0-the-digital-german-ideology-637183b11afc (Erişim tarihi: 15.02.2019)
  • Gibbs, Samuel, 2016, “Mercedes-Benz swaps robots for people on its assembly lines”, The Guardian, (26 Şubat), https://www.theguardian.com/technology/2016/feb/26/mercedes-benz-robots-people-assembly-lines (Erişim tarihi: 09.03.2019)
  • Hardt, Michael ve Negri, Antonio, 2005, Multitude, Londra: Penguin.
  • Hardt, Michael ve Negri, Antonio, 2012, Duyuru, çev. A. Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı.
  • Hardt, Michael ve Negri, Antonio, 2015, İmparatorluk (8. Basım), çev. A. Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı.
  • Harman, Chris, 1979, “Is a Machine After Your Job? New Technology and the Struggle for Socialism”, https://www.marxists. org/archive/harman/1979/machine/index.htm (Erişim tarihi: 16.02.2019)
  • Harman, Chris, 1991, “A class of robots?”, Socialist Review, sayı 147.
  • Kahraman, Ece, 2019, “Yapay zeka için çalışan ucuz işçiler”, (12 Ocak), Dünya Halleri, https://www.dunyahalleri.com/yapay-zeka-icin-calisan-ucuz-isciler/ (Erişim tarihi: 25.02.2019)
  • Kasriel, Stephane, 2019, “What the next 20 years will mean for jobs – and how to prepare”, (10 Ocak), https://www.weforum.org/ agenda/2019/01/jobs-of-next-20-years-how-to-prepare/ (Erişim tarihi: 12.02.2019)
  • Lachmann, Richard, 2019, “Amazon Is Waging Class War”, Jacobin, (20 Şubat), https://jacobinmag.com/2019/02/amazon-hq2-nyc-capital-strike-investment (Erişim tarihi: 10.01.2019)
  • Lee, Timothy B., 2018, Experts say Tesla has repeated car industry mistakes from the 1980s, Arstechnica, (22 Nisan), https://arstechnica.com/cars/2018/04/experts-say-tesla-has-repeated-car-industry-mistakes-from-the-1980s/ (Erişim tarihi: 12.02.2019)
  • Marx, Karl, 2006, Ücretli Emek ve Sermaye & Değer, Fiyat, Kâr, International Publishers: New York.
  • Mason, Paul, 2015, Postcapitalism: A Guide to Our Future.
  • McCarthy, Niall, 2018, “Top Industrial Robots Exporters”, Forbes, (25 Nisan), https://www.forbes.com/sites/niallmccarthy/2018/04/25/the-countries-with-the-highest-density-of-robot-workers-infographic/#740d10831853 (Erişim tarihi: 15.02.2019)
  • Neumann, Horst, 2014, “Eine große Chance für die Arbeit”, Süddeutsche Zeitung, (6 Ekim).
  • Pfeiffer, Sabine, 2016, “Robots, Industry 4.0 and Humans, or Why Assembly Work Is More than Routine Work”, Socities, https://www.mdpi.com/2075-4698/6/2/16/htm (Erişim tarihi: 20.02.2019)
  • Reuters, 2011, “Foxconn to rely more on robots; could use 1 million in 3 years”, (1 Ağustos), https://www.reuters.com/article/ us-foxconn-robots/foxconn-to-rely-more-on-robots-could-use1-million-in-3-years-idUSTRE77016B20110801 (Erişim tarihi: 18.02.2019)
  • Roberts, Michael, 2015, “Robots and AI: utopia or dystopia? – part two”, (29 Ağustos), https://thenextrecession.wordpress. com/2015/08/29/robots-and-ai-utopia-or-dystopia-part-two/ (Erişim tarihi: 21.03.2019)
  • Statista, 2019a, “Number of Amazon.com employees from 2007 to 2018”, https://www.statista.com/statistics/234488/number-of-amazon-employees/ (Erişim tarihi: 10.01.2019)
  • Statista, 2019b, “Number of full-time Facebook employees from 2004 to 2018”, https://www.statista.com/statistics/273563/number-of-facebook-employees/ (Erişim tarihi: 10.01.2019)
  • Stehr, Nico, 1994, Knowledge Societies, Londra: Sage. TÜSİAD, 2016, Türkiye’nin Küresel Rekabetçiliği için Bir Gereklilik Olarak Sanayi 4.0: Gelişmekte Olan Ekonomi Perspektifi, İstanbul.
  • van Dijk, Jan, 2006, The Network Society, Londra: Sage.
  • Vercellone, Carlo, 2010, “The Crisis of the Law of Value and the Becoming-rent of Profit”, Crisis in the Global Economy içinde, der. Andrea Fumagalli ve Sandro Mezzadra, Los Angeles, CA: Simotext(e).
  • Virno, Paolo, 2004, A Grammar of the Multitude, Los Angels, CA: Semiotext(e)
  • Wang, Brian, 2016, “Foxconn reaches 40,000 robots of original 1 million robot automation goal”, (13 Ekim), https://www.nextbigfuture.com/2016/10/foxconn-reaches-40000-robots-of.html (Erişim tarihi: 15.02.2019)
  • Workman, Daniel, 2018, “Top Industrial Robots Exporters”, (26 Aralık), HTTP://WWW.WORLDSTOPEXPORTS.COM/ TOP-INDUSTRIAL-ROBOTS-EXPORTERS/ (Erişim tarihi: 15.02.2019)
  • Zerdick, Axel vd., 2000, E-conomics: Strategies for the Digital Marketplace, Berlin: Springer.

Dipnotlar:

  1. Birçok rapor ve makalede 2020 yılı sonunda tüm dünyada internete bağlanabilen 50 milyar cihaz olacağı söyleniyor. Kıyafetlerden, ayakkabılara kadar birçok cihaza takılacak çipler ile akıllı nesnelerin sayısı artacak. Bu örnekler üzerinden gidersek, hem bu nesneler vücut sıcaklığımızdan attığımız adıma kadar her şeyi kaydedebilecek hem de hava durumuna göre kalınlaşıp incelebilecek veya ayakkabı tabanı şişip inebilecek.
  2. European Parliament, 2016, s. 7.
  3. Lee, 2018.
  4. Alkan, 2016.
  5. European Parliament, 2016, a.g.e., s. 23.
  6. Fuchs, 2018.
  7. Desjardins, 2018.
  8. Workman, 2018.
  9. McCarthy, 2018.
  10. Freelance çalışma günümüzde beyaz yakalı denilen çalışanlar arasında giderek artan bir çalışma biçimidir. Serbest çalışan anlamına gelmekle birlikte freelance çalışanlar bir meslek sahibidir ancak sabit mesai saatleri içerisinde sürekli olarak aynı işverene çalışmazlar. Genelde proje bazlı olarak çalışırlar. Böylece işveren, sürekli olarak işçi istihdam etme yükünden kendini kurtarmış olur.
  11. Kasriel, 2019.
  12. European Parliament, 2016, a.g.e., s. 47-48
  13. TÜSİAD, 2016, s. 14.
  14. TÜSİAD, 2016, a.g.e., s. 33.
  15. Dyer-Witheford, 2015, s. 1.
  16. Neumann, 2014, aktaran Pfeiffer, 2016.
  17. Expatica, 2019.
  18. Dyer-Witheford, 2015, a.g.e., s. 36.
  19. Dyer-Witheford, 2015, a.g.e., s. 76.
  20. Castells, 1996; van Dijk, 2006.
  21. Stehr, 1994.
  22. Hardt ve Negri, 2005, s. 145; Virno, 2004, s.100; Vercellone, 2010, s. 85-118.
  23. Hardt ve Negri, 2015, s. 51.
  24. Hardt ve Negri, 2012, s. 20.
  25. Hardt ve Negri, 2005, aktaran Fuchs, 2014, s. 365.
  26. Carchedi, 2014. 27 A.g.e.
  27. g.e.
  28. Mason, 2015, s. 132.
  29. Statista, 2019a.
  30. Lachmann, 2019.
  31. Carchedi, 2014, a.g.e.
  32. Fuchs, 2014, a.g.e., s. 390.
  33. Hem üretici hem tüketici anlamında kullanılıyor. İlk olarak Alvin Toffler tarafından 1980 yılında Üçüncü Dalga kitabında kullanılmıştı.
  34. Fuchs, 2014, a.g.e., s. 355-358.
  35. Carchedi makalesinde üretken ve üretken olmayan emeği özetliyor. Kapitalizmde üretken olan emek bir kullanım değerini başka bir kullanım değerine dönüştüren emektir diyor. Üretken olmayan dört emek biçimi var diyor: (1) Ticaret yani satış ve pazarlama. Ticarette kullanım değerleri dönüşümü gerçekleşmez sadece üretilen kullanım değeri mübadele edilir, el değiştirir. (2) Finans ve spekülasyon alanındaki emek. Bu alanın kullanım değerleri dönüşümü ve üretimi ile ilgisi yoktur. [Buraya kumar ve şans oyunlarını da ekleyebiliriz] (3) Sermayenin işlevini yerine getiren emek. Marx bunu Kapital 3. ciltte açıklıyor ve üretim sürecinde kontrol sahibi olan yöneticileri bu şekilde açıklıyor. (4) Kullanım değerlerini yok eden emek biçimleri.
  36. Zerdick vd., 2000, aktaran Fuchs, 2014 a.g.e., s. 232.
  37. Free the Slaves, 2011.
  38. Fuchs, 2014, a.g.e., s. 251-265.
  39. Fuchs, 2014, a.g.e., s. 264-265.
  40. Fuchs, 2014, a.g.e., s. 271-289.
  41. Fuchs, 2014, a.g.e., s. 295-306.
  42. Fuchs, 2014, a.g.e., s. 311-321.
  43. Harman, 1979.
  44. Yazım hatalarını kontrol eden kişi.
  45. Harman, 1979, a.g.e.
  46. Frey ve Osborne, 2017, s. 254–280.
  47. Dengler ve Matthes, 2018.
  48. Harman, 1979, a.g.e.
  49. Harman, 1991.
  50. Reuters, 2011.
  51. Wang, 2016.
  52. Marx, 2006, s. 46.
  53. Facebook, 2018.
  54. Statista, 2019b.
  55. Gibbs, 2016.
  56. Kahraman, 2019.
  57. Roberts, 2015.

SON SAYI