1968 Türkiye tıpkı dünyadaki örneklerinde olduğu gibi tek boyutlu ve tek referanslı yaşanmadı. 1960'lı yıllar Türkiye'de işçi hareketinin ve solun güç kazanıp kitleselleşmeye başladığı bir dönem. 1960’ların Türkiye’sinde işçilerin, öğrencilerin, köylülerin, solun kitleselleşmesine yol açanın ne olduğunu kavramak çok önemli.

Çağla Oflas - 1968 eylemleri büyük bir şok etkisi yarattı. Çünkü isyan başlamadan önce kapitalizmin istikrarı konusunda kimsenin şüphesi yoktu. 1960’ların başında özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde sistemin savaş yıllarının sorunlarından kurtulduğuna inanılıyordu. Ekonomik açıdan istikrarlı bir büyüme vardı. Enflasyonun kontrol edildiği, üretimde istihdamın sağlandığı koşullarda sınıfsal bir çatışma öngörülmüyordu.

Chris Harman - Günümüzde ABD ve diğer sanayi devletlerinin hükümetlerindeki Keynesçiler, kendilerinden önce Keynes'in yaptığı gibi, kapitalizmi kendisinden kurtarmaya çalışıyorlar. Yani, kapitalistleri memnun edebilmek için, bizim ellerimizi cebimize atmamızı istiyorlar. 

Alex Callinicos - International Socialism gazetesinin editörlüğünü yapan ve uzun yıllar boyunca Socialist Worker'ı hazırlayan Chris Harman, 6 Kasım'ı 7 Kasım'a bağlayan gece Kahire'de geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda etti.

Alex Callinicos - Marksizmin teorik temelleri her çeşit ulusçu ideolojiden kökten ayrılır. Marksizm için tarihin motoru sınıf mücadelesidir. Dolayısıyla, çağdaş toplumda ana çelişki uluslararası işçi sınıfı ile uluslararası kapitalist sınıf arasındaki çelişkidir. Ulusal bölünmeler sınıf savaşımı ile karşılaştırıldığında ikincil öneme sahiptir ve sınıf savaşının aldığı özgün bir biçimi oluşturur. Komünist Manifesto ’İşçilerin vatanı yoktur’ der.

Chris Harman - Dünyada, radikal sol arasında garip bir fikir dolaşıyor. Bu fikir şu: Kapitalizm, insan kitlelerinin yaşamını geliştiren reformların maliyetini artık karşılayamadığı için, işçi hareketi içerisindeki güçlü bir ideoloji olarak reformizm ölmüştür. Ve bunun sonucunun, reform mu devrim mi tartışmasının artık geçersiz ve yararsız olduğu söylenmektedir.

Kadın cinayetleri ve en son Yasemin Çakal davasında gördüğümüz gibi kadınların şiddete, tecavüze karşı direndiği için cezalandırıldığı yargı süreçleri cinsiyetçiliğe ve kadına yönelik ayrımcılığa karşı mücadelenin aciliyetini gösteriyor. Bir yandan mücadeleyi örgütlerken diğer yandan cinsiyetçiliğin ne olduğunu tartışmalıyız. Sorunu çözmenin yolu kökeninin ne olduğunu anlamaktan geçiyor.

Türkiye’de küresel ısınmaya, nükleer santrallara, 3. Köprü’ye, HES’lere ve termik santrallara karşı mücadele denince akla hemen KEG geliyor. Küresel Eylem Grubu (KEG) Sözcüsü ve DSİP üyesi Nuran Yüce ile Türkiye’de ekolojik mücadeleler üzerine konuştuk.

KEG aktivistleri küresel ısınmayı anlatırken “Bir günde dört mevsimi yaşamak”, “Aşırı yağışlar ve görülmedik hava olaylarından” bahsediyordu. Bugünkü duruma baktığınızda tehlikenin neresindeyiz?

2000’lerin başlarında atmosferdeki karbondioksit oranı milyonda 385 parça idi. Son veriler bu miktarın 400 parçacığı aştığını göstermekte.

“Sezaryanla doğuma karşıyım, kürtajı cinayet olarak görüyorum” diyen başbakan bu açıklamasına gelen tepkilere “Her kürtaj bir Uluderedir” diyerek yanıt verdi.

Şimdi kadınlar başbakana yanıt veriyor: “Kürtaj haktır, Uludere katliam.”

Kadınlar başbakanın sözlerine büyük tepki gösteriyor. 1983’de kürtaj yasası çıkmadan önce binlerce kadın olumsuz koşullarda kaçak çalışan kliniklerde yaşamını yitiriyordu. Kürtajı yasaklamak kadınları ölüme mahkum etmektir.

- Yasal çalışma süresi 45 saat olmasına rağmen Türkiye’de ortalama çalışma süresi 60 saate ulaşmakta.
- Haftada 60 saati aşan uzun çalışma saatleri, işsizliğin ve iş kazalarının başlıca nedeni.
- Uzun çalışma süreleri ne karşı işçi sendikları mücadele etmeli, çalışma sürelerini 40 saate indirmelidir.

Yasalara göre Türkiye’de resmi çalışma haftası 45 saat. Cumartesi ve Pazar günleri ise çalışılmayan günler.

45 saatin üzerindeki çalışmalarda ise fazla mesai ücreti verilmeli. Hiç bir biçimde günde 11 saatin üzerinde çalışılmamalı.

4857 nolu iş yasasının 63’üncü maddesi böyle diyor.

Çocukları Kurtarın Kampanyası'nın (Save the Children) raporuna göre dünyada her yıl 2.6 milyon çocuk göz göre göre ölüme terk ediliyor. Çözüm yönünde ciddi adımlar atılmazsa gelecek 15 yılda 450 milyon çocuğun ölmesi kaçınılmaz.

Yeteriz ve düzensiz beslenme mağduru çocuklar çoğunlukla Afrika'da ve Asya'da (Hindistan, Çin ve Kuzey Kore) yaşıyorlar.

En tehlikeli bölge ise Sahel. Bölgede yer alan Burkina Faso, Çad, Moritanya, Mali ve Nijer'de durum gittikçe kötüleşiyor. Mali'de çocuk nüfusunun %15'i ciddi bir yetersiz beslenme tehdidi altında yaşıyor.

Alt kategoriler